Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

AfD’nin Almanya’ya ve dünyaya bakışı: Maximilian Krah ile mülakat

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini verdiğimiz mülakat, Almanya’da son Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinden ikinci çıkan Almanya için Alternatif’in (AfD) önemli isimlerinden Maximilian Krah ile seçimlerden sonra yapıldı. Partinin Björn Höcke liderliğindeki völkisch-etnomilliyetçi grubu Der Flügel (Kanat) ile bağlantılı Krah, seçimlerden önce verdiği bir röportajda SS-Waffen üyelerinin hepsinin suçlu olmayabileceğini söylediği için kendi partisi tarafından AP seçim kampanyasında “kenara” çekilmişti. Yine Krah’ın Federal Meclis’teki bir danışmanı, Alman polisi tarafından “Çin adına casusluk yaptığı” iddiasıyla gözaltına alınmıştı.

Krah, 20. yüzyılda iki savaş arasında yaygınlık kazanan Spenglerci “Batının çöküşü” temasını tekrar ederken, yine Aydınlanma ve evrenselcilik karşıtı düşüncenin alametifarikalarından partikülarizmi, Nazizmin aşkın hukukçucu Carl Schmitt’e referansla savunuyor (“Kant’a karşı Schmitt”). Schmittçi Großräum (büyük alanlar) fikrine açıkça sarılan Krah, bunu partikülarist bir “herkes kendi kendini yönetsin” gibi ilk seferde kulağa hoş gelen şekilde süslese de, Alman hukuk filozofunda bunun Antik Roma üzerinden III. Reich’a uzandığını bilmiyor olamaz. Schmittçi sözüm ona “politik sistemlerin çoğul(cu)luğu” düşüncesi, Avrupa’nın (ABD ve SSCB karşısındaki) kendi varlığını Alman öncülüğüne bağlıyordu. Alman emperyalizminin Lebensraum fikri, Großraum’a dönüşüyordu. Avrupa Yeni Sağı’nda, eski faşist-nazi fikirlerin nasıl yaldızlanarak tekrar piyasaya sunulduğunu, tozlu raflardan indirilmiş hangi düşüncelerin yeni etiketlerle kamuoyunu etkilediğini ileride daha etraflıca ele alabilmeyi umuyoruz.

Hem mülakatı yapanların hem de Krah’ın, AfD’nin sarsılmaz İsrail yanlısı pozisyonunun altını çizmesi de gayet manidar. Krah, bir “Avrupa projesi” olarak İsrail ile tamamen bir duygudaşlık içindedir: AfD’nin hayalindeki Almanya ve Avrupa ile İsrail, aynı ailenin parçasıdır. Krah’ın bakışı, bugün Avrupa’daki Yeni Sağ’ın bağnaz bir biçimde savunduğu Siyonist devletle tamamen uyumludur. Bu ayrıca, Yeni Sağ’ın “müesses nizam karşıtı” iddialarına dair de çok şey söylüyor.

Son olarak, Krah’ın Almanya’nın iktisadi geleceğine ve hangi sınıflara yaslanacağına/yaslandığına ilişkin bir değini ile bu normale göre uzun notu kapatıyoruz. AfD’li, serbest piyasanın iyiliği mitosunu savunuyor, ama her nasıl olacaksa, bu serbest piyasa Goldman Sachs için değil, mesela KOBİ’ler için işleyecek. Bu, ütopik olmanın ötesinde, piyasanın işleyişini mistikleştirdiği için aynı zamanda gericidir de: piyasada “aktörler”, eşit şartlarda değil, şartları önceden zaten eşitsiz olarak belirlenmiş mülkiyet ilişkileri doğrultusunda hareket ederler. Ama bu bir tarafa, AfD türü partilerin, demagojik ya da değil, kitle tabanlarını neoliberal dönemde peyda olan, ama 2008-9 krizinden sonra gerçek bir toplumsal kesim haline gelen deklase işçilerden, uluslararasılaşmadan yorulan müphem bir “orta sınıf”tan ve en önemlisi de, Alman sanayisinin belkemiği olarak görülen, KOBİ’lerden daha fazlası demek olan Mittelstand’dan aldığını açıkça görüyoruz. İhracata dayalı “Alman mucizesi”nin sürdürülebilmesi için Mittelstand’ın ve orta sınıfın sağlam olması, bunun için de ucuz Rus enerjisi, dolayısıyla da Rusya ile iyi-sağlam ilişkiler zorunludur. Bu konuda meraklı okuru şu yazılara yönlendiriyorum:

AfD ve Almanya: Avrupa İhracatçılar Federasyonu mu?
Alman ekonomisi: Avrupa’nın iktisadi motoru dağılıyor mu?

Son olarak metindeki köşeli parantezler çevirmene aittir.


AfD’den Maximilian Krah ile Avrupa’nın siyasi depremi üzerine

Uwe Parpart ve David P. Goldman
Asia Times
14 Haziran 2024

Maximilian Krah, Almanya için Alternatif’in Avrupa Parlamentosu’ndaki baş adayı ve Alman siyasetinin en tartışmalı ve karizmatik kişiliklerinden biri. AfD (Alternative für Deutschland) 9 Haziran seçimlerinde Almanya’daki oyların %16’sını alarak Almanya’nın mevcut iktidar koalisyonundaki tüm partilerden daha fazla oy aldı ve eylül ayında yapılacak üç eyalet seçiminde de birinci çıkması bekleniyor. 1977 doğumlu Krah, 2016 yılında Hıristiyan Demokratlardan ayrıldı ve ilk kez 2019 yılında Avrupa Parlamentosu’na seçildi. Krah, 13 Haziran’da Asia Times Editörü Uwe Parpart ve Editör Yardımcısı David Goldman ile görüştü. Aşağıda konuşmanın hafifçe düzenlenmiş bir dökümü yer alıyor.

S: Maximilian Krah, bu önemli bir zafer, hatta bir depremdi. Şok dalgaları yarattı ve yaratmaya devam ediyor. Bu nasıl gerçekleşti? Özellikle Alman seçmenler, sizin seçmenleriniz, ne için ve neye karşı oy kullandılar?

C: Oyunu değiştiren gençler oldu. Farkı gençler yarattı. 24 yaş altı seçmenler arasında %12’lik bir artış gördük.

Sol, solcu adayları destekleyeceklerini düşünerek 16 ve 17 yaşındakilerin oy kullanmasına izin verdi. Ne var ki, 16 ila 24 yaş arasındaki bu grup içinde %12’lik bir oran elde ettik. Şu anda toplamda %17’lik bir oranla 24 yaş altı demografik gruptaki en kuvvetli siyasi güç biziz.

Bu, oyunun kurallarını değiştiren bir gelişme çünkü tekrar hata yapmadığımız sürece geleceğin bizim elimizde olduğunu gösteriyor. Donald Trump’ın tarzını daha fazla benimsemiş olsaydık çok daha iyisini yapabilirdik. Kampanya sırasında bazı istihbarat saldırılarının kurbanı oldum.

Ne yazık ki partim beni birkaç hafta gizlemeye karar verdi ve kampanya çalışmalarımı TikTok ve internetle sınırlandırarak genç seçmenlere odaklandım. Genç seçmenler arasındaki kazanım, yaşlı seçmenler arasındaki kayıpların üstesinden gelmeye yetecek kadar önemliydi.

Yani Almanya’dan gelen mesaj, genç Almanya’nın sağa kaydığı yönünde. Bu büyük bir kazanım ve umut veriyor.

Diğer mesaj ise istihbarat örgütleri tarafından düzenlenen bu tür güçlü saldırılarla başa çıkmayı öğrenmemiz gerektiğidir.

S: Mayıs ayında İsviçre’de yayınlanan Weltwoche dergisine “Almanya barış için bir güç olmalı” başlıklı bir röportaj verdiniz. Barış konusu özellikle genç seçmenler ve genel olarak seçmenler için önemli miydi?

C: Öncelikle, barışın önümüzdeki beş yıl içinde Avrupa siyasetinin en önemli konusu olduğunu düşünüyorum. Neden mi? Çünkü Amerika Ukrayna sorunundan yavaş yavaş çekilecek.

Dünya haritasına baktığımızda üç çatışma merkezi görüyoruz: Ukrayna, Ortadoğu ve Tayvan. Amerika tek başına bu üç bölgede de savaş kazanamaz.

Ukrayna’daki savaşın Avrupa parasıyla desteklenmesi gerektiği açık. Ukrayna için yeni para, yeni silahlar ve askeri desteğin finansmanı söz konusu olduğunda karar Avrupa Parlamentosu’ndan geçmelidir. Dolayısıyla Avrupa seçimlerinde, Ukrayna’daki savaşın önümüzdeki birkaç yıl boyunca devam etmesine karar veriyoruz.

