Bizi Takip Edin

SÖYLEŞİ

‘ABD kalmalı, PKK gitmeli’

Yayınlanma

IKBY Dış İlişkiler Dairesi Sorumlusu Sefin Dizayi Harici’ye konuştu: “2003 yılında IKB ve onun siyasi liderliği, Irak’taki rejim değişikliklerinin kilit parçası haline geldi ve ABD güçleri ile koalisyon ortaklarının Irak’taki varlığı, ülkeyi yeniden inşa ederek büyük değişiklikler yaptı…Koalisyon güçlerine Irak’ta ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz… Bu sadece askeri bir varlık değil, çok boyutlu bir varlık olacak. Başka bir deyişle, ABD ile Irak’ın gelecekteki ilişkisi sosyal, siyasi, ekonomik, endüstriyel, enerji, finans ve güvenlik boyutlarına dayanacak… Temmuz ayında bu konularda görüşmeler yapılacak.”

Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) Dış İlişkiler Dairesi Sorumlusu Sefin Dizayi, Harici’den Dr. Esra Karahindiba’ya verdiği özel röportajda, IKBY’nin karşı karşıya olduğu çeşitli acil sorunları ve daha geniş bölgesel ilişkilerini anlattı. Dizayi, IKBY’nin Türkiye ve İran’la ilişkilerinin çeşitli dinamikleri, ABD ve Çin gibi küresel güçlerle dengelerini, iç anlaşmazlıklar ve Türkmenlerin yönetimdeki varlığı da dahil olmak üzere Irak’taki siyasi manzaraya ilişkin soruları yanıtladı.

Bakan Dizayi ayrıca Kalkınma Yolu Projesi, PKK ile devam eden çatışma ve Gazze’deki durum da dahil olmak üzere bölgesel krizlere ilişkin değerlendirmeler de yaptı.

Bakan Dizayee, IKBY’nin PKK’nın kendi topraklarındaki varlığını bir kez daha sorunlu gördüğünü yineleyerek, Irak yasalarına saygı gösterilmesini savundu ve güvenliğin sağlanması için Türkiye başta olmak üzere komşu ülkelerle bölgesel işbirliğinin gerekliliğine vurgu yaptı. Terör örgütü PKK’nın faaliyetlerinin hem Irak’ta hem de komşu bölgelerdeki Kürtlerin çıkarlarına zarar verdiği görülüyor. Türkiye’nin bu yaz Kuzey Irak’ta terör unsurlarını temizlemeyi amaçlayan geniş çaplı bir askeri operasyon gerçekleştirmesi bekleniyor. Bu operasyon, Milli Savunma Bakanlığı kaynakları tarafından da “Bu yaz Kuzey Irak’ta kilidi kapatacağız” şeklinde ifade edildi. Bakan Dizayee, ilgili soruyu yanıtlarken dikkatli davrandı ve oldukça diplomatik bir dil kullanarak, “Uluslararası hukuk ve normlar çerçevesinde, komşu ülkelerin güvenlik ve istikrarını tehdit edecek herhangi bir grubun bulunması mümkün olmamalıdır. Bu bağlamda, durumu yatıştırmak ve daha iyi ilişkileri yeniden tesis edecek makul bir sonuca varmak, bölgenin istikrarsızlık yaratmak için kullanılmasının önüne geçmek için bir tür anlayışın olması gerekiyor” diye konuştu.

Röportajın tamamı aşağıda:

Türkiye ile İlişkiler

Türkiye’nin Avrupa’ya giden bir enerji kanalı olma yönündeki stratejik çabası da düşünüldüğünde IKBY ve Türkiye arasında enerji boru hatları veya elektrik şebekelerini içeren hangi spesifik işbirliği projeleri gündemde? IKBY, Türkiye’nin enerji stratejisinde kendi enerji egemenliğini ve ekonomik kalkınmasını etkileyen rolünü nasıl değerlendiriyor?

Öncelikle Türkiye ile komşu olduğumuzu kabul etmemiz gerekiyor. 1988 yılında mültecilerimiz Muş, Mardin ve Diyarbakır’daki kamplara yerleşmiş, 1991 yılında ise yarısı İran sınırına, yarısı da Türkiye sınırına olmak üzere 2 milyonu aşkın göçün büyük bir kısmı bu bölgelere akmıştır. Bu nedenle bu ilişki uzun süredir devam eden bir ilişki.

Bugün ekonomik açıdan, Bağdat’taki rejimin devrildiği ve Irak’a uygulanan ambargonun kaldırıldığı 2003 yılından bu yana Türk şirketleri IKBY bölgesinde altyapı ve ekonomik kalkınma açısından oldukça aktif durumda.

Türkiye’nin ticari anlamda Irak’ın Almanya’dan sonra en büyük ortağı olduğu kanaatindeyim. Dolayısıyla, Türkiye ile iyi ilişkiler içinde olmamızın pek çok nedeni var, ayrıca ortak sınırlarımız var ve bölgemizde, Türkiye Cumhuriyeti içinde de aynı etnik kökene sahip insanlarımız var. Türkiye ile son 30 yıldır ve daha fazla süredir güzel bir ilişkimiz var. Enerji açısından 2014’ten bu yana IKBY petrollerini ihraç etmek için kullanılan boru hattı bildiğiniz gibi Türkiye üzerinden Ceyhan’a gidiyordu. Şubat 2014’te Bağdat’tan bütçe kesildiğinde bu da hükümetimize ekstra gelir getirmişti ve Mayıs 2014’te Ceyhan üzerinden petrol ihraç etmeye başladık.

Boru hattının kapanmasından bu yana 15 ayda Irak’ın zararı 15 milyar doların üzerinde

Bu son derece faydalı olmuştu ancak Irak’ın Türkiye’ye karşı tahkim davası açmasına yol açtı. Şu anda boru hattının kapatılmasının üzerinden 15 ay geçti ve bu durum Irak genelinde ve bölgemizde 15 milyar doların üzerinde zarara yol açtı. Bu boru hattının yeniden canlandırılması ve IKB’den petrol ihracatının yeniden başlatılması ve bundan herkesin faydalanması için ciddi müzakereler yapılıyor.

Elbette Türkiye geçmişte Azerbaycan’la, Karadeniz’le, Orta Asya’daki diğer ülkelerle, Rusya’yla Türkiye üzerinden transit geçiş yapmak, enerji dağıtım merkezi olmak için çabalıyordu. İster Irak’tan ister Körfez’den petrol olsun, doğalgaz olsun, bunun hâlâ mümkün olduğuna inanıyorum.

Kalkınma Yolu projesi gerçekleştiğinde Katar’dan, Kuveyt’ten, hatta BAE’ye kadar rahatlıkla kullanılabilecek. Bu gelişim rotası Körfez ülkeleri, Irak, Türkiye ve tabii ki Avrupa’ya kadar önemli olacak. Bu elbette uzun vadeli bir proje ama her proje bir fikirle başlar; fikirler projelere dönüşür ve projeler hayata geçirilebilir. Şu anda elektrik şebekesi gibi konular üzerinde bir proje yok.

Geçmişte 90’lı yıllarda Saddam rejimi elektriği kestiğinde Türkiye, Dohuk iline belli bir miktar elektrik sağlıyordu. Bugün bile Irak’ta elektrik üretiminin olmayışı nedeniyle Musul’a bir miktar elektrik sağlanabilmiştir. Ancak bu genişletilebilir. Federal hükümet ile Ankara arasında su tedariki, petrolün yeniden başlama olasılığı, güvenlik konularında görüşmeler yapılıyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yakın zamanda Bağdat’ı ziyaretinde onlarca mutabakat zaptı mutabakat anlaşması imzalandı.

Bunların gerçekleşebileceğini umuyoruz çünkü bu mutabakat anlaşmalarından bazıları her iki ülkeye, bölge halkına ve bölgenin istikrarına fayda sağlıyor. Bu mutabakatların veya müzakerelerin daha da geliştirilerek daha sağlam ve somut bir hale getirilebileceğini umuyorum.

Kalkınma Yolu Projesi’nin önümüzdeki beş yıl için planlanan, özellikle de Irak’taki ulaşım ve dijital altyapının geliştirilmesine yönelik temel girişimlerini detaylandırabilir misiniz? Proje IKBY’yi de kapsıyor mu?

Bu fikir uzun süredir üzerinde düşünülüyor ve bunun Irak’ı ve ekonomisini canlandıracağına inanıyoruz. Irak bir yol ayrımında ve hem Doğu’dan Batı’ya hem de Güney’den Kuzey’e rotalar kullanılabilir ve Körfez Ülkelerinden büyük destek sağlanarak Avrupa pazarlarına kolay erişim sağlanabilir. Ve elbette Kızıldeniz’deki güncel sorunlar, güvenlik zafiyeti ve korsanlık nedeniyle bu, zaman ve maliyet tasarrufu ve kolay erişilebilirlik açısından bir alternatif olabilir.

IKBY de Kalkınma Yolu Projesinden Yararlanmalı

Doğal olarak Irak’ın büyük kasaba ve şehirlerini geçerek, Kerkük’ten Erbil’e, oradan Dohuk’a, oradan da Ovaköy üzerinden Türkiye’ye girerek federal hükümetle beraber bundan faydalanmamız gerektiğini tartışıyoruz. Ama ne yazık ki Bağdat’ta rotanın Kerkük’e değil, Musul’a bile kaydırılması yönünde fikirler gelişiyor. Plana göre Musul’un batısına, Dicle’nin batısına, oradan Suriye sınırına, oradan da Türkiye’ye yakın bir yere gitmeli.

Yani bu, 3,5 milyonluk büyük bir şehir olan, Irak’ın ticaret merkezi Musul’un yararlanamayacağı, bizim de yararlanamayacağımız bir proje olacağı anlamına geliyor. Dolayısıyla Güney’den Kuzey’e kadar projenin tüm Iraklılara, tüm bileşenlere fayda sağlaması gerektiğine inanıyoruz ve (onların) fikrine karşı çıkıyoruz. Bunu Bağdat’la, Erbil’le, Ankara’yla görüşmemiz, her bileşene, her bölgeye fayda sağlaması açısından hayati önem taşıyor. Bu rota inşa edilirken coğrafi, pratik ve teknik olarak IKB’yi marjinalleştirmek ve kenara itmek mümkün olmayacak.

