DÜNYA BASINI
‘İsrail Gazze çıkmazından ABD’yi savaşa çekerek çıkmaya çalışıyor’
Yayınlanma
Yazar
Harici.com.tr
Aşağıda çevirisini okuyacağınız analiz, İsrail’in İran’ın Şam’daki diplomatik misyonuna düzenlediği ve Devrim Muhafızları Ordusu’nun üst düzey bir komutanının da aralarında bulunduğu 7 kişinin ölümüne yol açan saldırılarının hedeflerine odaklanıyor.
***
İsrail’in planı ABD’yi İran’la savaşın içine çekmek mi?
Netanyahu Tahran’ın Suriye’deki elçiliğine yapılan saldırıya askeri olarak karşılık vereceğini biliyor olmalı, asıl soru Amerikan askerlerinin hedef olup olmayacağı.
Paul R. Pillar
İsrail’in zaten şiddet dolu olan bölgede şiddeti tırmandırması, Biden yönetimini, ABD’yi yeni bir Orta Doğu savaşının dışında tutma konusunda şimdiye kadarki en büyük zorluklarından biriyle karşı karşıya bırakıyor.
İsrail’in Şam’daki bir İran diplomatik yerleşkesini bombalaması ve İran Devrim Muhafızları’nın üst düzey bir komutanı ile birkaç İranlı yetkilinin yanı sıra en az dört Suriye vatandaşının ölümüne yol açması, şiddetin tırmanması anlamına geliyor. İsrail’in daha önceki hava saldırıları kadar Suriye’ye yönelik bir saldırganlık eylemi olmasının yanı sıra, elçilik yerleşkesinin vurulması doğrudan İran’a bir saldırı.
İranlı liderler güçlü bir şekilde karşılık vermek için ağır bir baskı hissediyorlar. Bu baskının boyutu, rollerin tersine döndüğünü hayal ederek anlaşılabilir. İran bir İsrail ya da ABD büyükelçiliğini bombalamış olsaydı şiddetli ve ölümcül bir karşılık hem siyasetçiler hem de halk tarafından sadece beklenmekle kalmaz, aynı zamanda talep edilirdi.
İran’da da, dört yıl önce önde gelen Devrim Muhafızları komutanı Kasım Süleymani’ye ABD insansız hava aracı saldırısıyla suikast düzenlendiğinde kamuoyunda oluşan duygunun gösterdiği gibi, bu tür durumlarda halkın hissiyatı benzer bir rol oynayabilir. Daha uygun bir bakış açısıyla, nasıl ki “caydırıcılığı yeniden tesis etme” ihtiyacı ABD ya da İsrail’in şiddet içeren tepkileri için bir gerekçe olarak sıklıkla dile getiriliyorsa, İran’ın karar alma mekanizmalarında da bu tür hesaplar yer alabilir.
Saldırıdan bir gün sonra konuşan İran Dini Lideri Ali Hamaney intikam sözü verdi ve “İsrail cezalandırılacak” dedi. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ndeki İran temsilcisi, İran’ın “bu tür kınanacak eylemlere kararlı bir yanıt verme” hakkı olduğunu savundu.
İranlı liderler diğer yönde de baskı hissediyor. Yeni bir savaşa dahil olmak İran’ın çıkarına olmayacak ve liderleri de böyle bir savaş arayışında değil.
Bunun nedenleri arasında İran’ın İsrail ya da ABD karşısındaki askeri yetersizliği ve derin ekonomik sorunları yer alıyor. Gazze Şeridi’ndeki trajik koşullara odaklanan bölgesel gerginliklerin şimdiye kadar olduğundan daha fazla tırmanmamasının başlıca nedeni, Hamas’ın İsrail’in güneyine saldırmasından bu yana geçen altı ay içinde İran’ın sergilediği itidal oldu (bu saldırı herkesi olduğu kadar İranlı liderleri de şaşırttı).
Ancak İran, İsrail saldırısına bir şekilde karşılık verecek. Mevcut seçeneklerden tam olarak hangisini kullanacağını tahmin etmek, İranlı liderlerin kendi kararları kadar zor; zira onlar da birbiriyle çelişen fikirleri dengelemeye çalışacaklar. Kesin olarak söylenebilecek tek şey, İran’ın tepkilerinin Tahran’ın seçtiği zaman ve yerlerde olacağı.
İsrail’in Şam’daki büyükelçilik yerleşkesine saldırma nedenlerine ilişkin çeşitli spekülasyonlar yapılabilir. Belki de İsrail bunu, Suriye’de İran’la bağlantılı hedeflere yönelik yıllardır sürdürdüğü hava bombardımanı kampanyasında yeni bir operasyon olarak gördü. İstihbarat, elçilik yerleşkesindeki Devrim Muhafızları subayları ile bir fırsat hedefi sundu ve İsrail bu fırsatı değerlendirdi.
Ya da bu saldırı, Ekim ayındaki Hamas operasyonundan bu yana İsrail’i karakterize eden kontrolsüz ulusal öfkenin bir başka tezahürü olarak görülebilir. Bu, Başkan Biden’ın geçen Ekim ayında İsraillilere Amerikalıların “şoklarını, acılarını ve öfkelerini” anladıklarını ancak İsrail’in bu öfke tarafından “tüketilmemesi” gerektiğini söylediğinde uyardığı türden zarar verici ve dikkatsiz bir saldırı olabilir. Biden, ABD’nin 11 Eylül’den sonra yaşadığı öfke sırasında “hatalar da yaptığını” belirtti – 11 Eylül saldırısıyla hiçbir ilgisi olmayan Irak’a karşı saldırgan bir savaş başlatılmasına üstü kapalı bir gönderme.
