Bizi Takip Edin

Avrupa

Almanya’da ‘sanayisizleşme’ ile ‘sanayinin askerileşmesi’ el ele

Yayınlanma

Ukrayna savaşının ardından Rusya’ya karşı uygulanan yaptırımlar, başta Almanya olmak üzere tüm Avrupa’da enerji maliyetlerinin fırlamasına neden olurken, Kıta çapında bir “sanayisizleşme” tehdidinin gündemde olduğu iddiası artık gündelik konuşmalara bile girmiş durumda.

Özellikle enerji-yoğun sektörler, başta Almanya’nın on yıllardır iddialı olduğu kimya, birkaç yıldır küçülme/işten çıkarma/üretimi taşıma sarmalında gidip geliyor. Alman kimya tekeli BASF bu düşüşteki en bilindik örneklerden.

Aynı durum otomotiv sektörü için de geçerli. Burada enerji maliyetlerinin yanı sıra Çin’den gelen rekabet de devreye giriyor. Volkswagen gibi Alman sanayiinin öncülerinden bir şirket bile, Almanya’daki fabrikalarını kapatacağını ilan edince büyük şok dalgaları yayılmıştı.

Şok dalgaları yayılmıştı; zira Alman otomotiv sanayii yalnızca Almanya’da ibaret değil: Özellikle Orta ve Doğu Avrupa’daki birçok ülke, başta Çekya, Slovakya ve Macaristan, otomotivdeki bir krizden en çok etkilenecek ülkeler arasında yer alıyor.

Otomotivde on binlerce istihdam kaybı bekleniyor

Otomotiv sektörü söz konusu olduğunda, bu yıl sadece Baden-Württemberg’de işten çıkarmaların 40.000’e ulaşması bekleniyor. Alman Otomotiv Endüstrisi Birliği (VDA) tarafından geçen ekim ayında Prognos araştırma enstitüsüne yaptırılan yeni bir çalışmaya göre, Alman otomotiv endüstrisindeki işgücü arzının 2035 yılına kadar %6,3 oranında düşmesi bekleniyor.

2019-2023 döneminde Almanya’da 46.000 kişilik istihdam düşüşü elektrikli araçlara geçişe bağlanıyor ve bu düşüş eğilimi devam ederse, çalışma, Almanya’nın yüksek vergi oranları ve artan enerji fiyatları nedeniyle rekabet gücünü kaybetmesi nedeniyle otomobil sektöründeki istihdam sayısının 2035 yılına kadar 190.000 azalabileceğini tahmin ediyor.

Üstelik bu kayıpların bir de kendi iç ayrışması var. Araştırmaya göre, sektörde daha önce “en iyi” görünen işlerde orantısız iş kayıpları olmaya başladı.

Makine mühendisliği ve endüstri mühendisliğinin yanı sıra özellikle metal işleme alanındaki işler önemini kaybetmiş durumda. Prognos’a göre, aktarma organlarının elektrifikasyonu nedeniyle, araç üretimi için geçmişe kıyasla genel olarak daha düşük istihdam gerekiyor.

Almanya’da sanayisizleşme tartışmaları üzerine bir değerlendirme

Sektörde istihdamın yapısı değişiyor

Buna karşılık, ağırlıklı olarak imalatçılarda bulunan otomotiv mühendisliği, teknik araştırma ve geliştirme, bilgisayar bilimi, elektrik mühendisliği ve yazılım geliştirme alanlarındaki işlerde artışlar oldu.

Örneğin, otomotiv sektöründeki BT işlerinde istihdam 2019’dan bu yana yaklaşık dörtte bir oranında, 2013’ten bu yana ise %85’e varan oranlarda arttı.

Dolayısıyla Alman otomotiv sanayii, yalnızca istihdam kayıplarıyla değil, istihdamın yapısının ve niteliğinin değişimiyle de boğuşuyor.

Öte yandan istihdam kaybının sadece otomobil üreten fabrikalarda yaşanmadığı da açık. “Yan sanayii” de krizden etkileniyor: Bosch, ZF, Continental, Webasto gibi araç parçaları ya da hizmetleri üreten şirketler de krizi gerekçe göstererek işten çıkarmalara ya da bazı bölümlerini elden çıkarmaya hazırlanıyor.

Alman sanayisi silah sektörüne yöneliyor

Alman sanayiine silah dopingi

Tüm bunlar meselenin bir yüzü. Diğer yüzünde ise “(Rusya ile) savaşa hazırlık” kapsamında ekonominin askeri üretime uyarlanması var.

Alman hükümeti geçen yıl daha önce hiç olmadığı kadar çok silah ihracatına izin verdi. Çarşamba günü Federal Ekonomi Bakanlığı, Sahra Wagenknecht İttifakından (BSW) milletvekili Sevim Dağdelen’in sorusuna yanıt vererek buna teyit etti.

Buna göre Federal Güvenlik Konseyi 2024 yılında 13,3 milyar avro değerinde, her türlü savaş teçhizatının ihracatına izin verdi; bu rakam bir önceki rekor yıl olan 2023’ten (12,1 milyar avro) neredeyse yüzde on daha fazla.

Açık ara en büyük pay, yaklaşık 8,2 milyar avro değerinde savunma teçhizatı ile Ukrayna’ya giderken, onu Singapur (1,2 milyar avro); Cezayir (558,7 milyon avro); ABD (319,9 milyon avro) ve Türkiye (230,8 milyon avro) takip etti.

“Avrupa, ABD’nin eklentisi olarak kalırsa, dünyanın önemsiz bir parçası haline gelecek”

Savaşın en büyük kazananı Rheinmetall

Silah ihracatındaki hızlı artışa, bir dizi Alman savunma şirketi için de aynı derecede hızlı büyüme eşlik etti.

Bunun en iyi bilinen örneği Rheinmetall. Şirket Ukrayna’ya Leopard 1 ve Leopard 2 ana muharebe tankları, Marder piyade savaş araçları, yüzlerce kamyonun yanı sıra keşif ve hava savunma sistemleri ve bir sahra hastanesi de dahil olmak üzere çok sayıda silah sistemi tedarik etti.

Mühimmat teslimatları da önemli bir rol oynuyor. Rheinmetall Mart 2024’te, Ukrayna’daki savaştan önce yılda sadece 70.000 mermi satabilirken, yıl sonuna kadar 700.000’lik bir hacme ulaşacağını ve bu üretimin neredeyse tamamının Ukrayna silahlı kuvvetlerine tedarik edileceğini duyurmuştu.

2024 yılı sonunda Düsseldorf merkezli silah üreticisi “artık Ukrayna’nın en önemli savunma sanayi ortağı” olduğunu ilan etti.

Aynı zamanda özel fon olarak adlandırılan ve şu anda Alman Silahlı Kuvvetlerinin (Bundeswehr) yeniden silahlanmasını finanse etmek için kullanılan 100 milyar avro değerindeki borçla finanse edilen programın da ana yararlanıcısı bu şirket.