Musul’un faydalanması gerekiyor. Bizim önerimiz rotanın Musul’un doğusunda, yani Dicle’nin doğusunda, Ninova ovalarının bir kısmına ve Hristiyan cemaatlerinin bir kısmına yakınlaşıp, daha sonra Duhok’un güneybatısına yaklaşması yönünde. Bu şekilde de rota Ovaköy’den Türkiye’ye girebilmekte. Dolayısıyla bu rota tartışılıyor ama doğru yapılırsa Irak’ın tüm bölge bileşenlerine ve Irak’ın tüm bölgelerine fayda sağlayacaktır. Proje siyasi odaklı olmamalıdır. Bu bölgedeki her bileşene fayda sağlayacak şekilde ekonomik kalkınma ve ekonominin canlandırılması niyetiyle hayata geçmelidir. Irak’ın savaştan sonra böyle bir şeye ihtiyacı var.

1980’den bu yana 44 yıldır dünyadan kopmuş olan Irak, sekiz yıldır İran’la savaş halinde. Daha sonra Kuveyt’i işgal etti ve ardından 13 yıl ambargoya maruz kaldı. 2003 yılında ise şu anki durum ortaya çıktı ve bu durum devam ediyor. Demek istediğim, bir milletin ömrünün 44 yılı her türlü gelişmeden kopuk kalamayacak kadar uzun bir süre. Irak’ın bu hayati ve önemli projeye ihtiyacı var ama bunun tüm Iraklılara faydası olması gerekiyor.

“PKK, Kürtlerin gündemine değil, başka amaçlara hizmet eden bir araç haline geldi”

IKBY, Irak hükümeti ve Türkiye arasında PKK’nın faaliyetlerine yönelik son dönemdeki güvenlik işbirlikleri veya diyalogları hakkında güncel bilgi verebilir misiniz? Hangi önlemler etkili oldu ve hangi sorunlar devam ediyor?

PKK ne yazık ki 1991’den bu yana bölgenin sorunu. Ve tabii ondan önce de 80’li yılların başından beri hem Türkiye’de hem de Suriye’de faaliyet gösteriyor. Sınır boyunca boş kalan alandan, özellikle de Kandil, Hakurk ve diğer bölgelerdeki daha zorlu arazilerden yararlandılar.

PKK, bağımsız “Birleşik Kürdistan”a hizmet ettiğini iddia ettiği rotadan uzaklaştı. Türkiye’de, Irak’ta, Suriye’de, İran’da olsun, Kürtlerin çıkarlarına hizmet etmeyen tamamen farklı bir şeye yönelmiş görünüyorlar. Dolayısıyla onların gündemi, Irak’taki diğer Kürt liderlerin veya siyasi partilerin gündeminden tamamen farklıdır.

PKK’nın Irak Kürdistan Bölgesi’nde (IKB) yerinin olmadığına inanıyoruz. Bu nedenle ülkenin kanunlarına saygı göstermeli, kendi insanlarımıza, yerleşimcilerimize, köylerimize, uzak bölgelerimize sorun yaratmamalılar. Uluslararası norm ve düzenlemeler uyarınca, komşu bir ülkede başka bir ülkenin güvenliğine ve çıkarlarına aykırı olarak faaliyet gösteren grupların bulunmasına izin verilmesi mümkün değildir.

IKBY’nin yerel Kürt halkının duyguları arasındaki hassas dengeyi ve PKK’ya karşı Türkiye ile işbirliği yapmanın jeopolitik gerekliliğini yönetmeye yönelik stratejileri neler?

Ne yazık ki PKK, Kürtlerin gündemine değil, başka amaçlara hizmet eden, başkalarının elinde ve çıkarlarına uygun bir araç haline geldi. Güvenlik meselesi Ankara ile Bağdat arasında tartışıldı; bunlardan biri de federal hükümetin vaat edilenleri ne ölçüde yerine getirebileceğiydi. Emin değilim. Çünkü PKK’nın yaklaşık 40 yıldır varlığı bu zorlu arazilerde, engebeli dağlarda mevcut ve federal hükümetin ne yapabileceği şüpheli.

Ama önemli olan Irak’ta, özellikle Sincar bölgesinde, Kerkük’e yakın bölgelerde, Germiyan’a yakın bölgelerde, Germiyan’ın güneyinde farklı isimler altında faaliyet gösteren PKK’nın bazı şubelerinin faaliyet göstermesine izin verilmemesidir. Yerel milis güçlerinin bir parçası olarak finanse edilmemeliler. Bunların dışarı atılmasına yönelik tedbirlerin alınması gerekiyor ve muhtemelen bunlarla mücadelenin ilk aşamasında bu yeterli olacaktır. Bunun dışında diğer normal ve doğal iletişim ile güvenlik iletişimi, ülkenin güvenlik ve istikrarının zedelenmemesini sağlamak için tüm komşu ülkeler arasında bilgi alışverişinde bulunmak ve çeşitli alanlarda işbirliği yapmak, bir zorunluluktur.

Kürt siyasetinde bölünme

Kürt siyasi ortamında, özellikle de farklı Kürt partileri arasındaki güç paylaşımı ve kaynak tahsisiyle ilgili olarak bölünmeyi çözmek için ne gibi adımlar atılıyor?

Her demokraside ve muhtemelen yeni doğmuş bir demokraside fikir ayrılıklarının olması çok normal diye düşünüyorum. Bütün siyasi partiler aynı şekilde düşünse oldukça monoton olur, fikir çeşitliliği bakımından gelişme eksikliği, yaklaşım eksikliği, projelerde gelişme eksikliği olur. Bu nedenle KBY’de siyasi partiler uzun süredir faaliyet göstermekte ancak demokrasi süreci nispeten yeni. Sürece uyum sağlamak biraz zaman alacak. Ancak 1992 yılından itibaren, 1991 göçünden yeni çıktığımız, seçmen kaydının olmadığı ve o dönem Irak’ta, özellikle bölgemizde demokrasi kültürünün olmadığı çok zor koşullar altında, seçime gittik. 1992’de ilk seçimleri yaptık. İlk parlamentomuzu, ilk hükümetimizi kurduk.

Evet, iç çatışmalarımız oldu, ancak eski rejime karşı muhalefet için güçlü bir temel oluşturmak üzere birlikte çalışmayı başardık ve 2003’teki rejim değişikliğine ve reformlar ile yeni anayasa da dahil olmak üzere Bağdat’taki büyük değişikliklere aracılık ettik.

Evet, güç birlikten gelir. Birlik olduk ama ne yazık ki bazı küçük parti çıkarlarının ana yoldan saptığı zamanlar olabiliyor. Maalesef bazı dış güçlerin bireyler veya siyasi partiler üzerindeki nüfuzunu artırabildiğini de söylemem gerekiyor. Bilerek ya da bilmeyerek asıl amaç ve hedeften sapan bir söylem söz konusu olabilir. Ancak bir koalisyon hükümetimiz var. Ana siyasi partiler olan Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) ve Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) bu hükümetin ortağıdır ve öngörülebilir gelecekte de durum böyle olacaktır.

Muhalefetteki bazı siyasi partilerin aldıkları bazı tutumlar nedeniyle seçimler ertelendi. Herhangi bir seçim olduğunda ve belirli bir siyasi parti iyi performans göstermediğinde, seçim yasasını suçladılar. Yani seçim yasasında reform yapılması çağrısında bulunuyorlardı ki bu KDP tarafından aynı şekilde görülmedi ama sonuçta tüm partiler seçim yasasında reform yapılması gerektiği konusunda hemfikirdi ki durum da böyle oldu. Ancak süreç beklenenden uzun sürdü.

Bağdat merkezi hükümetiyle otorite çatışması

Seçimlerin iki yıl önce yapılması gerekiyordu, ama bu yıl bitmeden gerçekleşmesi hedefleniyor. Bizi çok üzen şeylerden biri de Bağdat’taki aslında yetkisiz olan federal mahkemenin, bölgesel parlamentodan Türkmenlere ve Hıristiyanlara kota getirilmesini öngören yasanın çıkarılması ve Federal Mahkeme tarafından kotanın 11 sandalyesinin iptal edilmesi.

Şu anda 100 sandalyeli bir parlamentomuz var, ya da 100 sandalyeli parlamento için seçim yapılacak ve bunun içinde Hıristiyanlarla Türkmenlerin beş sandalye için yarışabileceği beş kota olacak. Umuyorum ki, bu parlamento seçildikten sonra yeni parlamento, gelecek seçimler için Hıristiyanlar ve Türkmenler için kotayı yeniden tesis edecek yeni bir yasa çıkaracaktır.

Menfaat açısından evet, her siyasi partinin bir numaralı parti olma ve iktidarı ele geçirme menfaati vardır. Ama hiçbir parti bir numaralı parti olsa bile iktidar olamaz; IKB’deki eğilim veya siyasi iklim, 1992’den beri geçerli olan bir koalisyon hükümetinin olması gerektiği yönünde.

2024 bitmeden seçimler yapılacak

Yıl sonundan önce seçime gitmeyi hedefliyoruz. Siyasi anlaşmazlıklar son derece normaldir. Geçmişte ne zaman siyasi bir anlaşmazlık olsa, taraflar arasında silahlı çatışmalar gerçekleşiyordu. Ancak son 20 yılı aşkın süredir, çok ciddi siyasi anlaşmazlıklar yaşansa da her zaman dostane çözümlere ulaştıran müzakereler ve tartışmalar yaşandı. IKB halkının güvenliği, istikrarı ve çıkarları için olabilecek bir çözüme ulaşabileceğimize inanıyoruz.

IKBY yönetimi altında Türkmen toplumunun siyasi katılımını ve sosyal refahını artırmak için hangi spesifik girişimler sürüyor veya planlanıyor?

Türkmenler toplumumuzun önemli bir bileşenidir. 2003 ve 2004’te Bağdat’ta anayasa taslağı hazırlanırken Başkan Barzani’nin ekibindeydim. Türkmenlerin, Keldanilerin ve Süryanilerin haklarının anayasaya eklenmesi için baskı yapan Başkan Barzani ve bizdik. Pek çok kişi buna karşı çıktı ama Mesud Barzani bu konuda baskı kurdu ve biz de kota oluşturarak Türkmenlerin IKBY parlamentosunda yer almasını sağladık. Maalesef yakın zamanda bu kota federal mahkeme tarafından iptal edildi. Dolayısıyla Türkmenler de dahil olmak üzere bu topluluklara karşı tavrımız çok net. Onlar toplumumuzun bir parçası. Siyasi, kültürel ve ekonomik haklarından yararlanmalılar.