Ancak Şam’daki elçilik binasının bombalanması, muhtemelen Binyamin Netanyahu hükümetinin en üst düzeylerinde dikkatle hesaplanmış bir kararı yansıtacak kadar açık bir tırmanmaydı (ve İsrail’in savaş yasalarına karşı işlediği suçların genişletilmesiydi). Bu hesaplamanın, İran Devrim Muhafızları subaylarının kaybının İran’ın kabiliyetlerinde yaratacağı, kısa vadeli ve asgari düzeyde olması muhtemel herhangi bir etkiyle pek ilgisi yoktu.
Daha ziyade saldırı İsrail’in, “Hamas’ı yok etme” hedefinin ulaşılamaz olduğu, Gazze’deki eylemleri nedeniyle dünya çapında tecridinin inkar edilemez hale geldiği ve hatta geleneksel ABD desteğinin açıkça yıprandığı bir durumdan çıkış yolu olarak görülüyor. Kişisel olarak Netanyahu için savaşı tırmandırmak ve genişletmek, ki bu aynı zamanda savaşın süresiz olarak devam etmesi anlamına da geliyor, aynı zamanda onun siyasi ve hukuki zorluklarını aşmak için görünürdeki tek umudu.
İsrail’in Gazze çıkmazından kurtulmasının bir yolu olarak savaşı tırmandırmasının iki unsuru var. Bunlardan ilki İran’ı kışkırtarak karşılık vermesini sağlamak ki bu da İsrail’in kendisini saldıran değil savunan taraf olarak göstermesini ve tartışmaları Gazze’de yarattığı yıkımdan uzaklaştırarak kendisini yabancı düşmanlara karşı koruma ihtiyacına yöneltmesini sağlayabilir. Diğeri ise ABD’nin İran ile doğrudan çatışmaya girme ihtimalini artırmak. Eğer böyle olursa, Orta Doğu’daki savaş sadece İsrail’in Filistinlileri vurması meselesi olmaktan çıkacak İsrail’in süper güç hamisinin menfaatlerini de içerecek.
ABD, İsrail-İran çatışmasına iki yoldan biriyle sürüklenebilir. Birincisi, İran’ın saldırısına uğradığında Washington’un “müttefikimiz İsrail’i” savunmak için daha doğrudan hareket etmesine yönelik ABD içindeki siyasi talepler yoluyla olabilir.
Diğer yol ise İran’ın İsrail’e karşı misillemesinin ABD hedeflerini de kapsaması. Bunun akla yatkınlığı – İran’ın askeri yetersizliğine rağmen – biraz daha rolleri tersine çeviren bir düşünceyle anlaşılabilir hale geliyor. Hamas’ın Ekim ayında İsrail’e yaptığı saldırıda olduğu gibi, bağımlı gücün eyleminde İran’ın dahli olmasa bile, ABD bağımlı gücün yaptıklarından dolayı İran’ı suçlamaktan asla çekinmiyor. Örneğin köşe yazarı David Ignatius “İsrail’in Hamas ve onun İran’daki efendileriyle mücadele etmekte haklı bir davası olduğunu” yazıyor.
İsrail’in Washington’daki efendileri ona İran’ın Hamas’a ya da diğer dostlarına sağladığından çok daha fazlasını sağladı. İran’ın Güvenlik Konseyi’ndeki temsilcisinin “İsrail rejimi tarafından işlenen tüm suçlardan ABD’nin sorumlu olduğu” yönündeki açıklamasının altında da bu gerçek yatıyor. Bu ve İsrail’in Şam’daki İran Büyükelçiliği yerleşkesine düzenlediği saldırının, tıpkı İsrail’in Gazze’deki mahalleleri dümdüz etmesi gibi, ABD tarafından sağlanan gelişmiş askeri uçaklarla gerçekleştirildiği gerçeği.
İran ile savaş, birçok nedenle ABD çıkarlarına son derece zararlı olur. Bunlar arasında, doğrudan can ve mal kayıpları, Amerikalıları etkileyen ekonomik faaliyetlerin sekteye uğraması, şiddetli misillemelerin yol açacağı yabancı öfke, yararlı diplomasinin batırılması ve ABD dış politikasının diğer acil sorunlarına odaklanmış dikkat ve kaynakların başka yöne kaydırılması yer alıyor.
Böyle bir savaştan kaçınmak, sadece krizlerle taktiksel olarak başa çıkmada becerikli bir devlet adamlığını değil, aynı zamanda ABD’yi şu anki zor ve tehlikeli duruma sokan İsrail’le olan tuhaf ilişkiden daha stratejik bir uzaklaşmayı da gerektiriyor. Amerika Birleşik Devletleri’nin kimin müttefik kimin düşman olduğuna dair zaman aşımına uğramış kavramlardan uzaklaşması ve kimin saldırgan olup olmadığına dikkat etmesi gerekiyor.