Şirketin geçen yıl yaptığı açıklamaya göre, 100 milyar avronun 30 ila 40 milyarını Rheinmetall talep edebilir durumda.

Alman sanayisine savaş dopingi: Rheinmetall gücünü artırıyor

Sivil üretimden askeri üretime büyük kayma

Savaş öncesi 2021 yılında şirket cirosunu yüzde 4,7 artırarak 5,66 milyar avronun biraz altına çekmiş ve o dönemdeki büyüme esas olarak grubun sivil bölümündeki, esas olarak da motorlu taşıtlardaki artan ciroya dayanmıştı.

Geçen yıl, sivil bölümdeki hafif bir daralmayla birlikte, grup satışları ilk dokuz ayda 6,3 milyar avroluk bir hacme ulaşarak bir önceki yılın aynı dönemine göre yaklaşık yüzde 36 daha fazla oldu.

52 milyar avroluk sipariş birikimi, yıllık satışların 2026 yılına kadar 13 ila 14 milyar avroya çıkarılmasının ve hatta uzun vadede 20 milyar avro sınırının aşılmasının kolaylıkla başarılabilir görünmesini sağlıyor.

Ukrayna’daki savaştan önce 100 avronun altında olan Rheinmetall hisse fiyatı şu anda 700 avronun üzerinde işlem görüyor.

Draghi raporu ve Avrupa’nın Bush momenti

Bundeswehr’den kamyon siparişi yağıyor: ‘Katma değer’ etkisi

20 Ocak’ta Bundeswehr, 568 lojistik araç tedarik etmek üzere Rheinmetall ile sözleşme imzaladı.

Sipariş, 5t ve 15t modellerinde 349 UTF (korumasız nakliye aracı) kamyonun yanı sıra 121’i korumalı sürücü kabinine sahip 219 takas gövde sistemli kamyonu kapsıyor. Her iki projenin toplam değeri brüt 330 milyon avronun üzerinde.

UTF kamyonları 2026 yılına kadar, takas kasaları ise Kasım 2025’e kadar teslim edilecek.

Alman Federal Meclisi Bütçe Komitesi 18 Aralık 2024 tarihinde fonları serbest bırakarak Rheinmetall’in siparişleri 2024 yılının dördüncü çeyreğinde almasını sağladı.

UTF kamyonları, Temmuz 2024’te imzalanan ve lojistik araçlar alanında şirket tarihinin en büyük siparişi olan çerçeve anlaşmanın parçası. Bu anlaşma, brüt 3,5 milyar avro değerinde 6.500 adede kadar kamyonun teslim edilmesini öngörüyor.

Çerçeve anlaşması, Bundeswehr’e halihazırda sahada bulunan UTF 5t ve UTF 15t korumasız nakliye araçlarından yedi yıllık bir süre boyunca esnek bir şekilde ek miktarlarda sipariş verme seçeneği sunuyor.

Rheinmetall, 2024 yılında 2.015 adetlik rekor lojistik araç teslimatıyla Bundeswehr’in lojistik yeteneklerinin güçlendirilmesine önemli bir katkıda bulundu. Bu, Bundeswehr’in kamyon filosunun modernize edilmesine ve lojistik yeteneklerinin büyük ölçüde genişletilmesine yardımcı oldu.

UTF ailesi yıllardır Bundeswehr lojistik birimlerinin ve oluşumlarının operasyonel etkinliğine önemli bir katkıda bulunuyor.

Temmuz 2017’de Bundeswehr, Rheinmetall MAN ile 5 ve 15 metrik ton taşıma kapasitesi kategorilerinde yeni UTF mil gl ailesini tedarik etmek üzere sözleşme imzaladı.

Askeri tedarikte büyük miktarlar için esnek çerçeve anlaşmalarının kullanılması, UTF’leri de bu açıdan bir vitrin projesi haline getirdi.

2017’den bu yana, WLS ve 70 tonluk yarı römork çekiciler de dahil olmak üzere 6.000’den fazla HX aracı Bundeswehr’e teslim edildi.

WLS ve UTF’nin katma değerinin büyük bir kısmı (yüzde 75’inden fazlası) Almanya’da gerçekleşiyor.

Alman silah şirketi Rheinmetall’den AB’ye ‘savunma devleri inşa etme’ çağrısı

Ekonomide sivil-askeri işbirliği gelişiyor

Şirketlerin, Almanya’nın bir kez daha “askeri harekâtın potansiyel hedefi” olduğunun varsayıldığı bir döneme giderek daha fazla uyum sağladığı görülüyor.

Örneğin geçen kasım ayında Zeit’a konuşan Ekonomide Güvenlik Birliği Genel Müdürü Günther Schotten, “Şirketler de dahil olmak üzere, Rusya’nın düşmanı olduğumuzu görüyoruz,” diyor ve ‘sivil-asker işbirliğinin’ artmasını memnuniyetle karşılıyordu.

Alman silahlı kuvvetleri de bir süredir sanayi ve lojistik şirketleriyle daha fazla iletişim halinde.

Bunun temelini ise daha birkaç ay önce hazırlanan ve “OPLAN” olarak adlandırılan “Almanya Operasyon Planı” oluşturuyor. Alman Silahlı Kuvvetleri ve Federal İçişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan 1.000 sayfalık gizli belgede Almanya’nın askeri saldırılara karşı kendini nasıl savunabileceği ayrıntılı bir şekilde anlatılıyor.

Bunun önemli bir bölümünü sivil yapılar, kentler ve belediyeler ile şimdi yavaş yavaş oynayacakları roller hakkında bilgilendirilen şirketler oluşturuyor.

Gesamtmetall sanayi derneğinin genel müdürü Oliver Zander, “Almanya, sadece caydırıcılık amacıyla, Rusya’nın doğudaki NATO ülkelerine olası bir askeri saldırısına karşı ayrıntılı bir şekilde hazırlanıyor,” diyor.

Zorunlu askerlik hizmetinin kaldırılması ve silahlı kuvvetlerin küçültülmesi nedeniyle, bir ittifak, gerilim ya da savunma durumunda giderek daha fazla sivil şirketin yer alması gerekiyor.

Bu sadece savunma sanayii için değil, enerji santrali işletmecileri, nakliye şirketleri, rafineriler ve gıda şirketleri için de geçerli.

NATO ile Rusya arasında bir çatışma çıkması durumunda Almanya’nın bir merkez olarak hareket etmesi gerekecek. Plana göre birkaç gün içinde on binlerce asker Bremerhaven ve Wilhelmshaven’a ulaşacak. Kadın ve erkeklerin barındırılması ve tıbbi bakımlarının sağlanması gerekecek ve gıda, yakıt, kamyon ve trenlere ihtiyaç duyulacaktır.

