Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

Rus Dışişleri: Barış zamanı değil

Yayınlanma

Aşağıdaki epey uzun yazı, 18 Ağustos’ta Rusya Dışişleri Bakanlığı resmi yayın organı “Mejdunarodnaya jizn” (The International Affairs) internet sitesinde yayınlandı. Bu tür yazılarda adetten olduğu gibi, “yazarın görüşleri editörün görüşleriyle örtüşmeyebilir” notu düşülerek.

Kişisel olarak ben, yazıdaki bazı noktaların eksik ve yetersiz olduğunu düşünüyorum; ama bu (resmi bir diplomasi dergisi için) şaşılacak kadar doğrudan, dolambaçsız yazının önemini azaltmıyor.

Rusya’da savaş ve çatışmaya ilişkin resmi ve yarı resmi jargonu bilmeyen okur, bu dolambaçsızlığı hissetmekte güçlük çekebilir. Çatışmayı sınırlı gösteren “özel askeri harekât” ifadesi bu jargonun ayrılmaz parçasıdır. Oysa yazıda, bunun yerine en genelde “savaş” denilmekte oluşu, çatışmanın hissedilen biçiminin değişmekte olduğuna da yorulmalı.

Yazı, yeni bir “Minsk”e kategorik olarak karşı. Eğer bir şeye karşıysanız, bu, o şeye yönelik bir eğilimin var olduğu anlamına gelir. Buna karşı olduğunuzu bildirdiğiniz platform Rusya’nın üç temel devlet organından Dışişleri ise (diğerleri Savunma Bakanlığı ve Başkanlık İdaresi) bu da açıkça siyasi bir tutum beyanı demektir.

* * *

Barış zamanı değil

Denis Baturin

Muhtelif mütareke seçenekleri, ateşkes şartları, görüşmelere başlama şartları yabancı medyada sık sık yer alıyor ve batılı siyasetçiler ve görevliler tarafından da ortalığa saçılıyor.

Bunların sonuncusu NATO genel sekreterinin özel kalem müdürü Stian Jenssen tarafından açıklandı: Bence çözüm, Ukrayna’nın topraklarından vazgeçmesi ve bunun karşılığında NATO üyeliği alması olabilir.” Jenssen’in Norveç’te yayınlanan Verdens Gang’da yer alan sözleri böyleydi. Jenssen, Ukrayna’nın askeri bloğa gelecekteki üyeliği konusunda da önemli ilerlemeler olduğunu vurguladı. Bu bağlamda kimi bölgelerin Rusya’ya bırakılmasının çatışan taraflar arasında uzlaşmaya yönelik olası yollardan biri olabileceğini belirtti. Kalem müdürü, toprak verilmesi meselesinin NATO’da da gündeme geldiğini ekledi. Jenssen’e göre herkes doğu Avrupa’da askeri bir çatışmanın tekrar edilmemesinden yana.

NATO yetkilisinin sözleri bir bomba etkisi yarattı. Ukrayna Yüksek Rada’da “Halkın Hizmetkârı” grubu lideri David Arahamiya şöyle dedi: “Topraklarımızdan neye karşılık olursa olsun vazgeçmek üzerine yapılan konuşmalar ancak saldırganlığı cesaretlendirir. … Topraklardan vazgeçilmesi savaşın sonu anlamına gelmez. Bu, yerkürenin başka noktalarında yeni çatışmaları garanti eder.”

Ukrayna başkanlık ofisi başkanı müsteşarı Mihail Podolyak’ın yorumu da kayda düştü: Ukrayna NATO üyeliğine karşılık toprak takası yapmayacak: “NATO şemsiyesine karşılık toprak vermek mi? Tuhaf. Yani bilinçli olarak demokrasiyi kaybetmeye … uluslararası hukuku yok etmeye ve savaşı da kaçınılmaz olarak diğer nesillere devretmek.” Potodyak, X’te (eski Twitter) böyle yazdı. Podolyak’a göre NATO’nun Rusya’ya toprak verilmesinden değil Ukrayna’ya silah sevkiyatını hızlandırmaktan bahsetmesi gerek.

ABD’nin Avrupa ordusu eski komutanı General Ben Hodges ise, Ukrayna’nın Rusya’ya toprak vermesi fikrinin “korkunç” ve “tehlikeli” bir teklif olduğunu söyledi. Dahası, general Kırım üzerinde de durdu, Kırım’ın Ukrayna için, esas olarak da NATO için stratejik önemini belirtti: “Bu korkunç bir fikir. … Ukrayna’nın ülkesinin hangi kısmından vazgeçmesi gerektiğini uzun uzun ve ısrarla düşünmesi gerek. Demek istediğim, Kırım’ı mı Rusya’ya bırakacak? Ukrayna’da düşünmeyi bilen herkes bunun son derece tehlikeli olduğunu, Rusya’nın hiçbir mutabakata uymayacağını bilir. Rusya Kırım’ı işgal altında tutarken Ukrayna’nın ekonomisini imar etmesi son derece güç olacaktır. Bu, limanlarındaki gemilerin seyrüseferini allak bullak edebilir. Yani bu korkunç bir teklif. Bence, Ukrayna’nın Kırım’dan vazgeçmesi gerektiğini kabul eden insanlar haritaya bakmalı ve bir tarih ders kitabı okumalı, bu nedenle ben bunda Ukrayna için hiçbir artı görmüyorum.” Hodges’in sözlerini yorumsuz bırakmak güç. Gerçekten de bizatihi generalin haritaya bakması ve bir tarih ders kitabı okuması gerek, Ukrayna ortaya çıkmazdan çok öncesinden beri Rusya İmparatorluğu’nun parçası olmuş Kırım’ın Rusya için varoluşsal önemini anlamayan herkes de öyle yapmalı.