Açıkçası bu küresel bir mesele. Bu nedenle dünyanın dört bir yanından istihbarat servisleri bu kampanyayla bu kadar ilgilendi ve bu kampanyayı etkilemede aktif rol oynadı. Genç seçmenler arasında ise meseleler çok daha temel.

Bugün genç bir insan olduğunuzda, öğretmenlerinizin ve ebeveynlerinizin size anlattığı deneyimlerin sizi geleceğe hazırlamayacağını bilirsiniz. Gençler geleceğin ne getireceğini bilmiyorlar ve onlara insan olmanın ne anlama geldiği bile öğretilmiyor.

Cinsiyet kimliklerinden şüphe ediyorlar – erkek, kadın ya da başka bir şey olup olmadıklarından. Kendilerine güvenmeyen ama etraflarındaki her şeyi dönüştürecek bir gelecekle karşı karşıya olduklarını bilen bir genç neslimiz var. Gençler temel cevaplar talep ediyorlar çünkü önlerindeki hayatın onlara meydan okuyacağını biliyorlar ve bu meydan okumaya hazırlıksız hissediyorlar.

Ve tabii ki savaş, yaşam ve ölümle ilgili olduğu için temel ve hayati bir konudur. Savaşta ölebilirsiniz, dolayısıyla gençler temel konulara çok açıklar.

S: AfD’nin barışın nasıl olacağına dair bir vizyonu var mı? Eninde sonunda, tüm savaşlar gibi bu savaş da sona erecek. Peki sonrasında ne olacak?

C: AfD kampanya sırasında zorluklarla karşılaştı çünkü saldırıları bekliyorduk ama bu kadar şiddetli olacağını bilmiyorduk. Ne yazık ki bu saldırıların yoğunluğuna hazırlıklı değildik.

AfD’nin tutarlı bir vizyona sahip olup olmadığını söylemek zor, fakat kendi vizyonumu paylaşabilirim. Bir barış anlaşması için herkes temel fikri biliyor.

Mevcut cephe hattını alıp önümüzdeki beş yıl boyunca yeni sınır olarak belirleyebiliriz. Bundan sonra Rus işgali altındaki bölgelerde Rusya’ya mı yoksa Ukrayna’ya mı ait olmak istediklerini belirlemek için bir halk oylaması düzenleriz. Büyük olasılıkla Rusya’yı seçeceklerdir.

Ne var ki, Ukrayna’daki savaş Ukrayna’dan öte küresel dünya düzeniyle ilgili. Eğer Rusya tamamen kaybetmez ve hatta statükoya kıyasla kazançlı çıkarsa, Batı liderliğindeki mevcut küresel düzen sona erer. Dolayısıyla Batı böyle bir barış anlaşmasını kabul edemez.

Söz konusu olan savaşı uzatmak, daha fazla mühimmat ve silah tedarik etmek ve Ukrayna’nın kaybetmesini engellemeye çalışmak. Savaşın sona ermesi Batının küresel hakimiyetinin sona ermesi anlamına gelecektir.

Bu nedenle Brüksel ve Washington’daki elitler savaşı sürdürmeye ve herhangi bir barış girişimini engellemeye kararlı.

Weltwoche’ye verdiğim demeçte Almanya’nın “Macht für den Frieden” (barış için bir güç) olması gerektiğini vurgulamıştım. Fakat Almanya bugün bir güç değil; daha çok bir çakala benziyor. Bağımsız bir Alman siyaseti düşüncesi yok. Donald Trump başkan olduğunda tüm Brüksel ve Berlin stratejik özerklik çağrısında bulundu. Joe Biden dünyaya liderlik etmek için geri döndüğünde herkes mutluydu çünkü siyasi elitler bağımsız dış siyaset için entelektüel kapasiteden yoksundu.

Avrupa siyasetlerini anlamak için Washington’a bakmanız yeterli. Karşı karşıya olduğumuz mücadele Batının küresel hakimiyetini, yani Amerika’nın küresel hakimiyetini korumaktır.

Benim vizyonum Almanya’nın bu savaşın kaybedeni olduğunu anlaması ve bağımsız bir dış siyaset için diğer Avrupa ülkelerinden destek almasıdır. Macaristan ve Bulgaristan gibi birçok küçük Avrupa ülkesi ve hatta Hollanda bile bunu anlıyor. Fakat Almanya kendisine en çok zarar veren siyasetin öncüsü olduğu sürece bir değişiklik olmayacaktır.

S: Diyelim ki birkaç yıl içinde AfD dışişleri bakanlığını ele geçirdi. Siz de bağımsız bir dış siyaset yürütme yetkisine sahip bir dışişleri bakanısınız. Eski düzen yıkılmış durumda. Ne tür bir yeni düzen getirmek istiyorsunuz? Mevcut koşulların yerini neyin alması gerektiğine dair vizyonunuz nedir?

C: Vizyon, mükemmel bir düzenin farklı şekillerde anlaşılabileceğini kabul etmektir.

Bırakalım Çinliler Çinli, Hintliler Hintli, Afrikalılar Afrikalı ve Avrupalılar Avrupalı olsun. Tüm dünyanın aynı siyasi ve hukuki kültürü takip etmesi gerektiği fikrinden vazgeçmeliyiz. Asya’nın kendi gelenekleri vardır ve kendilerini buna göre yönetmelidirler. Aynı şey İslam dünyası için de geçerlidir. Bırakalım Müslümanlar Batılı değerleri onlara empoze etmeye çalışmadan kendi düzenlerini takip etsinler.

Dolayısıyla ilk adım, dünyadaki belli başlı bölgelerin kendi siyasi ve hukuki düzen fikirlerine göre kendilerini yönetmeleri gerektiğini kabul etmektir. Daha sonra dış siyaset karşılıklı çıkarlara dayanmalıdır.

Bugünkü sorun, Batının kendi değerlerinin evrensel olduğuna inanması ve bunları askeri ve ekonomik yaptırımlar yoluyla dayatmasıdır. Bunun yerine ben Asyalıların Asya kurallarını, Müslümanların Müslüman kurallarını ve Afrikalıların Afrika kurallarını takip etmesini ve karşılıklı çıkarlara dayalı bir diplomasi başlatılmasını öneriyorum.

Bu fikir Immanuel Kant’ın evrensel bir küresel düzen fikrinden ziyade Carl Schmitt’in Großraumordnung (geniş alanlar düzeni) kavramıyla örtüşmektedir. Ben Kant’ın değil, Schmitt’in bakış açısıyla uyumluyum.

S: Ama buradan oraya nasıl gidileceğini tartışalım. AfD bir kitle partisinin seçmen gücüne sahip ama hâlâ bir protesto hareketi, bir Aktionsgruppe profiline sahip. AfD’yi şu anki algılanan protesto hareketi statüsünden Avrupa’nın en güçlü ülkesini yönetebilecek ya da yönetime katılabilecek bir partiye ne götürecek?

C: Anketler artık farklı bir hikaye anlatıyor. İnsanlara AfD’ye neden oy verdikleri soruldu; program için mi yoksa protesto için mi? Şimdi ise %55’i savunduğumuz şey için oy verdiklerini söylüyor. Bu değişim benim önemli bir başarım.

Ben bir fikri, bir vizyonu savunuyorum. Ben bir vizyonu savunuyorum, sadece hükümet karşıtlığını değil. Belki sadece hükümete karşı kampanya yürüterek daha fazla destek kazanabilirdik. Ama ben, “Bana oy verirseniz, bir vizyona oy vermiş olursunuz,” dedim. Bir şeyin lehine olan %16’nın, aleyhine olan %18’den daha iyi olduğunu kabul etmeliyiz.

Siyasi düşüncede bir alternatif olduğunu açıkça ortaya koymalıyız. Liberal dönem sona eriyor. Küresel Güney yükseliyor ve geleneksel düşünceyi geri getiriyor. Biz de kendi Batılı geleneksel düşüncemizi yeniden keşfetmeliyiz.

Sadece mevcut sisteme karşı çıkmak yerine olumlu bir siyasi vizyonu savunalım. Bu yaklaşım konumumuzu giderek güçlendirecektir.

Biz güçlendikçe, Hıristiyan Demokratlar için de bizimle anlaşmaya varmaları için bir teşvik olacaktır. Eylül ayında Almanya’nın doğusundaki üç eyalette (Saksonya, Thüringen ve Brandenburg) bölgesel seçimler yapılacak. Her üç eyalette de en güçlü güç biz olacağız.