İran ve İsrail arasındaki “gölge savaşa” simetrik terimlerle sık sık atıfta bulunulmasına rağmen, bu savaştaki olayların bir derlemesi, İsrail’in şiddetin çoğunu başlattığı ve İran’ın çoğunlukla karşılık verdiği asimetrik bir modele işaret ediyor. ABD’nin bu şablondan uzaklaşması sadece ABD’nin çıkarlarına değil aynı zamanda bölgesel barış ve güvenliğin de çıkarlarına olacaktır.
İlginizi Çekebilir
-
Trump’ın özel temsilcisi savaşın 180 günde biteceğini öne sürdü
-
Ukrayna, ABD’nin nadir toprak minerallerinin yüzde 50’si teklifini reddetti
-
Trump’ın Ukrayna’da maden hamlesindeki gizli özne: Çin
-
Batılı ülkeler, Rus milyarderlere uygulanan yaptırımların yarısını kaldırdı
-
Vance, Münih Güvenlik Konferansı’nda Avrupalıları ‘göç’ ve ‘savunma harcamaları’ konusunda uyardı
-
ABD-Britanya ilişkilerinde yeni aracı: Prens William
DÜNYA BASINI
Et, süt ve yumurta reklamlarının sattığı fanteziler
Yayınlanma
1 hafta önce08/02/2025
Yazar
Harici.com.tr
Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini sunduğumuz makale, Carol J. Adams’ın kavramsal çerçevesi ve Jo-Anne McArthur’un saha deneyimlerinden hareketle et, süt ve yumurta endüstrisinin pazarlama stratejilerinin tüketici algısını nasıl manipüle ettiğini gözler önüne seriyor. Endüstriyel tarım ve hayvancılık mevzubahis olduğunda, pastoral çiftlik imajları, mutlu hayvan illüstrasyonları ve yemyeşil meralar bu yoğun gıda üretim modellerinin sert gerçeklerini örtbas eden birer fanteziden ibaret. Reklamların sunduğu bu sahte anlatı, hayvanların maruz kaldığı sömürüyü görünmez kılmakla kalmayıp, aynı zamanda etik kaygılarımızı körelterek tüketim alışkanlıklarını sorgulamamızı engelleyen bir ideolojik aygıt işlevi de görüyor.
Oysa kapitalist gıda üretimi, yalnızca hayvanları değil, doğayı ve insanları da aynı sistematik sömürü düzeninin içine hapsediyor. Fabrikalaşmış tarım ve hayvancılığın ardında, sadece hayvanların çektiği acılar değil, ekolojik yıkım, güvencesiz işçilik ve gıda emperyalizmi gibi geniş çaplı sömürü biçimleri de yatıyor. Bu bağlamda, endüstriyel tarım ve hayvancılığı eleştirel bir perspektiften ele alan hemen her çalışma, kapitalizmin farklı boyutlarda ürettiği yanılsamaları teşhir etmek ve hem insanın hem de hayvanın sömürüsüne dayalı üretim ilişkilerine karşı kolektif bir duruşu güçlendirmesi bakımından büyük bir değer taşıyor.
Et, Süt ve Yumurta Reklamları Size Fantezi Satıyor
Jessica Scott-Reid
Sentient Food
27 Ocak 2025
Çev. Leman Meral Ünal
Görsel imgeler, gıda pazarlamasının temel taşlarından biri. Peynirin üzerindeki gülen ineği düşünün, böylesi hamleler tüketicilerin satın alma tercihlerinde büyük rol oynar. Ancak söz konusu et, süt ürünleri ve yumurta pazarlaması olduğunda, markaların kullandıkları imajlar gerçeği çoğunlukla ve pek tabii kasti olarak ıskalar. Beynin duygusal kısmına hitap eden bu görseller, sepetinizdeki et veya süt hakkında şeffaf veriler sağlamak için değil, anlattığı hikâye vasıtasıyla tüketicilerle “bağ kurmak” için vardır.
Yazar, akademisyen ve aktivist Carol J. Adams’ın¹ Sentient’e verdiği demeçte söylediği gibi, “İmaj temelli bir dünyadayız” ve “imajlar, mantığı baypas ederek doğrudan duygulara hitap ediyor”. Nihayetinde de tüketicilerin zihninde, çiftlik hayvanlarının nasıl yetiştirildiğine dair sahtelik barındıran bu imajlar kalıyor.
Gerçekten de kırmızı ahırlar, yemyeşil meralar, parlak güneş ışığı ve mutlu hayvanlar gibi semboller et ve süt ürünleri etiketlerinde sıklıkla karşımıza çıkar. Peki, bu yaygın görsel temsiller gerçeği ne kadar yansıtıyor? Sentient, Etin Cinsel Politikası ve The Pornography of Meat² [Etin Pornografisi] gibi kitapların yazarı Adams ile [insan-hayvan ilişkilerini belgeleyen bir fotoğraf projesi olan] We Animals kurucusu foto muhabir Jo-Anne McArthur’a danışarak, reklamlarda kullanılan yaygın imgeleri günümüz endüstriyel hayvancılık gerçekliğiyle karşılaştırdı.
