DÜNYA BASINI
“ABD’nin İsrail’e baskısı ters teper” tezini bu çalışma çürüttü
Yayınlanma
Yazar
Harici.com.trGazze’deki savaşı sonlandırmak için ABD’nin neden İsrail’e baskı yapmadığı sorusuna birçok neden öne sürülüyor. Bu nedenlerden en çok dile getirileni Washington’un aslında İsrail üzerinde o kadar büyük bir etkiye sahip olmadığı ve olası ABD baskısının İsrail kamuoyunda ABD karşıtlığını körükleyeceği düşüncesi. Bu iki argümanın çıkış noktası da İsrailli yetkililer. Aşağıda çevirisini okuyacağınız çalışma, bu tezi çürütüyor. Makalenin yazarlarının İsrailli seçmenlerle yaptığı anket benzeri bir çalışma sonucunda İsrailli seçmenlerin ve özellikle Netanyahu’ya oy verenlerin ABD’nin İsrail’e baskısı üzerine Hamas’la anlaşmaya daha sıcak baktığı ortaya çıktı.
Makalenin tamamını dikkatinize sunuyoruz:
***
Amerika’nın İsrail üzerinde düşündüğünden daha çok etkisi var
ABD’nin baskısı, Netanyahu’yu Gazze’deki rotasını değiştirmeye nasıl ikna edebilir?
Daniel Silverman, Anna Pechenkina, Austin Knuppe, Yehonatan Abramson
İsrail’in Gazze’de, Hamas’a karşı yaklaşık bir yıldır sürdürdüğü savaş boyunca ABD Başkanı Joe Biden yönetimi, İsrail’e en yıkıcı operasyonlarını azaltması ve çatışmayı sona erdirmesi için ciddi bir baskı uygulamakta isteksiz davrandı. Biden’ın geride durmasının birkaç nedeni var. Bu nedenlerden bir tanesi, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu hükümetinin rotasını baskı yoluyla değiştirmenin iyi bir sonuç vereceğine duyulan şüphe.
Bazı analist ve uzmanlar, ABD’nin İsrail hükümetinin davranışlarını temelden değiştirecek etkiye sahip olmadığını ve hatta İsrail’in Hamas’ın 7 Ekim 2023’teki yıkıcı saldırısına verdiği tepkiye meydan okumanın geri tepebileceğini savunuyor. Bu görüşlerin ABD’nin üst düzey karar mercileri tarafından ciddiye alındığı görünüyor.
Bu yaz başında, İsrail ve Hizbullah arasında arabuluculuk yapan Biden yönetimi yetkililerinden Amos Hochstein, Lübnanlı siyasetçileri ABD’nin İsrail’i zorlayacak gücü olmadığı konusunda uyardı.
Kâr amacı gütmeyen Lübnan’ın Amerikan Görev Gücü (ATFL) Başkanı Ed Gabriel, Hochstein’ın mesajını şöyle özetledi: “[İsrailli yetkililere] Onlara, istediğimizi yaptırabileceğimizi sanıyorsanız yanılıyorsunuz… Amerika’nın İsrail’i durduracak gücü olmadığını anlamalısınız.”
Benzer bir yorum geçen yıl sonunda uzun süredir Orta Doğu müzakerecisi olan ABD’li diplomat Dennis Ross’tan da geldi: “Tarih İsrailli seçmenlerin ABD’nin makul olmayan taleplerde bulunması durumunda maliyeti ne olursa olsun bu talepleri reddettiğini gösteriyor.”
Kısmen İsrailli yetkililerin açıklamalarından kaynaklanan bu görüş, İsrail’in aşırı sağcı Maliye Bakanı Bezalel Smotrich’in ABD’nin savaşı sona erdirmek için yaptığı baskıların İsraillileri savaşmaya devam etmek için motivasyon kaynağı haline geldiğini dile getirmesi gibi örneklerle destekleniyor.
Ancak bu tahmin, yalnızca bir varsayımdan ibaret. Bunu test etmek için, mayıs ayında İsrail kamuoyunun savaşa yönelik tepkilerini daha iyi anlamak amacıyla ABD hükümetinin koşulsuz desteği ile ABD’nin Gazze’de strateji değiştirme baskısı arasındaki farkı ölçen daha önce yapılmamış bir anket yaptık. Sonuçlar, ABD’nin elinde koz bulunmadığına dair kanaatin yanlış olduğunu gösterdi: ABD büyük olasılıkla İsraillilere barışçıl bir uzlaşmaya gitmeleri ve Gazze’deki savaşı önemli bir tepki yaratmadan sona erdirmeleri için baskı yapabilir. Eğer Biden yönetimi ya da belki de daha büyük olasılıkla halefi İsrail’e gerçek ve sürekli bir baskı uygularsa- örneğin bir anlaşmaya varmak için saldırı silahlarının ihracatını şarta bağlarsa- bu muhtemelen İsrail kamuoyunun savaşa olan desteğini önemli ölçüde zayıflatacak ve savaşın sona ermesini hızlandıracak.
KAMUOYU KAZANILABİLİR
Son zamanlarda yapılan kamuoyu yoklamaları birçok İsraillinin, İsrail’in savaşı sona erdirmesi ve Gazze’den tamamen çekilmesi karşılığında tüm rehinelerin serbest bırakılmasını öngören bir ateşkes anlaşmasını desteklediğini gösteriyor. Haziran ayında böyle bir uzlaşmaya sıcak bakan İsrailliler yüzde 56’lık dilimi oluştururken ağustos ayında bu oran yüzde 63’e yükseldi. ABD politikasının bu rakamları bir ölçüde etkilemiş olması muhtemel; Biden, Dışişleri Bakanı Antony Blinken ve CIA Direktörü William Burns, açıkça bir anlaşmaya yönelik sözlü desteklerini ve İsrail hükümetinin bunu kabul etmemesi karşısında sabırlarının dolmak üzere olduğunu dile getirdiler.
İsraillilerin ABD’nin ülkeye yönelik tutumuna nasıl tepki verdiğini daha iyi anlamak için, 7 Mayıs’tan 12 Mayıs’a kadar, genel İsrail nüfusunu temsil eden bin 238 İsrailli yetişkinden oluşan bir örneklemle, yaklaşık iki düzine sorudan oluşan çevrimiçi bir anket yaptık. Katılımcılardan, Washington’un İsrail’in Refah’ı işgalini engellemeye çalışmak amacıyla yıllardır ilk kez bir silah sevkiyatını durdurduğu haberinin ortaya çıkmasından sadece birkaç gün sonra görüş alındı. Bu strateji, anketimizin sahada olduğu dönemde ABD’nin Gazze’deki savaşa yönelik politikasının yönünü özellikle belirsiz hale getirdi.
Anketimiz, İsraillilerin ABD’nin duruşuna nasıl tepki verdiğini görmek için dikkatle hazırlanmış bir mesaj testi içeriyordu. Katılımcıları üç gruba ayırdık. Birincisi kontrol grubuydu; anketi doldurmadan önce katılımcılara herhangi bir mesaj verilmedi. İkinci grup soruları yanıtlamadan önce, Amerikan halkının çatışmada İsrail’i desteklediğini ve Biden yönetiminin İsrail’in Hamas’a karşı tam bir zafer elde etmesi için koşulsuz destek sağlayacağını öne süren gerçekçi ancak hayali bir haber okudu. Üçüncü grup ise Amerikalıların savaştan soğuduğu, Biden yönetiminin İsrail’in savaşı sona erdirmesi gerektiğini ve bunu yapmaması halinde ABD desteğinin koşulsuz olmayacağını kesin olarak ifade ettiği kurmaca bir haber okudu. İki test grubuna sunulan her iki pozisyon da mayıs ayı başlarında, Biden yönetiminin silah sevkiyatının ilk kez durdurulduğunu duyurduğu ve gerçekten büyük bir politika değişikliğinin eşiğinde mi olduğu, yoksa savaşı hafif eleştirilerle desteklemeye devam mı edeceği konusunda çelişkili haberlerin olduğu dönemde, tamamen akla yatkındı.