Hıristiyan Demokratlar ya bizimle birleşerek bir hükümet kurabilir ya da Yeşiller ve Sosyalistlerle ittifak yaparak sol bir hükümet kurabilirler. Eğer muhafazakâr bir liberal solcularla ya da bizimle ortaklık kurmak arasında bir seçim yapmak zorunda kalırsa, ilk tercihi biz oluruz. Ne var ki, ulusal parti yönetimi şu anda bunu yapmalarını engelliyor.

Umarım eninde sonunda Doğu Almanya’daki Hıristiyan Demokratlar ulusal parti liderlerini takip etmeyi bırakır ve bizimle işbirliği yapmayı seçerler. Bu bizim iktidara giden yolumuz: Hıristiyan Demokratlar iç sorunlarla karşı karşıya ve onların doğu kolları bizimle anlaşmaya çalışıyor.

S: 9 Haziran seçimlerinin sonuçlarına baktığımızda AfD’nin bu üç eyalette, özellikle de Saksonya’da baskın parti olduğunu görüyoruz. Eğer işler bu şekilde devam ederse eylül ayı gibi daha küçük bir partiyle hükümet kurmanız mümkün olabilir. CDU’ya bile ihtiyacınız olmayabilir. Bayan Wagenknecht’in sol-milliyetçi partisi Bündnis Sahra Wagenknecht de önemli kazanımlar elde etti. Bazı farklılıklara rağmen Saksonya ya da Thüringen’de BSW ile bir hükümet kurma olasılığını görüyor musunuz?

C: Bu çok önemli bir soru. Bunu görmeyi çok isterim. Ne var ki, Bayan Wagenknecht partisinin en tepesinde yer alırken, bölgedeki arkadaşları hâlâ olumsuz anlamda sosyalist.

Wagenknecht geleneksel Marksist bir ekolden, eski Doğu Alman ekolünden geliyor; çok klasik bir Marksist felsefe eğitimini ekonomi doktorasıyla birleştiriyor.

Üzerinde hemfikir olduğumuz pek çok konu var. Ekonomiden anlıyor, bu da onu diğer sosyalistlerden ayırıyor ve woke ideolojilere karşı çıkıyor.

Ama yalnız değil. Yerel personeli ondan daha düşük kalitede ve daha az ileriye dönük. Saksonya’daki Wagenknecht partisindeki kilit kişilerin kimler olduğunu bile bilmiyoruz.

Ne yazık ki, Bayan Wagenknecht Hıristiyan Demokratlara bir teklifte bulundu, bu da onun müesses nizama üyelik için başvurduğunu gösteriyor. Buna rağmen Thüringen’de Hıristiyan Demokratlar Wagenknecht ile koalisyon kurmak için yeterli oya sahip olmayacak. Böylece Thüringen, Alman siyasetinin laboratuvarı haline gelecek. Muhtemelen Doğu Almanya’daki hayal kırıklığına uğramış CDU seçmenleriyle işbirliği yaparak Wagenknecht partisinden daha başarılı olacağız.

S: Peki ya Sosyal Demokrat Parti? SPD içinde Başbakan Olaf Scholz ve Yeşil koalisyon ortaklarına karşı bir isyan görüyoruz. SPD’nin doğudaki liderleri AfD ile işbirliği yapmayı önerdi. Bunun gerçekleşme ihtimali var mı?

C: Hayır, böyle bir şey olacağını sanmıyorum. SPD çok fazla ideolojik bir parti haline geldi. Sosyal Demokratlar geleneksel olarak işçi sınıfı ve sosyal adaletten, aile ve gelenek değerlerinden yanaydı. SPD bunu çoktan geride bıraktı. İklim değişikliği, enerji dönüşümü, feminizm ve LGBTQ+ sorunları gibi ideolojik projelerin partisi haline geldiler. Geleneksel sosyal demokrat değerlerle bağlarını kopardılar. SPD bizim ortağımız olmayacak. İktidara giden yolumuz CDU’dan ya da kendi hükümetimizi kurmaktan geçecek.

S: İngilizce basında bu durum Avrupa Parlamentosu seçimlerinde Avrupa’nın sağa kayması olarak yansıtılıyor. Siz ne ölçüde bir Avrupa eğilimi görüyorsunuz? Ve bu ne ölçüde Almanya’ya özgü bir şey? 

C: Sorun şu ki Avrupa sağı bölünmüş durumda. Sağa doğru bir hareket var. Şu anda Avrupa Parlamentosu seçimlerinde en güçlü tek grup Marine Le Pen’in Rassemblement National’i [Ulusal Birlik]. Göç, kültürel savaş, boğucu sosyalist bürokrasi, bu iklim saçmalığı vs. hakkında konuştuğunuz sürece onlarla aynı fikirdeyiz.

Fakat en önemli mesele dış siyasettir. Ve ne yazık ki Avrupa sağı tamamen bölünmüş durumda. Bana göre çoğunluğu oluşturan Avrupa sağının bir kısmı, 2024’ten ziyade 1980’lerle ilgisi olan Soğuk Savaş düşüncesine sahip. Yani onlar için uluslararası siyaset, gücün Atlantik’ten Küresel Güney’e kayması vs. ile ilgili değil. Hâlâ özgür dünya ile karanlık dünya arasındaki eski savaş retoriğine inanıyorlar. Dış siyaset söz konusu olduğunda derin devlet ajanlarıdırlar, hatta bazen Sosyalistlerden bile daha fazla.

Göç, vs. gibi konular söz konusu olduğunda sağa doğru bir hareketimiz var. Fakat dış siyaset ve küresel siyaset söz konusu olduğunda ön saflar tamamen farklı. Ve orada sağa doğru bir kayma yok. Ne yazık ki.

S: Amerika Birleşik Devletleri küresel durumu ABD ve Çin arasındaki bir mücadele olarak çerçevelemeyi seviyor. ABD’deki pek çok kişinin şu anda Avrupa’ya bakışı ise Avrupa’nın kararını vermesi gerektiği yönünde. Avrupa, Amerika ve Çin arasında bu tür bir seçim yapmak zorunda mı?

C: Bu oldukça saçma bir önerme gibi görünüyor. Bunun Amerika ve Çin arasında bir seçim olduğunu düşünmüyorum. Ve eğer sadece Amerika ve Çin arasında bir seçim yapılacaksa, ben Amerika’yı tercih ederim. Asıl soru şu: Amerika ile az ya da çok bağımsız olmak arasında bir seçim yapabilir miyiz?

Almanya örneğinde, ekonomik modelimiz Rusya’dan ucuz enerji almak, bu enerjiyi kullanarak mamul mallar üretmek ve bunları Çin de dahil olmak üzere tüm dünyaya ihraç etmek üzerine kuruluydu.

Şimdi, kendimizi içinde bulduğumuz cesur yeni dünyada, Amerikalı dostlarımız sayesinde, artık Rusya’dan ucuz enerji alamıyoruz, çünkü boru hatlarımız tahrip edildi. Bu yüzden üretilen mallarımızın fiyatları artıyor ve artık rekabetçi değiller. Ve ABD tarafından tasarlanan küresel yaptırım rejimi nedeniyle istediğimiz yere ihracat yapmamıza izin verilmiyor.

Bu da iktisadi bir gereklilik olarak, enerji ithal edebilmemiz için Ruslarla yeniden iyi ilişkiler kurmamız gerektiği anlamına geliyor. Ve elbette açık ticarete ihtiyacımız var çünkü Almanya imalat sanayine dayanıyor ve kendi kullanabileceğimizden daha fazla mal üretiyoruz.

Bugün gördüğümüz şey, Amerika’nın bu yeni dış siyaset yaklaşımı nedeniyle Alman ekonomisinin ve Alman imalat sanayinin tamamen yok olmasıdır ve ben bunu kabul etmek istemiyorum. 

Tüm Batı ya da Amerikan imparatorluğu düşüşte. Batı hakimiyetinin ya da Amerikan hakimiyetinin gerilemesi beş yıllık bir mesele değildir. Bu düşüşün gözle görülür ve oldukça hızlı olduğu dönemleri olan bir süreçtir. Karşı saldırının olduğu ve Amerika’nın ve Batının gücünün kısa bir süre için arttığı zamanlar da olacaktır. Fakat uzun vadede, geleceğin dünyasının artık Washington ve Brüksel tarafından yönetilmeyen çok kutuplu bir dünya olduğuna inanıyorum. Demografik ve iktisadi veriler açık.