2009-2012 yılları arasında Milli Eğitim Bakanı olarak görev yaptım. Türkmence, Keldani dilinde, Arapça ve Kürtçe okullar açtık. Yani buradaki aileler çocuklarını bu okullardan herhangi birine gönderme seçeneğine sahip. Müfredatın tamamı Arapça, Kürtçe, Keldani veya Türkmence ve İngilizce’dir. İnsanlar bin yıldır bir arada yaşıyor ve yaşamaya devam edecek. Özellikle IKBY’de, Erbil’de, farklı kültür ve kökenden gelen kişiler arasında herhangi bir sorun ya da anlaşmazlık bulunmuyor. Vatandaşlık ve kanun önünde eşitlik herkes için geçerlidir.

Bunun yanı sıra kabinede bir Türkmen bakanın olması, parlamentoda Türkmenlerin olması, Türkmen eğitiminin olması bizim gurur duyduğumuz konulardır, hatta belki bunu geliştirebiliriz. Bu daha da ilerletilebilir ama eşit vatandaşlar olarak hepimiz kanun önünde eşitiz. Farklı etnik gruplar olarak hepimiz, farklı kültürlere ve farklı siyasi ideolojilere sahip farklı etnik kökenler olarak haklarımızdan yararlanmalıyız.

Irak İç Politikası

IKBY, Irak Parlamentosu’nda federalizm ve petrol gelirlerinin paylaşımı konusunda devam eden tartışmalarda Kürtlerin çıkarlarını nasıl savunuyor?

Yeni Irak’ın, özellikle de o dönemde IKB’de bulunan muhalefetin artık Bağdat’ta iktidarda olduğunu veya yönetici ve lider olduğunu hatırlamamız önemli. Yani biz KBY olarak onların iktidarı ele geçirmelerine yardımcı olduk ve Bağdat’taki Kürt liderler olarak, merhum (Celal) Talabani, Mesut Barzani ve diğerleri de dahil olmak üzere, Irak’ın federal demokratik, çoğulcu bir Irak temelinde yeniden inşasında etkili olduk.

2005 yılında onaylanan anayasa, mevcut olan en iyi belgedir. Ne yazık ki anayasanın pek çok maddesine uyulmadı ve anayasa uygulanmadı. Kanunen düzenlenmesi gereken onlarca madde var ama ne yazık ki düzenlenmedi. Federal meclisin üst meclisinin kurulması gerekiyor ama henüz kurulmadı. Kanun gereği federal mahkemenin kurulması gerekiyor. Dolayısıyla Irak’ın, Irak nüfusunun yüzde 85’inin oyuyla kabul edilen anayasaya dayalı yeni bir Irak olduğunu temin etmek için ele alınması gereken pek çok konu var.

Önümüzdeki seçim döngüsü için IKBY’nin öncelikleri nelerdir ve seçmenlerin yolsuzluk ve yönetişime ilişkin endişelerini nasıl gidermeyi planlıyorsunuz?

Sorunlarımız var. Maalesef bizim için mesele Bağdat’ta kimin başbakan olup olmadığıyla ilgili değil. Sistemle ya da sistemsizlikle alakalı bir durum. Bağdat, 2011 ve 2012’den beri illere ve bölgelere daha fazla yetki vereceği ademi merkeziyetçilik yerine merkezi bir otoriteye yöneliyor. Basra ve Anbar gibi bazı bölgeler KBY’ye benzer şekilde kendi bölgelerini kurma çağrısında bulundu ancak Bağdat buna izin vermekte isteksiz davrandı. Başka hiçbir bölgenin oluşmadığından emin olmak istiyorlar. Bağdat’taki bazı liderlerin aklında merkezileşme var; burada herkesin geri dönmesi ve anayasanın KBY’nin yasama, idare, yürütme, yargı, ekonomi, enerji ve petrol idaresi alanlarında verdiği yetkisini kısıtlaması gerektiği düşüncesi var.

Bunların hepsi ciddiyetle ele alınması gereken konulardır, özellikle de tartışmalı bölgelerin çözülmesi gereken 140. Maddesi… 2007 yılı sonunda hayata geçmesi gerekiyordu. Maalesef olmadı ve durum eskisinden daha da zor. Kerkük, Hanekin ve Sincar bölgelerini Araplaştırma ve daha fazla Arap aşiretini bölgeye getirme politikası devam ediyor.

Petrol ihracatı, öncelikli konu

Bu durum, bölgelerdeki hem Kürtleri hem de Türkmen topluluklarını etkiliyor. Başbakan Muhammed Şii Sabbar es-Sudani’nin mevcut hükümetinin kurulmasından önce, bir yol haritası belirlenmişti ve bu önceliklerin petrol ihracatı, bütçe meselesi gibi bekleyen bazı konulara dikkat edilmesi gerektiğine dair bir anlaşma imzalandı. Tabi maaşlar ve 140. Madde meselesi ve tüm Irak’ı ilgilendiren diğer konular… Ama ne yazık ki bunların hiçbiri yerine getirilmedi.

Başbakan Sudani’nin samimi olduğuna inanıyoruz, ancak ne yazık ki nihai kararları muhtemelen onu destekleyen siyasi partiler veriyor. Yine de mevcut hükümetin hayatta kalmasını ve daha fazla istikrara getirmesini sağlamak için Bağdat’la birlikte çalışıyoruz.

IKBY bölgesinin öncelikli hedefi, halkımızın anayasada belirtilen haklarına saygı gösterilmesini ve yerine getirilmesini sağlamaktır. Evet, sahip olduğumuz ve uyguladığımız belirli yetki alanları, belirli statüler var ama Bağdat’ta belirli otoritelere veya çevrelere üstünlük verilirse bunu baltalayacaklarını ve ortadan kaldıracaklarını düşünüyoruz.

Daha yakın zamanlarda, son bir veya iki yıldır, federal mahkemeyi otoritemizi baltalamak için kullanıyorlar. Bunun yanında devlet içinde devletler de var. Bazı kanunsuz milis güçleri, özellikle dört yıl önce Bağdat ile Erbil arasında insanları, yerinden edilmiş kişileri evlerine dönmeye teşvik etmek amacıyla bir anlaşmanın imzalandığı Sincar bölgesinde, meseleyi kontrollerinde tutuyor. Ancak ne yazık ki bölgede bu milislerin ve bazı PKK yanlısı unsurların varlığı nedeniyle 200 binin üzerinde insan evlerine dönemiyor. Bunlar Bağdat’la ciddi şekilde konuşmamız gereken konular. Bu konuların bir kısmı Başbakan Sudani ile konuşuldu, bir kısmı da iyi bir şekilde ele alındı ​​ancak bu biraz zaman alacak bir süreç.

Aramızda samimiyet ve güven olmalı. Maalesef bazen tartışmalar bir gruptan diğerine, teknik gruplardan siyasi gruplara, siyasi gruplardan hukuki gruplara aktarılıyor. Sonuçsuz bir döngü içinde dönüp duruyor. Ama biz müzakerelerimize devam edeceğiz. Söylediğim gibi biz Başbakan Sudani’ye güveniyoruz ve onu desteklemeye devam edeceğiz.

Çin’in Ortadoğu’daki Etkisi

Çin’in Kuşak ve Yol İnisiyatifi gibi projeler aracılığıyla Orta Doğu’da büyüyen ekonomik varlığı göz önüne alındığında, IKBY ile Çinli firmalar arasında özellikle altyapı veya enerji gibi sektörlerde devam eden müzakereleri veya anlaşmaları değerlendirebilir misiniz?

Çin’in Erbil’de başkonsolosluğu bulunuyor. Şu anda P5 ülkeleri dahil 26 diplomatik misyonumuz var. Burada varlıkları var ve BM kuruluşlarının da KRI bölgesinde varlığı bulunuyor. Hepsiyle iyi ilişkilerimiz var ve Irak anayasası uyarınca uluslararası ilişkiler kurma hakkına sahibiz. Bunu çeşitli ülkelerle yapıyoruz ve daha da genişletmeyi planlıyoruz.

Evet, Çin ile iyi bir iletişim ve istikrarlı bir ilişkimiz var. Elbette her ülkenin kendi çıkarı var ve Çin büyük bir güç, küresel bir güç. Bu bölgede, Afrika’da, Orta Doğu’da ekonomik çıkarlar var. Özellikle altyapısını yeniden inşa etmeye çalışan Irak’ta ve tabii ki doğudan batıya, Irak üzerinden geçecek ekonomik veya kalkınma rotası da artık gündemde. Bu büyük projelerin, mega projelerin bir kısmı federal Irak’la ilgili; KBY bölgesini kapsamıyor.

Ancak Irak’ta böyle mega projelerin gerçekleşmesi bölgemizin çıkarına olur. Şu anda IKB’yi doğrudan kesecek ve doğrudan etkileyecek olan güneyden kuzeye uzanan bir kalkınma rotası bulunuyor.

Çin ile istikrarlı bir ekonomik ilişki var; IKB ve Irak’tan birçok iş adamı, malzeme, emtia ve ürünlerini Çin’den alıyor ve diğer birçok ülke gibi Irak’ta da pazar Çin ürünleriyle dolu. Güneyde petrol sektöründe, altyapıda ve daha birçok alanda Çinli şirketler KBY ile temas halinde.

Çoğunlukla petrol şirketlerine hizmet veren şirketlerle ilgileniyorlar. Herhangi bir yatırıma doğrudan dahil değiller. Ancak iyi ve istikrarlı bir ilişki var. Her milletle, her ülkeyle iyi dostane ilişkiler sürdürmek politikalarımızdan biridir. Ve elbette bu anlayıştayız.

IKBY, iki güç arasındaki jeopolitik rekabeti göz önünde bulundurarak hem ABD hem de Çin ile ekonomik ilişkilerini nasıl dengelemeyi planlıyor?

Bu bölge 1991’den bu yana, yine IŞİD’e karşı savaş sırasında Batılı dostlarımız tarafından koruma altına alındı. Bize yardım eden Batılı ülkelerdi, uluslararası koalisyondu. Dolayısıyla biriyle diğeri arasında paralellik kurmaya çalışmıyoruz. Bizim konumumuz herkesle iyi ilişkiler sürdürmektir.

Ama tabii ki bize katkıda bulunanlar, daha çok destek verenler, elbette farklı bir konumdalar, varlıkları ve etkileri daha fazla görünüyor. Sahadaki gerçek budur.

ABD’nin Irak’taki askeri varlığını azaltmasıyla birlikte IKBY, isyancı gruplardan veya komşu devlet etkilerinden kaynaklanan artan tehditleri azaltmak için güvenlik stratejisini nasıl düzenliyor?