NATO memuru Jenssen dört yandan tepkiler aldıktan sonra geri vitese taktı: “Bu konudaki görüşüm [Ukrayna’nın NATO üyeliğine karşılık toprak vermesi] Ukrayna’nın geleceğine dair olası senaryolar üzerine çok daha geniş bir tartışmanın parçasıydı ve ben bunu ifade etmemeliydim. Bu doğru olmadı.”

NATO’dan da, Kiev’in ittifaka katılması meselesindeki tutumlarının değişmediği açıklaması yapıldı: blok, “sürdürülebilir bir barış” için Ukrayna’yı desteklemeye devam edecek.

“Sürdürülebilir bir barışın” ne olduğunu NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg açıkladı: “Ukrayna savaşı kazanana kadar NATO onu destekleyecek.” İttifakın genel sekreteri bir kez daha “barış savaştır” demiş oluyor. Ukrayna’ya bir silah-devlet, savaş meydanında yenmenin mümkün olmayacağı Rusya ile cepheleşmede NATO’nun vekil kuvveti rolü verildi; ama batı ümidini kaybetmiyor, Moskova’nın gücünü iktisadi yaptırımlarla zayıflatmaya çalışıyor ve Rusya’da iktidar değişikliği bekliyor. Yani mesele hiç de Ukrayna’da ne olduğu değil; mesele Rusya ile cepheleşme.

Ancak (ilginçtir) Kırım bağlamında görüşmelere hazır olunduğuna dair laflar da devam ediyordu. Fransa eski devlet başkanı, Nicolas Sarkozy, Kırım’ın Rusya toprağı olduğunu, Kırım’da yaşayanların kendilerini Rus saydıklarını, Kırım’ın Ukrayna bünyesine dönmesiyle ilgili konuşmaların illüzyon olduğunu söyledi. “1954’e kadar Rusya’nın olan ve nüfusun çoğunluğunun kendini halen Rus saydığı Kırım topraklarından söz edildiğinde, bence, [yarımadanın] herhangi bir şekilde geri dönüşü sadece illüzyondur.” Sarkozy’nin Figaro’ya verdiği beyanat böyleydi. Ancak Sarkozy, “mevcut durumu teyit etmek için” “uluslararası toplumun gözlemi altında bir referandumun” zaruri olduğunu da söylüyor. Sarkozy, bundan başka, eğer Ukrayna “dondurulmuş bir çatışma” istemiyorsa “bu toprakların Ukrayna’ya dönmesi meselesini nihai ve şeffaf biçimde” kapatmak için Rusya’nın yeni bölgelerinde de benzer referandumlar yapılması fikrini ifade etti. Sarkozy başkanlıktan ayrıldığından beri durumu epey kötü takip etmiş: Vladimir Putin bu tür beyanatlara karşı birkaç defa, “Kırım meselesinin kapanmış olduğu”, keza yapılan referandumların da yeterli olduğu cevabını vermişti.

Hodges de Sarkozy de Kırım’ı görüşme bağlamına soktular. Bu çerçevede tek bir günün olaylarına bakalım. 12 Ağustos’ta Rusya hava savunma sistemleri Kırım köprüsünü hedef alan üç füzeyi vurdular. Aynı gün hava savunma ve radyo-elektronik muharebe sistemleri tarafından 20 dron da vuruldu ve düşürüldü.

Bu hem batının bariz durumunu hem de Kiev’in çıkış yolu arayışını ortaya koyuyor. Durum şöyle. Karşı taarruzun bozgununu Moskva-City’den Kırım köprüsüne ve Sivastopol’e, yeni topraklara ve sınır bölgelerine Rusya topraklarına füze saldırılarıyla telafi etmeye çalışıyorlar. Bütün bunları peşi sıra medya başarıları ve batıyla askeri-teknik işbirliği dilenciliği biçiminde faaliyet için bahaneler takip ediyor. Bunu batıda da itiraf ediyorlar. The Guardian şöyle yazıyor: “Kiev muharebe meydanındaki başarısızlıklar yüzünden Rusya Federasyonu’na dronlarla saldırılar yapıyor. Ukrayna savunma bakanlığındaki kaynaklarımız, bu tür saldırıların başlıca amaçlarından birinin Rusyalılar üzerinde psikolojik etkide bulunmak olduğunu açıklıyorlar. Ancak bu strateji işlemiyor; saldırı girişimleri Rusya’da yaşayanların özel askeri harekâta yaklaşımları üzerinde belirgin bir etkide bulunmadı, insanlar bunları görmezden geliyorlar.”

