Bizi Takip Edin

Amerika

ABD’de yüksek mahkeme krizi

Yayınlanma

2020 yılı, Trump’ın sonuçlarına isyan ettiği seçimlerin dışında ABD için belki de daha bile önemli politik bir değişimin yaşandığı bir yıl oldu. Bu değişim, kürtajdan ırksal meselelere ülkeyi ikiye bölen bir çok konuda dengeleri alt üst edecekti. Bu dalgalanmanın tetikleyicisi ise hayatını kaybeden bir yüksek mahkeme yargıcıydı; Ruth Bader Ginsburg.

ABD’lilerin RBG olarak bahsettiği bu efsane yargıç cinsiyet eşitliği ve kadın hakları adına aldığı kararlarla özellikle liberal Amerikalılar gözünde bir kahramana dönüşmüş, demokratlar arasında “notorious RBG” yani namı büyük RBG olarak anılmaya başlamıştı.

Ginsburg başarılı kariyerinin son yıllarına gelirken bir baskıyla karşılaştı. Demokratlar tarafından hazır Obama baştayken emekli olması talep edilmişti. Sebebi, ABD’nin Yüksek Mahkeme sistemiydi. Bu sistemde bir yargıcın görev süresi sınırsız olup kendi sağlığı el verdiği ölçüde istediği kadar görev yapabiliyordu. Yaşı gelen yargıçlar, kendilerine yakın partinin iktidarını bekliyor, bu sayede mahkemedeki çoğunluk onların lehine korunmuş oluyordu.

Ancak namı büyük RBG bunu kabul etmedi. Bir gerekçesi vardı; kadın bir ABD başkanı altında emekli olmak. RBG yaklaşan 2016 seçimlerinde aday olan Hillary Clinton’ı işaret etmişti. Tabii o dönemde RBG 83 yaşında defalarca kanser atlatmış biriydi. Demokratlar korku içinde Clinton’ın kazanmasını umarak seçime girdiler.

Hikayenin kalanını biliyorsunuz. Trump kazandı. RBG’nin planları suya düştü. Artık tek umut RBG’nin 4 yıl boyunca hayatta kalmasını beklemekti. Trump, pandemi sürecini yönetememiş, giderek kutuplaşan ABD halkı önünde popülaritesini yitirmeye başlamıştı. 2020’de Biden kazanacak gibi duruyordu. Yine de Trump, başkanlığı boyunca 2 Yüksek Mahkeme yargıcı atamayı başardı. Neil Gorlusch ve Brett Kavanaugh, Yüksek Mahkeme’de dengeleri Cumhuriyetçiler lehine 5-4’e getirdi. Eğer RBG’ye seçim öncesi bir şey olursa Trump’ın yapacağı son bir atamayla Cumhuriyetçiler 6-3’ü bularak süper çoğunluğu elde edecek ve istedikleri gibi Yüksek Mahkeme’de at koşturabileceklerdi.

RBG’nin Biden başa geçene kadar hayatta kalması şarttı. Bu görevi de 4 yıl boyunca yerine getirdi. Ancak seçime 1 aydan az kala hastalığına yenik düştü ve böylece Demokratların korkulu rüyası gerçek oldu.

Yüksek mahkemede muhafazakar baharı

RBG’nin vefatı ABD’de adeta yeri göğü salladı. Bir kaç hafta süren matem havası yerini öfkeye bıraktı. Neden RBG Obama zamanı emekli olmamıştı? Neyin inadıydı bu?

Trump böyle bir fırsatı tabii ki kaçıramazdı. RBG’nin vefatını canlı yayında öğrendi. “İlk kez sizden duyuyorum. Müthiş bir kadındı RBG” dedi muhabire. Bir kaç gün içinde yerine başka bir kadın atayacağını söyledi. Trump’ın adayı Amy Coney Barett kısa sürede duyuruldu. Meclis üyelerinin sorgusundan da geçtikten sonra görevine başladı Barrett.