Bu müdahalenin ardından her üç katılımcı grubuna da Gazze’deki çatışma, çatışmanın sona erme olasılığı ve diğer jeopolitik konulara ilişkin tutumları hakkında aynı sorular soruldu.
Sonuçlar çarpıcıydı.
Genel olarak, ABD’nin savaşı sona erdirmek için İsrail’e gerçek bir baskı uygulamaya hazır olduğunu okuyan İsraillilerin savaşa, savaşı sona erdirmek için yapılan müzakerelere ya da ABD ve jeopolitik rakiplerine ilişkin görüşlerini önemli ölçüde değiştirmediğini gördük.
Özellikle, ABD’nin, İsrail’e rotasını değiştirmesi için baskı yaptığını duyan grupta, daha sonra ABD’ye olumlu baktığını söyleyen katılımcıların yüzdesinde anlamlı bir düşüş ya da Rusya veya Çin’e olumlu bakanların yüzdesinde bir artış olmadı. Bu bulgular, ABD’nin baskı uygulamasının İsraillilerin ateşkese desteğini azaltacağı veya Amerika’ya yönelik görüşlerini ciddi şekilde zedeleyeceği endişesini çürütüyor. Kısacası, Smotrich yanılıyor: Baskının geri tepeceğine dair bir kanıt yok.
Ayrıca, ABD’nin İsrail’e koşulsuz destek verdiğini duyan katılımcılar arasında ABD’ye olumlu bakanların yüzdesinin kontrol grubuna göre sekiz puan daha yüksek olduğunu belirtmek gerekir. Anket katılımcıları, ABD’nin İsrail’e koşulsuz destek vermesini tercih etmişti. Ancak, Amerika’nın baskı uyguladığını duyduklarında da ABD itibarını kaybetmiş görünmüyordu.
BASKIYI YOĞLUNLAŞTIRMA
ABD’nin İsrail üzerindeki baskısını duymanın etkisini, katılımcıları Netanyahu’yu destekleyenler ve desteklemeyenler (Bu, İsrail’de önemli bir siyasi bölünme) olarak ayırarak daha derinlemesine inceledik. Katılımcılara bir sonraki seçimde Netanyahu’ya mı yoksa diğer önde gelen İsrailli politikacılardan birine mi oy vermeyi planladıklarını sorduk.
Netanyahu’ya oy veren katılımcıların, ABD’nin uyguladığı baskıya ilişkin haberi okuduktan sonra Hamas’la anlaşmaya verdiği desteğin önemli ölçüde arttığını (yüzde 25’ten yüzde 40’a) gördük; bu da İsrail halkının önemli bir kesiminin ABD’nin İsrail’e savaşı sona erdirmesi için baskı yaptığını duyduklarında, aslında oldukça duyarlı olduklarını ve bazı liderlerin aksi yöndeki iddialarına rağmen bu baskıya istendiği gibi karşılık verdiklerini gösteriyor.
Bu bulgular, kontrol grubundaki Netanyahu seçmenleri ve diğer seçmenler tarafından ifade edilen görüşler göz önüne alındığında özellikle dikkat çekici. Anketi tamamlamadan önce ABD stratejisi hakkında hiçbir şey okumamış olan katılımcılar arasında, Hamas’ı ortadan kaldırmaya çalışmak için savaşı sürdürmek yerine savaşı sona erdirmek ve Gazze’de tutulan İsrailli rehineleri iade etmek için bir anlaşmaya varılmasına verilen desteğin oranları, Netanyahu seçmenleri arasında yüzde 25, diğer İsrailliler arasında ise yüzde 73’tü. Başka bir deyişle, Netanyahu seçmenleri İsrail’in savaşta maksimalist bir sonuç elde etmesine yönelik desteğin birincil kaynağı idi. Bu seçmenlerin topyekûn bir zafer kazanma arzusunu azaltmak ve onları uzlaşmaya itmek, İsrail siyasetinde çatışmayı sürdürmenin uygulanabilirliğini ciddi şekilde tehlikeye atacaktır.
Netanyahu’nun kendisi siyasi geleceğini bağlı gördüğü bu savaşta ne kadar kararlı olursa olsun, nadiren de olsa uygulanan ABD hükümeti baskısına duyarlı olduğunu da gösterdi. Örneğin Nisan ayında Biden’ın Netanyahu’ya İsrail’in savaştaki tutumunda ciddi değişiklikler yapmasını söylediği bir telefon görüşmesinin ardından İsrail, Gazze’ye insani yardım taşıyan kamyonların sayısını önemli ölçüde artırdı. Bu olay, Netanyahu’nun bugüne kadarki oy oranlarının en düşük olduğu ve savaş kabinesinin ılımlı üyeleri sayılan Benny Gantz ve Gadi Eisenkot’un istifa edeceğine dair spekülasyonların arttığı bir döneme denk geldi. Baskıyı savunanlar, kamuoyunda artan muhalefet, elitlerden kopma tehditlerinin artması ve politikadaki değişimlerin benzer bir birleşimini gördüklerinde harekete geçebilirler.
Belki de bu nedenle Netanyahu, sağındaki İsrailli bakanlar ve İsrail hükümetinin ABD’deki en ateşli ve refleksif savunucularıyla birlikte, Amerika’nın İsrail’e savaşı sona erdirmesi için baskı yapması halinde neler olacağına dair böylesine korkunç uyarılarda bulundu. ABD politikasının İsrail siyasetini şekillendirme gücünün farkındalar. Örneğin, büyük ölçekli kitlesel protestolara ek olarak, daha fazla yedek askerin, Netanyahu’nun İsrail güvenliğini ve Amerikan desteğini eşi benzeri görülmemiş bir şekilde tehlikeye atmasını protesto etmek için görevden çekilmesi, geçen yıl hükümetinin yargı reformlarına karşı yapılan protestolarda olduğu gibi, ülkeyi daha da büyük bir kaosa sürükleyebilir.
Peki ya ABD’nin İsrail’e koşulsuz destek vereceğini duymanın sonuçları? Burada, ABD’nin savaşı sona erdirmesi için İsrail’e baskı yaptığını söylemenin etkisine kıyasla ilginç ama daha zayıf bir paralellik bulduk. ABD’nin İsrail zaferine koşulsuz destek verdiğine dair kurgu haberi okumak, Netanyahu karşıtı seçmenler arasında ateşkes desteğini kontrol grubuna kıyasla altı puan azalttı; bu, Netanyahu seçmenleri üzerinde ABD baskısına dair hikayeyle ilişkili farktan daha küçük ve istatistiksel olarak anlamlı olmayan bir farktı.
Bununla birlikte İsraillilerin, ABD’nin ne olursa olsun arkalarında olduğunu düşündüklerinde daha maksimalist hedeflere ulaşmak için serbest hareket edebileceklerini hissettiklerini gösteriyor. Koşullu destekle ilgili kurgu haber gruplarının sonuçlarıyla birleştirildiğinde, İsraillilerin savaşa yönelik görüşlerinin esnek olduğunu ve dolayısıyla ABD’nin tutumunun İsrail kamuoyunu savaşı sonlandırmaya itebileceğini gösteriyor.
Sonuç olarak anketimiz, ABD’nin İsraillilerin çatışmayı sürdürme maliyetleri ve faydaları hakkındaki düşüncelerini ciddi ölçüde etkileyebileceğini güçlü bir şekilde ortaya koyuyor. ABD’nin savaşı sona erdirmesi için baskı yaptığı haberini duymak, İsraillilerin askeri operasyonların devamına karşı çıkıp uzlaşmaya yönelmesini sağlayabilir, üstelik bu durum İsraillilerin ABD’ye yönelik genel görüşlerinde önemli bir maliyet yaratmadan gerçekleşebilir.
Kaldı ki bulgularımız muhtemelen gerçek ABD baskısının gücünü olduğundan düşük gösteriyor, çünkü denekler sadece tek bir kurgusal haber okudular. İsrail hükümetinin karşı mesajlarının, ortaya çıkardığımız etkileri azaltması mümkün olsa da elde edilen sonuçlar, ABD’nin çatışmayla ilgili İsrail vatandaşlarının görüşlerini etkileme yeteneği kapsamında umut verici.
BURADAKİ SÜPER GÜÇ KİM?