Ukrayna Dışişleri Bakanı Dmitriy Kuleba da bunu teyit ediyor (Cidde’deki zirveye Çin’in de katılması sebebiyle Ukrayna’nın Rusya’ya karşı diplomatik ve, ona göre şimdilik sadece diplomatik zaferinin kehanetinde bulunan bu “yüksek profesyonel”): “Ukrayna’yı zorlu bir güz bekliyor, çünkü uluslararası toplum çatışmanın bitirilmesine dair görüşmelerin yürütülmesi zaruretine gitgide daha fazla eğilim gösteriyor.”

Kuleba’nın açıklamasından, Kiev’in savaşa devam etmeye hazır olduğu, ancak batı nezdinde “uluslararası toplumun” yorulmaya başladığı sonucu çıkıyor. Kuleba yorulmamış; Ukrayna yorulmuş, batı da Ukraynalı yetkililere şu fikri telkin etmeye başlıyor: “Ukrayna’nın kayıpları ölü ve yaralı olarak 150 bin askeri personeli aştı. The New York Times, batılı görevlilerin ve analistlerin değerlendirmelerine atıfta bulunarak böyle yazıyor.”

Bu, bir dizi planı kapsayan bir oyun. Kimse Rusya’ya karşı Ukrayna cephesini kapatmaya niyetli değil. Sadece, Minsk mutabakatlarında olduğu gibi nefeslenmeleri gerek; Ukrayna’nın olduğu gibi kendi kaynaklarını da yeniden yüklemek ve tamamlamak için zaman kazanmak istiyorlar. Bu, hububat anlaşmasındaki gibi bir hile olacak. Batı gerçek bir barışa hazır değil, Ukrayna da öyle; ve bu, onları yeni gerçekliği kabul etmeleri için hazırlamaya devam etmek gerektiği anlamına geliyor.

Bunun ne demek olduğunu Yevgeniy Norin “[Çatışmanın] Dondurulması Serabı” başlıklı makalesinde esas olarak serimlemiş. Ukrayna’nın barışa yaklaşımlarına dair tarihi tecrübe (Minsk mutabakatları vakıası) şöyle: “Ukrayna’yı ilgilendiren kesinkes bir barış değil, kendi zaferiydi. [Minsk mutabakatlarından söz ediyor. — Yazarın notu.] Şunu sürekli akılda tutmak gerek: bütün bu çatışma boyunca Ukrayna barıştan sadece kendi askeri zaferini anladı. Şu anda da buna dayanıyor.”

Kiev’in bu davranışı, sayısız gerçek olay ve Stoltenberg’ın açıklamalarıyla teyit edilen bir savaş ve barış mantığıyla da tamamen örtüşüyor. Makalede, “Minsk mutabakatlarının temel probleminin, mütarekenin Ukrayna’yı un ufak eden ve Rusya ile batıyı da içine çeken çatışmanın gerçek çelişkilerinin çözümüne imkân vermemesi” olduğu belirtiliyor. Mevcut çatışmayı dondurmaya yönelik her tür düşüncenin gerçek problemi, savaşı başlatan gerçek çelişkileri hiçbir şekilde çözmemekte oluşu. Rusya’nın durumu ve onun çağdaş dünyadaki geleceği kayboluyor. Batı mutabakatı, genel olarak, Rusya’nın ne bir statüsünün ne de geleceğinin olduğu ve Avrupa’ya açılan bütün pencerelerin sımsıkı kapatılması gerektiği şeklinde.

Rusya yönetiminin çatışmanın çözümü yerine dondurulması anlayışına dayanan eylemleri ancak bir moladır ve bunun arkasından yeni bir tırmanış gelecektir. Alıntılanan makalenin yazarı olan uzman, şu sonuçlara varıyor: “Eğer tam bir ustalık sergilenebilir ve problemin gerçek çözümü bulunabilirse çatışma kökten, yeni bir dünya mimarisiyle sonuca bağlanmalıdır. Bu masadan ayrıntılı ve net bir kararla kalkılmalıdır. Yahut en azından taraflardan biri masadan hiç kalkmamalıdır. … Ama mola bir son değildir. Bu savaş yeni bir ‘Minsk’ ile bitemez. Ancak zaferle bitebilir. Ve barışla.”

Epey sert, ama yerinde bir görüş. Ukrayna’nın karşı taarruzunun bozgunu tarafların potansiyelleri meselesini de aydınlattı; tarafların (Rusya’nın ve bizim karşımızda bulunan Ukrayna ve batının) hedefleri ise matematik sabitler olarak kalmaya devam ediyor.