Yanıltıcı reklam varan #1: Geleneksel kırmızı ahırlar
Kırmızı veya geleneksel ahır görseli, et, süt ve yumurta pazarlamasında yaygın olarak kullanılan önemli bir semboldür. Kökleri çocukluk tekerlemelerine, masallara ve filmlere dayanan ahır imajı, çiftçiliğin sağlıklı ve pastoral bir faaliyet olarak resmedilmesine yardımcı olur. “Yaşlı MacDonald’ın Çiftliği”nden Charlotte’un Sevgi Ağı’na ve Babe’e kadar çeşitli eserler aracılığıyla, çiftliklerin hayvanların özgürce dolaştığı huzurlu yerler olduğunu henüz küçük yaşlarda öğreniriz.
Yetişkin olduğumuzda ise, benzer ahır imgelerini bu kez et, süt ürünleri ve yumurta etiketlerinde buluruz. Adams, bu imgelerin rahatlık, aşinalık ve güven duyguları uyandırmak için yerleştirildiğini ve güçlü bir pazarlama aracı olduğunun altını çiziyor. Ayrıca, “Ahır kavramını bu [modern] kurumlara uygulamak için gerçekten esnetmek gerekir” diye de ekliyor.
Tarımsal tesisleri belgelemek için 60’tan fazla ülke gezen fotoğrafçı McArthur, bu ülkelerin tamamında gördüğü ahırların aslında çok büyük depolardan başka bir şey olmadığını söylüyor: “Küçük kırmızı ahırların olduğu o günler mazide kaldı.”
ABD Tarım Bakanlığı verilerine göre, ABD’deki 56,265 çiftlikte yaklaşık 74,5 milyon domuz ve yaban domuzu yetiştiriliyor. Bu da ortalama bir binada çiftlik başına 1.300’den fazla hayvan bulunduğu anlamına geliyor. Herhalde ortada küçük kırmızı bir ahır falan olmadığı görülüyordur. Nitekim çoğu çiftlik hayvanı, konsantre hayvancılık tesisleri olan “Konsantre Hayvan Besleme Operasyonları” ve “Hayvan Besleme Operasyonları” sistemlerinde yetiştirilmekte olup bu tesisler tarımsal alanlardan ziyade fabrika tesislerini andırmaktadır.
Yanıltıcı reklam varan #2: Yeşil meralar
Et, süt ürünleri ve yumurtanın pazarlamasında yaygın olarak kullanılan bir diğer imaj ise yeşil meralar ve çimenli tepeler olarak karşımıza çıkar. Bazen parlak güneş ışığı, mavi gökyüzü ve berrak suların da eşlik ettiği bu semboller, zihinlerde çiftçiliğin doğal bir faaliyet olduğu izlenimini uyandırır.
Oysa tarım, nasıl tasvir edilirse edilsin, doğanın bir ürünü değil, insanlığın kendisini daha verimli şekilde beslemek için geliştirdiği bir insan icadıdır – hem de bütünüyle. Günümüzde çoğu çiftlik hayvanı, geleneksel otlaklarda değil, fabrika tipi çiftliklerde yetiştirilir. Bilhassa da tavukların bu tesislerdeki yaşam alanları oldukça sıkışıktır.
McArthur, “Yumurta bırakmak üzere yetiştirilen tavuklar güneşi hiç görmezler” diyor. Penceresiz depolarda tutulurlar ve yumurtlama döngülerini manipüle etmek için yapay aydınlatma kullanılır. ABD yumurta endüstrisindeki tavukların yaklaşık yüzde 60’ı, yasaların izin verdiği en küçük boyuttaki kapatma alanları olan pil kafeslere hapsedilir. Kanada’da ise bu oran yüzde 80’in üzerinde seyreder.
“Etlik piliçler” olarak da bilinen kümes hayvanlarına gelince, etiketlerde “organik” veya “gezen” ifadesi yer almadığı sürece, USDA standartlarına göre dış mekâna erişim sağlanması zorunluluğu bulunmuyor. Ancak ve ancak bu ifadeler yer aldığında, USDA yönergeleri gereği dış mekâna erişim zorunlu. Ulusal Tavuk Konseyi’nin asgari yönergelerine göre ise, sanayi çiftliklerinde – ki bu çiftlikler 50.000’e kadar piliç barındırabiliyor – her bir tavuk için yalnızca 100 inç kare kadarlık bir alan sağlanabiliyor.
Sertifikalı Hayvan Refahı Onaylı ve USDA Organik gibi tavukların açık havaya “erişimini” gerektiren bazı programlar var, ancak bunun pratikte ne anlama geldiği değişiklik gösterebiliyor. Örneğin Sertifikalı İnsancıl Standartları (Certified Humane), “gezen” veya “merada yetiştirilen” olarak belirtilmediği sürece tavukların açık havaya erişmesini gerektirmez.
Kısacası, yeşil alanlara ve güneş ışığına bu sınırlı erişim ne yumurtlayan tavuklar ne de ABD’de yetiştirilen etlik piliçlerin çoğunluğu için yaygın bir uygulamadır.
Ve yanıltıcı reklamcılığın bir sonraki örneğinde göreceğimiz gibi, meralarda otlama yalnızca sığırlar için yaygın olup, bu durum çiftliğe bağlı olarak artıp azalır; ortalama olarak ise dört ila altı ay sürer.
Yanıltıcı reklam varan #3: Neden kahverengi değil de yeşil?