Savaş durumunda hükümet, deniyor Zeit haberinde, “şirketlerin iradesi dışında bile olsa”, gerekli tüm operasyonlar üzerinde çok hızlı bir şekilde kapsamlı bir kontrol sağlayabilir.

İlgili genel hükümlerin Soğuk Savaş’tan bu yana yürürlükte olduğunu hatırlatan Zeit, yine de esas fikrin, “böylesine acımasız bir müdahalenin” gerekli olmadığı yönünde olduğuna işaret ediyor.

Zeit, “Aslında pek çok yönetici, böyle bir durumda şirketlerinin ne kadar önemli olduğunu biliyor gibi görünüyor. Geçenlerde bir Bundeswehr komutanı, iş dünyası temsilcileriyle hiç son birkaç haftada konuştuğu kadar çok konuşmadığını söyledi,” diye aktarıyor.

Almanya ‘savaşa hazır olmak’ için Bundeswehr’de reforma başladı

Kazanç savunma sanayiinin bütününe yayılıyor

Öte yandan “savaş kârı” Rheinmetall’in ötesine taşmış durumda.

Diehl Group’un askeri bölümü olan ve Ukrayna silahlı kuvvetleri için IRIS-T hava savunma sistemi üreten Diehl Defense gibi diğer şirketler de hızla büyüyor.

Grup, yıllık cirosunu 2021’de 660 milyon avrodan 2022’de 810 milyon avroya ve 2023’te 1,14 milyar avroya çıkarmayı başardı; 2024 için daha fazla büyüme öngörülüyor.

Silah şirketlerinin istihdam iştahı

Üretimdeki artışa, savunma şirketleri için çalışan personel sayısındaki artış da eşlik ediyor.

Diehl Group’un 2023’te işe aldığı 1.100’den fazla yeni çalışanının yaklaşık yarısı Diehl Savunma’da çalışıyor. Bunun başlıca nedeni IRIS-T füzelerinin üretiminin 2023’te bir önceki yıla göre üç katına çıkarılmış olması. Bu sayının 2024 yılında iki katına çıkarılması planlanıyor.

Ukrayna’daki savaşın başlangıcından bu yana tüm sektör yeni çalışanları işe alıyor. Örneğin geçen yılın ortalarında Augsburg merkezli Renk Group, yurtdışı lokasyonları da dahil olmak üzere çalışan sayısını yaklaşık 3.800’den yaklaşık 4.200’e çıkaracağını bildirdi.

Bu üretim bölgelerinin ürünleri arasında tanklar, fırkateynler ve diğer askeri ekipmanlar için dişli kutuları ve diğer bileşenler yer alıyor.

O dönemde Rheinmetall, yıl içinde 3.500 yeni kişiyi istihdam etmek istediğini; önümüzdeki üç yıl içinde yeni istihdam sayısının 6.000’e kadar çıkabileceğini söylemişti.

Dahası, personel sayısındaki bu hızlı artış sadece Almanya’ya özgü bir olgu değil. Büyük silah üreticilerine sahip diğer NATO ülkelerinde de benzer bir eğilim görülüyor.

Haziran 2024’te Financial Times, Leonardo’dan (İtalya) Thales’e (Fransa) ve ABD’li silah üreticilerine kadar çeşitli savunma şirketlerinde, önceki işgücünün yüzde on veya daha fazlasının yeni işe alındığını bildirmişti.

Almanya’dan yeni silahlanma stratejisi: “Ülkeyi savunma odaklı biçimde yeniden yapılandırmak”

Otomotiv işçileri savunma sanayiine yöneliyor

Burada kritik noktalardan biri, krizdeki otomotiv sektöründeki fazla işgücünün önemli bir kısmının yükselişteki silah sanayii tarafından soğurulup soğurulamayacağı.

Almanya’da silah endüstrisi, krizin pençesindeki otomotiv endüstrisinde işten çıkarılan personel için giderek daha fazla bir “güvenlik ağı” olarak görülüyor.

2024 yılının ortalarında Rheinmetall’in, Continental ile birlikte bir kurtarma şirketi kurmaya çalıştığı ve bu şirketin kriz nedeniyle istihdam edemediği işçileri bu şirkete taşıyacağı bildirilmişti. Rheinmetall’in hızla artan personel ihtiyacı en azından kısmen bu kurtarma şirketi tarafından karşılanacaktı.

Baden-Württemberg eyaletindeki politikacılar, tedarikçiler de dahil olmak üzere geleneksel olarak güçlü bir otomotiv endüstrisine sahip olan bu eyaletin aynı zamanda Diehl Defense, Hensoldt ve ZF gibi şirketlerle güçlü bir savunma endüstrisine de sahip olduğunu belirtiyor.

Sektör doğrudan 14.500 kişiye istihdam sağlıyor; tedarikçiler de eklendiğinde bu sayının 42.000’e yükseldiği belirtiliyor. 

Savunma sanayinin Baden-Württemberg otomotiv sanayinde bu yıl beklenen 40.000 kişilik istihdam kaybını karşılaması mümkün olmasa da, pek çok kişi bu sektörün büyümesinin en azından yaklaşan istihdam kayıplarının bir kısmını telafi edebileceğini umuyor. “Panzerlerin büyüme motoru haline gelebileceği” iddiası, faz için yazan Rüdiger Soldt tarafından dile getiriliyor.

Savunma sanayiinde istihdam, kimya sektöründeki istihdama karşı

Savunma sanayinin büyümesine, öneminin artması da eşlik ediyor.

Alman Güvenlik ve Savunma Sanayi Birliğinin (BDSV) aktardığına göre, yaklaşık 230 üye şirket 70.000 kişiyi istihdam ediyor.

2024 yılında yapılan bir araştırmada şimdiden yaklaşık 105.000 çalışanın olduğu varsayılıyor. “Güvenlik sektörü ve dolaylı olarak istihdam edilen kişiler” de eklenirse, sonuç yaklaşık 400.000 çalışan oluyor. 

Güvenlik ve silah endüstrisinin yavaş da olsa genişlemeye başladığı alanlar, Alman kimya ve ilaç endüstrisi ile karşılaştırılarak görülebilir: Bu endüstri şu anda yaklaşık 450.000 kişiyi istihdam ediyor ve bu sayı (geniş bir şekilde tanımlanmış olsa da) güvenlik ve silah endüstrisinden çok daha fazla değil.

Mittelstand’lara rüşvet

Almanya’nın bel kemiğini oluşturan, istihdama büyük katkı sağlayan ve bazı ihracat pazarlarının neredeyse tamamını elinde tutan ürün portföyüne sahip Mittelstand şirketleri, uzun süredir Çin’den gelen rekabet, jeopolitik gerilimler, artan enerji/işgücü maliyetleri ve AB ile Almanya’nın boğucu bürokrasisinden şikayet ediyor.