1913 yılında dünya nüfusunun üçte biri Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’da yaşıyordu. Şimdi ise bu oran sadece altıda bir. Ve Batı dünyasındaki yaş piramidi korkunç. Aynı durum küresel GSYİH için de geçerli. Ben 1970’lerin ortasında doğduğumda, küresel GSYİH’nin neredeyse dörtte üçü G7 ülkelerinde üretiliyordu. Şimdi ise BRICS ile aynı seviyedeyiz. Sadece askeri güç açısından üstünlüğümüz var. Ama Talleyrand’ın dediği gibi, süngülerin üzerinde oturamazsınız. 

S: İkinci bir Trump döneminden ne bekliyorsunuz?

C: Trump’ın ilk başkanlığına baktığımızda, dış siyaset söz konusu olduğunda oldukça belirsizdi. Trump pek çok iyi şey yaptı, bitmek bilmeyen savaşları sona erdirdi. Fakat diğer yandan Trump elbette bir Amerikan başkanı. Ve onun en büyük fikri önce Amerika. Aynı zamanda Amerika’nın uluslararası ve küresel gücünü korumak istiyor ki bu da elbette bir Amerikan başkanı olarak onun görevi.

Trump Amerika’nın küresel gücünü yeniden şekillendirmek istiyor. Trump, Biden’ın başkanlığı döneminde yaşananları tersine çeviremeyecektir. Amerika’nın küresel gücünde uzun vadeli bir düşüş eğilimi var. Fakat Amerikan küresel gücünün daha hızlı azaldığı dönemler ve bazı yıllarda tersine bir süreç göreceksiniz. Ve bence Trump’ın başkanlığı döneminde, genel bir perspektiften bakıldığında, Amerika’nın küresel gücünün artacağını göreceğiz. 

S: Almanya’nın iktisadi geleceğine baktığımızda, sizin de daha önce ifade ettiğiniz gibi sorunlar var. Çin son dört yılda Küresel Güney’e yaptığı ihracatı aşağı yukarı iki katına çıkardı. Almanya’da, Almanya’nın Küresel Güney’deki geleceği ve Küresel Güney’in büyümeye önemli bir katkı sağladığı bir dünyaya nasıl uyum sağlanacağı konusunda çok fazla düşünülüyor mu?

C: Hayır, Almanya’da hiç düşünülmüyor. Hatta siyasi elitimizi vasat olarak tanımlamak gurur verici olur. Siyasi elitimizin en büyük korkusunun 100 yıl sonra iklimin nasıl bir hâl alacağı olduğuna gerçekten inanıyorum. Dış siyaset ve özellikle de ticaret siyaseti söz konusu olduğunda, bunun Alman GSYİH’si için ne anlama geldiğini sorgulamıyorlar. Bir tür küresel ahlaki zorunluluğa hizmet etmeleri gerektiği düşüncesiyle hareket ediyorlar.

Ülke aptalların, iktisadi kalkınmadan anlamayan insanların elinde. Sanayimiz mahvolduğunda sadece seyirci kalmıyoruz. İhracat sektörümüzü yok etmek için para harcıyoruz. Dünyadaki değişimler ve Çin ile rekabet konusunda hiçbir anlayış yok.

Alman elitleri iklim, ahlaki konular, insan hakları gibi konulara odaklanan ama iktisadi büyümeye, uluslararası ticaretteki payımıza, iktisadi ilişkilerdeki etkimize odaklanmayan hayali tartışmaları takip ediyor. 

S: Sol basından gelen Nazi dönemini savsaklama iddialarına rağmen, sadece medyanın internet sitelerini okuyarak bile Almanya’daki en İsrail yanlısı partinin hiç şüphesiz AfD olduğunu gözlemliyoruz. Bu konuyu, AfD’nin İsrail’e yönelik tutumunu ve bunun AfD için ne anlama geldiğini biraz açabilir misiniz?

C: Yani, her şeyden önce, bana yöneltilen suçlama nedir? İkinci Dünya Savaşı sırasında bir tür ikinci ordu olduğunu bildiğinizi biliyorum. Resmi Alman ordusu Wehrmacht vardı. Bir de Waffen-SS adında ikinci bir ordu vardı ki bu ordunun sonunda 900.000 askeri vardı. Ve tabii ki bu açıkça bir Nazi ordusuydu. Bu dönüştürülmüş geleneksel bir ordu değildi. Bu yeni inşa edilmiş bir Nazi ordusuydu.

Ama aynı zamanda 16 ve 17 yaşındaki insanlar da bu Nazi ordusunda askere alınıyordu ve tüfekleri ve tanklarıyla savaşmak zorundaydılar. Bana bu ikinci orduda yer alan herkesin suçlu olduğunu düşünüp düşünmediğim soruldu. Ben de hayır dedim. Bence savaş suçu işleyen yüksek bir yüzde vardı. Fakat bir kez daha, bu durumda bile, bireysel suçluluk aramak ve kişisel iddialarda bulunmak zorundasınız.

Bu arada, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Müttefik kuvvetlerin bile yaptığı buydu. Her zaman bireysel bir suç olup olmadığına baktılar, ama hiçbir zaman insanları sadece ikinci ordunun bir üyesi oldukları için cezalandırmadılar.

Ne yazık ki Almanya’da tarihi gerçeklere ilişkin farkındalık ve suç ve suçluluğa ilişkin temel kavramların anlaşılması o kadar düşük ki söylediklerim tamamen yanlış anlaşıldı ve yanlış yorumlandı. Şimdi soruya cevap vermeseydim daha iyi olurdu diyebilirsiniz ya da insanları daha fazla bilgilendirmeye başlamam gerektiğini söyleyebilirsiniz.

İsrail söz konusu olduğunda, İsrail’in kültürel olarak Avrupalı bir proje olduğunu, dolayısıyla bu ülkenin kültürü, tarihi ve birbirimize olan kolektif aidiyetimiz nedeniyle bir şekilde biz Avrupalılara ait olduğunu anlayan tek parti olduğumuz oldukça açıktır.

Fakat azılı bir liberal olduğunuzda, kültür ya da tarih diye bir şey yoktur. O zaman sadece birey ve insanlık vardır. Ve dikkate aldığınız tek şey bireysel insan haklarıdır. Ve eğer siyaseti ve tarihi sadece bireysel insan hakları merceğinden anlamaya çalışırsanız, genellikle yanlış sonuçlara ulaşırsınız.

İsrail’e karşı büyük bir sempati ve dayanışma hissediyorum. Bu yaklaşıma sahip olduğunuzda asla İsrail karşıtı bir duruşa varamazsınız. Bununla birlikte, zaman zaman İsrail politikalarını eleştirme ayrıcalığına da sahibim, çünkü Gazze’de yaşayan iki milyon insanın Avrupa’da olmasını istemiyorum. 

S: Dikkatimizi çeken bir husus, AfD lideri Alice Weidel’in, “Biz Arbeiterpartei’ız, işçilerin partisiyiz,” demesi oldu. Bu biraz abartılı olabilir ama aslında AfD’nin bu son seçimlerde eski Marksistlerin işçi sınıfı dediği kesime neredeyse aynı ölçüde hitap ettiği bir gerçek. Sizin düşünceniz nedir?

C: AfD temel manifestosunu 2015 yılında, yani neredeyse 10 yıl önce yayınladı ve dünya muazzam bir şekilde değişti. Şahsen benim için artık sadece zenginliğin yeniden dağıtılmasından bahsetmenin zamanı geçti. Zenginliğin nasıl yaratılacağı hakkında konuşmalıyız. Artık kendimizi bir işçi partisi olarak tanımlama konusunda rahatım.

Almanya’daki sorun GSYİH’nin üçte birinin yeniden bölüştürülüyor olması. Ekonomiden para alan ve bu parayı çoğunlukla göçmenlere veren devasa bir sosyalist makine. Bu da göç için büyük bir mıknatıs.

Çok çalışan ve ay sonunda neredeyse hiçbir şeyi olmayan insanlara karşı büyük bir merhamet duyuyorum. Almanya’da vergi sonrası ücretler utanç verici derecede düşük. Ama orta sınıfın yaşam standardını yükseltmenin yolunun yeniden bölüşümü artırmak değil, yeniden bölüşümü azaltmak olduğunu düşünüyorum. Kazandıklarının daha fazlasını ellerinde tutmalılar ve bu da daha az vergi ve sosyal güvenlik sistemi için daha az kesinti anlamına geliyor.

Bana göre, orta sınıfın, sıradan insanların, bir markette kasiyer olarak çalışan bekar annenin savunucusu olmak, yeniden bölüşümü artırmak ve sosyalist bir gündemi takip etmek değil, gelirlerinin daha fazlasını ceplerinde tutmaktır.