Artık Yüksek Mahkeme’de Cumhuriyetçilerin devri başlıyordu. 6-3 üstünlükle istediklerini yapacaklardı. Dahası, eğer bir hata yapmazlarsa ve yargıçlar ani bir ölüm yaşamazlarsa uzun yıllar bu çoğunluğu koruyabilirlerdi.

Muhafazakarların talep listesinin başında ise 50 senedir ABD’yi ikiye bölen bir tartışma vardı; kürtaj.

Kürtaj meselesi

Yüksek Mahkeme’nin en yaşlılarından yargıç Clarence Thomas işareti vermişti. Karar, açıklanmadan bir hafta önce internete sızdı ve tam anlamıyla kıyamet koptu. Sokaklarda çıkan kavgaların yanında yargıçlar hedef gösterilmeye bile başlandı. Yargıç Kavanaugh’un evinin yakınlarında silahlı bir şahıs yakalandı.

Kürtaj konusu ABD’de yıllardır yoğun tartışmaları beraberinde getiren bir konu. 1973 yılında Roe v. Wade olarak bilinen bir karar alındı. Bu karara göre kürtaj anayasal bir hak olarak tanınacaktı. Yani kürtajı yasaklama kararı eyaletlerin elinden alınmıştı. Yüksek Mahkeme, bu kararıyla Roe v. Wade’i geçersiz kıldı. Böylece kürtajın serbest olup olmaması eyaletlerin verebileceği bir karar haline geldi. Mississippi ya da Alabama gibi eyaletler bürokrasiyi zaten hazırda tutmuş olacaklar ki anında yasağı yürürlüğe soktular.

Kürtajla ilgili temel tartışmalarda pek yeni bir şey yok. Muhafazakar cephe, bir bebeğin ana rahmine düştüğü anda bir birey olduğunu savunuyor. Bu nedenle kürtajın bebeğin haklarına bir saldırı olduğunu ve cinayet olarak nitelendirilmesi gerektiğini söylüyor. Liberaller ise kürtaj yasağının kadın bedeni üzerinde devlet kontrolü olduğunu iddia ediyorlar.

Modern hukukun bakış açısı ise biraz daha karışık. Sonuçta kürtaj serbestisi çocuğun 10 aylık olduğu zamana kadar geçerli. Ancak bir çok prosedürden ötürü bebeğin haklarını 10 aylıktan öncesinde dahi koruyor. Mesela, anne karnındaki çocuğun öldürülmesi “çocuk düşürtme” suçuna giriyor. Yani cinayetten ziyade anneye karşı işlenmiş bir suç olarak algılanıyor modern hukukta.

Tabii iş çocuğun hangi noktada birey olduğu gibi ahlaki ve felsefi bir tartışmanın çok ötesinde. Annenin istemediği çocuğu büyütmek zorunda kalması, babanın sahip olmadığı finansal desteği sağlayamaması, sevgi görmeyen çocuğun yaşadığı zor hayat ve devletin potansiyel olarak sırtlamak zorunda kalabileceği yük bunlardan sadece bir kaçı.

Yani kısacası kürtaj meselesi kolay çözümlenebilecek bir hadise değil. Ancak bir şekilde muhafazakarlar istediklerini almayı başardılar. “Kırmızı” yani Cumhuriyetçi eyaletlerde kürtaj yasaklandı. Hatta bazı eyaletlerde kürtaj için kadınların başka eyaletlere gitmesi bile yasaklandı. Bu yüzden bir çok kadın ya merdiven altına itildi ya da kırmızı eyaletleri terk etmeye başladı. 