Açıkçası, Amerika Birleşik Devletleri’nin, Batı dünyasının ve diğer devletlerin bu konuda kısa, orta ve uzun vadeli çıkarları var. ABD, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından ve 1991’deki Birinci Körfez Savaşı’ndan sonra, ister Körfez ülkelerinde, ister bizim bölgemizde olsun, bu bölgede kalıcı bir varlığa sahip oldu. 1991’deki göçün ardından, güneyde Şiilerin, kuzeyde Kürtlerin ayaklanmalarının zayıflaması, savaş sonrası ve Saddam rejiminin Kürtlere yönelik misillemeleri; 2 milyondan fazla insanın şehir, kasaba ve köylerden Türkiye ve İran sınırlarına kaçması… Bu, kitlesel göç veya milyonların göçü olarak bilinen olaya yol açtı ve bu da Irak rejimini halkına yönelik baskısına son vermeye çağırmak amacıyla Güvenlik Konseyi’nin 688 sayılı Kararının kabul edilmesini sağladı.

Önce güvenli bölge, sonra da 36. paralelde Uçuşa Yasak Bölge oluşturuldu. Bu bölge öncelikle ABD tarafından, Fransa ve İngiltere’nin desteği ve katılımıyla ve Türkiye’deki İncirlik üssüyle korunuyordu. Zaho’da Askeri Koordinasyon Merkezi (AKM) adında bir ofis vardı ve bu dört ülkenin (Amerika Birleşik Devletleri, Türkiye, Fransa ve İngiltere) kilit ofisleri bulunuyordu.

Bu girişim, bölgede istikrarı korudu ve rejimin halka karşı aksiyon almamasını sağladı; bu da, Irak’a yönelik uluslararası yaptırımlara ve Bağdat’ın IKB’ye yönelik yaptırımlarına da katlanmak zorunda olmamıza rağmen, Mayıs 1992’de IKB’de ilk seçimlerin yapılmasının önünü açtı.

Zaman zaman komşularla sınırlar katılaştırıldı. Ama 2003 yılına kadar ayakta kalmayı başardık. Yani bu 12-13 yıl boyunca bu bölge zaten ABD’nin gözetimi altındaydı. 2003 yılında IKB ve onun siyasi liderliği, Irak’taki rejim değişikliklerinin kilit parçası haline geldi ve ABD güçleri ile koalisyon ortaklarının Irak’taki varlığı, ülkeyi yeniden inşa ederek büyük değişiklikler yaptı. IKBY ülkenin yapısının, askeri, idari ve siyasi sisteminin yeniden inşasında ve 2005 yılında onaylanan yeni bir anayasaya doğru ilerlemede etkili oldu. Böylece idari, sosyal ve politik olarak kalkınmanın, ekonomik, demokratik ilerlemenin, gelişmenin ışığı olduk. Bu, uluslararası dostlarımız tarafından desteklendi ve teşvik edildi.

“IŞİD tehdidi hâlâ sürüyor”

Özellikle 2011 yılında yeni kurulan Irak federal ordusunun ülkede güvenlik ve istikrarı sağlayabilecek kapasitede olduğunun görülmesi üzerine koalisyon ayrıldı. O zamanlar ülke henüz hazır olmadığı için gitmelerinin erken olduğunu hissediyorduk.

Ne yazık ki bu iddia doğruydu çünkü üç yıl sonra, 2014’te IŞİD sahneye çıktı ve Irak topraklarının üçte birini kontrol etmeyi başardı, federal hükümet ve Başbakan Maliki’yi ABD liderliğinde uluslararası bir koalisyonun Irak’a geri dönmesi için çağrısı yapmak zorunda bıraktı.

Bu güçler, 2014’ten beri Irak güçlerine ve ayrıca Peşmerge’ye IŞİD’le mücadelede yardımcı olmak üzere üç yılı aşkın bir süredir Irak’a geri dönüyor. Bu ortaklaşa yapıldı, hilafet yıkıldı ama IŞİD tehlikesi hala devam ediyor. IŞİD’in ortaya çıkmasına neden olan nedenler hala mevcut. Pek çok insan hâlâ ülke içinde yerinden edilmiş durumda. Evlerinden sürülürler. Pek çok insan ülkeden kaçıp göç etti. Ekonomik durum hâlâ çok kötü. Dolayısıyla sebepler hala ortada. Ve pek çok insan, özellikle de Ezidiler, Türkmenler, Hıristiyanlar, Şabaklar, Kakailer, Sabeanlar, Mandaeanlar ve hatta birçok bölgedeki Sünniler gibi kendilerini çok savunmasız hisseden daha küçük topluluklar var.

“Uluslararası varlık şart”

IKBY, Kürt bölgelerinde istikrarı sürdürmek için kalan ABD güçlerinden veya diğer uluslararası ortaklardan ne gibi spesifik güvenceler veya destek istedi?

Uluslararası varlığın bir gereklilik olduğuna dair genel bir inanç var. Durumun normale dönmesi ve IŞİD tehdidinin tamamen ortadan kaldırılması şart. Müzakereler ve görüşmeler oldu ve Mustafa el-Kazımi’nin eski hükümeti, yaklaşık üç veya dört yıl önce, Irak’ta başta Amerikalılar olmak üzere gelecekteki koalisyon güçlerinin varlığını yeniden yapılandırmak için stratejik diyalog adı verilen adıma girişti.

Sadece askeri bir varlık değil, çok boyutlu bir varlık olacak. Başka bir deyişle, ABD ile Irak’ın gelecekteki ilişkisi sosyal, siyasi, ekonomik, endüstriyel, enerji, finans ve güvenlik boyutlarına dayanacak. Dolayısıyla bu konuda tartışmalar oldu. Yakın zamanda Başbakan Sudani Washington’dayken ben de onun heyetindeydim. Irak’ın gelecekteki ilişkilerinin nasıl olacağına dair çeşitli konu ve alanları tartışmak üzere kurulan farklı komiteler etrafında tartışmalar gelişti.

Çerçeve belirlendi ancak daha fazla müzakereye ihtiyaç var. Temmuz ayında, komitelerin bu konuları ve gelecekteki ilişkiler ve işbirliği alanları hakkında daha fazla müzakere etmesini sağlamak için bu konularda daha fazla görüşme gerçekleşeceğine inanıyorum.

Temelde bizim savunduğumuz amaç ve hedef budur ve yakın gelecekte Irak’ta koalisyon güçlerine ihtiyaç olduğunu hissediyoruz. IŞİD’le mücadelenin önceki askeri varlığına göre yapısı ve formatı değişebilir ama kesinlikle yeni bir yapıya, ikili ilişkilerde yeni bir çerçeveye ihtiyaç var.

Bazı uzmanlar ABD’nin çekilmeyeceğini, aksine varlığını artıracağını söylüyor. Ortaklarınız bu konuda size ne söylüyor?

Varlığın artması bölgedeki gelişmelere bağlı. Bildiğiniz gibi Rusya ile Ukrayna arasındaki sorun veya çatışma beklenmedik bir gelişmeydi. Gazze’de gelişen durum ve elbette Kızıldeniz’deki Husiler ve bu koşullar altında çatışmayı ve şiddeti teşvik eden bölgedeki diğer vekiller, ABD güvenliğinin risk altında olduğunu düşündürüyor.

“(Amerikalıların) gelecekteki varlıkları hakkında yeniden değerlendirme yapılabilir”

ABD’nin varlığı ve çıkarları tehdit ediliyor. Dolayısıyla varlıklarını artırıp artırmayacaklarına onların (ABD) karar vermesi gerekiyor. Ama elbette ortaya çıkan bu durumlar, masada değildi. Dolayısıyla gelecekteki bazı mevcudiyet hakkında yeniden değerlendirmeler yapılabilir. Ve elbette, günümüzün mevcut teknolojisi ile daha fazla personele ihtiyaç duyulmayabilir. Başka varlık biçimleri de öngörülebilir. Yani temelde Amerika Birleşik Devletleri’ndeki durum budur. Koalisyon güçlerinin federal hükümet ile ABD arasında mutabakata varılan çerçeve içerisinde kalmasını elbette istiyoruz.

Onların varlığı önemli. (ABD) güvenliği ve istikrarı sağlamıştır, devamı da şarttır. Dolayısıyla bunu daha fazla tartışmamız gerekiyor, biz de bu müzakerenin bir parçasıyız ve herkesin kabul edebileceği bir çerçeve ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. Sonuçta bu Irak’ın çıkarına, Irak’ın güvenliğine, Irak’ın istikrarına olacaktır ve Irak’ın istikrarı tüm Ortadoğu’nun istikrarı demektir.

İran ve Gazze…

İran Cumhurbaşkanı Reisi ve Dışişleri Bakanı Abdullahiyan’ın vefatını nasıl değerlendiriyorsunuz? Olaydan sonra dış politikada herhangi bir değişiklik bekliyor musunuz?

İran’da yaşanan kaza ve cumhurbaşkanı ile dışişleri bakanının hayatını kaybetmesi, talihsiz bir kazaydı. Bunun İran’da büyük değişiklikler yaratacağına inanmıyoruz. İran’ın sistemi öyle ki, maalesef 80’li yılların başından itibaren liderler ya da üst düzey liderler bu tür kazalara karışıyor.

Tek bir bombalı saldırıda onlarca önemli lider suikasta kurban gitti veya öldürüldü. 70’in üzerinde önemli lider öldürüldü, ancak ülke işlemeye devam etti.

Dolayısıyla İran’la ilişkilerimizi geliştirmeye devam edeceğiz. Evet, geçtiğimiz aylarda bazı üzücü deneyimler yaşadık. Ancak bu kazadan birkaç hafta önce Cumhurbaşkanımız Neçirvan Barzani’nin Tahran’a yaptığı ziyaretten sonra işler rayına oturdu.

Kazanın ardından aralarında IKBY cumhurbaşkanı ve başbakanının da bulunduğu üst düzey bir heyet cenaze töreni için İran’a gitti. Geçen hafta mevcut dışişleri bakanı ya da dışişleri bakanı vekili bizi ziyaret etti. Komşu olarak saygı ve karşılıklı çıkara dayalı ilişkilerimizi geliştirmeye devam edeceğiz.

Evet, iyi ve istikrarlı ilişkilere sahip olmak hepimiz için bir zorunluluktur ama elbette savunduğumuz şeye de saygı duymalıyız ve üzerimize dayatılacak baskıları kabul edemeyiz. Halklarımızın menfaati, bölgenin istikrarı ve güvenliği için birlikte çalışabiliriz. Bu, baskı ve güç yoluyla değil, müzakere ve anlayış yoluyla yapılabilir.

IKBY, Gazze ihtilafının Orta Doğu barış süreci üzerinde nasıl bir etkisi olacağını öngörüyor ve bu, IKBY’nin bölgedeki diplomatik duruşuyla nasıl örtüşüyor?