Benim yaklaşımım daha fazla piyasa ekonomisi, fakat Goldman Sachs’a hizmet etmek yerine bakkalda kasiyer olarak çalışan bekar anneye hizmet eden bir piyasa ekonomisi: küresel holdingler için bir piyasa ekonomisi yerine orta sınıf için, küçük ve orta ölçekli işletmeler için bir piyasa ekonomisi.

DÜNYA BASINI

FT: Suudi Arabistan Trump’ın İsrail politikalarını dengeleyebilir

Yayınlanma

Trump-selman

Financial Times’tan Andrew England’ın kaleme aldığı bu makale, Donald Trump’ın ikinci başkanlık dönemine dair bölgesel beklentileri ve endişeleri ele alıyor. Trump’ın İsrail yanlısı politikalarını dengelemede Suudi Arabistan’ın kilit rol oynayabileceği değerlendiriliyor. Makaleye göre Trump’la yakın ilişkisi ile bilinen Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın diplomatik manevraları, Filistin meselesinin çözümünde merkezi rol oynayabilir. Riyad, Filistin devletine giden bir plan olmadan İsrail ile normalleşmenin mümkün olmayacağını açıkça deklare etmesine rağmen İsrail’in bu çözüme giden yolu kapamış olması ise Trump’ın önündeki en büyük engel…

***

Orta Doğu, Trump’ı dizginlemesi için Suudi Arabistan’a güveniyor

Andrew England

Trump’ın aşırı İsrail yanlısı bir gündem izleyeceğinden korkan Arap ülkeleri, Donald Trump ile ilişkisini ve bölgedeki siyasi ağırlığını kullanarak Suudi Arabistan’ın, Trump’ın Ortadoğu politikalarını dengelemesini umuyor.

Trump’ın kilit pozisyonlara bir dizi ateşli İsrail yanlısı ve İran karşıtı şahin aday atamasının ardından Arap yetkililer yeni yönetimin İsrail’in işgal altındaki Batı Şeria’yı ilhak etme, Gazze’yi işgal etme ya da Tahran’la gerilimi tırmandırma hamlelerini onaylayabileceğinden endişe ediyor.

Ancak yetkililer, Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın Trump ile olan ilişkisini, başkanın finansal anlaşmalara olan ilgisini ve Suudi Arabistan ile İsrail arasındaki ilişkilerin normalleşmesine yol açacak “büyük pazarlık” yapma arzusunu kullanarak, yeni yönetimin bölgedeki politikalarını yumuşatabileceğini umuyor.

Bir Arap diplomat, “Bölgedeki kilit aktör, Trump’la bilinen ilişkileri nedeniyle Suudi Arabistan, dolayısıyla ABD’nin yapmaya karar verebileceği herhangi bir bölgesel eylemin kilit noktası olacak” dedi.

Bir başka Arap yetkili de Prens Muhammed’in Trump’ın İsrail’in Gazze’de Hamas’a karşı yürüttüğü savaşı sona erdirmeye yönelik politikalarını ve daha geniş anlamda Filistin meselesini etkilemede “kilit” rol oynayacağını ve İsrail’le normalleşme potansiyelini bir koz olarak kullanacağını söyledi.

Yetkili, “Suudi Arabistan, Trump’ın Gazze ve Filistin’le nasıl başa çıkacağını büyük ölçüde etkileyebilir. Bölgedeki pek çok ülke bundan sonra ne olacağı konusunda endişeli” dedi.

Trump’ın ilk başkanlık döneminde, Suudi Arabistan onun “alışveriş odaklı” yönetim tarzını ve bölgesel rakibi İran’a karşı yürüttüğü “maksimum baskı” kampanyasını destekledi. Suudi ajanların 2018’de gazeteci Cemal Kaşıkçı’yı öldürmesinin ardından diğer Batılı liderler Krallığın fiili liderine soğuk davranırken Trump, Prens Muhammed’in yanında durdu.

Trump, İsrail-Filistin çatışmasını çözmek için “nihai anlaşmayı” yapacağını da iddia etmişti. Ancak damadı Jared Kushner tarafından yürütülen bu planlar başarısız oldu. Filistinliler ve Arap devletleri, önerilerin İsrail lehine fazlasıyla taraflı olduğunu düşündü. Trump ayrıca Filistin’e yardımı kesti, Washington’daki diplomatik misyonlarını kapattı, ABD Büyükelçiliği’ni statüsü tartışmalı olan Kudüs’e taşıdı ve işgal altındaki Golan Tepeleri üzerindeki İsrail egemenliğini tanıdı. Öte yandan, Trump, BAE ve üç Arap ülkesinin İsrail ile ilişkilerini normalleştirdiği “İbrahim Anlaşmaları”na da aracılık etti.

Trump geçen ay bir Suudi televizyon kanalı olan El Arabiya’ya verdiği demeçte başkanlığı döneminde ABD ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerin büyük harflerle “MÜKEMMEL” olduğunu söyledi.

“Kral’a büyük saygı duyuyorum, Muhammed’e de büyük saygı duyuyorum; gerçekten harika bir iş çıkarıyor, o tam bir vizyoner” dedi.

ABD Başkanı Joe Biden göreve geldikten sonra Riyad, Trump ile bağlarını sürdürdü. Veliaht Prens Muhammed’in başkanlık ettiği Suudi Arabistan Kamu Yatırım Fonu (PIF), Kushner’in kurduğu özel sermaye fonuna 2 milyar dolar yatırım yaptı.

PIF’in yöneticisi Yasir al-Rumayyan, hafta sonu New York’ta düzenlenen bir UFC dövüşünde Trump ile ön sırada oturdu. Ayrıca, Trump’a ait golf sahaları, PIF’in en dikkat çeken spor girişimlerinden biri olan LIV Golf etkinliklerine ev sahipliği yaptı.

Ancak Prens Muhammed, Biden’ın göreve gelmesinden bu yana Suudi Arabistan’ın bölgesel politikalarını yeniden ayarladı. Riyad, 2023 yılında İran ile diplomatik ilişkileri yeniden kurdu özellikle Hamas’ın 7 Ekim 2023 saldırısının bölgede bir dizi çatışmayı tetiklemesinin ardından sürdürdüğü yumuşama politikası izlemeye devam etti.

Biden yönetiminin, Suudi Arabistan ile ABD arasında bir savunma anlaşmasını içeren üçlü bir anlaşma kapsamında İsrail ile ilişkilerin normalleşmesini hedefleyen planı, savaş nedeniyle sekteye uğrasa da ABD, Suudi Arabistan’ı krize yönelik herhangi bir bölgesel çözümde kritik bir aktör olarak görmeye devam ediyor.

Ancak Riyad, Filistinlilerin ölü sayısı arttıkça İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun aşırı sağcı hükümetine yönelik eleştirilerini sertleştirdi.

Ekim ayında Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan, Riyad’da düzenlenen bir basın toplantısında, İsrail ile normalleşmenin, “Filistin devletine dair bir çözüm bulunana kadar gündemde olmadığını” söyledi.

Prens Muhammed de geçen hafta Riyad’da düzenlenen Arap ve İslam zirvesinde İsrail’i Gazze’de “soykırım” yapmakla suçlarken, Lübnan’da Hizbullah’a karşı yürüttüğü savaşı ve İran’a yönelik saldırılarını kınadı.

Diplomatlar ve analistler, Veliaht Prens Muhammed’in konuşmasını, Müslüman dünyasının İsrail’in askeri saldırılarını kınamada ve bir Filistin devleti kurulmasına destek verme konusunda birleştiği mesajı olarak yorumladı. Salı günü Riyad, “İsrail’in Batı Şeria üzerinde egemenlik kurmaya yönelik aşırılık yanlısı açıklamalarını” da kınadı.

Trump seçim kampanyası sırasında Orta Doğu’ya barış getirme ve savaşı sona erdirme sözü vermişti. Ancak İsrail Büyükelçisi olarak seçtiği Mike Huckabee ve Orta Doğu temsilcisi olarak atadığı emlak kralı Steven Witkoff da dahil adaylarının çoğu ateşli birer İsrail yanlısı.

Trump, buna rağmen İbrahim Anlaşmaları’nı genişletmek istediğini belirterek Al-Arabiya’ya şunları söyledi: “Çerçeve zaten hazır, tek yapılması gereken bunu yeniden devreye sokmak ve bu çok hızlı gerçekleşebilir. Eğer kazanırsam bu kesinlikle bir öncelik olacak… sadece Ortadoğu’da barışı sağlamak… Bu olacak” dedi.