Elbette, ABD baskısının başarısız olabileceği ya da geri tepebileceği endişesi, Washington’un Netanyahu hükümeti ve davranışları üzerinde daha fazla etki yaratmaya çalışmasının önündeki tek engel değil. Biden’ın İsrail hükümetine savaştaki tutumu konusunda ciddi bir baskı uygulamaktan kaçınmasının en az iki önemli nedeni daha var. Biden’ın geçmişten beri İsrail’e karşı kişisel bir sempatisi var, bu da onu ülkeyi eleştireceği yerde tereddütte bırakıyor. Ayrıca, davranışları kuşkusuz, başkanlık seçim yılında yaşanan iç politika kaygılarından da etkilendi.
Ancak yakında bu faktörlerin hiçbiri bu kadar önemli olmayacak. Biden, başkanlığının sonuna yaklaşıyor ve ardından kişisel dünya görüşü, ABD dış politikasının ana yönlendiricisi ve kısıtlayıcısı olmaktan çıkacak. Ülkenin yüksek riskli başkanlık yarışıyla ilişkili aşırı güçlü siyasi baskılar da birkaç ay içinde geçecek. Bir sonraki başkanlık yönetimi, savaş politikasını yeni yönlere ayarlama konusunda çok daha özgür olacak.
Şu anda Demokratların başkan adayı olan Başkan Yardımcısı Kamala Harris İsrail’in güvenliğine olan temel bağlılığını teyit etmekle birlikte son aylarda Filistinlilerin çektiği acılara daha fazla empati duyduğunun ve Netanyahu’ya karşı daha sert bir söylem ve muamele sergilediğinin sinyallerini verdi. Muhtemelen bu duruş, Harris’in Orta Doğu konusundaki yenilikçi dış politika danışmanları tarafından teşvik ediliyor. Bu nedenle bazı ateşkes destekçileri, Harris yönetiminin, İsrail ve Hamas arasında anlaşmaya varılmasını daha güçlü bir şekilde teşvik edebilmek adında sözlerini eyleme geçireceği konusunda umutlu.
Demokratların İsrail konusundaki ortak görüşü Biden’ın soluna kaymış durumda. Bir sonraki Demokrat başkan, yeni Demokrat liderlerle birlikte İsrail’e daha fazla baskı uygulamak isteyebilir. Böyle bir baskının olumsuz etki yaratacağı endişesi muhtemelen devam edecektir. Ancak anketimiz, politikada bu tür bir değişim için birçok stratejistin korktuğundan daha fazla alan olduğunu gösteriyor.
Anketimizin sonuçları ikinci bir Trump yönetiminin politikalarına da yön verebilir mi? Donald Trump’ın ilk döneminde İsrail’in sağ kanadını kucaklaması, savaşı sona erdirmek için İsrail’e silah ambargosuna karşı olduğunu belirtmesi ve İsrail’in “işi bitirmesi” gerektiği yönündeki yorumları göz önüne alındığında, Trump yönetiminin savaşı sona erdirmesi için İsrail’e baskı yapmaya istekli olacağını hayal etmek daha zor. Yine de Trump ile Netanyahu arasındaki, Trump’ın ilk döneminin sonlarına kadar uzanan gerilimler ve Trump’ın Suudilerle olan bağları gibi bölgedeki diğer yakın ilişkileri, Kasım seçimlerinin sonucundan bağımsız olarak gelecek yönetimde ABD’nin İsrail’e savaşı sona erdirmesi için baskı yapma olasılığını açık bırakıyor.
Yeni yönetimin atabileceği adımlara gelince, tarihsel olarak, İsrail’in davranışını değiştirmek isteyen ABD başkanları birkaç mekanizma kullandılar. Bunlardan biri diplomatik baskıd ki bu da genellikle İsrail’i eleştiren kararların Birleşmiş Milletler’den geçmesine izin vermeyi ve hatta bu kararlar lehinde oy kullanmayı gerektiriyor. Haziran ayında ABD hem İsrail’i hem de Hamas’ı savaşı sonlandırmaya çağıran bir BM kararına destek olarak bu yönde bir hamle yaptı. Ancak kullanılan dil biraz temkinliydi ve kararın, şimdilik, pek bir etkisi olmadı.
ABD geçmişte ekonomik ve askeri alanlarda daha ciddi baskılar uyguladı. Başkan George H. W. Bush 1991 yılında İsrail’e 10 milyar dolarlık kredi garantisini durdurarak Başbakan Yitzhak Shamir’i İsrail’in yerleşim politikasını değiştirmeye ve Filistinlilerle Madrid’de yapılacak büyük bir barış konferansına katılmaya zorladı. Başkanlar Ronald Reagan ve Barack Obama, İsrail ordusunun Lübnan ve Gazze’ye müdahaleleri nedeniyle İsrail’e üst düzey silah sevkiyatını durdurdu. Kararlılık ve sabırla uygulandığında bu tür baskılar, çoğu zaman İsrail hükümetini dizginlemeyi ve askeri harekatlara son vermek üzere pazarlık masasına oturtmayı başardı.
Harris’in ulusal güvenlik danışmanı Philip Gordon, Harris’in başkanlığı kazanması halinde, silah ambargosunun söz konusu dahi olmayacağını açıkça ifade etti. Ancak Gordon’un açıklamaları, bir ateşkes anlaşmasına varılana kadar İsrail’e tüm saldırı amaçlı silah sevkiyatının durdurulmasına kadar varabilecek önemli bir baskı olasılığını hala açık bırakıyor. İsrail’e (saldırı amaçlı olmayan) silahların bir kısmının ya da tamamının sevkiyatının durdurulması, hükümet çatışmalara son vermediği sürece ülkeye kredi verilmemesi ve muhtemelen bir anlaşmayı teşvik için ekonomik teşvik vaadinde bulunulması, potansiyel baskı listesini oluşturabilir. Bu tür hamlelerin, bölgedeki kilit güçleri Hamas’a baskı yapmaya zorlamak için yenilenen diplomatik çabalarla birleştirilmesi de muhtemelen değerlendirilecektir.
Nihayetinde Gazze’deki savaş sona ermeli. Çatışma hem İsrail’de hem de Gazze’de, şimdiden çok sayıda insanın ölümüne neden oldu. Savaş ne kadar uzun sürerse, daha geniş çaplı bölgesel savaş olasılığını o kadar artırır, dünya genelinde antisemitizm ve İslamofobiyi körükler. ABD İsrail’i destekliyor gibi göründükçe ya da sadece kenarda durdukça, Arap dünyasında ve küresel Güney’de imajı daha da zedeleniyor. Bu savaşı sona erdirmenin ABD’nin ulusal çıkarına olduğu açık ve eski güvenlik şeflerinden barış aktivistlerine kadar pek çok İsraillinin de söylediği gibi bu, İsrail’in de ulusal çıkarına olacaktır. İsrail hükümetine baskı uygulamak, ABD’nin savaşın sona ermesini teşvik için sahip olduğu birincil araçtır. Analizimiz, Washington’un itibarına önemli bir zarar vermeden merkez sağ İsraillileri anlamlı bir şekilde müzakere masasına itebileceğini gösteriyor. Eğer bir sonraki ABD başkanı savaşın sona ermesini istiyorsa, bunun için gerekli cesareti bulmalı.