Gazze’de bir insanlık dramı yaşanması, on binlerce insanın ölmesi, yüz binlercesinin kendi ülkelerinde yerinden edilmiş olması çok üzücü. Bu insanlık trajedisini görmek çok üzücü. Uluslararası toplum bu çatışmanın sona ermesini sağlamayı onlara borçlu.

Bir çözüm var. Bir yol haritası var. Kabul edilmesi ve uygulanması gereken uluslararası kabul görmüş bir çözüm var. İnsan vicdanının bu açgözlülükleri ve çatışmaları aşacağını yürekten umuyoruz. Savaş tacirleri, hangi taraftan olursa olsun, özellikle Hamas’ın İsrail’e yönelik başlattığı ve masum insanları katleden saldırılardan dolayı kınanmalıdır.

Ancak tepkiler ve gerçekleştirilen sert eylemler de duruma yardımcı olmuyor. Aslında durumu daha da kızıştırdı. Bu çatışmanın sona ermesi için uluslararası toplumun daha fazla harekete geçmesi ve şu ana kadar olduğundan daha fazla meşgul olması gerekiyor. Bir dalgalanma etkisi yarattı. Kaybolan bu canları görmek insan vicdanını derinden etkiledi. Dolayısıyla hepimiz bu çatışmanın bir an önce sona ermesini insanlığa borçluyuz.

SÖYLEŞİ

Seçimden sonra Gürcistan’ı neler bekliyor?

Yayınlanma

Gürcistan, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından geçen 30 yılı aşkın süredir bağımsız bir devlet olarak hem iç siyasette hem de uluslararası arenada çeşitli zorluklarla karşı karşıya kaldı. Bu küçük Kafkas ülkesi, bir yandan Avrupa Birliği ve NATO ile yakınlaşmayı hedeflerken, diğer yandan Rusya’nın Güney Osetya ve Abhazya’yı işgali gibi jeopolitik baskılarla mücadele ediyor.

Bu çalkantılı dönemde, Gürcü halkı bir kez daha kaderini belirlemek üzere sandık başına gidiyor. 26 Ekim’de yapılacak parlamento seçimleri, sadece iç siyasi dengeleri değil, Gürcistan’ın Batı ile ilişkilerini ve bölgesel güvenlik stratejisini de etkileme potansiyeline sahip.

Ülkedeki mevcut siyasi iktidar, Gürcü Rüyası partisi, Avrupa Birliği (AB) ve ABD ile yaşadığı gerilimlerin yanı sıra, Rusya ile geliştirdiği yakın ilişkiler nedeniyle eleştirilerin odağında. Gürcistan’ın AB üyelik süreci ve toprak bütünlüğü mücadelesi, bu kritik seçimlerden çıkacak sonuçlara bağlı olarak yeni bir yön kazanabilir. Son dönemde tartışmalara neden olan ‘yabancı etkinin şeffaflığı’ yasasını yürürlüğe koyan Gürcistan’ın, AB’ye katılım sürecinin durdurulduğu bildirilmişti.

News Day Georgia haber ajansının direktörü ve kurucusu olan Avtandil Otinashvili, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından bu yana 35 yıldır gazetecilik yapıyor.

Sovyetler Birliği öncesi ve sonrası Gürcistan’ın ve siyasetin dönüşümünü özetleyebilir misiniz? Şu anda Gürcistan Avrupa Birliği’nin kapısında. Bugün hakkında ne söyleyebilirsiniz?

Bu 30 yıl ekonomik sorunlar açısından gerçekten zor geçti. Bugün gerçekten ilginç ve önemli bir dönemdeyiz. 26 Ekim’de parlamento seçimlerimiz olacak. Bu seçim çok önemli ancak bugün Gürcü Rüyası, milyarder Bidzina Ivanishvili tarafından kurulan parti, şimdiye kadar üç parlamento seçimini kazandı.

Gürcistan’daki seçimlerin güvenliği hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bu soruya cevap vermek zor, ancak seçimlerin yasadışı bir şekilde kazanıldığını kanıtlayan herhangi bir delilimiz yok. Sadece seçim güvenliğinin olmadığına dair söylentiler var. Şu ana kadar ön seçim aşamasında her şey nispeten normal bir ortamda ilerliyor. Önceki üç seçimde de durum aynıydı.

26 Ekim seçimlerinin çok önemli olduğunu söylediniz. Gürcü Rüyası hala ülkeyi yönetiyor. Seçim sonrası döneme dair senaryonuz nedir? Gürcü Rüyası’nın bir kez daha seçimleri kazanacağını mı düşünüyorsunuz? Kaybederlerse ne olur? Seçim sonuçlarını nasıl öngörüyorsunuz?

Gürcü Rüyası bir kez daha seçimi kazanmak ve en azından 2030’a kadar ülkeyi yönetmek istiyor. “Biz Gürcü halkına barış getiren normal bir hükümetiz, savaş değil” diyorlar. “Eğer kazanırsak, halkımıza barış garantisi veriyoruz” kampanya söylemleri bu: “Savaş yok.” Halkına “Oyunuzla savaş mı barış mı istediğinizi seçeceksiniz” diyorlar. Ancak, seçimlere katılacak bir siyasi muhalefet de var. Tabi ki sonuç, Gürcü halkının kararı olacak. Halk, kimin kazanacağını belirleyecek. Benim görüşüme göre, çoğunluk muhalefete oy verecek. Bugün Gürcü Rüyası’nın ABD, AB ve NATO ile çok kötü ilişkileri var. Sadece Rusya Federasyonu ile iyi ilişkileri var. Nüfusun çoğu bu durumdan memnun değil. Rusya; Güney Osetya ve Abhazya’yı işgal etti ve bu ülkemiz için iyi değil.

Rusya’nın stratejisi, NATO’nun yakınlaşabileceği bölgelerde bir tampon bölge yaratmak. NATO ve Rusya arasında bir çatışma olursa, bu tampon bölgeler kullanılacak. Rusya, Donbass bölgesinde, Güney Osetya ve Abhazya’da da aynı stratejiyi uyguluyor. Sizce Gürcü Rüyası bu stratejinin farkında mı ve Rusya ile iyi ilişkiler sürdürürlerse, daha fazla işgali önleyebileceklerine mi inanıyorlar?

Bence bu fikir ülkeyi kurtaramayacak. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Gürcü topraklarındaki bağımsızlık tanımasını iptal etmeyeceklerini söyledi. Güney Osetya ve Abhazya’nın bağımsızlığını tanıdılar ve şimdi bu durumu yeniden gözden geçirmeyeceklerini söylüyorlar. Bu konuda bir şüphe yok. Rusya ile yakın ilişkilerimiz olsa bile, topraklarımızı geri vereceklerine dair bir ihtimal yok. Bu bölgelerin bağımsızlığını zaten tanıdılar. Güney Osetya ve Abhazya’da Rus askerleri ve askeri üsler bulunuyor.

Gürcistan halkının çoğunluğu Güney Osetya ve Abhazya’nın Gürcistan’a geri verilmesini istiyor. Rus birliklerinin geri çekilmesini istiyorlar. Bu durumda, ABD ve AB, Gürcü Rüyası hükümeti yönetirken Gürcistan hükümetiyle ilişki kurmak istemiyorlar. Geçen hafta Gürcistan Başbakanı Irakli Kobakhidze, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu için ABD’deydi. Etkinliğin Gala yemeği için ABD Başkanı Joe Biden’dan bir davet aldı. Ancak gala yemeğinden bir saat önce, ABD tarafı Kobakhidze’nin davetini iptal etti çünkü ABD, Kobakhidze’nin Batı’nın dostu olmadığını düşünüyor. Gürcistan hükümeti de ABD ve AB hakkında olumsuz açıklamalarda bulunuyor.

Peki, eğer Kobakhidze’yi Washington’un dostu olarak görmüyorsa ABD Gürcistan Başbakanı’nı ilk etapta neden davet etti? Davetiyeyi iptal etmeye bir saat kala karar verdiler. Bu bir tür intikam mıydı? Belki de ABD, Gürcistan’ın uluslararası toplum önünde imajını zedelemek istedi.

Bu çok iyi bir soru. Neden önce davet edip sonra iptal ettiklerini bilmiyorum. Hiç davet etmeseler daha iyi olurdu. İlk önce davet edip sonra iptal etmek daha kötü. ABD, Gürcistan’ın değil hükümetin imajını zedelemek istemiş olabilir. ABD, Gürcistan hükümetinden 60 siyasetçiyi yaptırım listesine aldı, vizelerini iptal etti ve ayrıca mali yaptırımlar uyguladı. Bu, LGBT ve yabancı kuruluşlar yasası nedeniyle oldu. Evet, ABD bunu kasıtlı olarak yaptı. Örneğin, ABD veya NATO’dan bazı resmî heyetler Gürcistan’a geliyor ve Gürcistan hükümeti onları karşılamıyor, görmezden geliyor. Gürcistan hükümeti sürekli ABD’yi eleştiriyor. Eğer bu şekilde davranırsanız, onlar da aynı şekilde hatta daha kötü bir şekilde karşılık verebilirler.

Bidzina Ivanishvili’nin Gürcü siyaseti üzerindeki rolünden bahsedelim. Emekliliğini duyurmasına rağmen, Bidzina Ivanishvili’nin Gürcü Rüyası ve Gürcistan siyaseti üzerinde hala güçlü bir etkisi olduğu düşünülüyor. Onun siyasete devam eden etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz ve bunun Gürcü demokrasisi üzerindeki etkisi nedir?

O çok zengin bir kişi ve Gürcistan’daki tüm siyaseti, hükümeti, parlamentosu, adalet sistemi ve daha fazlasını kontrol ediyor. Her şeyi kontrol ediyor. Bu yüzden kalmak istedi, böylece açıkça olmasa da yönetmeye devam edebilirdi. Siyaseti işgal etmiyor ama orada oturuyor. Gürcistan demokrasisi için bu çok kötü. Bu yüzden gelişemiyoruz. Eğer her şeyi kontrol ediyorsa, bu yüzden Amerikalılar ve Avrupalılar demokrasinin olmadığını söylüyor ve o her şeyi yönetirken Gürcistan demokrasisine katkıda bulunamayacaklarını ifade ediyorlar. Gürcistan demokrasisi için, aynı partinin 20 yıl boyunca yönetimde olması iyi değil. Bu diktatörlük gibi bir şey.