Fakat savunma sanayii, büyük tekellerin yanı sıra, elektronik, sensör veya tahrik teknolojisi tedarikçisi olarak sektörün başarısına önemli katkıda bulunan çok sayıda Mittelstand‘ın da iştahını kabartıyor.

Örneğin Rohde & Schwarz, Hensoldt ve Siemens’in yan kuruluşu Siemens Mobility gibi şirketler tedarik zincirinin vazgeçilmez ortakları olarak öne çıkıyor.

Avrupa

Avrupa Dörtlüsü, ABD’nin NATO rolünü devralabilir mi?

Yayınlanma

ABD’nin NATO ittifakında bıraktığı boşluğu Almanya, Britanya, Fransa ve Polonya’nın kapatabileceği öne sürülse de bu grup Amerika liderliğindeki ittifaktan çok daha savunmasız olacak.

Politico’da yer alan analize göre Donald Trump ilk kez başkan olduğunda NATO’dan neredeyse çıkıyordu; şimdi yeniden göreve geldi ve “her zamankinden daha öngörülemez.”

Bu hafta Lahey’de bir araya gelecek NATO liderleri, ABD ‘aşkanının Ukrayna’yı terk edeceğinden endişeli. Onu yatıştırmak ve Rusya karşısında Avrupa’yı yalnız bırakmamasını sağlamak için büyük bir savunma harcaması artışını kabul etmeleri bekleniyor.

Politico’ya göre Avrupa’nın sorunu, ABD’nin daha az müdahalesini gerçekten telafi edebilecek belirgin bir ülke veya Almanya, Britanya, Fransa ve Polonya gibi bir ülke grubu olmaması.

Ayrıca Avrupa ülkeleri, her biri büyük mali, askeri ve siyasi zorluklarla karşı karşıya.

‘ABD oyun alanına düzen getiriyordu’

Üst düzey bir Fransız askeri yetkili, “Amerikan liderliğinin avantajı, o kadar üstün, büyük ve iyilikseverdi ki kimse buna itiraz edemiyordu: Oyun alanına düzen getirdi, kararların kim tarafından alındığına dair hiçbir şüphe yoktu” diyor.

Washington’un NATO veya Avrupa güvenliğinin arkasındaki itici güç olmadığı bir durumda, “artık gerçek bir alfa erkek kalmaz” diye ekleyen Fransız yetkili, “Başka hiç kimse güç kullanarak üstünlüğünü iddia edemez,” ifadelerini kullanıyor.

Politico ve WELT, ondan fazla mevcut ve eski Avrupalı ve Amerikalı politika yapıcı, askeri yetkili ve akademisyenle, Amerika’nın rolünün azalması durumunda NATO ve Avrupa güvenliğinin nasıl olacağı konusunda konuştu.

Herkes ABD’nin NATO’dan gerçekten çekilmesinin olası olmadığını vurgularken, askeri ittifakın değişmesi gerektiği ve bunun diğer ülkeleri daha fazla liderlik rolü üstlenmeye itebileceği konusunda geniş bir mutabakat var.

Bu arada, müttefik liderler Trump’ın Lahey’den mutlu ayrılmasını sağlamak için ona karşı dikkatli davranacaklar.

Eski Litvanya Dışişleri Bakanı Gabrielius Landsbergis, “ABD’nin Avrupa’da kalacağını ve karşılıklı savunma taahhüdünü teyit edeceğini ummak yerine, bir nedenden ötürü ABD’nin orada olmaması veya beklediğimiz şekilde davranmaması durumunda bunun nasıl işleyeceğini düşünmeliyiz,” uyarısında bulundu.

Avrupa’da değişim kaçınılmaz

Avrupalılar on yıllardır ABD’ye güveniyordu. Washington’un konvansiyonel ve nükleer silahları, ortak askeri, iktisadi, siyasi ve kültürel bağlara dayanan transatlantik ittifakta temel “güvenlik” sağladı.

Politico’ya göre tüm bunlar şimdi değişiyor ve Avrupa’yı kendine bazı zor sorular sormaya zorluyor.

ABD yönetimi, Rusya’nın önümüzdeki beş yıl içinde NATO topraklarına saldırı düzenleyebileceği endişelerinin artmasına rağmen, Avrupa’da konuşlanmış bazı ABD askerlerinin başka yerlere yeniden konuşlandırılıp konuşlandırılmayacağını değerlendirmek için bir inceleme yürütüyor.

Washington, NATO’ya bağlı kalacağını ısrarla vurguluyor fakat değişiklikler kapıda. ABD’nin NATO Büyükelçisi Matthew Whitaker, NATO zirvesinden sonra müttefiklerle ABD askerlerinin azaltılması konusunda görüşmelere başlayacaklarını söyledi.

Ayrıca, müttefikler ordularına yeterli miktarda para yatırdığı sürece ABD’nin NATO’nun ortak savunma maddesi olan 5. maddeye bağlı olduğunu da belirtti.

Birçok Avrupa başkentinde, ABD’nin güvenilir bir müttefik olmayabileceği fikrine karşı isteksizlik var. Landsbergis, “Bu birçokları için rahatsız edici bir konu. Bunu konuşma fırsatına sahip olduğum için kendimi ayrıcalıklı hissediyorum, çünkü bakan olduğum zamankinden daha özgürüm. Birçok kişi, bu konuyu açarsan NATO’yu zayıflatırsın diye düşünüyor,” diye konuşuyor.

Doğu Avrupa’da ABD’ye ihtiyaç sürüyor

Rusya’ya ne kadar yakın olunursa, Amerika ve onun askerleri, tankları, savaş uçakları, füzeleri, ağır yük taşıma kapasitesi ve nükleer silahlarının buradan ayrılmayacağına dair ısrar o kadar güçlü oluyor.

Polonya Savunma Bakan Yardımcısı Paweł Zalewski, “Amerikalıların NATO kapsamındaki yükümlülüklerini yerine getirdiğini teyit edebilirim. Aramızdaki iletişim ve işbirliği çok iyi. Trump’ın söylemleri, Avrupalıları kendi kıtalarının savunmasına daha fazla yatırım yapmaya ikna etmeyi amaçlıyor. Bu işe yarıyor ve Polonya olarak bundan memnunuz,” diyor.

Birçok Avrupalı da Trump’ın bu tavrının geçip transatlantik ilişkilerin geçmiş on yıllardaki alışılagelmiş düzene döneceğini umuyor.

SIPRI’den Kunz, “Avrupalılar arasında sorunun boyutu ve süresi konusunda anlaşmazlık var. Hâlâ, 2028’de Beyaz Saray’a iyi bir adamın dönmesiyle normale dönebileceğimiz veya Trump ile anlaşmalar yapabileceğimiz için hemen bir B planı düşünmenin anlamsız olduğunu düşünenler var,” iddiasında bulunuyor.