Üniversitelerde ırksal ayrım 

Kürtaj kararı geçen yıl Haziran’da alınmıştı. 1 yıl sonra Yüksek Mahkeme yine büyük kararlar aldı, hem de sadece bir kaç gün içinde. İlk karar Üniversite borçlarının iptaliyle ilgiliydi. Üniversite mezunlarının borçlarının silinmesi Biden’ın seçim vaatlerinin başında geliyordu. Yüksek mahkeme borçların silinemeyeceği yönünde karar verdi.

İkinci büyük karar bir grafik tasarımcının eşcinsel bir çift için “LGBT propagandası” içeren bir site tasarlamayı reddetmesi üzerineydi. Yüksek Mahkeme tasarımcıdan yana karar verdi ve gelecekte bir çok durum için emsal oluşturdu. Sonradan bu tasarımcının bir eşcinsel çiftten teklif almadığı anlaşılsa da kararın değiştirilip değiştirilmeyeceği bilinmiyor.

Tabii üçüncü ve en büyük karar üniversitelerde Affirmative action (AA) olarak bilinen ırksal ayrımla mücadele yöntemi üzerineydi. AA, azınlıkların üniversite başvurularında önceliğe sahip olmasını sağlıyordu.

En azından hedefi buydu. AA, maalesef ki hiç bir zaman böyle bir şey yapmadı. Tam tersine sadece beyazları değil, çalışkan ve başarılı asyalıları da cezalandırmaya başladı. Üniversite başvurularında alınan ücretler siyah ve latinolara daha ucuzken asyalı ve beyazlara daha pahalıydı. Çünkü AA’nın da kendini temellendirdiği “güç piramidi” beyaz ve asyalıları daha “imtiyazlı” görüyordu. Bu güç piramidi, asyalılar da iyi şartlarda yaşadıklarına göre diğer azınlıklar kadar ayrımcılığa maruz kalmadıklarını varsayıyor, bu sebeple AA gibi pozitif ayrımcılık girişimlerinden muaf tutuyordu.

Konu Yüksek Mahkeme’ye,  “Öğrenciler için Eşit Başvuru” isimli bir aktivist grubun Harvard’a dava açması üzerine ulaştı. Yüksek mahkeme “ırk kotalarının” insanları kimliği üzerinden ayrıştırdığına hükmetti. Yargıç John Roberts, “ırkçılıkla mücadele demek bütün ırkçılıkla mücadele demektir” diye ekledi.

Açıkçası AA, ABD halkının gözünde pek popüler bir uygulama değildi. Kararlar alındığı andan itibaren  ana akım medyada “kürtaj kararındaki gibi yoğun bir tepki beklemeyin” telkininde bulunuldu. Evet, özellikle ABD solunun en radikal unsurları karara tepki gösterse de kamuoyu önünde büyük oranda olumlu bir karar olarak tanındı.

Yine de ABD’li demokratlar ülkenin sosyal dengelerini ilgilendiren konularda çok büyük oranda müzmin kaybeden konumuna geldiler. 2020 seçimlerinde hem Senato hem de Temsilciler Meclisi Demokratların elinde olmasına rağmen Yüksek Mahkeme’den çıkan bütün kararlar muhafazakarların lehine olmuştu. Yukarıda da bahsettiğim gibi, muhafazakarlar büyük bir hata yapmazsa bu çoğunluğu uzun yıllar koruyacaklar. Demokratların efsane gördüğü RBG’nin hatası sayesinde Cumhuriyetçiler hezimet yaşadıkları 2020 yılında beklenmedik bir zafer yaşamış oldular.