Bir başka önemli nokta daha var. Ivanishvili aynı zamanda seçim öncesi programını da sunuyordu. Şimdi vurguladığı şey, kazanacakları ve bu sefer muhalefet partilerini burada tutacakları, onları yargılayacakları ve partileri kapatacakları yönünde. Muhalefet partilerini, Rusya ile 2008 yılında savaşı başlattıkları ve Güney Osetya ile Abhazya’nın işgaline neden oldukları konusunda suçluyorlar.

Muhalefet partilerinin Gürcü Rüyası’na karşı seçimlerde rekabet edebileceğini düşünüyor musunuz? Kamuoyu yoklamaları ne diyor? Gürcü Rüyası’na karşı kazanabilecek güçlü bir muhalefet partisi var mı?

Gürcistan halkı kimin kazanacağını belirleyecek. Gürcü Rüyası’nın desteği yok diyemem. Onların da güçlü destekçileri var. Bu durumda kimin kazanacağını söylemek zor. Kamuoyu yoklamalarına göre, yarın seçim olsa Gürcü Rüyası oyların %35’ini alır. Muhalefet partilerinin oyları %15 ile %20 arasında değişiyor. Dört muhalefet partisi, “Ulusal Hareket” adı altında seçimlere katılmak üzere birleşti. Seçimlerin güvenli olup olmayacağını göreceğiz. Seçim güvenliğini sağlamak için uluslararası gözlemciler de olacak.

Biz Gürcistan parlamentosunda dört veya beş siyasi partili bir koalisyon istiyoruz. Muhalefet koalisyon istiyor ama Gürcü Rüyası, anayasayı değiştirebilmek için %60 oy almak istiyor. Bunu gerçekten başarmak istiyorlar. Ancak muhalefet partileri, halkın farklı isteklerini temsil etmek için parlamentoda yer almak istiyor.

Gürcistan kısa bir süre önce AB adaylık statüsünü kazandı, bu önemli bir dönüm noktası. Ancak oligarşiden arınma ve demokratik gerileme konusundaki endişeler devam ediyor. Gürcistan’ın AB entegrasyonuna ilerlemesi için hangi reformların kritik olduğunu düşünüyorsunuz?

Gürcü halkı haklarının korunmasını istiyor. Ancak Gürcü Rüyası yabancı kuruluşlarla ilgili yasa ve LGBT propagandasını yasaklayan yasayı çoktan çıkardı. AB, hükümetle olan iş birliğini askıya aldı. İnsan haklarının korunması olmazsa, asla AB üyesi olamayız. Sorun şu ki, Gürcü Rüyası bu yasaların normal olduğunu ve iyi olduğunu düşünüyor. Ancak insanların çoğu AB’ye katılmak istiyor. Bu yüzden AB hakkında geleceği öngöremiyoruz.

Rusya, Abhazya ve Güney Osetya dahil olmak üzere Gürcistan topraklarının %20’sini işgal etmeye devam ediyor. Bu karmaşık jeopolitik durumu göz önüne alarak Gürcistan, Avrupa hedefleri ile Rusya ile olan ilişkisini nasıl dengeliyor?

Bu zor bir soru. Şu anda bir risk anı var. Bence Rusya ve Avrupa arasında bir dengeye ihtiyacımız var. Seçimlere kadar durum böyle devam edecek. Ancak seçimlerden sonra sonuçlar Gürcistan’ın hangi yöne gittiğini gösterecek. Şu anda Gürcü Rüyası, Rusya ile çok yakın ilişkilere sahip ancak muhalefet kazanırsa işler değişebilir. Moskova ile olan ilişki tamamen kesilmeyebilir ama değişebilir. Şu anda Rus vatandaşları Gürcistan’a vizesiz girebiliyor ve 3 aya kadar kalabiliyorlar. Belki seçimlerden sonra, muhalefet kazanırsa, Rus vatandaşlarına vize uygulanabilir.

Gürcü Rüyası ile Avrupa Birliği aslında bir rüya mi oluyor? Bunu mu kastediyorsunuz?

Evet, Gürcü Rüyası ülkemizi yönettiği sürece AB ve ABD ile ilişkiler olmayacak. AB’nin Gürcistan özel temsilcisi kısa süre önce kamuoyuna bunu söyledi.

Gürcü Rüyası içinde liderlik değişiklikleri de dahil olmak üzere iç çatışmalar olduğuna dair haberler var. Bir sonraki seçimler öncesinde partinin yapısında veya liderliğinde önemli değişiklikler öngörüyor musunuz?

Gürcü Rüyası’nın arka planında yalnızca Bidzina Ivanishvili var. Lider, onun seçtiği kişi olacak. Bu konuda çok fazla tartışma yok.

Gürcistan’ın stratejik konumu ve devam eden toprak anlaşmazlıkları göz önüne alındığında, ülkenin mevcut güvenlik stratejisini, özellikle bölgesel istikrarsızlık ışığında nasıl değerlendiriyorsunuz?

Gürcistan bir stratejiye sahip olmaya çalışıyor ama bu çok zor çünkü Gürcistan, üç buçuk milyon nüfuslu küçük bir ülke. Bu stratejiyi kime karşı geliştirebiliriz? Burada, Rusya’dan savaş istemiyorsanız güvenlik sağlamalısınız, tıpkı Güney Osetya ve Abhazya’da olduğu gibi. Ya da ABD veya AB’den güvence almalısınız. Bölgeden kimden koruma alabiliriz? Azerbaycan’dan mı, Ermenistan’dan mı, Türkiye’den mi? Elbette, Ukrayna’nın durumuna bakarak kendimizi korumayı düşünmeliyiz. Rusya ülkemizde tehlike yaratabilir. Gürcistan yön değiştirip NATO’nun bir parçası olup AB’ye katılırsa, Batı’dan Ruslara karşı koruma alabilir.

Gürcistan’da basın özgürlüğü bir endişe konusu. 35 yıldır medyada çalışan bir gazeteci olarak, siyasi baskılar karşısında Gürcistan’daki güncel gazetecilik ve medya bağımsızlığı durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Basın özgürlüğümüzün olduğunu söyleyebilirim. Muhalefeti destekleyen Formula TV gibi özel televizyon kanalları var. Çok zengin bir iş adamı, muhalefet için başka bir haber kanalını satın aldı ve gazetecilik ve yönetimle ilgilenmiyor. Ayrıca Gürcü Rüyası’nı destekleyen bir hükümet yanlısı televizyon kanalı ve gazete de var. Yine de her şeyin bağımsız olduğunu söyleyemem. Medya paraya dayanır ve özgürlük, paranın nereden geldiğine bağlıdır çünkü reklamlardan elde edilen gelir her zaman yeterli olmaz. Medyayı finanse etmenin iki yolu vardır; ya reklamlar ya da dış finansman.

Yabancı kuruluşlar ve LGBT propagandasını yasaklayan yasalar hakkında kişisel olarak ne düşünüyorsunuz?

Bence bunlar çok olumsuz yasalar. Yabancı acenta yasası, kamuoyuna açıklandığı gibi şeffaflıkla ilgili değil. Yasanın amacının paranın kaynağını ortaya çıkarmak olduğunu iddia ediyorlar, ancak zaten sivil toplum kuruluşlarının bütçelerinin şeffaflığını ve para akışını düzenleyen farklı yasalarımız var. Benzer şekilde, LGBT yasası da olumsuz. Kim kiminle birlikte oluyor ilgilenmiyorum. Herkes insandır ve partnerlerini seçme hakkına sahiptir.

Ancak bu yasa, insanların kişisel ya da cinsel yaşamlarına müdahale etmekle değil, LGBT propagandasını yasaklamakla ilgili.

Propaganda ne demek? Bununla aynı fikirde değilim. Elli kişi bir araya geliyor. Şehir merkezine gidip Rustaveli Bulvarı’nda gösteri yapıyorlar. Bunu yapamazlar mı? Bu onların hakkı. Yasaya göre, evde oturup dışarı çıkmamaları gerekiyor. Propagandanın ne sorunu var? Ben LGBT değilim. Propagandaları yüzünden mi değişeceğim? Hiçbir sorun yok. Bu saçma. Bugün internette her türden pornografi görebilirsiniz. Bu gösterilerde bir sorun görmüyorum. Bu insanlar LGBT yönelimiyle doğmuşlar. İstediğim konuda gösteri yapma anayasal hakkım var. Neden onların da aynı hakkı yok? LGBT’yi onayladığımı ya da onlarla aynı fikirde olduğumu söylemiyorum. Anayasal hakları olan gösteri veya propaganda yapma haklarının olduğunu söylüyorum.

Okumaya Devam Et

SÖYLEŞİ

Eski Küba Kültür Bakanı Harici’ye konuştu: Venezuela, faşizmin durdurulabileceğinin kanıtı

Yayınlanma

10-11 Eylül 2024 tarihlerinde Caracas’ta düzenlenen Birinci Anti-Faşist Kongre çerçevesinde, halen Küba’nın başkenti Havana’daki Casa de las Américas’ı yöneten ünlü Kübalı entelektüel Abel Prieto Jimenez ile bir araya geldik.

Abel Prieto, Küba Yazarlar ve Sanatçılar Birliği Başkanı ve iki kez ülkesinin Kültür Bakanı olarak görev yaptı. Ayrıca Martiano Program Ofisi’ni yönetti ve José Martí Kültür Derneği’nin başkanı. The Flight of the Cat (1991) gibi çok sayıda öykü ve romanın yazarı. Küba Milli Meclisi’nde milletvekili.

Bu Anti-Faşist Kongre ile ilgili izlenimleriniz neler?

Bir kez daha Caracas’ta, Dünya Anti-Faşist Kongresinde bulunmaktan dolayı çok mutluyum. Bizzat Devlet Başkanı Nicolás Maduro tarafından başlatılan ve sosyal liderler tarafından desteklenen bu girişimin, Venezuela’nın ve dünyanın farklı bölgelerinden aktivistler, sosyal hak savunucuları ve entelektüeller arasında, çok fazla zarar veren, yoksul insanları, mütevazı insanları aşağı çeken ve fazlaca genç insanı peşinden sürükleyen faşist bir demagogun arkasından giden bu gerçekten tehlikeli fenomeni tartışmak üzere bir analiz çağrısı olduğunu düşünüyorum.

Özellikle Arjantin’deki Javier Milei vakasından bahsediyorum. Grotesk bir vaka, gençlerin Arjantin’in şu anki devlet başkanı gibi bir delinin, aşırı bir neoliberalin peşinden nasıl gittiklerini görmek son derece rahatsız edici. Dolayısıyla, kafa karışıklığının çok büyük olduğu, çok fazla kafa karışıklığının olduğu, faşizmin büyüyebileceği çok fazla yönünü kaybetmiş insanın olduğu bir dönemdeyiz.