İbrahim Anlaşmaları’nın genişletilmesinde Suudi Arabistan kilit bir rol oynayabilir. Ancak Arap yetkililer, Trump’ın bunu ancak Netanyahu’ya, Filistin devleti kurulmasına yönelik tavizler vermesi için baskı yaparak başarabileceğine inanıyor. Bu, İsrail Başbakanı’nın şiddetle karşı çıktığı bir mesele.

Bir diğer Arap diplomat ise, “Trump’ın şu anda Ortadoğu’da Suudi Arabistan’dan daha çok ihtiyaç duyduğu başka bir aktör yok. Trump, kendisine sunulmuş hazır anlaşmalardan kredi almayı seven biri. Eğer Muhammed bin Selman ona bir anlaşma sunarsa, bu bir olasılık olabilir, hatta tek olasılık olabilir” yorumunda bulundu.

Arap yetkililer de Gazze’deki yıkımın neden olduğu öfkenin, Filistin davasını yeniden bölgesel gündemin en üst sırasına taşıması nedeniyle Trump’ın Filistinlileri göz ardı etmesinin daha zor olacağını umuyor. Liderler çatışmanın kendi halklarının bazı kesimlerini, özellikle de Prens Muhammed’in ana seçmen kitlesi olan gençleri radikalleştirmesinden endişe ediyor.

İlk Arap diplomat “Trump’ın Gazze’deki savaşı sona erdirmesi gerekecek ve bunu yapmak için de ertesi günü ele alması gerekiyor” dedi: “Filistin meselesine odaklanmadan bölgesel çözüm işe yaramaz. Suudi Arabistan açıkça belirtti ki, bir Filistin devleti kurulmadıkça normalleşme bir seçenek değil.”

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

İsviçreli askeri uzman Bosshard ile mülakat: Rusya’dan hangi karşılık beklenebilir?

Yayınlanma

Yazar

Çevirmenin notu: ABD Başkanı Joe Biden’ın Rusya topraklarına yönelik uzun menzilli füzelerin kullanılmasına izin verme kararı, Rusya’nın olası tepkilerini gündeme taşıdı. İsviçre Genelkurmay Başkanlığı’ndan emekli yarbay ve siyasi ve askeri strateji analisti Ralph Bosshard, Rusya’nın tepkisinin genelde ihtiyatlı ve kademeli olacağını, ancak uluslararası sulardaki veya üçüncü ülkelerdeki İngiliz ve Fransız hedeflerinin vurulabileceğini belirtiyor. Buna karşın, NATO’nun 5. Maddesi’ni devreye sokacak bir saldırının pek olası olmadığı ifade eden Bosshard, Ukrayna’nın Batı’dan aldığı silahlarla elde edebileceği askeri başarıların sınırlı kalacağını, çünkü Rusya’nın buna yönelik hazırlık yaptığını söylüyor. Ayrıca, Rusya’nın komuta merkezlerini sık sık yer değiştirdiğini ve geniş lojistik ağını koruma kapasitesine sahip olduğunu vurgulayan uzman, Batı’nın uzun menzilli silahlarının, savaşın seyrini kökten değiştirme potansiyelinin olmadığını, asıl belirleyicinin Rusya ve Çin liderlerinin kararları olduğunu ifade ediyor. Bosshard’a göre, Biden’ın bu kararını görev süresinin sonunda alması, Trump yönetimini zora sokma ve kendi dönemini daha güçlü bir şekilde kapatma çabası olarak yorumlanabilir. Moskova’nın şu ana kadar temkinli hareket ettiğini belirten Bosshard, Kremlin’in Batı’ya temkinli mesajlar verdiğini ve bu gerilimin medya üzerinden yönetildiğini dile getiriyor.


Rusya’dan nasıl bir askeri karşılık bekleyebiliriz? İsviçreli askeri uzman Bosshard ile mülakat

Éva Péli, NachDenkSeiten

Görev süresi sona ermekte olan ABD Başkanı Joe Biden, ABD’nin uzun menzilli füzelerinin Rusya topraklarındaki hedeflere karşı kullanılmasına izin verdi. Bu kapsamda, daha önce uygulanan kısıtlamalar kaldırıldı ve Beyaz Saray da bunu resmî olarak teyit etti. İsviçreli askerî uzman Ralph Bosshard, bu kararın muhtemel sonuçlarını NachDenkSeiten’a değerlendirdi.

Éva Péli: Joe Biden’ın bu açıklaması askerî açıdan nasıl değerlendirilmeli? Rusya’dan beklenen askerî tepki nedir ve bu tepki kimlere (ABD, İngiltere, Fransa ya da Ukrayna) yönelebilir?

Ralph Bosshard: Ruslar, Ukrayna topraklarındaki hedeflere dönük saldırıların yanı sıra, uluslararası sularda, denizaşırı varlıklarda ya da üçüncü ülkelerde bulunan İngiliz ve Fransız askerî hedeflerini vurma alternatifine de sahip. Fakat üçüncü ülkelerdeki operasyonlar büyük ihtimalle bazı kısıtlamalarla karşılaşacaktır. Şu ana kadar çatışan taraflar birbirlerinin uydularını hedef almaktan kaçındılar, zira bu durum Pandora’nın kutusunu açabilir. Uydu hedefleme şu an için bir tabu gibi görünüyor. Bu konuda silahlanma kontrolü müzakereleri için fırsatlar bile olduğunu düşünüyorum.

Batı tarafından Ukrayna’ya şu ana kadar sağlanan kısa ve orta menzilli silahlarla Ukrayna, mevcut en acil askerî sorunlarını çözmeyi deneyebilir.

Bu sorunlardan biri, Rusya’nın FAB adı verilen ağır uçak bombalarının, iyi inşa edilmiş saha tahkimatlarını imha etmek için kullanılması. 2014-2022 yılları arasında inşa edilen ve betonla güçlendirilmiş bu tahkimatlar artık Ruslar tarafından her yerde aşılmış durumda. Şimdi ise Ukrayna birlikleri, özellikle yerleşim yerlerinde bu tahkimatları savunarak pozisyonlarını korumaya çalışıyor. FAB bombaları yönlendirme modülleriyle donatılmış olup yaklaşık 70 kilometre uzaklıktan bırakılabiliyor. Ruslar bu bombaları artık oldukça hassas bir şekilde kullanıyor. Bu bombaların taşıyıcıları, taktik bombardıman uçaklarıdır ve bu uçaklar 170-200 kilometre derinlikteki hava üslerinden operasyon düzenler. Eğer bu hava üsleri, Batı menşeli uzun menzilli silahların menziline girerse, Ruslar daha gerideki üslerden operasyon yapmaya başlayacaktır. Moskova’daki Genelkurmay Akademisi’ndeki eğitimim sırasında Su-24 tipi cephe bombardıman uçaklarını hesaba katarak planlama yapıyorduk. Bugün kullanılan Su-34 uçaklarının menzilinin Su-24’lerden çok daha fazla olduğunu söyleyebilirim. Geriye çekilerek operasyon düzenlemek Ruslar açısından sorunsuz olacaktır.

Rusya’nın lojistik destek hatlarını ve cepheye asker taşınmasını kesintiye uğratmak, yalnızca belirli hedef kategorilerine karşı yoğun ve sistematik saldırılarla mümkün. Bunlar, mesela mühimmat veya yakıt depoları gibi tesisler ya da demir yolu ağı olabilir. Ruslar, lojistik tesislerini geniş bir alana yayabilir ve Donbass’taki sıkı demir yolu ağından faydalanabilir. Ayrıca bu ağ, ek demir yolu hatlarıyla daha da güçlendirilebilir. Bu görev, Rusya ordusunda bulunan demir yolu birliklerine ait. Ukraynalıların bu ağı kesintiye uğratması için ciddi bir çaba göstermesi ve çok sayıda füze kullanması gerekecektir. Fakat Ukrayna’nın savaş uçakları ve roketatarlarıyla cepheye ne kadar yaklaşabileceği belli değil.

Bununla beraber yer hedeflerine yönelik saldırılar da karmaşık bir hedefleme süreci gerektirir. Ruslar, geçerli operasyon prosedürlerine göre, komuta merkezlerini günlük olarak değiştirir. Son zamanlarda Rusya’nın komuta merkezlerinin imha edildiğine dair neredeyse hiç haber duymadım.