NATO’nun kaynakları. İttifak bütün gücüne rağmen batı askeri-sınai kompleksinin ışıltısını ve sefaletini, cepheleşmenin temposuna olan hazırlıksızlığını, geniş bir askeri faaliyet alanında yoğun konvansiyonel cepheleşmeye yönelik savaş düzenlerinin uygulanamazlığını gösterdi: “NATO askeri komite şefi Amiral Bauer’in, Ukrayna için yeni savunma planlarının hayata geçirilmesinin (F-16’ların gönderilmesi dahil) uzun yıllar alacağına dair karanlık kehanetleri, NATO’nun bu savaşta karşılaştığı başlıca problemi de ortaya koyuyor. Problem, sanayinin seferberlik potansiyelinin açığa çıkmış olan eksikliğinde ve bu potansiyelin hızla yeniden yaratılmasının imkânsızlığında yatıyor.” Batıdaki sınai seferberlik çarkının dönmesi ve bu istikametteki harcamalarda artış “Avrupa’nın tüm sosyal alanını kendi altına gömüyor; bu sosyal gerilimde daha önce görülmemiş bir tırmanışa yol açacaktır ve bu gerilim devam ederken de geçtiğimiz günlerde Fransa’da yaşanan olaylar medeni bir parlamento tartışması gibi görünecektir.” Böyle bir seferberliğin olmayışı ise ileride Ukrayna’ya silah sevkiyatının kısılması anlamına gelir. Rusya pek çok sektörde ve işletmede seferberlik gücünü korudu; bu şimdi muhtelif başarılarla işliyor ve normal bir çalışma düzenine geçiyor: “Problemleri küçültmek doğru değil, bunlar çok fazla, bilhassa da elektronik ve ilgili sektörlerde, ama bunlar bizim dünyamızda mesela tank fabrikası olmamasından daha kolaylıkla çözülür.”

Ukrayna’nın ise kaynağı yok. Bunlar ya savaşın ilk aylarında yandılar, ya da depo, üs, ambar, altyapı yerlerine yapılan füze saldırılarıyla vuruldular. Ukrayna’nın kaynakları temas hattına tekerlekler üzerinde ulaştırılan batı silah ve mühimmatı. Tamamen Ukrayna kaynağı olan tek şey insan. Rengârenk bir paralı asker kolordusu hesaba katılmamalı; çatışma bu ölçeğin çok üzerinde. Bu nedenle Kiev’de dördüncü seferberlik dalgası üzerine konuşuyorlar şimdilerde. Rada milli güvenlik, savunma ve istihbarat komitesi başkan yardımcısı Yegor Çernev, Ukrayna’da dört “dalga” olması öngörülen bir seferberlik olduğunu söylemişti. Şimdilik bütün erkeklere celp çıkarma zorunluluğu yok, ama bu ortaya çıkarsa herkes savaşa gidecek. “Ancak bugün bu seçeneği konuşmuyoruz. Rusyalıları Ukrayna’nın doğu ve güneyinde tutmak için kaynaklarımız var.” Son sözler, öncesinde söylenenleri biraz yumuşatma girişimi sayılabilir. Ukrayna’daki seferberliğin durumunu bildiklerinden, sıradaki “mucize silaha” zincirlenmiş “Bin Yıllık Ukrayna” savunucuları da çok yakında cephelerde boy gösterecekler.

Çağdaş Ukrayna görüşme yürütemez. Devlet ideolojisi, siyasi sınıf, toplum, enformasyon alanı ve kültür… bütün bunlar Rusya ve Rus dünyasıyla her tezahüründe, her alanda ve her zaman cepheleşmeye yönelik. Bu sonuncusu tarihin yeniden yazılması ve çarpıtılmasıyla, keza Rusya’nın geleceğine dair vizyoner egzersizlerle ilgili; bunun bir örneği, Ukrayna Başkanlık Ofisi başkan yardımcısı müsteşarı Mihail Podolyak’ın ifadeleridir. Kendisi “Rusya’nın yerinde birçok devlet görüyor ve Rusya bayrağının beyaz bayrak olacağını” görüyormuş. Böyle hevesler.

Görüşme yürütecek gücü ve iradesi olmayan, buna hazır olmayan, Ukrayna; milli ve devlet çapında bir felaket hissi hem siyasetçilerde hem de toplumda mevcut, ama bunun kaçınılmazlığına dair henüz bir farkındalık yok. Bu, Rusya için, özel askeri harekâtın hedeflerine henüz erişilmedi anlamına geliyor. Bu, batı için, çatışmanın şişirilmesi ve desteklenmesi anlamına geliyor. Batıdan gelen silah partileri (bu mikro partiler) ancak bu işi görebilir: çatışmanın, Ukrayna’nın askeri potansiyelini Rusya’ya direniş göstermeye yetecek seviyede korunması yoluyla devamı.

DÜNYA BASINI

Şin-Bet Direktörü, “Qatargate” skandalı yüzünden mi kovuldu?

Yayınlanma

Yazar

Aşağıda çevirisini okuyacağız makale, İsrail’in en çok okunan sol eğilimli gazetelerinden Haaretz’de yayınlandı. Makale Netanyahu’nun Şin-Bet Direktörü Ronen Bar’ı neden görevden almak istediğine dair yetkililerden gelen açıklamaların dışında başka bir kritik noktaya dikkat çekiyor.

***

Netanyahu’nun Şin-Bet direktörünü çirkin ve sarsıcı şekilde görevden almasının perde arkası

Netanyahu, İsrail’in kırılgan demokrasisinin az sayıdaki kalan bekçilerinden birini Trump tarzı bir yaklaşımla sadakati her şeyin üstüne koyarak saf dışı bırakmaya çalışıyor. Ancak, şu anda bu kararı almasının başka bir sebebi daha var.

Yossi Melman

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, iç güvenlik teşkilatı Şin-Bet’in Direktörü Ronen Bar’ı görevden alma kararı eşi benzeri görülmemiş bir gelişme. İsrail’in 77 yıllık tarihinde, ülkenin iç istihbarat teşkilatının hiçbir başkanı daha önce görevden alınmadı.