Bu nedenle kendimizi anti-emperyal ve anti-faşist bir cephede ifade etmek oldukça önemli. İletişim ve sosyal ağlar açısından da diğer iletişimler hakkında düşünmek hayati önem taşıyor. Bugün her şey medyada ve sosyal ağlarda kararlaştırılıyor ve bu nedenle etiğe dayalı uygun kodları bulmak epey önemli. Aşırı sağın sahip olduğu gerçek avantajlardan biri de hiçbir etiğe sahip olmamaları.

Etik bir şekilde iletişim kurmalıyız, faşist bile olsa karalamak için bir iftira icat etmemeliyiz. Komutan Fidel Casto asla yalan söylemememiz ve etik ilkelerimizi ihlal etmememiz gerektiğini söylemişti. İşte bakmamız gereken örnek, öğreti budur. Düşünmeli ve söylemsel olmayan, üstünlük kurmaya yönelik olmayan, sorumlu, nesnel, akıllı bir iletişim kurmalı, direnişin tüm bu çekirdeğini birleştirmeli ve iletişim savaşını kazanmalıyız, bu da yalan duvarının içinde boşluklar açmak, bir boşluk açmak ve halkımızın gerçeklerini gizlice içeri sokmaktır.

‘Neoliberalizmle müttefik olan günümüzün faşizmi, bizi sonsuza kadar sermayenin yeni köleleri haline getirmek istiyor’

Günümüzde faşizmi ya da neo-faşizmi nasıl tanımlarsınız?

Günümüzde faşizm, şiddet, dışlama ve kapitalist sistemi hiçbir zaman sorgulamayan aşırı bir milliyetçilik gibi faşizmin klasik özelliklerine yanıt veriyor. Yani, küreselleşmeye karşı konuşabilen bir retoriğe sahip olsa bile ne finansal sermayeyi ne de büyük çokuluslu şirketleri asla sorgulamıyor, zira Arjantin’deki Milei’leri, Brezilya’daki Bolsonaro’ları, İspanya’daki Abascal’ları, İtalya’daki Meloni’leri ve bu otoriter iddiaların tüm referanslarını gerçekten yerleştirenler onlar.

Bugün anti-faşist olmak, ülkelerin egemenliğinin Washington’un ya da diğer emperyalist güçlerin elinde olduğunu hiçbir şekilde kabul etmemektir. Neoliberalizmle müttefik olan günümüzün bu faşizmi, bizi sonsuza kadar sermayenin yeni köleleri haline getirmek istiyor, zira neoliberal doktrinin en aşırı varyasyonunu savunmakla ilişkilendiriliyor.

Yeni nesillere anti-faşizm ve anti-emperyalizm tohumları ekmenin bir sorumluluk olduğuna inanıyorum; gençler hazırlanmalı, halkımızın bu gerçek kökleri konusunda eğitilmeli ve faşizmin ne anlama geldiğini çözmelidir.

‘Emperyalizme karşı uluslararası bir direniş cephesi oluşturarak yeneriz’

Faşizmi nasıl yeneriz?

Faşizmi, faşizme karşı, emperyalizme karşı uluslararası bir direniş cephesi oluşturarak ve güçlendirerek yeneriz. Komutanlar Fidel Castro ve Hugo Chávez tarafından oluşturulan İnsanlığı Savunma Ağı var, stratejistler ve vizyonerler bunu gerçekten desteklediler. İnsanlığı Savunma Ağı’nın ideoloğu, 2003 yılında, George W. Bush’un büyük saldırısının ortasında, Meksikalı büyük entelektüel Pablo González Casanova’ydı, ki bu da faşist, emperyalist bir saldırıydı, ‘terörizme karşı küresel haçlı seferi’ maskaralığında Bush, Irak’a saldırıyı ilan etti, West Point’te toplananlara, oradaki öğrencilere dünyanın 60 ya da daha fazla karanlık köşesini istila etmeye ve işgal etmeye hazır olmaları gerektiğini söyledi.

Daha sonra Meksika’da bir İnsanlık Savunma Ağı oluşturma fikri ortaya çıktı ve Fidel bunu hemen destekledi. Ve sonra, biliyorsunuz, burada ama 20 yıl önce Caracas’ta, Aralık 2004’te oldukça önemli bir etkinlik düzenlendi, Ağın temel yapılanması verildi, diyelim ki Chávez tüm zaman boyunca halkla birlikteydi, Chomsky geldi, Ernesto Cardenal, Nuestra América direnişinden pek çok önemli sima geldi.

Venezuela bugün dünyaya nasıl bir mesaj veriyor?

Venezuela’nın bu Birinci Anti-Faşist Kongre ile dünyaya gönderdiği mesaj umut, direniş ve yaratıcılık mesajıdır. Caracas kendisini emperyalizm, kapitalizm, faşizm ve diğer neo-faşist ifadelere karşı insanlığın savunma ekseni olarak kurmuştur.

Daha önce Amerika’mızın ülkelerinin ve halklarının egemenliğini ve bağımsızlığını savunmaktan söz ediliyordu. Şimdi ise gençlerin zihinlerini etkileyen bu psikolojik ve bilişsel savaşlara karşı kendimizi savunmaktan söz ediliyor.

Bu anlamda Venezuela, faşizmin ilerleyişine karşı savaştığını ve direndiğini gösteriyor, fakat daha önce de söylediğim gibi faşizm iletişim etiği ve kültürle mücadele etmek zorunda. Bizi en çok endişelendirmesi gereken şeylerden biri de gençlerin faşistlere oy verdiğini görmektir. Venezuela, faşizmin durdurulabileceğinin kanıtı ama hazırlıklar daha yeni başladı. Uluslararası Anti-Faşist Cephe’yi kuralım!

Okumaya Devam Et

SÖYLEŞİ

Gagavuzya özerkliğini nasıl koruyor?

Yayınlanma

Moldova’ya bağlı Gagavuzya Özerk Bölgesi Başkanı Evghenia Gutul Harici’den Dr. Esra Karahindiba’nın sorularını yanıtladı. Rusya ve Avrupa arasında izledikleri denge politikasını anlatan Gutul, Türkiye’nin kendilerine olan desteğini de vurguladı.

Gagavuzya tarihsel olarak Rusya ile daha yakın bağlara sahipken, merkezi Moldova hükümeti Avrupa Birliği ile daha yakın ilişkiler sürdürmektedir. Çok benzersiz bir pozisyonunuz var. Özellikle Rusya-Ukrayna savaşından sonra çatışma yaşayan bu iki güç arasında pozisyonunuzu dengelemeniz gerekiyor. Rusya ve Avrupa Birliği’ne karşı duruşunuz nasıl? Siyasi pozisyonunuzu dengeleme konusuyla nasıl başa çıkıyorsunuz?

Evet, gerçekten de şu anda zor zamanlar geçiriyoruz. Gagavuz Özerkliği nasıl kuruldu? Bugün, yaklaşık dört yıldır iktidarda olan Kişinev yetkilileri, Gagavuz Özerkliği’ni ortadan kaldırmak için ellerinden geleni yapıyorlar, esasen onu sıradan bir bölgeye indirgiyorlar. 30 yıl önce, Türkiye Cumhuriyeti’nin eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in desteğiyle ve Moldova ve Gagavuz Özerkliği’nden politikacılar bir araya gelerek müzakereler gerçekleştirdiler. 1990’larda Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Gagavuz Cumhuriyeti kuruldu.

Bu durum, Moldova’nın toprak bütünlüğünü kaybettiğinin bir işaretiydi. Statümüzü ve cumhuriyetimizi koruyabilmek için, Türkiye Cumhuriyeti’nin desteğiyle politikacılar bir araya geldi ve kan dökülmeden Gagavuz Özerkliği’nin kurulmasına karar verildi. Bu, diyalog yoluyla, ister ülkeler arasında olsun, ister bir aile içinde, yanlış anlamaların ve çatışmaların her zaman çözülebileceğini bir kez daha kanıtladı.

Son 30 yıldır mevcut hükümet, sadece Gagavuz Özerkliği’nin değil, aynı zamanda Moldova Cumhuriyeti’nin tüm vatandaşlarının da karşısında hareket etmektedir. Son dört yıldır bize Avrupa değerlerini vaat etmelerine rağmen, ekonomide ve sosyal alanlarda bir düşüş yaşıyoruz. Stratejik ortaklarımız olan Rusya Federasyonu ve diğer eski Sovyetler Birliği üyesi ülkelerle olan ilişkilerimiz kötüleşti. Moldova, anayasal olarak tarafsız ve egemen bir ülkedir ve jeopolitik bir taraf seçmeden bu tarafsızlığı korumalıyız. Ancak bugün, cumhurbaşkanımız Batı’nın talimatları doğrultusunda hareket ediyor.

Tarım ülkesi olarak, özellikle de Rusya Federasyonu’nun pazarına artık erişimimiz olmadığı için çiftçilerimiz büyük kayıplar yaşıyor. Bu pazar, her zaman ekolojik olarak temiz meyve, sebze ve şarabımızı kabul etmiştir. Maalesef, artık bu imkana sahip değiliz.

Ancak, geçen yıl Rusya Federasyonu’nun ve Devlet Başkanı Putin’in desteğiyle yapılan seçimleri kazandığımızda, Gagavuz Özerkliği’nin tarım ürünlerinin Rus pazarına erişimini sağladık. Tüm ülkelerle dostane ilişkiler kurmalı ve işbirliği yapmalıyız. İnsanları birbirine düşürmek, iyi bir politika değil—bu aptalca bir politika, çünkü atalarımızdan kalan mirasımızı korumalıyız.

Bugün Moldova Cumhurbaşkanı, Rusya ile olan tüm bağları koparmak için çalışıyor. Yarın, Türkiye ile bağları kesmeleri talimatını alabilirler. Peki o zaman ne yapacağız? Moldova ve Gagavuz Özerk Yeri’nin vatandaşları olarak, bize Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın politikalarını beğenmedikleri için Türkiye ile ilişkilerimizi durdurmamız gerektiğini söylerlerse Başkanın ve Batı’nın isteklerini mi takip etmeliyiz? Hayır.

Biz Moldova’nın vatandaşlarıyız ve birlikte böylece kalmalıyız. Halkımızın yaşam koşullarını iyileştirmeliyiz. Şu anda fakirlik içindeyiz. Gagavuz Özerk Yeri’ne baskı, Rusça konuşan bir bölge olmamızdan kaynaklanıyor. Her zaman ana dilimiz olan Gagavuzca’nın yanı sıra Rusça konuştuk, bu dil her evde konuşulmaktadır. Okullarımız, kreşlerimiz ve hatta tek üniversitemiz Rusça eğitim veriyor. Aynı zamanda ülkemizin resmi dili olan Moldovaca’yı da kullanıyoruz.