ÇEVİREN: Bilge Dilay Misir
İlginizi Çekebilir
-
ABD’li senatör: Musk’ın Çin bağlantıları ABD ulusal güvenliği için ‘derin bir tehdit’
-
ABD, Filipinler’e Pekin’e karşı kullanması için insansız deniz aracı veriyor
-
UCM’den Netanyahu’ya tutuklama emri
-
ABD’nin nükleer modernizasyon planı: Pentagon’dan kritik açıklama
-
FT: Suudi Arabistan Trump’ın İsrail politikalarını dengeleyebilir
-
ABD savaştan bu yana en büyük silah anlaşmasıyla Vietnam’a eğitim uçağı gönderiyor
DÜNYA BASINI
FT: Suudi Arabistan Trump’ın İsrail politikalarını dengeleyebilir
Yayınlanma
6 saat önce21/11/2024
Yazar
Harici.com.trFinancial Times’tan Andrew England’ın kaleme aldığı bu makale, Donald Trump’ın ikinci başkanlık dönemine dair bölgesel beklentileri ve endişeleri ele alıyor. Trump’ın İsrail yanlısı politikalarını dengelemede Suudi Arabistan’ın kilit rol oynayabileceği değerlendiriliyor. Makaleye göre Trump’la yakın ilişkisi ile bilinen Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın diplomatik manevraları, Filistin meselesinin çözümünde merkezi rol oynayabilir. Riyad, Filistin devletine giden bir plan olmadan İsrail ile normalleşmenin mümkün olmayacağını açıkça deklare etmesine rağmen İsrail’in bu çözüme giden yolu kapamış olması ise Trump’ın önündeki en büyük engel…
***
Orta Doğu, Trump’ı dizginlemesi için Suudi Arabistan’a güveniyor
Andrew England
Trump’ın aşırı İsrail yanlısı bir gündem izleyeceğinden korkan Arap ülkeleri, Donald Trump ile ilişkisini ve bölgedeki siyasi ağırlığını kullanarak Suudi Arabistan’ın, Trump’ın Ortadoğu politikalarını dengelemesini umuyor.
Trump’ın kilit pozisyonlara bir dizi ateşli İsrail yanlısı ve İran karşıtı şahin aday atamasının ardından Arap yetkililer yeni yönetimin İsrail’in işgal altındaki Batı Şeria’yı ilhak etme, Gazze’yi işgal etme ya da Tahran’la gerilimi tırmandırma hamlelerini onaylayabileceğinden endişe ediyor.
Ancak yetkililer, Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın Trump ile olan ilişkisini, başkanın finansal anlaşmalara olan ilgisini ve Suudi Arabistan ile İsrail arasındaki ilişkilerin normalleşmesine yol açacak “büyük pazarlık” yapma arzusunu kullanarak, yeni yönetimin bölgedeki politikalarını yumuşatabileceğini umuyor.
Bir Arap diplomat, “Bölgedeki kilit aktör, Trump’la bilinen ilişkileri nedeniyle Suudi Arabistan, dolayısıyla ABD’nin yapmaya karar verebileceği herhangi bir bölgesel eylemin kilit noktası olacak” dedi.
Bir başka Arap yetkili de Prens Muhammed’in Trump’ın İsrail’in Gazze’de Hamas’a karşı yürüttüğü savaşı sona erdirmeye yönelik politikalarını ve daha geniş anlamda Filistin meselesini etkilemede “kilit” rol oynayacağını ve İsrail’le normalleşme potansiyelini bir koz olarak kullanacağını söyledi.
Yetkili, “Suudi Arabistan, Trump’ın Gazze ve Filistin’le nasıl başa çıkacağını büyük ölçüde etkileyebilir. Bölgedeki pek çok ülke bundan sonra ne olacağı konusunda endişeli” dedi.
Trump’ın ilk başkanlık döneminde, Suudi Arabistan onun “alışveriş odaklı” yönetim tarzını ve bölgesel rakibi İran’a karşı yürüttüğü “maksimum baskı” kampanyasını destekledi. Suudi ajanların 2018’de gazeteci Cemal Kaşıkçı’yı öldürmesinin ardından diğer Batılı liderler Krallığın fiili liderine soğuk davranırken Trump, Prens Muhammed’in yanında durdu.
Trump, İsrail-Filistin çatışmasını çözmek için “nihai anlaşmayı” yapacağını da iddia etmişti. Ancak damadı Jared Kushner tarafından yürütülen bu planlar başarısız oldu. Filistinliler ve Arap devletleri, önerilerin İsrail lehine fazlasıyla taraflı olduğunu düşündü. Trump ayrıca Filistin’e yardımı kesti, Washington’daki diplomatik misyonlarını kapattı, ABD Büyükelçiliği’ni statüsü tartışmalı olan Kudüs’e taşıdı ve işgal altındaki Golan Tepeleri üzerindeki İsrail egemenliğini tanıdı. Öte yandan, Trump, BAE ve üç Arap ülkesinin İsrail ile ilişkilerini normalleştirdiği “İbrahim Anlaşmaları”na da aracılık etti.
Trump geçen ay bir Suudi televizyon kanalı olan El Arabiya’ya verdiği demeçte başkanlığı döneminde ABD ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerin büyük harflerle “MÜKEMMEL” olduğunu söyledi.
“Kral’a büyük saygı duyuyorum, Muhammed’e de büyük saygı duyuyorum; gerçekten harika bir iş çıkarıyor, o tam bir vizyoner” dedi.
ABD Başkanı Joe Biden göreve geldikten sonra Riyad, Trump ile bağlarını sürdürdü. Veliaht Prens Muhammed’in başkanlık ettiği Suudi Arabistan Kamu Yatırım Fonu (PIF), Kushner’in kurduğu özel sermaye fonuna 2 milyar dolar yatırım yaptı.
PIF’in yöneticisi Yasir al-Rumayyan, hafta sonu New York’ta düzenlenen bir UFC dövüşünde Trump ile ön sırada oturdu. Ayrıca, Trump’a ait golf sahaları, PIF’in en dikkat çeken spor girişimlerinden biri olan LIV Golf etkinliklerine ev sahipliği yaptı.
Ancak Prens Muhammed, Biden’ın göreve gelmesinden bu yana Suudi Arabistan’ın bölgesel politikalarını yeniden ayarladı. Riyad, 2023 yılında İran ile diplomatik ilişkileri yeniden kurdu özellikle Hamas’ın 7 Ekim 2023 saldırısının bölgede bir dizi çatışmayı tetiklemesinin ardından sürdürdüğü yumuşama politikası izlemeye devam etti.
Biden yönetiminin, Suudi Arabistan ile ABD arasında bir savunma anlaşmasını içeren üçlü bir anlaşma kapsamında İsrail ile ilişkilerin normalleşmesini hedefleyen planı, savaş nedeniyle sekteye uğrasa da ABD, Suudi Arabistan’ı krize yönelik herhangi bir bölgesel çözümde kritik bir aktör olarak görmeye devam ediyor.
Ancak Riyad, Filistinlilerin ölü sayısı arttıkça İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun aşırı sağcı hükümetine yönelik eleştirilerini sertleştirdi.
Ekim ayında Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan, Riyad’da düzenlenen bir basın toplantısında, İsrail ile normalleşmenin, “Filistin devletine dair bir çözüm bulunana kadar gündemde olmadığını” söyledi.
Prens Muhammed de geçen hafta Riyad’da düzenlenen Arap ve İslam zirvesinde İsrail’i Gazze’de “soykırım” yapmakla suçlarken, Lübnan’da Hizbullah’a karşı yürüttüğü savaşı ve İran’a yönelik saldırılarını kınadı.
Diplomatlar ve analistler, Veliaht Prens Muhammed’in konuşmasını, Müslüman dünyasının İsrail’in askeri saldırılarını kınamada ve bir Filistin devleti kurulmasına destek verme konusunda birleştiği mesajı olarak yorumladı. Salı günü Riyad, “İsrail’in Batı Şeria üzerinde egemenlik kurmaya yönelik aşırılık yanlısı açıklamalarını” da kınadı.
Trump seçim kampanyası sırasında Orta Doğu’ya barış getirme ve savaşı sona erdirme sözü vermişti. Ancak İsrail Büyükelçisi olarak seçtiği Mike Huckabee ve Orta Doğu temsilcisi olarak atadığı emlak kralı Steven Witkoff da dahil adaylarının çoğu ateşli birer İsrail yanlısı.
Trump, buna rağmen İbrahim Anlaşmaları’nı genişletmek istediğini belirterek Al-Arabiya’ya şunları söyledi: “Çerçeve zaten hazır, tek yapılması gereken bunu yeniden devreye sokmak ve bu çok hızlı gerçekleşebilir. Eğer kazanırsam bu kesinlikle bir öncelik olacak… sadece Ortadoğu’da barışı sağlamak… Bu olacak” dedi.