Bugüne kadar yalnızca iki Şin-Bet direktörü, güvenlik krizleri nedeniyle başbakan ile yaşadıkları gerginlikler sonucu istifa etti: İlki 1963 yılında, İsser Harel’in Başbakan David Ben-Gurion’a istifasını sunmasıyla, ikincisi ise 1986 yılında, Avraham Shalom’un Başbakan Şimon Peres döneminde istifasıyla gerçekleşti.

Netanyahu, pazar akşamı yaptığı açıklamada Bar’ı görevden alma kararını güvenini kaybettiği için aldığını söyledi. Bu karar bekleniyordu; Netanyahu bunu aylar önce yapmak istiyordu, ancak yine de haber muhalefette ve politikalarına karşı çıkan halk arasında büyük bir şok ve öfke ile karşılandı.

Netanyahu, Bar’a karşı her zamanki yöntemlerini kullanarak harekete geçti: sızıntılar, çirkin imalar ve ona bağlı medya organları aracılığıyla karalama kampanyaları. Netanyahu ve ekibi, üç buçuk yıldır görevde olan Bar’ı, “zayıf bir yetkili” olmakla suçladı ve İsrail’in Hamas ile müzakere ekibinin bir parçası olmasına rağmen “gerçek anlamda müzakere yapmayı bilmemekle” itham etti. Son olarak, Bar’ın Netanyahu’ya “şantaj yaparak tam kapsamlı bir tehdit ve baskı kampanyası yürüttüğü” yönünde asılsız bir iddia ortaya atıldı.

Ancak, Başbakan’ın ani kararının ardında daha derin bir sebep yatıyor gibi. Bu sebep, Netanyahu’nun üzerindeki ağır baskıyı ve bunun karar alma sürecini nasıl etkilediğini gözler önüne seriyor.

Birkaç hafta önce Bar, İsrail polisi ile birlikte Netanyahu’nun iki sözcüsü ve eski bir stratejik danışmanı hakkında soruşturma başlatma kararı aldı. Bu isimlerin, Hamas gibi “terör örgütlerini” destekleyen Katar ile savaş sırasında dahi şüpheli mali işlemler gerçekleştirdiği iddia ediliyordu. “Qatargate” adı verilen bu skandalın, vatana ihanet sınırına varan suçlamalarla sonuçlanabilecek bir potansiyeli var.

Netanyahu’nun, iç istihbarat teşkilatının kendisine yakın isimleri soruşturduğu bir dönemde Bar’ı görevden almaya kalkması, açıkça bir çıkar çatışması yaratıyor. Bu durum, görevden almanın asıl amacının soruşturmayı engellemek olabileceği yönünde şüpheleri artırıyor.

Şin-Bet, Mossad ve Askeri İstihbarat ile birlikte İsrail’in üç istihbarat teşkilatından biri ve öncelikli görevi terörle mücadele etmek, casusluk ve ihanet eylemlerini ortaya çıkarmak. Ancak Şin-Bet’in Batı demokrasileri içinde benzersiz bir misyonu daha var: Yasalar gereği, ülkenin demokratik kurumlarını korumaktan da sorumlu.

Netanyahu ve hükümetinin şimdi “yargı darbesi” adı verilen rejim değişikliği planlarını yeniden devreye soktuğu bir dönemde İsrail demokrasisini korumakla da sorumlu olan Şin-Bet başkanının görevden alınması otoriter bir yönetimin ya da denge ve denetleme mekanizmalarından yoksun zayıflamış bir demokrasinin önünü açabilir.

Netanyahu görevden alma işlemini gerçekleştirme konusunda parlamento, kamuoyu ve yasal engellerle karşı karşıya. Ancak Bar’ın yakın zamanda görevden ayrılması halinde asıl kritik soru, onun yerine kimin atanacağı.

Eğer Netanyahu itidalli davranır ve Bar’ın iki yardımcısından birini seçerse ki Şin-Bet yetkililerinin tam isimleri kamuya açıklanamadığı için sadece “M” olarak bilinen yardımcısı önde gelen adaylardan biri, bu durumda Netanyahu bu atamayı en az zararla atlatabilir.

Şin-Bet’te istihbarat subayı olarak başlayan kariyerinde, Şin-Bet’in başkan yardımcılığına terfi etmeden önce Kudüs ve Batı Şeria bölümünün başına kadar yükselmiş, Arapça bilen deneyimli bir operasyon görevlisi. Profesyonelliğiyle tanınıyor ve Netanyahu’ya değil, devlete ve yasaya sadık biri olarak görülüyor.

Ancak, Netanyahu dışarıdan, kendisine sadakatiyle bilinen eski bir Şin-Bet yetkilisini atarsa, bu, Netanyahu’nun İsrail’in kırılgan demokrasisinin bir bekçisini daha ortadan kaldırmayı başardığını ve aynı şekilde kişisel sadakati her şeyin üstünde tutan ABD Başkanı Donald Trump’ın izinden gittiğini gösterecektir.

7 Ekim’de Hamas’ın düzenlediği saldırıdan bu yana, Netanyahu Savunma Bakanı’nı görevden aldı, İsrail Genelkurmay Başkanı, Askeri İstihbarat Şefi ve kıdemli IDF komutanları istifa etti. Ancak hâlâ sorumluluğu kabul etmeyen ve hesap vermeyi reddeden tek kişi Başbakan Netanyahu.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Suriye’nin sahil bölgesinde katliam nasıl başladı?