Muhafazakarların Yüksek Mahkeme baharı nereye kadar devam edecek orası bilinmiyor. Ancak yargıç Clarence Thomas bir ipucu verdi. Sırada “Obergefell v. Hodges” var dedi. Yani eşcinsel evlilik…

Eşcinsel evliliğin hak olmaktan çıkması ABD anayasasıyla doğrudan çelişeceği için hukuki açıdan çok mümkün olmadığı söyleniyor. Eğer her şeye rağmen Yüksek Mahkeme böyle bir karar alırsa meşruluğu ciddi anlamda tartışmaya açılacaktır. Şimdi bile meşruluğu tartışmaya başlayanlar var. Her şekilde Demokratların başı, Yüksek Mahkeme’den dolayı daha çok ağrıyacak gibi gözüküyor…

Amerika

Temyiz mahkemesi, Trump’ın Ulusal Muhafızlarına şimdilik izin verdi

Yayınlanma

Perşembe günü geç saatlerde bir federal temyiz mahkemesi heyeti, Başkan Donald Trump’ın Ulusal Muhafızlar’ı şimdilik Los Angeles’ta konuşlandırmaya devam etmesine izin verdi.

Üç yargıçtan oluşan 9. ABD Temyiz Mahkemesi heyeti, Trump’ın konuşlandırmasını yasadışı bulan ve onu birliklerin kontrolünü Kaliforniya Valisi Gavin Newsom’a iade etmeye zorlayan bir yargıcın kararını oybirliğiyle askıya aldı.

Kararada, “Fakat kararımızın sadece önümüze sunulan gerçekleri ele aldığını vurgulamak isteriz. Başkanın Ulusal Muhafızları federalleştirme yetkisine sahip olduğunu düşünsek de, kararımızda federalleştirilmiş Ulusal Muhafızların gerçekleştirebileceği faaliyetlerin niteliğine değinilmemiştir,“ denildi. 

Trump’ın kararının mahkemeler tarafından incelenemeyeceği yönündeki yönetimin görüşüne katılmadığını belirtti, fakat yargıçlar mahkemelerin “son derece saygılı” olmaları gerektiğini kabul etti.

Mahkeme, “Başkan’a bu saygıyı göstererek, Başkan’ın yasal yetkisini yasal olarak kullandığı sonucuna vardık,” dedi.

Trump, zaman zaman şiddet olaylarına dönüşen Los Angeles’taki son protestoların ardından göçmenlik memurlarını korumak için binlerce Ulusal Muhafız askeri gönderdi. Bu hamle, Newsom ve eyalet başsavcısı tarafından hızla dava açılmasına yol açtı.

Mahkemenin kararı, Trump için hukuki mücadelede bir zafer anlamına gelse de, bu zafer kısa süreli olabilir. Geçen hafta askerlerin sevkini geçersiz kılan kararı veren ABD Bölge Yargıcı Charles Breyer, bugün (20 Haziran) süresiz ihtiyati tedbir kararı verip vermemeyi görüşmek üzere duruşma yapacak.

Breyer, eski Başkan Clinton tarafından atanan ve emekli Yüksek Mahkeme yargıcı Stephen Breyer’in kardeşi.

Trump, askerlerin konuşlandırılmasında, isyan olması veya normal kuvvetlerle federal yasaları uygulayamadığı durumlarda Ulusal Muhafızları federalleştirmesine izin veren bir yasayı gerekçe göstermişti.

Temyiz heyeti perşembe günü, ikinci şartın muhtemelen yerine getirildiğini kabul ettiğinden, isyan olup olmadığı sorusuna gerek olmadığını açıkladı.

Kararda, “Davacıların kendi sunumlarında, bazı protestocuların molotif kokteyl dahil olmak üzere nesneler attığı ve mülke zarar verdiği belirtiliyor. Davalıların sunduğu beyanlara göre, bu faaliyetler federal memurların yasaları uygulama yeteneğini önemli ölçüde engelledi,” denildi.

Üç yargıçtan oluşan temyiz heyeti, Trump tarafından atanan iki yargıç, Mark Bennett ve Eric Miller ile eski Başkan Joe Biden tarafından atanan yargıç Jennifer Sung’dan oluşuyor.

9. Temyiz Mahkemesi, Trump’ın vali “aracılığıyla” konuşlandırma emrini verme zorunluluğunu yerine getirmediğine dair Newsom’ın argümanını da reddetti.