Bugün, Gagavuz halkı farklı bir görüşe sahip olduğu ve Batı’nın ve Amerika’nın politikalarını desteklemediği için cezalandırılıyoruz. Bütçemizden her yıl 200 milyon leyi almaya çalıştılar—bu, özerkliğimiz için büyük bir meblağ ve neredeyse iflas etmemize yol açar. Sadece partimiz değil, birçok muhalefet grubu da sürekli saldırılara maruz kalıyor. Eğer hükümetle aynı fikirde değilseniz, kötü olarak damgalanıyorsunuz ve muhtemelen aleyhinizde bir dava açılıyor. Burada hemen hemen herkesin aleyhine bir dava var.

Avrupa’da Sırbistan, Macaristan ve bazen Slovenya gibi bazı ülkeler, daha geniş AB politikalarına rağmen Rusya ile dengeli ilişkiler sürdürdükleri için eleştirildi. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Gagavuzya benzer karmaşık süreçleri nasıl aşabilir?

Biliyorsunuz, 10 yıl önce bir Gagavuz referandumu düzenledik. Yıllardır bazı politikacılar sürekli Moldova’nın Romanya ile birleşmesi için uğraştılar, bu da kimliğimizi ve bağımsızlığımızı kaybetmemize, Romanya’ya katılmamıza neden olacaktı. Tarihsel olarak bakıldığında, Moldova Romanya’dan önce var olmuştu. Dolayısıyla, 10 yıl önce bu siyasi baskılar karşısında, Gagavuz halkımız bir referandum düzenledi. Bu referandumda, seçmenlerin %98’i Moldova bağımsızlığını kaybederse, Gagavuz Özerkliği’nin kendi kaderini tayin etme hakkını saklı tutacağını belirtti. Bugün, Gagavuzya halkının tutumu aynı kalmıştır. Neden? Çünkü daha önce de belirttiğim gibi, Rusya Federasyonu ile olan anlaşmaların bozulmasıyla halkımız aşırı yoksulluk çekiyor. İnsanlar göç ediyor—Rusya’ya çalışmak için gidiyorlar, Avrupa’ya yöneliyorlar ya da Türkiye’de yaşıyor ve çalışıyorlar. Biz sadece halkımızın çıkarları doğrultusunda hareket ediyoruz.

Bu yılın Mart ayında, Vladimir Putin ile bir görüşme yaptım. Yetkililerimiz orduyu askerileştirmek, silah satın almak ve tatbikatlar düzenlemekle ilgilenirken, NATO temsilcileri sık sık Moldova’da görünmeye başladılar ve bizim anlayamadığımız bir şeye hazırlanıyorlar. Ancak, Vladimir Putin ile olan görüşmemde, yalnızca Gagavuzya halkının ihtiyaçları hakkında konuştuk; emeklilere, kamu sektörü çalışanlarına yarar sağlayacak sosyal projelere odaklandık ve ek mali kaynaklar sağladık. Çiftçilerimiz de bu programlardan faydalanıyor. Ayrıca, şu anda Rus gazını Avrupa Birliği’ndeki birçok aracıdan aldığımız için nihai tüketiciye maliyeti kat kat artan gazın fiyatını düşürmek için çalışıyoruz.

İnsanların parası olmadığında borca ve krediye giriyorlar. Bu yüzden her zaman tüm ülkelerle dostane ilişkileri destekledik ve desteklemeye devam edeceğiz. İnsanları ayırmıyoruz. Ancak mevcut cumhurbaşkanının politikaları ülkeyi “biz” ve “siz” olarak böldü, yalnızca onun görüşlerine katılanlara projeler veriliyor, diğerleri ihmal ediliyor. Oysa bütçe herkes içindir, sadece seçilmiş birkaç kişi için değil. Biz, Gagavuzya olarak Moldova bütçesinin %5’inin hak sahibiyiz ve şimdi yasa dışı adımlarla bizi farklı bir görüşe sahip olduğumuz için cezalandırmaya çalışıyorlar. Batı’nın bir kez daha, müzakere masasına oturma zamanı geldiğini kabul etmesi gerekiyor. Bugün Moldova, Batı tarafından Rusya Federasyonu’na karşı bir araç olarak kullanılıyor, başka bir şey değil. Ukrayna’daki savaştan bahsediyorlar sanki tek sorun oymuş gibi, oysa Lübnan, İsrail, Suriye ve daha birçok ülkede savaşlar devam ediyor. Biz gerçek barışı savunuyoruz, politikacılarımızın müzakere masasına oturmasını istiyoruz. İnsanların yarın ne olacağından korkmadan yaşamasını istiyoruz. Her zaman söylediğim gibi, müzakere masasında bin gün geçirmek, savaşta bir gün geçirmekten daha iyidir. Bu bizim hedefimiz ve ülkelerde barışçıl çözümler elde etmek için diyalog ve konuşmanın nasıl etkili olabileceğini gösteren bir örnek olacağız.

Burada yaptığınız basın toplantısında gündeme getirmek istediğim bir soru vardı. Ancak sınırlı zamanımız vardı. Bunun hakkında konuşamadık. Tekrar sormak istiyorum. Sorum, Türkiye ve Orta Asya’daki diğer Türk devletlerinin de üye olduğu Türk Devletleri Teşkilatı ile ilgili. Bağımsız bir devlet olmadığınız için TDT’ye üye olamayacağınızı biliyorum. Ancak herhangi bir diplomatik ilişkiniz var mı? Toplantılara katılmak ister misiniz? Gagavuzya’yı Türk devletlerinin gücüyle güçlendirerek yeni stratejiler mi arıyorsunuz? Bu konudaki stratejiniz nedir?

Evet, Gagavuzya Özerk Bölgesi’nde bu tür yetkilere sahip değiliz. Kendi özel yasal statümüzle yönetiliyoruz ve bu yasa bizim hak ve yükümlülüklerimizi belirliyor. Bu da uluslararası örgütlerde herhangi bir eylemde bulunma yetkisine sahip olmadığımız anlamına geliyor.

Ancak, Gagavuz halkı olarak 30 yıldır kendimizi Türk dilli aileden biri olarak görüyoruz. Bugün basın toplantısında da belirttiğim gibi, bu şekilde kabul edilmek beni çok mutlu ediyor. Türk dilli dünyanın bir parçası olarak çeşitli etkinliklere katılmamız ve kendimizi temsil etmemiz için birçok davet alıyoruz, bu gerçekten çok sevindirici.

Elbette, Gagavuzya’nın bu konuda ne yapması veya yapmaması gerektiğinin düzenlenmesi, uluslararası ilişkilerin kapsamına girmemelidir. Biz bir aileyiz—bir araya gelirken hiçbir yasadışı eylemde bulunmuyoruz. Bilgi, deneyim ve kültürümüzü paylaşıyoruz. Türkçe konuşan dünyanın, uluslararası hukuk bize yetki verse de vermese de son derece birleşmiş olduğuna inanıyorum.

Biz bir aileyiz ve her zaman öyle kalacağız. Bu nedenle her şeye açık kalmaya devam ediyoruz.

Son sorum olsun… Gagavuzya’daki özerkliğinizin 30. yıldönümü. Tebrikler. Ülkenizin kültürel, ekonomik, politik gelişmesi ve kalkınması konusunda kısa ve uzun vadeli yol haritanız nedir?

Bu yıl 23 Aralık’ta Gagavuz özerkliğimizin ve vatanımızın kuruluşunun 30. yılını kutlayacağız. Bu önemli olay için geniş çaplı bir etkinlik planlıyoruz. Ayrıca, 2024 yılı, özerkliğimizin 30. yılı olarak resmen ilan edildi ve eğitim alanında güçlü bir vurgu yapıldı. Liselerimiz ve tüm okullarımızda, ders saatleri boyunca öğrencilere özerkliğimizin tarihi öğretiliyor. Her çocuğun, o dönemdeki politikacıların bu özerkliği kurmak için gösterdikleri çabaları anlaması çok önemli.

Kültürel anlamda, Gagavuz özerkliğimizin bu kilometre taşını kutlamak için birçok önemli planımız ve uyguladığımız çeşitli etkinlikler var. Dini bayramlar ve gelenekler dahil olmak üzere birçok bayramımız var. Her ne kadar Türk dilini konuşsak da Ortodoks inancını takip ediyoruz ve bayramlarımız, kültürümüz oldukça renkli, zengin ve güzeldir.

Ayrıca, dünya çapında daha fazla insanın geleneklerimizi ve kültürümüzü öğrenmesi için onları festivallerimize davet etmeye karar verdik. Ekonomi ve sosyal alanda ise, Moldova’daki ulusal programlara ek olarak, Gagavuz özerkliği de devlet bütçesi dışında finanse edilen birçok sosyal program uyguluyor ve bu programlar halkımızı desteklemek için yürütülüyor.

Örneğin, bir çocuk doğduğunda, ebeveynlere Moldova Cumhuriyeti’nin sağladıklarına ek olarak bir kerelik ödeme yapıyoruz. Ayrıca Moldova hükümeti gibi Afganistan’da görev yapmış olan gazilere bütçemizden maddi destek sağlıyoruz. Bunlar, halkımızın yaşamını iyileştirmeye yönelik üstlendiğimiz birçok sosyal girişimden sadece birkaçıdır.

Kurmaylarımız ayrıca, Rusya Federasyonu’nun desteğiyle bütçe dışı birçok proje yürütüyor. Diğer ülkelerle etkileşim de bizim için bir öncelik olmaya devam ediyor ve eminim ki mevcut başkan değiştikten sonra diğer ülkelerle olan ilişkilerimiz, özellikle de Avrupa Birliği ile, önemli ölçüde iyileşecektir.

Ne yazık ki, şu anki Dışişleri Bakanımız Sayın Popșoi, bu pozisyon için gerekli niteliklere sahip değil ve Moldova Cumhuriyeti’nde akredite olan diplomatik misyonların benimle ve Gagavuz özerkliği yetkilileriyle görüşmelerini yasakladı. Bu, özerkliğimizin gelişimini engellemeye yönelik başka bir baskı şekli.

Tüm bu zorluklara rağmen, Rusya Federasyonu ve Türkiye Cumhuriyeti ile açık ilişkilerimizi sürdürmeye devam ediyoruz ve Tanrı’ya şükür ki Rusya ve Türkiye her zaman yanımızda ve bize destek oluyorlar.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English