Bir etikette yeşil renk bulunması, tüketicilerin zihninde genellikle sağlıklı olmaya ve doğallığa dair bir çağrışım yapar. “Yeşil, olumlu bir renktir ve yeşil tarlalar pastoral bir ortamı ima eder” diyor Adams. Ancak, et etiketlerinde kullanılan yeşil mera görüntüleri çoğu kez gerçeği yansıtmaz. Nitekim gerçek daha çok kahverengidir.
“Peki ya gübreler nerede?” diye soruyor Adams. “Ya bu devasa gübre tarlalarından akan kirli sular?” Günümüz tarım işletmeleri her yıl yaklaşık 1,4 milyar ton gibi muazzam bir oranda gübre üretiyor. Bu gübre atıklarının ekinlerin büyümesine yardımcı olmak için tarlalara yayılması gerekse de atık miktarının büyüklüğü, kazalar veya değişen iklim koşulları nedeniyle oluşan sızıntılar, birçok istisnaya yol açıyor.
Tarım işletmelerinin sebep olduğu gübre, yüzey ve yeraltı sularındaki fosfor ve azot kirliliğinin başlıca nedeni olup, Iowa ve Kuzey Carolina gibi eyaletlerdeki büyük ölçekli çiftliklerin yakınında yaşayan topluluklar için su kaynaklarının içilemezliği gibi bir sonuç doğuruyor.
ABD’deki ineklerin yaşamlarının en azından ilk kısmını merada geçirdikleri kısmen doğru. Ancak bunların yarısından fazlası, kesime gönderilmeden önce kilo almaları için besi çiftliklerine yerleştiriliyor. Ocak 2024 itibarıyla ABD’de 14,4 milyon inek ve buzağı besi çiftliklerinde bulunuyordu.
McArthur, ABD ve Kanada da dahil olmak üzere dünyanın dört bir yanındaki endüstriyel besi çiftliklerine gittiğini ve buraların hayvanlara “hareket etmeleri, keşfetmeleri ya da doğal davranışlar sergilemeleri için pek fazla alan tanınmayan dar ve kirli alanlar” olduğunu söylüyor. Yine, aşırı miktardaki hayvan atıkları nedeniyle buraların oldukça kaygan zeminli olduğunu belirtiyor: “Burası hayvanların üzerinde özgürce koşup oynayabileceği yerler değil.”
Yanıltıcı reklam varan #4: Mutlu inekler ve diğer çizgi karakterler
Markalarında hayvanlara yer veren et, süt ve yumurta şirketleri genellikle hayvanların gerçek görüntüleri yerine çizgi tasvirlerini ya da basit siluetlerini kullanmayı tercih ederler.
Bu kulağa zararsız gelebilir, ancak vegan-feminist eleştirel teorinin öncülerinden olan Adams’a göre, bu taktiğin arkasında daha kasıtlı bir niyet var. Et pazarlamacıları gerçek görüntülerden uzak durma eğilimindeler çünkü “gerçek hayvan fotoğrafları kullanmak, hayvanların bizim yiyeceğimiz olmak istediği yalanını sürdürmek demek olacaktır. Bu yüzden de farklı kültürel mecazlara ihtiyaçları var. İşte çizgi tasvirler de bunlardan biri. Daha büyük bir yalanın içinde hapsetse de çizgi tercihi onları özgürleştiriyor.”
McArthur, çiftlik hayvanlarını fotoğraflama deneyiminden yola çıkarak, “(pazarlama amacıyla) güzel görünecek bir hayvanın fotoğrafını çekmek neredeyse imkânsızdır,” diyor ve ekliyor: “Çünkü bulundukları koşullar nedeniyle çok ama çok kirliler ve aynı koşullar sebebiyle kendilerini temizleme becerisi geliştiremezler”; “Böyle bir tesise girip de, bu hayvanları yemeyi istememize sebep olacak güzellikte bir fotoğraf çekmek pek mümkün değil.”
“Gülen inek” türünden çizgi tasvirlerin kullanılması, çiftlik hayvanlarının mutlu ve temiz olduğu algısını güçlendirmeye yardımcı oluyor. Refah standartlarıyla övünen çiftçilerin sıklıkla dile getirdiği gibi, bu hayvanların yaşadığı sadece “tek bir kötü gün” [kesildikleri gün] vardır, bu tasvirler de bu düşünceyi pekiştirmek için tercih edilir. Fakat, artık hepimiz biliyoruz ki, hayvanların büyük çoğunluğu bu tür çiftliklerde yetiştirilmezler.
“Pazarlamacılar, gerçeği tehdit edici buldukları için onu sterilize etmeye, duygusallaştırmaya çalışırlar,” diyor Adams. “Mutlu bir inek imgesi kullanmak, tüketicilerin sorgulamadan kabullenmesini sağlamak için etkili bir yöntemdir.”
Sonuç yerine
Et, süt ve yumurta pazarlaması, tüketici algılarını şekillendirmek için büyük ölçüde imgelere dayanır; kırmızı ahırlar ve yeşil otlaklar gibi semboller pastoral çiftçilik koşullarını akla getirse de gerçekte durum tamamen farklıdır. Çiftlik hayvanlarının çoğu etiketlerde tasvir edilen huzurlu ortamlardan çok uzakta, endüstriyel ve aşırı kalabalık ortamlarda tutularak hapsedilmiştir. İtinayla ve kasti olarak oluşturulmuş bu görseller, fabrika çiftliklerinin acımasız koşullarını maskelemekte ve endüstriyel hayvan tarımının gerçek doğasını sterilize eden yanıltıcı anlatıyı sürdürmektedir.