Yayınlanma

Lyon Üniversitesinde öğretim üyesi ve Washington Institute for Near East Policy’de uzman olarak çalışan coğrafyacı Fabrice Balanche, aşağıda yayınladığımız makalesinde Suriye’de HTŞ bağlantılı grupların Lazkiye, Tartus ve Humus’ta çoğunlukla Alevi sivillere yönelik gerçekleştirdiği katliamların izini sürüyor ve HTŞ’ye karşı silahlı isyanın, Alevi kasabalarına yönelik rastgele ve ölümle sonuçlanan mezhepçi müdahalelerin hemen ardından başladığına işaret ediyor. Balanche, yaşananların sorumlusunun Ebu Muhammed el-Colani lakaplı Ahmed eş-Şara olduğunu yazıyor. Fransız uzman, 7 Mart’ta yazdığı bir başka yazıda, katliamlar doruk noktasındayken, şöyle diyordu: “[Aleviler] Geçtiğimiz üç ay boyunca aşağılanma ve kötü muameleye maruz kaldılar. Cinayetler hâlâ çözülemedi ve devlet memurları ve askerler işlerini kaybetti. Kıyı kentlerinde, Humus’ta ve Şam’da bu topluluğa yönelik hakaret ve provokasyonlar olağan hale geldi.”


Şam’daki İslamcı rejimin resmi açıklamalarını tekrarlayan France Inter de dahil olmak üzere birçok medya kuruluşuna göre şiddet olaylarından “eski rejim destekçileri” sorumludur:

Askerlerin eski Esad rejiminin destekçileri tarafından saldırıya uğramasının ardından, Esad’ın kalesi olan Alevi bölgesinde 1.300’den fazla kişinin ölümüne yol açan bir şiddet dalgası yaşandı (Les massacres en région alaouite menacent la transition syrienne | France Inter), France Inter – 10 Mart 2025 Pazartesi, saat 8.17.

Gerçekte her şey 4 Mart’ta Lazkiye’de başladı. Önceki gece Lazkiye’nin işçi sınıfından bir Alevi bölgesi olan Datur yakınlarında Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) üyeleri öldürüldü. Bunun üzerine HTŞ bölgeyi kuşattı ve sabahın erken saatlerinde ağır silahlarla saldırdı. Lazkiye’de ve bu bölgede yaşayan tanıdıklarım haberi duyar duymaz beni aradı. Alevilere yönelik şiddetin çoktan başladığını kanıtlayan görüntüler ve videolar gördüm. Tepeden tırnağa silahlı İslamcılarla dolu kamyonetler bölgeyi boydan boya kat ediyor, binalara rastgele ateş açıyor ve bölge sakinlerine domuz diyorlardı. Birkaç minibüs cesetlerle dolu olarak bölgeden ayrıldı. 5 Mart Çarşamba günü helikopterler Banyas’ın doğusundaki Alevi köyü Daliye’ye bomba yağdırdı. Burası yüz kadar türbeye ev sahipliği yapan ve saygın şeyhlerin dini eğitim verdiği ünlü bir Alevi hac yeridir; Esad rejimine askeri kadro sağlayan bir köy değil. HTŞ’nin saldırısı Alevi toplumunu hedef aldı.

6 Mart Perşembe günü HTŞ ve müttefiklerine ait pikap kortejleri sahil bölgesine akın etti ve dağı ele geçirmeye çalıştı. İşte o zaman bazıları pusuya düşürüldü. Önceki rejimin eski askerleri ve istihbarat ajanları bu tehdit karşısında pasif kalmaya hazır değildi. Mahir Esad’ın dördüncü tümenindeki üst düzey subaylardan biri olan Tuğgeneral Giyas el-Dali liderliğinde Suriye sahilinde “Askeri Konsey” kurulduğunun açıklanması, bu geniş çaplı askeri operasyon için bir bahane oldu. Çünkü bu “Alevi ayaklanması” sahil bölgesini kontrol altına almaktan acizdir.

Sonuç olarak, dağlarda sivillerin öldürülmesi arttı, aynı zamanda Alevi mahallesi El-Kussur’un gerçek bir katliama sahne olduğu Banyas kasabasında da. Yüzlerce kişi öldürüldü. Bugün, 10 Mart’ta, geçici başkanın yatıştırıcı güvencelerine rağmen, önceki günlerde olduğu gibi aynı yöntem kullanılarak Kadmus çevresinde şiddet devam ediyor. 200 araçlık bir kortej belirli bir bölgeye doğru ilerliyor ve 20 ila 30 araçlık gruplara ayrılarak bir köyü işgal ediyor. Bütün aileler katlediliyor ve önlerine çıkan herkes öldürülüyor. Evler elbette tamamen soyuluyor. Bu gerçekten de HTŞ ve müttefikleri tarafından gerçekleştirilen bir dizi baskındı. Yeni rejimin güvenlik güçleri doğrudan sorumlu tutulmamak için doğrudan müdahil olmaktan kaçınıyor. Diğer cihatçı ve İslamcı grupların harekete geçmesine izin veriyorlar.