Başkentlerin, Avrupa’nın güvenliğinde ABD’nin daha az rol oynadığı bir geleceği düşünmek istememelerinin birçok nedeni var. Yetkililer, bu konuyu kamuoyunda tartışmanın bile “Putin’e karşı zayıflık” izlenimi verebileceğini savunuyor.

Bunun nedenlerinden biri, ABD’nin askeri teçhizatını ve desteğini ikame etmenin ne kadar zor olacağı. Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsünün (IISS) geçen ay yayınlanan bir araştırmasına göre, ABD silahlarının ve 128.000 askerinin aynı özelliklere sahip muadilleriyle değiştirilmesinin maliyeti 25 yılda yaklaşık 1 trilyon dolara ulaşacak.

En acil bağımlılıklar, uydular, derin vuruş kabiliyetleri, havada yakıt ikmali ve taktik nakliye gibi kritik öneme sahip unsurlar.

Alman Hıristiyan Demokrat milletvekili Norbert Röttgen, “Amacımız NATO içinde ABD’nin yerini almak değil, onu daha fazla Avrupa kapasitesiyle tamamlamaktır. Güvenilir bir nükleer caydırıcılık gibi bazı ABD kapasiteleri, Avrupalılar tarafından uzun yıllar boyunca sağlanamazdı,” diyor.

Bu konudan kaçınmanın diğer bir nedeni de, Politico’ya göre, “kendi kendini gerçekleştiren kehanet” korkusu: Avrupa öne çıkıp kıtanın savunma yükünün çoğunu üstlenirse, bu ABD’nin NATO’daki rolünü daha da azaltması için bir bahane olabilir, ki bu da çoğu Avrupalının istemediği bir durum.

Eski Alman Dışişleri Bakanı Joschka Fischer, “ABD’nin Avrupa’dan ayrılma olasılığı söz konusu olduğunda, bu gelişmeyi hızlandıracak hiçbir şey yapmamalıyız,” diyor.

Polonya ve Litvanya gibi ön saflarda yer alan ülkelerin yanı sıra, Birleşik Krallık da kendi stratejik çıkarları ile ABD’nin çıkarları arasındaki farklılıklar konusunda herhangi bir tartışmayı kesintiye uğratma konusunda özellikle katı bir tutum sergiliyor.

İngiliz bakanlar ve yetkililer, kamuoyunda ve özel görüşmelerde, ABD’nin NATO’ya bağlılığının tam olduğunu vurgularken, Avrupa ülkelerinin kendi savunmaları konusunda daha fazla sorumluluk alması gerektiğini kabul ediyor.

Örneğin savunma alanında deneyimli bir İngiliz milletvekili, Amerika’ya karşı “dikkatli” davranılması gerektiğini söylüyor.

Öte yandan birçok eski ve mevcut Avrupalı yetkili, Avrupalıların her türlü senaryoya hazırlıklı olması gerektiği konusunda uyarıda bulunuyor.

Fischer, “İki yol üzerinde düşünerek hazırlık yapmalıyız: biri Amerika ile, diğeri sadece Avrupa ile,” diye uyarıyor.

Avrupa koalisyonu mümkün mü?

NATO’nun geleceği hakkındaki tartışmaların çoğunda, Amerika’nın yerini almanın ortak bir çaba gerektireceği kabul ediliyor.

Geri çekilen Amerika’nın yerini almaya yönelik ilk örneklerden biri, Kiev’e askeri yardımı koordine etmek için ABD tarafından kurulan gayri resmi bir oluşum olan Ukrayna Savunma Temas Grubu. Washington, Trump döneminde grubun liderliğini bıraktı ve şu anda Almanya ve İngiltere ikilisi tarafından yönetiliyor.

Bir diğer örnek ise, ateşkes durumunda Ukrayna’ya güvenlik garantisi sağlamak için Londra ve Paris’in öncülüğünde kurulan “istekliler koalisyonu.”

Bu, hiçbir Avrupa ülkesinin, savaştan bu yana ABD’nin yaptığı gibi Avrupa güvenliği konusunda tek başına liderlik iddiasında bulunamayacağını gösteriyor.

Fischer, Politico ve WELT’in görüştüğü çoğu kişinin görüşünü yineleyerek, “Fransa, İngiltere, Almanya, Polonya; bunlar belirleyici faktörler olacak. Küçük Baltık ve İskandinav ülkeleri de önemli bir sese sahip olacak,” diyor.

Eski milletvekili ve eski Fransız savunma bakan yardımcısı Jean-Louis Thiériot’ya göre, ABD’nin liderlik rolündeki azalmayı telafi etmek için “genellikle bir koalisyon senaryosu içinde” bulunuyorlar.

Ne var ki eski milletvekiline göre Almanya, Fransa ve Polonya’dan oluşan Weimar Üçgeninin ötesine geçip bu koalisyonu İngiltere’yi de içerecek şekilde genişletmek çok önemli, dedi. 

Milletvekili, dört ülkenin her birinin masaya kendi varlıklarını getireceğini açıkladı: Paris ve Londra nükleer güçler, Berlin iktisadi ağırlık merkezi, Varşova ise Rusya tehdidini çok iyi anlıyor ve Avrupa’nın en büyük ordusuna (Türkiye hariç) ve gayri safi yurtiçi hasılanın en yüksek savunma bütçesine sahip NATO ülkesi.

Ne var ki her ülke aynı zamanda zayıf halka da olabilir. Liderlik rolünü üstlenmeye en istekli iki ülke olan Fransa ve İngiltere’nin savunmaya harcayacak parası olup olmadığı belirsiz.

Fransa’nın kamu maliyesi çok kötü durumda ve Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, ülkesinin savunma harcamalarını nasıl artıracağını hâlâ açıklamadı. Ayrıca, Fransa’nın NATO’ya tam bağlılığı oldukça yeni ve ön saflardaki ülkelerle güven ilişkisi hala gelişme aşamasında.

Birleşik Krallık Başbakanı Keir Starmer de benzer bütçe baskıları altında ve aynı zamanda bir güvenilirlik sorunu ile karşı karşıya. İngiliz RUSI düşünce kuruluşunda araştırmacı Ed Arnold, 2025’te kurulacağı vaat edilen yeni kara kuvvetleri tümeninin 2030’a ertelendiğini hatırlatarak, “Sorun her zaman NATO’ya çok şey vaat etmemiz, ama vaatlerimizi yerine getirmememiz olmuştur,” diyor.

Geleneksel olarak Amerika yanlısı Polonya, Trump yönetimine bir köprü görevi görebilir, fakat milliyetçi-muhafazakâr Hukuk ve Adalet’in (PiS) desteklediği Karol Nawrocki’nin cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki zaferi, Başbakan Donald Tusk’ı zayıflattı.

Tusk’ın hükümeti, 2027’deki parlamento seçimlerine kadar sürekli bir kriz içinde kalacak ve iç siyasi felç, dış politikada daha az ağırlık kazanmasına neden olacak.