İbrahim Anlaşmaları’nın genişletilmesinde Suudi Arabistan kilit bir rol oynayabilir. Ancak Arap yetkililer, Trump’ın bunu ancak Netanyahu’ya, Filistin devleti kurulmasına yönelik tavizler vermesi için baskı yaparak başarabileceğine inanıyor. Bu, İsrail Başbakanı’nın şiddetle karşı çıktığı bir mesele.
Bir diğer Arap diplomat ise, “Trump’ın şu anda Ortadoğu’da Suudi Arabistan’dan daha çok ihtiyaç duyduğu başka bir aktör yok. Trump, kendisine sunulmuş hazır anlaşmalardan kredi almayı seven biri. Eğer Muhammed bin Selman ona bir anlaşma sunarsa, bu bir olasılık olabilir, hatta tek olasılık olabilir” yorumunda bulundu.
Arap yetkililer de Gazze’deki yıkımın neden olduğu öfkenin, Filistin davasını yeniden bölgesel gündemin en üst sırasına taşıması nedeniyle Trump’ın Filistinlileri göz ardı etmesinin daha zor olacağını umuyor. Liderler çatışmanın kendi halklarının bazı kesimlerini, özellikle de Prens Muhammed’in ana seçmen kitlesi olan gençleri radikalleştirmesinden endişe ediyor.
İlk Arap diplomat “Trump’ın Gazze’deki savaşı sona erdirmesi gerekecek ve bunu yapmak için de ertesi günü ele alması gerekiyor” dedi: “Filistin meselesine odaklanmadan bölgesel çözüm işe yaramaz. Suudi Arabistan açıkça belirtti ki, bir Filistin devleti kurulmadıkça normalleşme bir seçenek değil.”
DÜNYA BASINI
İsviçreli askeri uzman Bosshard ile mülakat: Rusya’dan hangi karşılık beklenebilir?
Yayınlanma
1 gün önce20/11/2024
Yazar
Emre KöseÇevirmenin notu: ABD Başkanı Joe Biden’ın Rusya topraklarına yönelik uzun menzilli füzelerin kullanılmasına izin verme kararı, Rusya’nın olası tepkilerini gündeme taşıdı. İsviçre Genelkurmay Başkanlığı’ndan emekli yarbay ve siyasi ve askeri strateji analisti Ralph Bosshard, Rusya’nın tepkisinin genelde ihtiyatlı ve kademeli olacağını, ancak uluslararası sulardaki veya üçüncü ülkelerdeki İngiliz ve Fransız hedeflerinin vurulabileceğini belirtiyor. Buna karşın, NATO’nun 5. Maddesi’ni devreye sokacak bir saldırının pek olası olmadığı ifade eden Bosshard, Ukrayna’nın Batı’dan aldığı silahlarla elde edebileceği askeri başarıların sınırlı kalacağını, çünkü Rusya’nın buna yönelik hazırlık yaptığını söylüyor. Ayrıca, Rusya’nın komuta merkezlerini sık sık yer değiştirdiğini ve geniş lojistik ağını koruma kapasitesine sahip olduğunu vurgulayan uzman, Batı’nın uzun menzilli silahlarının, savaşın seyrini kökten değiştirme potansiyelinin olmadığını, asıl belirleyicinin Rusya ve Çin liderlerinin kararları olduğunu ifade ediyor. Bosshard’a göre, Biden’ın bu kararını görev süresinin sonunda alması, Trump yönetimini zora sokma ve kendi dönemini daha güçlü bir şekilde kapatma çabası olarak yorumlanabilir. Moskova’nın şu ana kadar temkinli hareket ettiğini belirten Bosshard, Kremlin’in Batı’ya temkinli mesajlar verdiğini ve bu gerilimin medya üzerinden yönetildiğini dile getiriyor.
Rusya’dan nasıl bir askeri karşılık bekleyebiliriz? İsviçreli askeri uzman Bosshard ile mülakat
Éva Péli, NachDenkSeiten
Görev süresi sona ermekte olan ABD Başkanı Joe Biden, ABD’nin uzun menzilli füzelerinin Rusya topraklarındaki hedeflere karşı kullanılmasına izin verdi. Bu kapsamda, daha önce uygulanan kısıtlamalar kaldırıldı ve Beyaz Saray da bunu resmî olarak teyit etti. İsviçreli askerî uzman Ralph Bosshard, bu kararın muhtemel sonuçlarını NachDenkSeiten’a değerlendirdi.
Éva Péli: Joe Biden’ın bu açıklaması askerî açıdan nasıl değerlendirilmeli? Rusya’dan beklenen askerî tepki nedir ve bu tepki kimlere (ABD, İngiltere, Fransa ya da Ukrayna) yönelebilir?
Ralph Bosshard: Ruslar, Ukrayna topraklarındaki hedeflere dönük saldırıların yanı sıra, uluslararası sularda, denizaşırı varlıklarda ya da üçüncü ülkelerde bulunan İngiliz ve Fransız askerî hedeflerini vurma alternatifine de sahip. Fakat üçüncü ülkelerdeki operasyonlar büyük ihtimalle bazı kısıtlamalarla karşılaşacaktır. Şu ana kadar çatışan taraflar birbirlerinin uydularını hedef almaktan kaçındılar, zira bu durum Pandora’nın kutusunu açabilir. Uydu hedefleme şu an için bir tabu gibi görünüyor. Bu konuda silahlanma kontrolü müzakereleri için fırsatlar bile olduğunu düşünüyorum.
Batı tarafından Ukrayna’ya şu ana kadar sağlanan kısa ve orta menzilli silahlarla Ukrayna, mevcut en acil askerî sorunlarını çözmeyi deneyebilir.
Bu sorunlardan biri, Rusya’nın FAB adı verilen ağır uçak bombalarının, iyi inşa edilmiş saha tahkimatlarını imha etmek için kullanılması. 2014-2022 yılları arasında inşa edilen ve betonla güçlendirilmiş bu tahkimatlar artık Ruslar tarafından her yerde aşılmış durumda. Şimdi ise Ukrayna birlikleri, özellikle yerleşim yerlerinde bu tahkimatları savunarak pozisyonlarını korumaya çalışıyor. FAB bombaları yönlendirme modülleriyle donatılmış olup yaklaşık 70 kilometre uzaklıktan bırakılabiliyor. Ruslar bu bombaları artık oldukça hassas bir şekilde kullanıyor. Bu bombaların taşıyıcıları, taktik bombardıman uçaklarıdır ve bu uçaklar 170-200 kilometre derinlikteki hava üslerinden operasyon düzenler. Eğer bu hava üsleri, Batı menşeli uzun menzilli silahların menziline girerse, Ruslar daha gerideki üslerden operasyon yapmaya başlayacaktır. Moskova’daki Genelkurmay Akademisi’ndeki eğitimim sırasında Su-24 tipi cephe bombardıman uçaklarını hesaba katarak planlama yapıyorduk. Bugün kullanılan Su-34 uçaklarının menzilinin Su-24’lerden çok daha fazla olduğunu söyleyebilirim. Geriye çekilerek operasyon düzenlemek Ruslar açısından sorunsuz olacaktır.
Rusya’nın lojistik destek hatlarını ve cepheye asker taşınmasını kesintiye uğratmak, yalnızca belirli hedef kategorilerine karşı yoğun ve sistematik saldırılarla mümkün. Bunlar, mesela mühimmat veya yakıt depoları gibi tesisler ya da demir yolu ağı olabilir. Ruslar, lojistik tesislerini geniş bir alana yayabilir ve Donbass’taki sıkı demir yolu ağından faydalanabilir. Ayrıca bu ağ, ek demir yolu hatlarıyla daha da güçlendirilebilir. Bu görev, Rusya ordusunda bulunan demir yolu birliklerine ait. Ukraynalıların bu ağı kesintiye uğratması için ciddi bir çaba göstermesi ve çok sayıda füze kullanması gerekecektir. Fakat Ukrayna’nın savaş uçakları ve roketatarlarıyla cepheye ne kadar yaklaşabileceği belli değil.
Bununla beraber yer hedeflerine yönelik saldırılar da karmaşık bir hedefleme süreci gerektirir. Ruslar, geçerli operasyon prosedürlerine göre, komuta merkezlerini günlük olarak değiştirir. Son zamanlarda Rusya’nın komuta merkezlerinin imha edildiğine dair neredeyse hiç haber duymadım.