Newsom, bunun kendi onayını gerektirdiğini iddia etmişti fakat temyiz heyeti, Kaliforniya Ulusal Muhafızlarının genel emir subayına bildirimde bulunmanın yeterli olabileceğini söyledi.

Heyet, yasanın “valilere başkanın federalleşme kararı üzerinde herhangi bir veto yetkisi vermediğini” vurguladı.

Newsom yaptığı açıklamada, “Mahkeme, Trump’ın Ulusal Muhafızları istediği gibi kullanabileceği ve kendini mahkemeye açıklamak zorunda olmadığı iddiasını haklı olarak reddetti. Başkan bir kral değildir ve kanunların üstünde değildir,” dedi.

Vali, Trump’ın ABD askerlerini vatandaşlara karşı “otoriter bir şekilde kullanmasına” karşı mücadelesini sürdüreceğini de ekledi.

Okumaya Devam Et

Amerika

ABD Dış İlişkiler Konseyi eski başkanı Richard Haass yazdı: Trump, İran’a nasıl bir çıkış yolu sunabilir?

Yayınlanma

ABD’li eski diplomat ve dünyanın önde gelen düşünce kuruluşlarından, ‘gölge CIA’ olarak da bilinen Dış İlişkiler Konseyi’nin (CFR) eski başkanı Richard Haass Financial Times’a yazdı:

**

Trump, İran’a nasıl bir çıkış yolu sunabilir?

Richard Haass, 19.06.2025

Bu noktada, zayıflamış Tahran, ABD’nin saldırısını önlemek için itibarını koruyacak bir anlaşmayı ve yaptırımların hafifletilmesini kabul edebilir.

Şimdiye kadar, Ortadoğu’daki son çatışmada inisiyatif tamamen İsrail’e aitti. İran’ın oluşturduğu nükleer tehdide karşı önleyici bir saldırı, yani kendi tercihiyle bir savaş başlatma kararı İsrail hükümeti tarafından alındı. İsrail, İran hava sahasını kontrol altına aldı, nükleer tesisleri tahrip etti veya hasar verdi, üst düzey askeri ve nükleer yetkilileri öldürdü ve İran’ın savunma sistemlerini ve İsrail’e misilleme saldırıları düzenleme kabiliyetini daha da zayıflattı.

Ancak bir haftadan kısa bir süre sonra, İsrail’in savaş çabaları sınırına ulaşmış olabilir: İsrail tek başına iki ana hedefine ulaşamaz. İran’ın nükleer programını kısa vadede sona erdirmek, İsrail’in sahip olmadığı askeri yetenekler gerektirir. Bölgenin tarihi, İran’da zorla rejim değişikliği gerçekleştirmenin kolay olmayacağını ve istenen sonucu getirmeyebileceğini güçlü bir şekilde göstermektedir.

Bu nedenle, bundan sonra ne olacağı, bu çatışmanın diğer iki ana aktörüne, yani ABD ve İran’a bağlı olacaktır.

ABD’nin politikası şimdiye kadar tutarsızdı. Washington, İsrail’in askeri harekatına karşı çıkmış, ancak daha sonra bunu kabul etmiş ve hatta bunun için övünmüştü. İsrail’e silah sağladı ve misillemeden korunmasına yardım etti, ancak İsrail’in saldırılarına katılmadı. Diplomatik bir çözüm için çaba gösterdi, İranlı yetkililerle beş tur görüşme yaptı ve sonra vazgeçti. Şimdi ise Başkan Donald Trump, İran’ın koşulsuz teslim olmasını talep ediyor.

Şu anda Trump yönetimi, ABD’nin İran’ın Fordo’daki yeraltı nükleer tesisine saldırıp saldırmamasını tartışıyor. Bu tesise, İsrail’in sahip olmadığı B-2 bombardıman uçakları tarafından taşınan büyük, ağır sığınak delici bombalarla girilebilir.