¹ Feminist teori, ekofeminizm ve hayvan çalışmaları alanlarında önemli katkılar sunan akademisyen ve yazar. Çalışmaları, özellikle vegan-feminist teori çerçevesinde, et tüketimi, toplumsal cinsiyet ve ataerkil tahakküm arasındaki kesişimselliklere odaklanır. Türkçe’ye Etin Cinsel Politikası olarak çevrilen The Sexual Politics of Meat (1990) adlı eseri, kültürel söylem ve temsil biçimleri üzerinden et yemenin cinsiyetlendirilmiş ve ideolojik boyutlarını analiz eden öncü bir çalışma olarak kabul edilir. Adams, eleştirel teori, etik ve görsel kültür incelemeleri gibi çeşitli disiplinlerle kesişen bir literatür içinde konumlanarak, hayvan hakları ve feminist eleştiriyi bir araya getiren özgün bir perspektif geliştirmiştir. (ç.n.)
² Etin Cinsel Politikası’nın tamamlayıcısı ve devamı niteliğinde Ekim 2020’de yayımlanan Carol J. Adams’ın bu kitabı henüz Türkçe’ye çevrilmedi.
DÜNYA BASINI
“ABD’nin Gazze’ye asker göndermesi direnişi tetikleyebilir”
Yayınlanma
1 hafta önce06/02/2025
Yazar
Harici.com.tr
Amerikan güçleri hızla kayıplar verebilir ve kamuoyu bunu uzun süre tolere etmeyecektir.
Askeri uzmanlar, ABD’nin Amerikan güçlerinin yardımıyla Gazze’yi ele geçirme ve yeniden inşa etme girişiminin büyük operasyonel zorluklarla karşılaşacağını söylüyor. Bu da direniş riskini ve Başkan Donald Trump’ın dış çatışmalardan kaçınma arzusuyla çelişen sürekli asker konuşlandırma ihtiyacını artıracaktır.
Gazze’deki mevcut durum, yüz binlerce sivil ve asker hayatını kaybettiği ABD’nin Irak ve Afganistan işgallerinde yaşadığı türden, yıllarca sürebilecek ve maliyeti trilyonlarca doları bulabilecek bir çatışma riskini barındırıyor.
Trump, Filistin bölgesini tüm Filistinlilerden arındırma vizyonunu açıklamış olsa da bölgeyi “Orta Doğu’nun Riviera”sına dönüştürmek için büyük bir yeniden inşa projesine başlamayı ve ABD birliklerini bölgeye göndermeyi henüz taahhüt etmiş değil.
Ancak salı günü yaptığı açıklamada, “gerekirse” ABD askerlerini Gazze’ye göndereceğini söyledi. ABD Savunma Bakanı Pete Hegseth de çarşamba günü İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’yu Beyaz Saray’da ağırlarken bu ihtimali vurguladı.
Hegseth gazetecilere yaptığı kısa açıklamada “Gazze konusuna gelince deliliğin tanımı aynı şeyi tekrar tekrar yapmaya çalışmaktır” dedi: “Hem diplomatik hem de askerî açıdan tüm seçenekleri değerlendirmek üzere müttefiklerimizle, muhataplarımızla birlikte çalışmayı dört gözle bekliyoruz.”
Trump’ın söylediği pek çok şeyde olduğu gibi, sözleri de bir müzakerede taviz koparmaya yönelik maksimalist bir pazarlık manevrası olarak görülebilir. Ancak, gerçek değerine bakıldığında, sözleri müttefikleri ve gözlemcileri tedirgin etti. Uzmanlar The National’a Gazze’de olası bir askeri varlığın, Hamas’ın teslim olduğu en iyi senaryoda bile karmaşık olacağını söylüyor.
Atlantik Konseyi’nin Terörle Mücadele Projesi Başkanı ve Savunma Bakanlığı’nda özel operasyonlar ve terörle mücadeleden sorumlu eski bir yetkili olan Alex Plitsas, Trump’ın ABD’nin Gazze’yi bir şekilde temizleyip yeniden inşa etme önerisinin büyük bir askeri ve ekonomik katılım gerektirdiğini söyledi. Ancak Başkan’ın bu çabanın bedelini kimin ödeyeceğini belirtmediğini de sözlerine ekledi.
Ayrıca olası bir ABD askeri varlığı durumunda ABD birlikleri hızla kayıplar verebilir ki Trump’ın izolasyonist destekçileri bunu uzun süre tolere etmeyecektir. Zira zorunlu göçün ardından Gazze’de kalan Filistinliler neredeyse kesin olarak işgalci güce karşı silahlanacaktır.
Plitsas, “Irak’tan çok net bir şekilde öğrendik ki bir karşı direniş operasyonu hem can kaybı hem de maddi kaynaklar açısından son derece maliyetlidir. Ayrıca çatışmanın ortasında kalan siviller büyük kayıplar yaşar” dedi ve böyle bir müdahalenin uzun vadeli stratejik bir taahhüt gerektirdiğini ve bu süreçte büyük acılar yaşanacağını belirtti.