Eş-Şara ve HTŞ’nin suçluluğunu küçümsemeyi bırakmanın zamanı geldi. Bu operasyon dikkatlice Şam’dan planlanmıştır. Geçtiğimiz üç ay boyunca Aleviler faili meçhul cinayetlerin hedefi oldular ve ülkenin tüm kötülüklerinden sorumlu tutuldular. Suriye’de Sünni bir İslam Cumhuriyeti kurulmuştur; bu da halk için Esad rejimi kadar korkunç olacaktır. Fransa ve Avrupa, eski bir El Kaide yöneticisi olan Ebu Muhammed el-Colani olarak da bilinen eş-Şara’yı mutlak güç arayışında desteklememelidir.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Ukrayna’da madene hücum

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini sunduğumuz değerlendirme yazısı, Birleşik Krallık’ın küresel güvenlik stratejileri üzerine çalışan ve Batı sermayesini merkeze alan analizler üreten düşünce kuruluşu RUSI’den. Yazı, ABD’nin Ukrayna’nın maden kaynaklarını Batı tedarik zincirine entegre etme girişiminde karşılaştığı düşük emtia fiyatları, yatırım riskleri ve Çin’in piyasa hâkimiyeti gibi stratejik engellere odaklanıyor. Ancak ABD’nin Ukrayna’da madencilik sektörünü yönlendirme ve buradan jeopolitik kazanç sağlama hamlesi, yalnızca Çin’in bölgedeki etkisini kırmaya yönelik değil; aynı zamanda Amerikan sermayesinin jeopolitik çıkarlarını pekiştirmek ve krizleri fırsata çevirerek bölge ekonomisini küresel tekellerin denetimine açmak gibi daha derin bir dönüşümün parçası. Bu da Ukrayna’yı bir kez daha küresel güç mücadelesinde kendi kaderini tayin etme yetisini yitirerek, emperyal hesapların taşeron aktörlerinden biri olma rolüne mahkûm ediyor.


Ukrayna’nın maden zenginliğini ortaya çıkarmak, bir Trump anlaşmasından daha fazlasını gerektiriyor

Henry Sanderson
RUSI
28 Şubat 2025
Çev. Leman Meral Ünal

ABD, Çin etkisini sınırlandırmak amacıyla Ukrayna’nın maden gelirlerinden pay almaya hazırlanıyor; ancak piyasa koşulları, yatırım ve uygulama süreçlerini zora sokacağa benziyor.

İki ülke arasında yakın zamanda imzalanması beklenen anlaşma ile ABD, Ukrayna’nın maden kaynaklarından elde edilecek gelirlerden pay almayı garantilemiş görünüyor.

Bu hafta yayımlanan anlaşma metnine göre, nihai detaylar kesinleştikten sonra Ukrayna, doğal kaynaklarından elde edilecek olası gelirlerin yüzde 50’sini ABD-Ukrayna ortak yönetimli bir fona aktarabilecek.

Muhtemel ki her iki taraf da bu anlaşmadan stratejik faydalar sağlayacaktır. Ukrayna, madencilik endüstrisini geliştirme şansı elde ederken ABD, Çin’in, olası bir Rusya-Ukrayna barış anlaşması sonrası cevher kazancı elde etmesini engelleyecektir. Öte yandan, Çin yerine Batı tedarik zincirlerine entegre edilmiş bir Ukrayna’nın, Batılı karar alıcılar için önemli stratejik hedeflerden biri olduğunu söylemeye gerek yok herhalde.

Nitekim, Trump’ın ilk döneminde görev yapmış olan Cumhuriyetçi bir isim, ABD yönetiminin, kaynakları geliştirme amacından bağımsız olarak, yalnızca Çin’in bunları ele geçirmesini önlemek için bile böyle bir strateji izleyebileceğini belirtiyor. Anlaşmaya dair müzakereler ise, belirsiz yetkilerle donatılmış birden fazla ekibin kimi zaman aşırı taleplerde bulundukları, kimi zamansa agresif taktikler uyguladıkları haberlerinin gölgesinde geçiyor.

Çin’in pazar hakimiyetine karşı koymak

Ukrayna için bu sürecin başarılı olabilmesi, özel sektör yatırımlarını ülkeye ne denli çekebileceğine bağlı. Bu da Ukrayna’nın güvenliğinin ve diğer finansal desteklerin sağlanmasını gerektiriyor. Ancak maden projeleri her durumda, halihazırda fiyatların çok düşük olduğu Çin pazarlarıyla rekabet etmek durumunda kalacaktır. Tam da bu nedenle, Trump’ın öne sürdüğü gibi milyarlarca dolarlık gelir elde edilmesi pek de olası görünmüyor.

Ukrayna Jeoloji Araştırmaları Kurumu (USGS) eski başkanı Roman Opimakh’a göre Ukrayna, titanyum, grafit, lityum ve bazı başka nadir toprak cevherlerinin yanı sıra potansiyel olarak germanyumda da dünya pazarıyla rekabet edebilir bir pozisyonda.

Ancak bu cevherler, mevcut piyasa zorlukları düşünüldüğünde, önemli yatırımları gerektiriyor.

Elektrikli araba akülerinde kullanılan lityumu ele alalım. Ukrayna, ikisi cephe hattından uzakta olmak üzere üç potansiyel sert kaya lityum yatağına sahip: Dobra ve Polohivske yatakları.