Temel olarak Rusya ordusunun operasyon prosedürleri, düşman tarafından kısa ve orta menzilli silahların kullanılmasını öngörüyor. Ruslar bu tür bir duruma hazırlanmış durumda ve eğitimlerini buna göre aldılar. Dolayısıyla, Batı tarafından tedarik edilen kısa ve orta menzilli silahlarla Rusya Silahlı Kuvvetlerine baskı uygulanması ancak geçici bir etki yaratacaktır.
İlave olarak, Ukraynalılar, askerlerin moralini artırmak amacıyla sembolik açıdan önemli hedeflere saldırabilirler. Ancak bu tür saldırıların kalıcı bir askerî etkisi olmayacaktır. Bunun aksine, yalnızca askerî hedeflere yönelik saldırıların Ukraynalıların moraline etkisi sınırlı kalacaktır.
Bütün bu süreçte hedeflerin kontrolü Batı’nın –özellikle de ABD’nin– elinde. Ukraynalılar, saldırıların gerçekleşmesi için gerekli olan seyrüsefer, iletişim ve istihbarat araçlarına doğrudan erişime sahip görünmüyor. Özellikle en yeni sistemler için üretici firmalardan teknik destek alınması gerektiği de anlaşılıyor. Bu araçların kullanımıyla Biden, Rusya’nın ilerleyişini yavaşlatabilir ve muhtemel bir çöküşü –en azından Trump’ın göreve başlamasına kadar– erteleyebilir. “Benim gözetimimde olmadı,” anlayışı burada geçerli gibi görünüyor.
Bu kararlar ışığında müzakereli çözüm şansı nasıl değerlendirilebilir?
Bu kararların müzakereli çözüm şansını ciddi ölçüde etkileyeceğini düşünmüyorum. Ukrayna’daki savaşın nasıl ve ne zaman sona ereceğini Batı’nın silah sevkiyatları belirlemeyecek. Batı’nın “mucize silahları” olarak lanse edilen sistemler, Şubat 2022’den bu yana savaşın gidişatında kayda değer bir değişiklik yaratamadı. Daha önce belirttiğim üzere ATACMS, Storm Shadows ve diğer benzeri sistemler de bu savaşın kaderini kökten değiştiremeyecek. Bu savaş, Şi Cinping ve Vladimir Putin’in “tamam yeter” dedikleri zaman sona erecek. Genel manada, Rusya veya Çin ile Batı adına bir savaşa girmeye hazır olan herkesin uyarıyı almış olması gerektiğini düşünüyorum.
Eylül ayında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Batı’nın uzun menzilli silahlarını Rusya’ya karşı kullanmasının, NATO ülkelerinin Ukrayna’daki çatışmaya doğrudan katılımı anlamına geleceğini söylemiş ve şu uyarıda bulunmuştu: “Eğer savaşı Ukrayna topraklarından Doğu’ya taşırlarsa, savaş orada sona ermeyecek; zira savaş Batı’yı da içine alacak.”
NATO’nun, Putin’in öngördüğü bu muhtemel tepkiye nasıl hazırlanacağı büyük bir soru işareti. Şu anda Fransızlar ve İngilizler açısından, Bab el-Mandeb Boğazı ya da İran kıyıları civarındaki sularda savaş gemilerini konuşlandırmaktan bir süreliğine kaçınmak daha uygun olabilir. Hatta diğer deniz bölgelerinden de uzak durmaları gerekebilir. Bunun yanı sıra, Batı Avrupa’daki deniz tabanında bulunan tesislere karşı dikkatli olunması gerektiğini özellikle vurgulamak isterim.
Almanya’nın kendi topraklarına dönük bir saldırı beklentisi içinde olmadığını, sivil savunma alanında neredeyse hiçbir tedbir alınmamış olmasından anlayabiliriz. Halka, evlerinin bodrumlarını temizlemeleri ve kendilerine bol şans dilemeleri yönünde tavsiyeler dışında, Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius’un (SPD) elle tutulur bir hazırlık sunmadığı aşikâr. Oysa, bir ülkeye ve halkına zarar vermek için artık çok daha farklı araçlar mevcut.
Uzun zamandır Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’un daha akıllı bir strateji izlediğini düşünüyorum. Kendisi, gereksiz yere ve erken bir dönemde risk alarak öne çıkmaktan kaçınıyor. Ancak ne yazık ki etrafında zayıf bir hükûmet ekibi var. Geçtiğimiz yıl Federal Meclis’te eleştirdiğim Ulusal Güvenlik Stratejisi, son derece zayıf bir metindi. Ama o zaman bile CDU/CSU muhalefetinin sunacak daha fazla aklı yoktu.
ABD Başkanı Joe Biden, daha önce bu tür füzelerin Rusya’daki hedeflere karşı kullanılmasına izin vermeyeceğini belirtmişti, zira bunun üçüncü dünya savaşına yol açabileceğinden endişe duyuyordu. Fakat görev süresinin sonlarına yaklaşırken, Biden’ın artık böyle bir senaryodan korkmadığı anlaşılıyor. Peki, bu süreçte ne değişti?
Biden’ın bu kararı, Trump ekibi ile Putin yönetimi arasında halihazırda yapılmış olması muhtemel anlaşmayı bozmayı amaçlıyor. Bu stratejiyle, Putin’in öyle bir tepki vermesi hedefleniyor ki, bu tepki Trump’a savaşın devam etmesinden başka bir seçenek bırakmasın. Şu anki durumda Ruslar, Amerikan tesislerine veya birliklerine saldırmaktan kaçınıyor; böyle bir adımın Trump yönetimiyle ilişkileri doğrudan etkileyebileceğini biliyorlar.
Fransa ve İngiltere’nin bu denkleme dahil edilmesi, savaşın Trump’ın göreve gelmesinden sonra da devam etmesini garanti altına alma stratejisinin bir parçası. Biden, bu noktada Fransa ve İngiltere’nin büyük güç olma heveslerini ustaca kullanıyor. Ancak hem Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron hem de İngiltere Başbakanı Keir Starmer, Rusya’nın muhtemel misilleme hamlelerinin, Trump’ın göreve başlamasından sonra özellikle onları hedef alacağının farkında. Bu nedenle, durum ciddileştiğinde İngiltere ve Fransa’nın, deyim yerindeyse, “görünmezlik moduna geçeceğini” düşünüyorum.
Rusya’nın mevcut stratejisinde NATO’nun 5. Madde’sini (bir üyeye yapılan saldırının tüm NATO üyelerine yapılmış sayılmasını öngören madde) devreye sokacak bir durumdan kaçınması önemli. Bu nedenle Rusya, NATO topraklarında herhangi bir hedefe saldırmayacaktır. Bunun yerine, İngiltere ve Fransa’nın ana vatanı dışındaki tesislere saldırılar düzenleyerek, bu ülkelerin güçlerini koruyamayacaklarını göstermeye çalışabilir. Nitekim, Rusya’nın birkaç gün önce Ukrayna’daki hedeflere dönük kombine füze ve drone saldırılarını yeniden başlatması, Moskova’nın misilleme yeteneğini açıkça ortaya koyuyor. Üstelik bu saldırılar, iyi korunan hedeflere karşı dahi başarılı bir şekilde yapılabiliyor. Bu da Rusya’nın mevcut gelişmeleri önceden öngördüğünü ve buna hazırlıklı olduğunu gösteriyor.
Açık konuşmak gerekirse, ABD’nin Rusya’ya, belirli saldırılardan önce uygun kanallar aracılığıyla uyarılarda bulunması bile beni şaşırtmaz. Bu tür bir iletişim, savaşı daha büyük bir tırmanıştan koruma amaçlı bir tedbir olabilir.