Trump’ın uyumlu Cumhuriyetçi Parti’sinin bazı üyeleri bile Gazze önerisine ilişkin endişelerini dile getirdiler.
Cumhuriyetçi senatör Rand Paul X kanalında “Önce Amerika için oy verdiğimizi sanıyordum” dedi ve ekledi: “Hazinemizi mahvedecek ve askerlerimizin kanını dökecek yeni bir işgali düşünmeye hakkımız yok.”
Plitsas, Gazze’yi ele geçirmek, güvenliği sağlamak ve bölgeyi yeniden inşa etmek için yaklaşık 100.000 askerden oluşan birkaç askerî tümenin konuşlandırılması gerektiğini belirtti ve “Ve bu sadece güvenlik kısmı. Yeniden inşa süreci, yönetim ve devlet inşası da işin içinde olacak. Bu da ABD hükümetinin diğer kurumlarını devreye sokmayı gerektirecektir” dedi.
ABD Askeri Akademisi Modern Savaş Enstitüsü’nde Kentsel Savaş Çalışmaları Başkanı olan John Spencer da Hamas’ın ne ölçüde ortadan kaldırıldığına ya da silah bıraktığına bağlı olarak uzun zaman alacak bir görev için on binlerce askerin karadan ve denizden gelmesini gerektireceğini söyledi.
İsrail ordusuyla birlikte 7 Ekim 2023’ten bu yana Gazze’yi dört kez gezen Spencer, “Düşmanın da bir sözü var” dedi ve ekledi: “Eğer aktif bir savaş söz konusu olursa bu uzun zaman alır. Bunun kabul edilmesi gerekir.”
Spencer, İsrail birliklerinin ağırlıklı olarak kentsel alanları temizlediğini ve sonra tekrar çekildiğini hatırlattı. ABD’nin görevi de bu bölgeleri temizlemek, güvenliği sağlamak ve Hamas’ın bıraktığı patlamamış bombaları ya da tuzakları etkisiz hale getirmek olacaktır.
Spencer herhangi bir bölgeyi yeniden inşa için güvenli hale getirmenin son derece karmaşık bir girişim olacağını, çünkü binalar ve molozların yanı sıra Hamas tünellerinin de temizlenmesi gerekeceğini söyledi.
Irak’ın Musul kentinin IŞİD militanlarından temizlenmesinden sonra patlayıcıların temizlenmesi yaklaşık beş yıl sürmüştü ve bu sadece bir şehirdi.
Spencer, “Bence İnsanlar bu savaşın enkaz ve yıkım gibi benzersiz özelliklerini ve yapılması gereken gerçek iş miktarını hafife alıyorlar” dedi.
Ancak ABD’nin Gazze’de askerî bir operasyon düzenlemesinin lojistiğini bile düşünmek, Arap ülkelerinin bu plana destek vereceğini varsaymayı gerektiriyor ve böyle bir destek olduğuna dair hiçbir işaret yok.
Ürdün ve Mısır, Gazze veya işgal altındaki Batı Şeria’dan Filistinlilerin kısa veya uzun vadede yerlerinden edilmesini kesin bir dille reddetti.
Plitsas, “Çünkü bu, Filistin devletinin sona ermesi halinde geri dönüş hakkının ortadan kalkması anlamına gelir ki bu da onların asla kabul etmeyeceği bir şey” dedi.
DÜNYA BASINI
FP: Trump’ın Gazze’yi ele geçirme planının saçmalığı
Yayınlanma
1 hafta önce06/02/2025
Yazar
Harici.com.tr
Filistin topraklarını ele geçirmek, ABD’nin savaş suçlarına karışması ve bölgenin tamamen kaosa sürüklenmesi anlamına gelir.
Steven A. Cook / Foreign Policy
Amerika Birleşik Devletleri başkanı olmanın özel ayrıcalıklarından biri, ne kadar çılgınca olursa olsun söylediklerinizin ciddiye alınmasıdır. ABD Başkanı Donald Trump’ın Washington’un Gazze Şeridi’nde etnik temizlik yapmasını ve ardından bu topraklara sahip olmasını önerirken de durum böyledir. İsrail-Filistin çatışması yeni fikirlere ihtiyaç duyuyor ve özellikle Gazze, son derece zorlayıcı sorunlar barındırıyor. Ancak Trump’ın önerisi sadece ahlaki niteliklerden yoksun bir plan değil tam anlamıyla delilik.
Nereden başlamalı?
Başkan dünya liderlerinin ve hatta bölgedeki liderlerin böyle bir planı desteklediğinde ısrar ediyor. Kimler destekliyor? Trump’ın İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ile görüşmesinden kısa bir süre sonra Suudiler bir açıklama yayınlayarak iki devletli çözüme desteklerini yinelediler. Mısır ve Ürdün hükümetleri, Filistinlilerin topraklarına yerleştirilmesi fikrini kesin bir dille reddediyor, hatta bu tutumları nedeniyle ABD’nin mali yardımlarını kaybetmeyi göze alıyorlar. İsrailli yerleşimciler bile bu planı desteklemeyecektir, çünkü onlar dini-milliyetçi ideolojileri gereği Gazze’ye yeniden yerleşmek istiyorlar, Amerikalı müteahhitlerin orada lüks oteller inşa etmesini değil. Yine de Trump ısrarla “insanların” planını desteklediğini söylüyor. Mar-a-Lago’daki dostlarıyla gece geç saatlerde yaptığı bir telefon görüşmesini aktarıyor olabilir. Buradaki tehlike, Trump’ın kendisine yönelik haklı eleştiri fırtınasına karşı koymak adına herkesi haksız çıkarmaya çalışması ve böylece Orta Doğu’da etnik temizliği ve yeni-sömürgeciliği ABD politikası haline getirmesi olur.