Polonya, artan savunma harcamalarının yol açtığı hızlı büyüyen bütçe açığı nedeniyle de alarm zillerini çalıyor.

Almanya’ya gelince, Şansölye Friedrich Merz’in, seçim kampanyasında ABD’den daha fazla özerklik gerektiğine dair büyük açıklamalara rağmen, liderlik rolünü üstlenme konusundaki siyasi iradesine şüpheler var.

‘Popülist dalga’ Avrupa’yı sararsa işler sarpa sarabilir

Daha önce bahsedilen Fransız askeri yetkili, Fransa, İngiltere ve Almanya’daki popülist, sağ partilerin liderlerine atıfta bulunarak, “Bugün Macron, Starmer ve Merz ile işe yarayan şeyler, yarın Marine Le Pen, Nigel Farage ve Alice Weidel ile işe yaramayabilir. Bugün olduklarının tam tersi haline gelebilecek ülkelerle nasıl bir şey inşa edilebilir?” diye soruyor.

Alman Marshall Fonunda araştırma görevlisi Gesine Weber, “Herkes bunun [işbirliği için] bir fırsat penceresi olduğu konusunda hemfikir, ancak iki nükleer gücün iç siyasi gidişatı, diğer Avrupalıları onların gelecekteki güvenilirliği konusunda şüpheye düşürüyor,” diyor.

Fakat bu durumun mevcut Avrupalı liderlerin birlikte çalışmasını engellememesi gerektiğini de ekliyor.

Weber, “Avrupalılar için önemli olan, Fransa veya Birleşik Krallık’taki gelecekteki hükümetlerin savunma ittifaklarına daha az bağlı olacağından korkarak felce uğramamak. Ölümden korktukları için intihar etmemeleri çok önemli,” diye belirtiyor.

Okumaya Devam Et

Avrupa

Asya Altyapı Yatırım Bankası, Londra’da şube açmak istiyor

Yayınlanma

Trump yönetimi Çin’e karşı sert bir tutum sergilerken, Çin liderliğindeki Asya Altyapı Yatırım Bankası (AIIB) bu yıl Londra’da ilk Avrupa ofisini açmayı planlıyor.

2013 yılında Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi (KYG) kapsamında kurulan ve merkezi Pekin’de bulunan AIIB, yeni Londra ofisini bankanın küresel kalkınma projelerini desteklemek için fon sağlamak amacıyla kullanmayı hedefliyor.

Bu hamle ABD-Birleşik Krallık ilişkileri düşünüldüğünde oldukça tartışmalı olabilir. Başbakan Keir Starmer, bir yıl önce iktidara geldiğinden beri Çin ile ilişkileri yeniden kurmak için çalışıyor. 

Fakat geçen ay ABD ile imzalanan ticaret anlaşması, Donald Trump’ın küresel güçle sürdürdüğü ticaret savaşı nedeniyle Londra’yı Pekin ile ticaretini kısıtlamaya zorlayabilecek hükümler içeriyor.

Britanya-Çin finans bağlantısı ABD’nin hoşuna gitmeyecek

Chatham House’da Çin uzmanı kıdemli araştırma görevlisi William Matthews POLITICO’ya yaptığı açıklamada, “Trump yönetiminin, ticaret konusunda Çin’e karşı ABD ile aynı çizgiye gelmesi için Birleşik Krallık’a uyguladığı baskı göz önüne alındığında, Londra’da bir AIIB merkezinin kurulmasını hoş karşılayacağını sanmıyorum,” dedi.

AIIB, KYG’nin bir aracı olduğu yönündeki iddiaları kesin bir dille reddediyor. KYG, Asya, Avrupa ve Afrika arasında ticaret yolları kurma çabasının bir parçası olarak eski “İpek Yolu”nu örnek alıyor, fakat eleştirmenler bunu Pekin’in dış politika hedeflerini yürüttüğü bir araç olarak görüyor.

Bir AIIB sözcüsü, “Projelerimizden bazılarının müşterilerimiz tarafından KYG ile ilgili projeler olarak tanımlanabileceğini kabul ediyoruz, fakat bu projeler öncelikle Çin hükümeti tarafından değil, müşterilerimiz tarafından finansman için bize sunuldu,” dedi.

Neden Londra?

AIIB’nin Londra merkezi, bankanın küresel kredi projelerini destekleyecek özel yatırımcılar ararken, yıl sonundan önce açılması ve 5 ila 10 çalışandan oluşması bekleniyor.

Londra’nın bankacılık ve varlık yönetimi referansları, derin sermaye havuzları ve Kuzey Amerika ile Asya arasındaki saat farkı, onu Batı ve Doğudaki yatırımcılar arasında bir köprü haline getiriyor.

Başka bir kaynak, Londra’nın Frankfurt, Lüksemburg ve Paris gibi Avrupa’daki diğer rakip şehirleri geride bırakmasının nedeninin “finansal piyasalara ve diğer önemli saat dilimlerine daha yakın olması” olduğunu söyledi.

AIIB sözcüsü, “Asya ve Avrupa dahil olmak üzere başka yerlerde de az sayıda ek merkez ofis açma olasılığını araştırıyoruz fakat henüz kesin bir karar vermedik,” dedi.

Ayrıca Singapur ve Hong Kong’da da yeni ofislerin açılması bekleniyor.

Brexit, Londra’nın küresel finans merkezi olma konumunu zayıflatmadı

Aralık ayında Londra’da düzenlenen Birleşik Krallık-Çin yatırımcı forumunda konuşan bankanın başkanı ve yönetim kurulu başkanı Jin Liqun, Brexit’in Londra’nın küresel finans merkezi konumunu zayıflattığına dair “hiçbir işaret” olmadığını savundu.

Jin, Londra’nın finansal hizmetler alanındaki “karşılaştırmalı üstünlüğünün” azalmadığını belirtirken, Avrupa ofisinin kurulmasının “rakip aday şehirlerle yapılacak müzakerelere bağlı” olduğunu söyledi.

Jin, birkaç hafta önce Birleşik Krallık Maliye Bakanı Rachel Reeves ile bir araya gelerek planları görüştü. Reeves’in, Jin’in yanında, üst düzey Hazine yetkilileri ve AIIB çalışanları ile birlikte çekilmiş bir fotoğrafı sosyal medyada paylaşıldı.

Maliye Bakanının Çinli yönetici ile görüşmesi hakkında kamuoyuna bilgi verilmiyor

Hazine Bakanlığı daha sonra, POLITICO’nun toplantının tutanaklarını talep eden bilgi edinme özgürlüğü talebini, “Birleşik Krallık’ın uluslararası ilişkilerine zarar verebileceğini” gerekçe göstererek reddetti.

Hazine Bakanlığı, “Hazine Bakanlığı ve Birleşik Krallık’ın AIIB ile olumlu ilişkilerini sürdürmesi son derece önemlidir ve toplantıyla ilgili bilgilerin açıklanması bu iyi ilişkilere zarar verebilir,” dedi.