Genel olarak Kremlin’in her zamanki gibi, temkinli ve ihtiyatlı bir şekilde tepki vereceğini düşünüyorum. Ancak Putin’in basında zaman zaman “nükleer tehdit” kartını oynaması, Biden’ı başarısız bir lider gibi gösterme stratejisinin bir parçası. Bu durum, Biden’ın sırf egosu uğruna, görev süresinin son anlarında bir nükleer savaşı riske atmış bir başkan olarak algılanmasına neden olabilir. Öte yandan Trump, bu retoriği kullanarak kendisini barışın ve gerilimi düşürmenin mimarı olarak sunabilir. Bu da Trump’ın söylemsel bir üstünlük elde etmesine yol açabilir. Lütfen, benden Biden’ın liderlik becerilerine övgüler dizmemi beklemeyin. Bu bağlamda, onun kararlarının stratejik etkisi tartışmaya aşikâr.
Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy’in, ABD Başkanı Joe Biden’ın uzun menzilli füzelerle ilgili kararını medyada duyurmasından rahatsız olduğu iddiaları basında geniş yankı buldu. Uzmanlar, bu açıklamayı ABD yönetiminin Rusya’yı saldırılardan önce bilgilendirerek bir tırmanışı önleme çabası olarak yorumluyor. Peki, bu durum nasıl değerlendirilmeli?
Burada Zelenskiy için “isteğe göre bir menü” hazırlanmadığını açıkça görebiliyoruz. Ukrayna’nın lideri, kendisine sunulan yardımı olduğu gibi kabul etmek zorunda. “Büyük aktörler” sahnede kararları alırken, Ukrayna ancak bu oyunun bir parçası olabilir. Biden, bir yandan gerilimi artıracak bir açıklama yaparken, diğer yandan tansiyonu düşürme çabası içinde görünüyor. Kararını kamuoyuna duyurarak, esasen Rusya’ya dolaylı bir uyarı göndermiş ve onları bir nebze rahatlatmış oldu. Biden, bu saldırıların Zelenskiy’in istediği gibi sürpriz bir şekilde gerçekleştirilmesine izin verebilirdi; fakat bu, şu anki stratejiyle uyuşmuyor.
Bu durum, günümüz savaşlarının “medya savaşı” karakterini bir kez daha gözler önüne seriyor. Batı, medya hakimiyetinin her savaşta üstünlük sağlayacağını varsayıyor. Bu anlayış büyük ölçüde, ABD’nin Vietnam Savaşı’ndan kalma travmasına dayanıyor. Ancak bu medya savaşı içinde, Ukrayna lideri Zelenskiy’in stratejik kararlarının Rusya’nın lehine olabilecek etkiler doğurabileceği bir gerçek. Örneğin, Çernigov oblastına (Ukrayna ordusunun Kuzey Harekât Komutanlığı’nın önemli bir merkezi) asker kaydırılması, mevcut durumu Zelenskiy açısından daha da kötüleştirebilir.
Bu aşamada Ukrayna’nın, moral artırıcı bir başarıya ihtiyacı var. Bunun için Rusya’ya birkaç füze saldırısı gerçekleşebilir ve bu saldırılar daha sonra stratejik zaferler olarak lanse edilebilir. Ancak bu hamlelerin kalıcı bir askerî etkisi olup olmayacağı belli değil. Öte yandan, Trump ve Kuzey Kore güçleri hakkındaki spekülasyonlarla bir “ihanet hikayesi” hazırlığının şimdiden yapılmış olması dikkat çekici.
Biden’ın kararını basın yoluyla duyurması, aslında planın en kritik parçalarından biriydi. Bu ilan, Biden’ın başkanlık dönemi boyunca elde ettiği zayıf başarı karnesini toparlama çabasının bir parçası. Kabil’deki kaotik çekilme sonrası yaşanan utanç verici süreç, Biden’ın hanesine yazılmıştı. Buna rağmen, 2021’in aralık ayında Rusya’nın sunduğu güvenlik garantileri teklifini küçümseyip reddetme cesaretini göstermişti. Şubat 2022’den itibaren ise, ABD’nin Kiev’deki müttefikinin darbeler almasına seyirci kalmak zorunda kaldı. Şimdi, kalan iki aylık görev süresinde, bu tabloyu tersine çevirmek ve daha iyi bir izlenim bırakmak için çabalıyor.
Fakat Biden’ın, dünyayı bir nükleer savaşa sürükleme gibi bir niyet taşımadığı bariz. Bu, Biden’ın planlarının bir parçası değil. Bilakis, mevcut hamleleri hem içeride hem de uluslararası arenada itibarını artırmaya yönelik bir girişim olarak okunmalı.
Biden’ın uluslararası sahnedeki zayıflığı, yakın zamanda Peru’daki zirvede daha da belirgin hale geldi. Aile fotoğrafında Biden’ın arka ve dış köşelere yerleştirilmesi, sembolik olarak onun düşen önemini gözler önüne serdi. Üstelik, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in, Trump ile iyi bir şekilde çalışabileceğini söylemesi, Biden’a dolaylı bir mesaj göndererek onunla artık çalışmak istemediğini ima etmişti. Bu durum, Biden’ın uluslararası alandaki pozisyonunu daha da zayıflattı.
Biden, görev süresinin kalan iki ayında daha fazla aşağılanmak istemiyorsa, şimdi hızlı ve etkili hamleler yapmak zorunda. Kendi döneminin, özellikle Jimmy Carter’ın başkanlığının son dönemine benzeyen bir şekilde sona ermesini istemediği belli.
Biden’ın ABD’nin uzun menzilli silahları için genişletilmiş hedeflerine ilişkin kararını hangi biçimde aldığına dair bilginiz var mı? Bu bir başkanlık kararnamesi, resmi bir hükümet kararı ya da yalnızca Kiev’e (ve kiminle) yapılan bir telefon görüşmesi şeklinde mi? Ve bugüne kadar silahların menzil sınırlaması nasıl sağlandı, yalnızca teknik bir yöntemle mi yoksa bir emirle mi?
Bu tür detayları elbette yalnızca doğrudan taraf olanlar bilir. Ancak kararın uygulanmasının üçlü bir işbirliğiyle gerçekleştirilmesi muhtemel. Amerikan, İngiliz ve Fransız askerleri saldırıları muhtemelen birlikte planlayacak. NATO kurumlarının bu süreçte pek bir etkisinin olacağını düşünmüyorum. Zira tecrübelere göre, büyük devletler stratejik varlıklarını paylaşmayı tercih etmez; bu, genelde herkesin kendi önceliğine göre hareket ettiği bir alan. Bu kapsamda özel harekât birlikleri, stratejik silahlar, uydu ve istihbarat bilgileri gibi yalnızca hükümet düzeyinde erişilebilen araçlar yer alır. Dolayısıyla, bu tür bir işbirliğinin halihazırda kurulmuş olması pek muhtemel değil. Belki bu süreç sıfırdan oluşturulmak zorunda kalabilir.
Şimdi bir hedefleme süreci başlatılması gerekiyor. Bu süreç, durum değerlendirmesinden hedef seçimine ve etkinlik analizine kadar uzanıyor. Bunun içinde istihbarat toplama, iletişim ve navigasyon uyduları yer alıyor. Bu uyduların bazıları muhtemelen doğru yörüngeye henüz yerleştirilmiş değil. Hazırlık çalışmalarına elektronik harp alanındaki tedbirler de dâhil. Geçtiğimiz ay Rusya’nın birkaç şehrinde bizzat şahit oldum ki, Ruslar GPS sinyallerini engelliyor ve hatta zaman zaman yanıltıcı sinyaller yayıyor. Yani, GPS cihazları yanlış konumlar tespit ediyor. Bu sapmaların 15 kilometreye kadar ulaştığını gözlemlemiştim.
Tüm bu süreç, devlet başkanlarının ya da başbakanların –Biden, Starmer ve Macron’un– silahlı kuvvetlerin başkomutanı sıfatıyla verdiği bir planlama talimatını gerektiriyor. Ön hazırlıkların, yani muhtemel planların ne kadar ilerlemiş olduğuna bağlı olarak, oldukça uzun sürebilecek bir planlama sürecinin başlatılması gerekebilir. Hangi hedeflere saldırılacağı konusunda Ukraynalılar belki önerilerde bulunabilir ama son söz büyük ihtimalle Amerikalılar, İngilizler ve Fransızlara ait olacaktır.