Polohivske, Ukrayna’nın orta kesiminde, Kiev’in 200 mil [320 km] güneydoğusunda yer alıyor. Ruhsat sahibi ULM şirketi, 2028 yılında petalit cevherinden lityum konsantresi üretmeyi planlıyor. Ancak bataryada kullanılabilmesi için bu cevherin önce lityum karbonata, ardından ise batarya kalitesinde bir malzemeye dönüştürülmesi gerekecek.

Ukrayna aynı zamanda lityum-iyon bataryalar için gerekli olan grafit yataklarına da sahip. Avustralyalı Volt Resources şirketi, ülkede 1934’ten bu yana işletildiği belirtilen Zavalievsky madeninden grafit üretiyor. Ancak bu materyalin bataryalarda kullanılabilmesi için daha fazla işlenmesi gerekiyor. Şirket, bunu yapmak için ABD’de bir tesis kurmayı düşündüğünü, ancak bunun için ek sermaye gerektiğini kaydediyor.

Opimakh’ın tahminlerine göre sadece halihazırda keşfedilmiş lityum ve grafit yataklarını geliştirmek için dahi yaklaşık 1 milyar dolarlık yatırım gerekiyor.

Ancak lityum fiyatları 2022’den bu yana yüzde 80 oranında düştü; yatırımcılar bugün Avustralya gibi güvenli bölgelerde dahi yeni lityum arzına duyulan ihtiyacı sorguluyorlar. Bu durumda Ukrayna’ya yatırım yapmayı cazip kılacak ne gibi teşvikler sunulacak?

Trump’ın elektrikli araçlara karşı sabırsız tutumu

Politika yapıcıların, tasarılarını hayata geçirmeden önce önemli bir hazırlık süreci geçirmek zorunda oldukları görülüyor. ABD ve Avrupa, bu cevherlerin herhangi bir jeopolitik fayda sağlamasından önce, onları satın alacak sanayileri inşa etmeli; aksi takdirde bu kaynakların Çin’e yönelmesi riski ortaya çıkacak.

Fakat ABD’nin yenilenebilir enerji konusundaki mevcut yönelimi bu durumu biraz sekteye uğratıyor. Trump, Biden’ın elektrikli araçlara ve temiz enerjiye yönelik sübvansiyonlarını kaldırma taahhüdünde bulunmuştu; oysa bu sübvansiyonlar, Batı’da batarya fabrikaları ve temiz enerji tedarik zincirlerini oluşturmak için gerekli olan talep desteğini sağlıyordu.

Sonuç olarak Çin, arz ve talep üzerindeki hakimiyeti sayesinde bu madenlerin birçoğunun fiyatlarını hala etkin bir şekilde kontrol edebiliyor. En büyük maden tüketicisi olarak, Çin’in iç politikaları fiyatları doğrudan etkileyebilir. Ayrıca işlenmiş cevherlerin büyük bir tedarikçisi olarak piyasaları arz fazlası ile doldurma kapasitesine de sahip.

Elbette Pekin’in arkasına yaslanıp Batı dünyasını sessizce izlemesi beklenemez; zira yüksek teknoloji ürünleri üretiminde dünyaya liderlik etmek, Çin’in temel küresel stratejilerinden biri.

Trump’ın madenlere yönelik yaklaşımı, Çin’in uzun süredir dünyayı nasıl gördüğünü de yansıtıyor: Pekin, 2000’lerin başından ortalarına kadar, kaynak karşılığında kredi anlaşmaları yapma stratejisini öncülüğünü yaparak dirençli tedarik zincirleri oluşturmayı hedeflemişti.

Ancak ortada duran en büyük soru, ABD’nin jeopolitik hedeflerine ulaşmada özel sermayeyi nasıl dahil edeceğidir: Ukrayna’ya yatırım yapmaları için özel şirketlerin çok daha fazla desteklenmesi gerekecek.

Mevcut anlaşmada yer alan ve ABD’nin “istikrarlı ve ekonomik olarak müreffeh bir Ukrayna’nın geliştirilmesine yönelik uzun vadeli mali taahhüdü”nü sürdürdüğüne dair ifadeler yeterli olmayacaktır.

Örneğin, ABD Uluslararası Kalkınma Finans Kurumu’nun bahsi geçen projelere yatırım desteği sağlaması gerekecektir.

Avrupa da madencilik projelerinin finansmanına katkıda bulunmalıdır. Temmuz 2021’de Ukrayna ve AB, Hammaddelerde Stratejik Ortaklık Memorandumu’nu imzaladı. Fakat Avrupa, ABD’nin bu hafta imzaladığı anlaşmaya dahil edilmedi.

Ancak, Ukrayna’nın gelecekteki cevher gelirlerinden pay almak için bir anlaşma imzalamak, ABD’yi veya şirketlerini bu cevherlerin küresel piyasalardaki dalgalanmalarından korumaz ve yine Çin ile rekabet konusunda zafer garantisi vermez.

Trump’ın şekillendirdiği bu yeni dönemde, ABD’nin, bu hafta imzalanacak anlaşmanın mürekkebi kurumadan, stratejisini kararlılıkla hayata geçirebilecek direnç ve sürekliliği sağlaması gerekiyor.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English