Bu konuda bazı tarihsel örnekler var. 1990’ların başında, Bill Clinton yönetimi, Kuzey Kore’nin nükleer programı henüz zayıf ve başlangıç aşamasındayken bu programa saldırmayı düşündü. Sonunda ABD, böyle bir saldırının yüzlerce, hatta binlerce Güney Koreli ve Amerikalı’nın ölümüne yol açacak ikinci bir Kore savaşını tetikleyebileceğinden korkarak saldırıdan vazgeçti. Bu karar anlaşılabilir bir karardı, ancak uzun vadede önemli bir bedeli oldu. Bugün Kuzey Kore, ABD anakarasına kadar ulaşabilecek kıtalararası balistik füzelerin yanı sıra düzinelerce nükleer silaha sahip.

ABD’nin İran’a saldırmasının dezavantajı, İran’ın İsrail’e karşı şu anda yaptıklarından fazlasını yapamayacağı için karşılaştırılamaz. Ancak İran, bölgede konuşlanmış 40.000 ABD askerine saldırı düzenleyebilir. Tahran, Körfez ülkeleriyle yakın zamanda iyileşen ilişkilerini tehlikeye atarak savaşı genişletebilir ve Arap komşularına saldırarak dünya enerji fiyatlarını yükseltebilir.

Fordo’ya yönelik bir Amerikan saldırısı, önleyici askeri saldırılara karşı uluslararası normu da zayıflatacaktır. Bu durumda Rusya, Çin ve Kuzey Kore de aynı yolu izlemeyi tercih edebilir. Bu, Amerika’nın başka yerlerdeki askeri tehditlere etkili bir şekilde yanıt verme yeteneğini azaltacaktır. ABD’yi, Gazze ve işgal altındaki Batı Şeria’daki politikalarıyla dünyanın büyük bir kısmını öfkelendiren, son derece popüler olmayan İsrail başbakanıyla daha da yakınlaştıracaktır. Başarı, İran’ın nükleer programından geriye kalan her şeyi yok etmek olarak tanımlanırsa, ABD saldırısının başarılı olacağı da hiç kesin değildir.

Ancak Fordo’nun hayatta kalmasına izin verilmesi, İran’ın nükleer silah üretmeyi er ya da geç başarması olasılığını yüksek hale getirir. İran, mevcut krizde İsrail’i caydırmada başarısız olmasının ardından nükleer silahları hayati bir öneme sahip olarak görecektir.

İsrail tek başına bu sonucu yavaşlatabilir, ancak engelleyemez. Nükleer silaha sahip bir İran ortaya çıkarsa, bu İsrail ve diğerleri için varoluşsal bir tehdit oluşturacaktır. Ayrıca, bölgedeki vekillerine desteğini yeniden başlatmak için daha iyi bir konumda olacaktır. İran’ın nükleer silaha sahip olması, bölgedeki diğer birçok ülkeyi de aynı yolu izlemeye sevk edecek ve Ortadoğu’yu tehlikeli bir tetik mekanizmasına sokacaktır.

Dezavantajları olmayan kolay bir seçenek yoktur. Trump’ın şu anda en iyi yapacağı şey, İran’a diplomatik bir anlaşmayı kabul etmesi için son bir şans vermektir. Böyle bir teklif, İran’ın tüm zenginleştirilmiş uranyumunu teslim etmeyi, santrifüjleri ve nükleer programının diğer bilinen unsurlarını sökmeyi ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın sınırsız denetimlerini kabul etmesini gerektirecektir.

Böyle bir teklif, İran’a ekonomik yaptırımların hafifletilmesini, ABD’nin saldırı tehdidinin geri çekilmesini, daha geniş bir ateşkes ve İran’ın silah değil nükleer enerji üretimine yönelik bölgesel bir uranyum zenginleştirme konsorsiyumuna katılmasını sağlayacak bazı itibar kurtarma mekanizmalarını içerecektir.