DÜNYA BASINI
Gideon Levy: Böylesine korkunç savaş suçları işlenirken hiç bu kadar gurur duyulmamıştı
Yayınlanma
3 gün önce18/11/2024
Yazar
Harici.com.trAşağıda çevirisini okuyacağınız İsrail’in en köklü gazetelerinden Haaretz’de yayınlanan köşe yazısında İsrail’in Gazze’deki katliamları karşısında İsrail toplumunun etik ve ahlaki olarak nasıl dönüştüğü/dönüştürüldüğü anlatılıyor:
***
Siyonistlerin yeni ideali: Gazze Savaşı’ndan utanmayan bir İsrailli nesil
Gideon Levy
“Teachers for Change” (Değişim İçin Öğretmenler) adlı bir kuruluşun CEO’su ve eğitimci olan Yair Weigler, yedek kuvvetlerdeki uzun süreli görevinden yeni döndü.
“Gazze Şeridi’ndeki çeşitli mahallelerde ve mülteci kamplarında faaliyet gösterdik, biraz da plajlarında vakit geçirdik, ardından Lübnan’da göreve devam ettik… Aramızda yerleşimciler, Tel Avivliler, 2005’te [Gazze Şeridi’ndeki] Katif Bloğu’ndan tahliye edilenler vardı; silah arkadaşlarıydık, eğitimciler ve yüksek teknoloji çalışanlarıydık… tek bir tank bölüğüydük” dedi şiirsel bir dille, sanki ordudan sonra yurtdışında bir geziye çıkıp dönen genç bir adam gibi, ziyaret ettiği yerleri övüyordu. Ah, Şucaiye, ah, ne birlik ama. Ne ordu ne halk.
Eski Başbakan Naftali Bennett, eğitimcinin sözlerini paylaşmakta gecikmedi: “İsrail’de bir aslanlar kuşağı doğdu. Hiç şüphem yok ki bu çocuklar, savaşçılar ve yedekler, sivil hayata daha idealist, daha merhametli insanlar olarak dönecekler ve önümüzdeki 50 yıl boyunca bu ülkeyi yeniden inşa edecek insanlar onlar olacak. Umut var!”
Eğer Bennett’ın küçük örme kipasıyla sergilediği aşırı duygusallığı bir kenara bırakırsak bile, şaşkın ve çaresiz gözlerimizin önünde cereyan eden kaostan dehşete düşmemek elde değil. Yedi yirmi dört. Etnik temizlik ve toplu katliam artık birer ideal; savaş suçları ise daha değer odaklı ve “iyi” siviller yaratıyor. Bennett’ın anlayışında umudun anlamı işte bu.
İnanmakta güçlük çekiyor insan. İsrail’de bir öğretmenin yedek görevindeki son derece sorunlu deneyimlerini böyle ifade ettiğini, ılımlı sağ kanadın liderlerinden alternatif için umut olan birinin ise bu şekilde tepki verdiğini okuyoruz. 2024 İsrail’inde, ordunun Gazze ve Lübnan’da yaptıklarıyla ilgili bir özeleştiri işareti görmek şöyle dursun artık suçlar ve vahşet birer ideal düzeyine yükseltiliyor. Vatandaşlık derslerinde artık, on binlerce kadın ve çocuğun katledilmesinin nasıl bir “değer” haline geldiği tartışılacak. İşte bir toprak parçasını yok edip İsraillileri daha iyi vatandaşlar haline getirmenin yolu budur. Soykırım, bir eğitim atölyesi olarak sunuluyor.
Suçluluk duygusu, bir hesaplaşma veya etik sorgulamalar bekleyen herkes tam tersini buluyor. Yaptıklarından dolayı travma yaşayan, bitmek bilmeyen kâbuslar gören, işlediği vahşetler yüzünden uykusunda çığlık atan bir nesil bekleyenler, ulusal gururla karşılaşıyor. Siyonist ideal artık Gazze’de süren savaş. Uluslararası mahkemelerde tanımlanmayı bekleyen korkunç bir suç, tüm dünyanın haklı olarak dehşetle izlediği bir savaş, şimdi bir “değer” olarak yüceltiliyor. Burada bir aslanlar kuşağı doğdu.
Bu aslanlar kuşağı, bir an bile yaptıklarıyla yüzleşmeye cesaret edemeyecek kadar korkak. Bastırma ve inkârı anlamak mümkün. Sonuçta bunlar olmadan, böylesine anlamsız ve dizginsiz bir savaş sürdürülemezdi. Ancak İsrail bunu daha akıl almaz bir noktaya taşıdı.
Böylesine korkunç savaş suçları işlenirken hiç bu kadar gurur duyulmamıştı. Subaylar kameraların önünde Gazze’deki yıkıntılar arasında göğsünü kabartarak yürüyor. Etrafında, tüm bu yıkımın anlamını sorarak mesleğinin itibarını kurtaracak tek bir muhabir bile yok. Bunun amacı neydi, yasal dayanağı neydi, ahlaki boyutu neydi? Bize böyle bir yıkımı gerçekleştirme yetkisini veren neydi? Toprak yolda, koltuk değnekleriyle, tekerlekli sandalyelerde, açlıktan bitap düşmüş eşeklerin çektiği arabalarla gidip gelen, TV muhabiri Ohad Hamo’nun soracağı herhangi bir soruya bir damla su karşılığında yanıt vermeye hazır insanların oluşturduğu konvoylar var ve bu, Hamo’nun mesleki gururunu destekleyen bir gazetecilik başarısı olarak adlandırılıyor.
Rus televizyonunun Ukrayna’dan böylesi utanç verici bir görüntüyü yayınlamaya cesaret edebileceği şüpheli. Belki orada utanç buna engel olabiliyor. Burada ise utanma hissi yok. Ne Hamo, ne Kanal 12, ne medya, ne Weigler ne de Bennett’in söylediklerinde…
Mesele sadece İsrail’in utanma duygusunu kaybetmiş olması değil. Yaptıklarıyla gurur duyuyor. İsrailliler savaşı sadece gerekli bir kötülük olarak görmüyor, bizi bununla yaşamaya mahkûm eden bir durum olarak değerlendirmiyor. Şimdi savaş, bir değer modeli – pedagojik bir şiir olarak sunuluyor. Gazze Şeridi’nin kuzeyindeki sürgün ve güneyindeki katliam birer ulusal miras olarak tanıtılıyor, yakında fotoğraf albümleri ve müzelerle birlikte gelecek. Bunu telafi etmek çok daha zor olacak.
Bennett, vicdanı ve pusulası olmayan bu aslanlar kuşağının önümüzdeki 50 yıl boyunca ülkeyi inşa edeceğini vaat ediyor. Hayal edin. Bekleyip göreceğiz.
ABD’li senatör: Musk’ın Çin bağlantıları ABD ulusal güvenliği için ‘derin bir tehdit’
ABD, Filipinler’e Pekin’e karşı kullanması için insansız deniz aracı veriyor
Operationsplan Deutschland: Almanya’da “planlı ekonomi” tartışması
Çin bankalarının Rusya’ya yönelik ödeme kontrolleri sertleşiyor
Ford Avrupa’da 4.000 kişiyi işten çıkaracak
Çok Okunanlar
-
RUSYA1 hafta önce
Patruşev’in Kommersant röportajı: Montrö ihlaline göz yummayacağız
-
AMERİKA2 hafta önce
Fukuyama: Trump’ın geri dönüşü Amerika ve dünya için ne anlama geliyor?
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Valdai izlenimleri: Trump’lı yıllar başlarken…
-
AVRUPA2 hafta önce
Almanya’da hükümet dağıldı: Buraya nasıl gelindi?
-
DÜNYA BASINI1 hafta önce
Donald J. Trump’ın ideolojisi
-
GÖRÜŞ1 hafta önce
Belarus Halk Meclisi: siyasi sistemin güçlendirilmesi ve demokrasinin geliştirilmesi
-
GÖRÜŞ1 hafta önce
Trump’ın zaferine dünyadan karmaşık tepkiler
-
SÖYLEŞİ1 hafta önce
“Alman sermayesinin mevcut çıkarları CDU-SPD koalisyonu ile örtüşüyor”