Londra, Birleşik Krallıke-Çin ilişkilerinin “Altın Çağı”nda dönemin başbakanı David Cameron’ın liderliğinde çok taraflı bankanın kurucu üyelerinden biriydi.

Hazine Bakanlığı sözcüsü, “Birleşik Krallık, AIIB’nin kurucu üyesi olarak konumunu, güvenli iktisadi büyümeyi teşvik eden yüksek kaliteli altyapı yatırımlarını desteklemek için kullanıyor,” dedi.

AIIB sözcüsü, Birleşik Krallık’ın “bir merkez ofisi barındırmaya ilgi gösterdiğini” söyledi.

AIIB’nin başına ÇKP yöneticisi gelebilir

Boston Üniversitesinde ekonomi okumadan önce Shakespeare üzerine çalışan ve kızı şu anda Londra Ekonomi Okulunda (LSE) çalışan yapan “İngiliz hayranı” Jin, AIIB’deki ilk on yılını doldurmaya hazırlanırken, Londra’daki genişlemeyi denetliyor.

Bankanın üyeleri, 24 Haziran’da Pekin’de yapılacak yıllık konferansta yeni başkan için oy kullanacak.

Oy haklarının yüzde 27’sine sahip bankanın en büyük hissedarı olan Çin, Jin’in halefi olarak eski Maliye Bakan Yardımcısı Zou Jiayi’yi aday gösterdi.

Zou, son olarak Çin Komünist Partisi’nin en üst siyasi danışma organı olan ve önemli politika kararlarını alan kurumun genel sekreter yardımcılığını yapıyordu.

Birleşik Krallık’ın oy hakkı yaklaşık yüzde 3. Hindistan, Rusya, Almanya, Güney Kore ve Avustralya, uzmanların Washington’un hakimiyetindeki Dünya Bankası’na Çin’in cevabı olarak nitelendirdiği bankadaki 110 üye ülke arasında en büyük hissedarlar.

Pekin’den Londra’ya ‘nüfuz operasyonu’ iddiası

Zou’nun adaylığı, Pekin’in bankanın yönetimi üzerindeki etkisiyle ilgili uzun süredir devam eden endişeleri yeniden alevlendirdi.

AIIB’nin eski İletişim Direktörü Bob Pickard, POLITICO’ya verdiği demeçte, “AIIB’nin etkisi ve kredi verme uygulamaları açısından bu bankanın Çin’in bir nüfuz operasyonu olduğunu düşünüyorum,” dedi.

Pickard, bankada 15 ay görev yaptıktan sonra Haziran 2023’te ani bir şekilde istifa etmiş ve kurum içinde “ÇKP üyelerinin birçok önemli pozisyonda güç kullandığını” ileri sürmüştü.

Kanada, birkaç gün sonra AIIB’ye katılımını askıya aldı ve Pickard’ın iddialarına ilişkin soruşturması iki yıl sonra hâlâ devam ediyor.

AIIB, Pickard’ın iddialarını reddetti ve iç inceleme sonucunda “Yönetim Kurulu veya Yönetim’in kararları üzerinde haksız etki olduğuna dair hiçbir kanıt bulunmadığını” açıkladı.

AIIB sözcüsü, “Başkan Jin, AIIB’nin bağımsız, çok taraflı bir kurum olduğunu, üyeler tarafından yönetildiğini ve Çin dahil hiçbir hissedara bağlı olmadığını sürekli ve kesin bir şekilde belirtmiştir,” dedi.

Sözcü, “Proje onaylarından liderlik atamalarına kadar her konuda bankanın karar alma süreci, kritik konularda %75’lik çoğunluk dahil olmak üzere geniş bir konsensüs gerektirir. Bu bazen Çin’in veto hakkı olarak görülür, fakat OECD ülkeleri de fiilen veto hakkına sahiptir,” diye ekledi.

Diğerleri ise ÇKP’nin kontrolünün giderek arttığına dair iddiaları reddediyor. Örneğin eski AB Çin Ticaret Odası Başkanı Joerg Wuttke, “Birkaç yıl öncesine kadar, Kuşak ve Yol Girişimi kapsamında onaylanan tek bir proje bile yoktu. Hiçbiri. Çinli şirketler bu durumdan çok öfkeliydi,” dedi.

ÇKP’nin müdahalesi iddialarının “tamamen abartıldığını” söyleyen Wuttke, AIIB Başkanı Jin’in “projeleri siyasallaştırmaktan uzak tutmayı” başardığını ve ayrıca “AIIB’yi [Çin’in] devlet şirketlerinin erişiminden uzak tuttuğunu” savundu.

Azerbaycan, Kazakistan ve Türkiye’ye AIIB kredileri

Fakat Pickard, AIIB’nin küresel altyapı projelerine sağladığı finansmanın, “Çin’in öncelikli ilgi alanındaki ülkelerdeki komşu kredilere çok taraflı saygınlık kazandırarak [Kuşak ve Yol Girişimi]’nin genel etkisini güçlendirdiğini” söyledi.

Pickard, bankanın Vietnam’daki altyapı projeleri için 5 milyar dolarlık taahhüdünü “neredeyse boş bir çek” olarak nitelendirdi ve “Vietnam’ın Washington’a mı yoksa Pekin’e mi yönelmesi gerektiğini belirlemeye çalıştığı kritik bir dönemde [bu oldu],” dedi.

AIIB’nin son kredi kayıtları da KYG ile bağlantılı projeleri gösteriyor. Geçen yıl Azerbaycan’da düzenlenen küresel iklim konferansında, banka 160 milyon dolarlık bir anlaşma imzalayarak iki güneş enerjisi santralinin finansmanını sağladı. Nisan ayında Azerbaycan ve Çin, KYG’nin faydalarını öven Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ile Stratejik Ortaklık Bildirisi imzaladı.

KYG’den yararlanan Türkiye, geçen yıl AIIB’den 150 milyon dolarlık kredi aldı, Kazakistan ise 2019’da büyük bir rüzgar santrali için 47 milyon dolarlık kredi aldı.

‘ABD ile sürtüşmeye neden olsa bile İngiltere kendi ulusal çıkarlarına öncelik vermeli’

AIIB başkanını tanıyan, finans alanında deneyimli üst düzey bir İngiliz iş temsilcisi, “Londra üzerinden oldukça fazla altyapı finansmanı geçiyor. AIIB için bunun faydası, muhtemelen daha fazla uluslararası anlaşma akışı görecek olmaları,” dedi.

Chatham House’un kıdemli Çin araştırma görevlisi Matthews, “Beyaz Saray’ın endişesi daha çok Birleşik Krallık’ın taraf seçmesi ve ÇKP’nin etkisine maruz kalması olacak,” dedi.