İran bunu kabul edebilir. Ne de olsa Ayetullah Ruhullah Humeyni, 1979’da İslam Cumhuriyeti’ni kuran devrimi kurtarmak için 1988’de Irak ile savaşın sona ermesini isteksizce kabul etmişti. Humeyni bu kararı zehir içmeye benzetmişti.

Onun halefi Ayetullah Ali Hamaney’in de zehri yutmak zorunda kalacağı gün hızla yaklaşıyor.

Yazar: Richard Haass, Centerview Partners’ın kıdemli danışmanı, Dış İlişkiler Konseyi’nin onursal başkanı ve eski ABD diplomatı.

Okumaya Devam Et

Amerika

Fox News: ABD, İran’a karşı nükleer silah kullanabilir

Yayınlanma

Beyaz Saray’dan bir yetkili, ABD’nin İran’ın Fordo’daki güçlendirilmiş uranyum zenginleştirme tesisine yönelik taktik nükleer silah kullanma ihtimalini dışlamadığını belirtti.

Fox News muhabiri Jackie Heinrich’in Beyaz Saray’dan bir yetkiliye dayandırdığı haberine göre, ABD, İran’ın Fordo’daki özel olarak güçlendirilmiş uranyum zenginleştirme tesisine yönelik taktik nükleer silah kullanma ihtimalini dışlamıyor.

Yetkili, aynı zamanda Amerikan ordusunun, İran’ın nükleer tesisini yok edebilecek sığınak delici bombaların etkinliğinden şüphe duymadığını da belirtti.

Donald Trump yönetimi, bu açıklamayla The Guardian gazetesinde yer alan ve ordunun Fordo’yu yok etmenin tek yolunun taktik nükleer saldırı olduğunu düşündüğü, ancak Trump’ın bu seçeneği değerlendirmeyi reddettiği iddiasına yalanlama teşkil ediyor.

Gazeteci Hersh duyurdu: ABD bu hafta sonu İran’ı bombalayacak

Sığınak delici bomba yeterli olacak mı?

Daha önce Axios haber sitesi, Trump’ın 13,6 ton ağırlığındaki GBU-57 süper güçlü sığınak delici bombanın, 90 metre derinlikte bulunan yeraltı tesisini garantili bir şekilde imha etme kabiliyetinden şüphe duyduğunu yazmıştı.

ABD Savunma Bakanlığı’na (Pentagon) bağlı Savunma Tehditlerini Azaltma Ajansı (DTRA) ise Fordo’daki nükleer tesisi ortadan kaldırmak için önce konvansiyonel bombalarla toprağın yumuşatılması, ardından bir bombardıman uçağından nükleer bir savaş başlığı atılarak tesisin yeryüzünden silinmesi gerektiğini değerlendirmişti.

Trump’tan Tahran’a iki haftalık süre

Wall Street Journal‘ın haberine göre Trump, 17 Haziran’da İran’a yönelik bir askeri saldırı planını onayladı ancak Tahran’ın nükleer programından gönüllü olarak vazgeçmesini beklediği için henüz uygulama emri vermedi.

19 Haziran’da ise Beyaz Saray Sözcüsü Karoline Leavitt, Trump’ın ABD’nin İran’a saldırı düzenleyip düzenlemeyeceğine iki hafta içinde karar vereceğini bildirdi.

Bu gelişmelerden önce Trump, Tahran’dan “koşulsuz teslimiyet” talep etmişti.

İslam Cumhuriyeti’nin hava sahası üzerinde tam kontrol sağlandığını ve Washington’un, İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’in nerede “saklandığını” bildiğini öne süren Trump, Hamaney’i “kolay bir hedef” olarak nitelendirdi ancak şimdilik onu ortadan kaldırma gibi bir planları olmadığını da sözlerine ekledi.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English