Tabii bir de uygulanabilirlik meselesi var. ABD silahlı kuvvetlerinin Gazze Şeridi’ni ele geçirebileceğine şüphe yok, ancak bu kesinlikle Amerikan askerlerinin hayatına mal olacaktır. srail’in yıllardır süren çabalarına rağmen Hamas hâlâ iyi silahlanmış ve ölümcül bir güç olmaya devam ediyor. Trump, Hamas savaşçılarının sessizce Sina Yarımadası’na gitmesini mi bekliyor? Bu sorunun cevabı belli.
Trump aylarca süren sefaletin ardından Filistinli sivillerin Gazze Şeridi’ni terk ederek hayalindeki yeni ve güzel yerlerde yaşamaya razı olacaklarını düşünüyor. Bilmeyenler için bu makul gelebilir. İsrail’in askeri operasyonları Gazze’nin önemli bir bölümünü yerle bir etti ve savaşın kalıntıları her yerde. Ancak Başkan ve ona danışmanlık yapan her kimse, Filistinlilerin Nakba olarak adlandırdıkları Filistinlilerin çoğunu Gazze’de mülteci haline getiren tarihi trajedinin nasıl derin bir yara açtığını anlamıyorlar. Filistinliler bir kez daha sürgüne zorlanmayı kabul etmeyecekler. Gazze Şeridi’nde yaşam ne kadar zor olursa olsun, burası onlar için Filistin’de bir dayanak noktası ve İsrail’in kuruluşunun diğer yüzü olan tarihi adaletsizliğin keskin bir hatırlatıcısı olmaya devam ediyor. Trump bu gerçeği inkâr edebilir, ancak Filistinli nüfusu göç ettirmek istiyorsa bunu zorla yapması için ABD ordusuna emir vermesi gerekecektir. Umarız ki ABD’li komutanlar, bunun yasa dışı ve insanlığa karşı bir suç olduğu gerekçesiyle böyle bir emre itaat etmeyi reddederler.
Tüm bunlar yetmezmiş gibi, Trump’ın planını bu kadar irrasyonel kılan bir diğer unsur da kendi Orta Doğu hedefleriyle tamamen çelişmesi. 2 milyon Filistinliyi Gazze’den çıkarmak ve bölgeyi ABD’nin kontrolüne almak;
-Suudi Arabistan ile İsrail arasındaki normalleşme şansını sona erdirecek,
-Trump’ın ilk dönem dış politika başarısı olan İbrahim Anlaşmalarını bozacak,
– ABD’nin bölgesel politikalarının temel taşları olan Mısır-İsrail ve Ürdün-İsrail barış anlaşmalarını zayıflatacak,
– İran’ı savunmasız olduğu bir anda yeniden güçlendirecektir.
Ayrıca ABD’yi bölgesel bir çatışmanın içine çekecektir ki bu da kimsenin, özellikle de Trump’ın istemediği bir sonuç ya da en azından sadık takipçilerinden oluşan lejyonuna söylediği bu. Başkan şu anki megalomani krizinde, ABD’nin yurtdışındaki maceralarına karşı olmanın, Beyaz Saray’a giden üç seçim kampanyasının da ana temalarından biri olduğunu unutmuş gibi görünüyor.
Eğer gerçekten “düzeni sarsan” bir lider olmak istiyorsa, bunu yapmanın doğru yolları var. Bu plan kesinlikle onlardan biri değil. Sadece tek bir basın toplantısıyla Trump, ABD’nin güvenilirliğini zedeledi ve zaten fazlasıyla istikrarsız olan bir bölgeye daha fazla belirsizlik ve kaos kattı.

Trump’ın özel temsilcisi savaşın 180 günde biteceğini öne sürdü

Ukrayna, ABD’nin nadir toprak minerallerinin yüzde 50’si teklifini reddetti

Trump’ın Ukrayna’da maden hamlesindeki gizli özne: Çin

Hint toplumunda Hindu-Müslüman ayrışması – 2

JD Vance AfD liderleri ile görüştü
Çok Okunanlar
-
AMERİKA3 gün önce
Altman ile Musk arasındaki atışma sertleşiyor
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Abhazya’nın yeni lideri Türkiye ile daha yakın işbirliğine giden yolu açabilir
-
SÖYLEŞİ2 hafta önce
Krizdeki kapitalizmin aracı faşizm ve Trump
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
İktidarda kalmanın yolları
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
Gazze’de bir çadırda yazılan Filistin yemek kitabı
-
DÜNYA BASINI1 hafta önce
FP: Trump’ın Gazze’yi ele geçirme planının saçmalığı
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
SDG-HTŞ çıkmazında 3 senaryo
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Trump 2.0 başlarken Çin-ABD ilişkileri belirsizliğini koruyor