Çin’in gücü artmaya devam ederken, Birleşik Krallık “ABD ile sürtüşmeye neden olsa bile, kendi uzun vadeli ulusal çıkarlarına göre kararlar almalı” diye de ekledi.

Matthews, İngiltere’nin AIIB üyeliğinin devam etmesinin “en azından bankanın nasıl gelişeceği üzerinde bir miktar etki sahibi olmasını sağladığını” ileri sürdü.

Uzman, “Bunun önemli bir parçası, Çin Komünist Partisi’nin doğasını ve AIIB dahil olmak üzere nasıl etki yarattığını net bir şekilde anlamak ve gerektiğinde buna karşı çıkmak,” dedi.

Matthews, “Birleşik Krallık için asıl büyük resim, İşçi Partisi hükümetinin Çin politikasının Trump yönetimi ile ilişkilerine kısa vadeli siyasi etkisi değil, Çin’in giderek daha fazla nüfuz kazandığı bir dünyada iktisadi ve jeopolitik önemini korumak için uzun vadeli stratejik zorluktur,” diye açıkladı.

Okumaya Devam Et

Avrupa

İran ABD’yi vurursa İngiltere ne yapacak?

Yayınlanma

İngiltere Başbakanı Keir Starmer, ABD’nin saldırıya uğraması halinde ülkesinin askeri destek sağlayıp sağlamayacağı konusunda açıklama yapmayı reddetti.

İngiltere, Natanz, İsfahan ve Fordow nükleer tesislerine yönelik Amerikan saldırısına fiili olarak katılmadı.

Haberlere göre ABD, saldırı için İngiltere ordusunun desteğini de talep etmedi. Bu destek, Kıbrıs’taki RAF Akrotiri üssündeki Typhoon savaş uçaklarının desteği veya Diego Garcia askeri üssünün bombalama için üs olarak kullanılması şeklinde olabilirdi.

Bu, geçen hafta Başsavcı Lord Hermer’in, Birleşik Krallık’ın uluslararası hukuku ihlal edebileceği gerekçesiyle İsrail’in İran’a yönelik doğrudan saldırılarına katılmaması gerektiği yönündeki sızdırılan tavsiyesinin ardından geldi.

ABD’nin gece yarısı düzenlediği saldırılar hakkında konuşan Starmer, saldırıların yasallığı konusunda herhangi bir yorumda bulunmaktan kaçındı, fakat İran’ın nükleer programının “ciddi bir tehdit” olduğunu ve ABD’nin askeri müdahalesinin bu tehdidi “azaltacağını” ileri sürdü.

Haftalardır çatışmaya diplomatik bir çözüm bulunması için baskı yapan İngiliz lider, pazar günü ABD’nin eylemini desteklediğini belirterek, İran’ın asla nükleer silaha sahip olmaması gerektiği konusunda tutarlı bir tavır sergilediğini söyledi.

Sky News’in doğrudan sorduğu, gerekirse askeri destek sağlayıp sağlamayacağı sorusuna Başbakan, sadece bölge içinde değil, bölge dışında da gerginliğin tırmanma riski olduğunu söyledi.

Starmer, “Kendi çıkarlarımızı, personelimizi ve varlıklarımızı ve tabii ki müttefiklerimizin çıkarlarını ve varlıklarını koruyabilecek durumda olmak için bölgeye varlıklarımızı sevk ediyoruz,” dedi.

İngiltere’nin, NATO’nun toplu savunma ilkesinin 5. maddesi uyarınca İran’ın saldırısına uğraması halinde ABD’yi destekleyip desteklemeyeceği sorulan Starmer, “Neler olabileceği konusunda spekülasyon yapmayacağım, çünkü tüm odak noktam gerginliğin azaltılması. Fakat İngiltere’nin çıkarlarını ve personelini korumak ve müttefiklerimizin çıkarlarını korumak için gerekli tüm önlemleri aldığımızı kamuoyuna temin etmek isterim. Bu, beklenen bir şeydir,” yanıtını verdi.

Birleşmiş Milletler Şartı, ülkelerin yalnızca kendini savunmak, bir müttefiki savunmak veya BM Güvenlik Konseyi’nin askeri harekat izni veren bir karar alması durumunda saldırı başlatabileceğini belirtir. Bu tavsiye, ABD’nin çatışmaya müdahale etmeden önce hazırlanmıştı.

İş Dünyası ve Ticaret Bakanı Jonathan Reynolds, İngiltere güçlerinin saldırıya uğraması halinde kendini savunma konusunda durumun “açık ve net” olacağını belirtti fakat hukuki tavsiye hakkında daha fazla yorum yapmadı.

Bakan, Londra’nın İran’a saldırılardan “kısa bir süre” önce ABD tarafından bilgilendirildiğini doğrularken, hükümet yetkilileri bunun tam olarak ne zaman olduğunu açıklamayı reddetti.

Öte yandan Trump’ın saldırı emri, Starmer’ın “diplomatik çözüm” çağrısına rağmen geldi. Geçen hafta Kanada’da düzenlenen G7 zirvesinde Başbakan, Trump ile akşam yemeğinde bir araya geldikten sonra ABD’nin müdahale etmeyeceğini bile ima etmişti.

Gölge başsavcı Lord Wolfson, İran’a karşı askeri harekatın, toplu meşru müdafaa, İran’ın Birleşik Krallık üslerine ve personeline yönelik saldırılarını önlemek için “orantılı” önlemler alma hakkı ve İran’ın İsrail’e karşı “soykırım niyetini” gerçekleştirmesini engelleme hakkı tanıyan sözleşmeler uyarınca yasal olduğunu ileri sürdü.

Wolfson, Starmer’ı, “saldırının sonucunu memnuniyetle karşılarken, saldırının yöntemleri konusunda laf çevirdiği” iddiasıyla eleştirdi.

Lord Wolfson, X’te yayınladığı bir yazıda, “ABD ve İngiltere aynı hukuki konumdadır; dolayısıyla, Birleşik Krallık hükümetinin (bildirildiği üzere) İsrail’i desteklemek için tek başına saldırı amaçlı askeri harekat düzenleyemeyeceği yönündeki tutumu doğruysa, Birleşik Krallık hükümeti ABD’nin İran’ın nükleer reaktörlerine düzenlediği saldırının da yasadışı olduğunu kabul etmelidir. Birleşik Krallık hükümeti, sonuçları memnuniyetle karşılayıp araçlar konusunda laf çeviremez. Öyleyse: Hükümetimizin ABD’nin askeri müdahalesinin yasallığı konusundaki tutumu nedir? Ben destekliyorum. Keir Starmer destekliyor mu?” diye sordu.

Muhafazakâr gazete The Telegraph’ta Stephen Daisley imzasıyla yayımlanan bir makalede de, Trump’ın, İngiltere ve AB’nin küresel sahnede “ne kadar işe yaramaz olduğunu” gösterdiği ileri sürüldü.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English