Temel olarak Rusya ordusunun operasyon prosedürleri, düşman tarafından kısa ve orta menzilli silahların kullanılmasını öngörüyor. Ruslar bu tür bir duruma hazırlanmış durumda ve eğitimlerini buna göre aldılar. Dolayısıyla, Batı tarafından tedarik edilen kısa ve orta menzilli silahlarla Rusya Silahlı Kuvvetlerine baskı uygulanması ancak geçici bir etki yaratacaktır.

İlave olarak, Ukraynalılar, askerlerin moralini artırmak amacıyla sembolik açıdan önemli hedeflere saldırabilirler. Ancak bu tür saldırıların kalıcı bir askerî etkisi olmayacaktır. Bunun aksine, yalnızca askerî hedeflere yönelik saldırıların Ukraynalıların moraline etkisi sınırlı kalacaktır.

Bütün bu süreçte hedeflerin kontrolü Batı’nın –özellikle de ABD’nin– elinde. Ukraynalılar, saldırıların gerçekleşmesi için gerekli olan seyrüsefer, iletişim ve istihbarat araçlarına doğrudan erişime sahip görünmüyor. Özellikle en yeni sistemler için üretici firmalardan teknik destek alınması gerektiği de anlaşılıyor. Bu araçların kullanımıyla Biden, Rusya’nın ilerleyişini yavaşlatabilir ve muhtemel bir çöküşü –en azından Trump’ın göreve başlamasına kadar– erteleyebilir. “Benim gözetimimde olmadı,” anlayışı burada geçerli gibi görünüyor.

Bu kararlar ışığında müzakereli çözüm şansı nasıl değerlendirilebilir?

Bu kararların müzakereli çözüm şansını ciddi ölçüde etkileyeceğini düşünmüyorum. Ukrayna’daki savaşın nasıl ve ne zaman sona ereceğini Batı’nın silah sevkiyatları belirlemeyecek. Batı’nın “mucize silahları” olarak lanse edilen sistemler, Şubat 2022’den bu yana savaşın gidişatında kayda değer bir değişiklik yaratamadı. Daha önce belirttiğim üzere ATACMS, Storm Shadows ve diğer benzeri sistemler de bu savaşın kaderini kökten değiştiremeyecek. Bu savaş, Şi Cinping ve Vladimir Putin’in “tamam yeter” dedikleri zaman sona erecek. Genel manada, Rusya veya Çin ile Batı adına bir savaşa girmeye hazır olan herkesin uyarıyı almış olması gerektiğini düşünüyorum.

Eylül ayında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Batı’nın uzun menzilli silahlarını Rusya’ya karşı kullanmasının, NATO ülkelerinin Ukrayna’daki çatışmaya doğrudan katılımı anlamına geleceğini söylemiş ve şu uyarıda bulunmuştu: “Eğer savaşı Ukrayna topraklarından Doğu’ya taşırlarsa, savaş orada sona ermeyecek; zira savaş Batı’yı da içine alacak.”

NATO’nun, Putin’in öngördüğü bu muhtemel tepkiye nasıl hazırlanacağı büyük bir soru işareti. Şu anda Fransızlar ve İngilizler açısından, Bab el-Mandeb Boğazı ya da İran kıyıları civarındaki sularda savaş gemilerini konuşlandırmaktan bir süreliğine kaçınmak daha uygun olabilir. Hatta diğer deniz bölgelerinden de uzak durmaları gerekebilir. Bunun yanı sıra, Batı Avrupa’daki deniz tabanında bulunan tesislere karşı dikkatli olunması gerektiğini özellikle vurgulamak isterim.

Almanya’nın kendi topraklarına dönük bir saldırı beklentisi içinde olmadığını, sivil savunma alanında neredeyse hiçbir tedbir alınmamış olmasından anlayabiliriz. Halka, evlerinin bodrumlarını temizlemeleri ve kendilerine bol şans dilemeleri yönünde tavsiyeler dışında, Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius’un (SPD) elle tutulur bir hazırlık sunmadığı aşikâr. Oysa, bir ülkeye ve halkına zarar vermek için artık çok daha farklı araçlar mevcut.

Uzun zamandır Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’un daha akıllı bir strateji izlediğini düşünüyorum. Kendisi, gereksiz yere ve erken bir dönemde risk alarak öne çıkmaktan kaçınıyor. Ancak ne yazık ki etrafında zayıf bir hükûmet ekibi var. Geçtiğimiz yıl Federal Meclis’te eleştirdiğim Ulusal Güvenlik Stratejisi, son derece zayıf bir metindi. Ama o zaman bile CDU/CSU muhalefetinin sunacak daha fazla aklı yoktu.

ABD Başkanı Joe Biden, daha önce bu tür füzelerin Rusya’daki hedeflere karşı kullanılmasına izin vermeyeceğini belirtmişti, zira bunun üçüncü dünya savaşına yol açabileceğinden endişe duyuyordu. Fakat görev süresinin sonlarına yaklaşırken, Biden’ın artık böyle bir senaryodan korkmadığı anlaşılıyor. Peki, bu süreçte ne değişti?

Biden’ın bu kararı, Trump ekibi ile Putin yönetimi arasında halihazırda yapılmış olması muhtemel anlaşmayı bozmayı amaçlıyor. Bu stratejiyle, Putin’in öyle bir tepki vermesi hedefleniyor ki, bu tepki Trump’a savaşın devam etmesinden başka bir seçenek bırakmasın. Şu anki durumda Ruslar, Amerikan tesislerine veya birliklerine saldırmaktan kaçınıyor; böyle bir adımın Trump yönetimiyle ilişkileri doğrudan etkileyebileceğini biliyorlar.

Fransa ve İngiltere’nin bu denkleme dahil edilmesi, savaşın Trump’ın göreve gelmesinden sonra da devam etmesini garanti altına alma stratejisinin bir parçası. Biden, bu noktada Fransa ve İngiltere’nin büyük güç olma heveslerini ustaca kullanıyor. Ancak hem Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron hem de İngiltere Başbakanı Keir Starmer, Rusya’nın muhtemel misilleme hamlelerinin, Trump’ın göreve başlamasından sonra özellikle onları hedef alacağının farkında. Bu nedenle, durum ciddileştiğinde İngiltere ve Fransa’nın, deyim yerindeyse, “görünmezlik moduna geçeceğini” düşünüyorum.

Rusya’nın mevcut stratejisinde NATO’nun 5. Madde’sini (bir üyeye yapılan saldırının tüm NATO üyelerine yapılmış sayılmasını öngören madde) devreye sokacak bir durumdan kaçınması önemli. Bu nedenle Rusya, NATO topraklarında herhangi bir hedefe saldırmayacaktır. Bunun yerine, İngiltere ve Fransa’nın ana vatanı dışındaki tesislere saldırılar düzenleyerek, bu ülkelerin güçlerini koruyamayacaklarını göstermeye çalışabilir. Nitekim, Rusya’nın birkaç gün önce Ukrayna’daki hedeflere dönük kombine füze ve drone saldırılarını yeniden başlatması, Moskova’nın misilleme yeteneğini açıkça ortaya koyuyor. Üstelik bu saldırılar, iyi korunan hedeflere karşı dahi başarılı bir şekilde yapılabiliyor. Bu da Rusya’nın mevcut gelişmeleri önceden öngördüğünü ve buna hazırlıklı olduğunu gösteriyor.

Açık konuşmak gerekirse, ABD’nin Rusya’ya, belirli saldırılardan önce uygun kanallar aracılığıyla uyarılarda bulunması bile beni şaşırtmaz. Bu tür bir iletişim, savaşı daha büyük bir tırmanıştan koruma amaçlı bir tedbir olabilir.

Genel olarak Kremlin’in her zamanki gibi, temkinli ve ihtiyatlı bir şekilde tepki vereceğini düşünüyorum. Ancak Putin’in basında zaman zaman “nükleer tehdit” kartını oynaması, Biden’ı başarısız bir lider gibi gösterme stratejisinin bir parçası. Bu durum, Biden’ın sırf egosu uğruna, görev süresinin son anlarında bir nükleer savaşı riske atmış bir başkan olarak algılanmasına neden olabilir. Öte yandan Trump, bu retoriği kullanarak kendisini barışın ve gerilimi düşürmenin mimarı olarak sunabilir. Bu da Trump’ın söylemsel bir üstünlük elde etmesine yol açabilir. Lütfen, benden Biden’ın liderlik becerilerine övgüler dizmemi beklemeyin. Bu bağlamda, onun kararlarının stratejik etkisi tartışmaya aşikâr.

Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy’in, ABD Başkanı Joe Biden’ın uzun menzilli füzelerle ilgili kararını medyada duyurmasından rahatsız olduğu iddiaları basında geniş yankı buldu. Uzmanlar, bu açıklamayı ABD yönetiminin Rusya’yı saldırılardan önce bilgilendirerek bir tırmanışı önleme çabası olarak yorumluyor. Peki, bu durum nasıl değerlendirilmeli?

Burada Zelenskiy için “isteğe göre bir menü” hazırlanmadığını açıkça görebiliyoruz. Ukrayna’nın lideri, kendisine sunulan yardımı olduğu gibi kabul etmek zorunda. “Büyük aktörler” sahnede kararları alırken, Ukrayna ancak bu oyunun bir parçası olabilir. Biden, bir yandan gerilimi artıracak bir açıklama yaparken, diğer yandan tansiyonu düşürme çabası içinde görünüyor. Kararını kamuoyuna duyurarak, esasen Rusya’ya dolaylı bir uyarı göndermiş ve onları bir nebze rahatlatmış oldu. Biden, bu saldırıların Zelenskiy’in istediği gibi sürpriz bir şekilde gerçekleştirilmesine izin verebilirdi; fakat bu, şu anki stratejiyle uyuşmuyor.

Bu durum, günümüz savaşlarının “medya savaşı” karakterini bir kez daha gözler önüne seriyor. Batı, medya hakimiyetinin her savaşta üstünlük sağlayacağını varsayıyor. Bu anlayış büyük ölçüde, ABD’nin Vietnam Savaşı’ndan kalma travmasına dayanıyor. Ancak bu medya savaşı içinde, Ukrayna lideri Zelenskiy’in stratejik kararlarının Rusya’nın lehine olabilecek etkiler doğurabileceği bir gerçek. Örneğin, Çernigov oblastına (Ukrayna ordusunun Kuzey Harekât Komutanlığı’nın önemli bir merkezi) asker kaydırılması, mevcut durumu Zelenskiy açısından daha da kötüleştirebilir.

Bu aşamada Ukrayna’nın, moral artırıcı bir başarıya ihtiyacı var. Bunun için Rusya’ya birkaç füze saldırısı gerçekleşebilir ve bu saldırılar daha sonra stratejik zaferler olarak lanse edilebilir. Ancak bu hamlelerin kalıcı bir askerî etkisi olup olmayacağı belli değil. Öte yandan, Trump ve Kuzey Kore güçleri hakkındaki spekülasyonlarla bir “ihanet hikayesi” hazırlığının şimdiden yapılmış olması dikkat çekici.

Biden’ın kararını basın yoluyla duyurması, aslında planın en kritik parçalarından biriydi. Bu ilan, Biden’ın başkanlık dönemi boyunca elde ettiği zayıf başarı karnesini toparlama çabasının bir parçası. Kabil’deki kaotik çekilme sonrası yaşanan utanç verici süreç, Biden’ın hanesine yazılmıştı. Buna rağmen, 2021’in aralık ayında Rusya’nın sunduğu güvenlik garantileri teklifini küçümseyip reddetme cesaretini göstermişti. Şubat 2022’den itibaren ise, ABD’nin Kiev’deki müttefikinin darbeler almasına seyirci kalmak zorunda kaldı. Şimdi, kalan iki aylık görev süresinde, bu tabloyu tersine çevirmek ve daha iyi bir izlenim bırakmak için çabalıyor.

Fakat Biden’ın, dünyayı bir nükleer savaşa sürükleme gibi bir niyet taşımadığı bariz. Bu, Biden’ın planlarının bir parçası değil. Bilakis, mevcut hamleleri hem içeride hem de uluslararası arenada itibarını artırmaya yönelik bir girişim olarak okunmalı.

Biden’ın uluslararası sahnedeki zayıflığı, yakın zamanda Peru’daki zirvede daha da belirgin hale geldi. Aile fotoğrafında Biden’ın arka ve dış köşelere yerleştirilmesi, sembolik olarak onun düşen önemini gözler önüne serdi. Üstelik, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in, Trump ile iyi bir şekilde çalışabileceğini söylemesi, Biden’a dolaylı bir mesaj göndererek onunla artık çalışmak istemediğini ima etmişti. Bu durum, Biden’ın uluslararası alandaki pozisyonunu daha da zayıflattı.

Biden, görev süresinin kalan iki ayında daha fazla aşağılanmak istemiyorsa, şimdi hızlı ve etkili hamleler yapmak zorunda. Kendi döneminin, özellikle Jimmy Carter’ın başkanlığının son dönemine benzeyen bir şekilde sona ermesini istemediği belli.

Biden’ın ABD’nin uzun menzilli silahları için genişletilmiş hedeflerine ilişkin kararını hangi biçimde aldığına dair bilginiz var mı? Bu bir başkanlık kararnamesi, resmi bir hükümet kararı ya da yalnızca Kiev’e (ve kiminle) yapılan bir telefon görüşmesi şeklinde mi? Ve bugüne kadar silahların menzil sınırlaması nasıl sağlandı, yalnızca teknik bir yöntemle mi yoksa bir emirle mi?

Bu tür detayları elbette yalnızca doğrudan taraf olanlar bilir. Ancak kararın uygulanmasının üçlü bir işbirliğiyle gerçekleştirilmesi muhtemel. Amerikan, İngiliz ve Fransız askerleri saldırıları muhtemelen birlikte planlayacak. NATO kurumlarının bu süreçte pek bir etkisinin olacağını düşünmüyorum. Zira tecrübelere göre, büyük devletler stratejik varlıklarını paylaşmayı tercih etmez; bu, genelde herkesin kendi önceliğine göre hareket ettiği bir alan. Bu kapsamda özel harekât birlikleri, stratejik silahlar, uydu ve istihbarat bilgileri gibi yalnızca hükümet düzeyinde erişilebilen araçlar yer alır. Dolayısıyla, bu tür bir işbirliğinin halihazırda kurulmuş olması pek muhtemel değil. Belki bu süreç sıfırdan oluşturulmak zorunda kalabilir.

Şimdi bir hedefleme süreci başlatılması gerekiyor. Bu süreç, durum değerlendirmesinden hedef seçimine ve etkinlik analizine kadar uzanıyor. Bunun içinde istihbarat toplama, iletişim ve navigasyon uyduları yer alıyor. Bu uyduların bazıları muhtemelen doğru yörüngeye henüz yerleştirilmiş değil. Hazırlık çalışmalarına elektronik harp alanındaki tedbirler de dâhil. Geçtiğimiz ay Rusya’nın birkaç şehrinde bizzat şahit oldum ki, Ruslar GPS sinyallerini engelliyor ve hatta zaman zaman yanıltıcı sinyaller yayıyor. Yani, GPS cihazları yanlış konumlar tespit ediyor. Bu sapmaların 15 kilometreye kadar ulaştığını gözlemlemiştim.

Tüm bu süreç, devlet başkanlarının ya da başbakanların –Biden, Starmer ve Macron’un– silahlı kuvvetlerin başkomutanı sıfatıyla verdiği bir planlama talimatını gerektiriyor. Ön hazırlıkların, yani muhtemel planların ne kadar ilerlemiş olduğuna bağlı olarak, oldukça uzun sürebilecek bir planlama sürecinin başlatılması gerekebilir. Hangi hedeflere saldırılacağı konusunda Ukraynalılar belki önerilerde bulunabilir ama son söz büyük ihtimalle Amerikalılar, İngilizler ve Fransızlara ait olacaktır.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Gideon Levy: Böylesine korkunç savaş suçları işlenirken hiç bu kadar gurur duyulmamıştı

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız İsrail’in en köklü gazetelerinden Haaretz’de yayınlanan köşe yazısında İsrail’in Gazze’deki katliamları karşısında İsrail toplumunun etik ve ahlaki olarak nasıl dönüştüğü/dönüştürüldüğü anlatılıyor:

***

Siyonistlerin yeni ideali: Gazze Savaşı’ndan utanmayan bir İsrailli nesil

Gideon Levy

“Teachers for Change” (Değişim İçin Öğretmenler) adlı bir kuruluşun CEO’su ve eğitimci olan Yair Weigler, yedek kuvvetlerdeki uzun süreli görevinden yeni döndü.

“Gazze Şeridi’ndeki çeşitli mahallelerde ve mülteci kamplarında faaliyet gösterdik, biraz da plajlarında vakit geçirdik, ardından Lübnan’da göreve devam ettik… Aramızda yerleşimciler, Tel Avivliler, 2005’te [Gazze Şeridi’ndeki] Katif Bloğu’ndan tahliye edilenler vardı; silah arkadaşlarıydık, eğitimciler ve yüksek teknoloji çalışanlarıydık… tek bir tank bölüğüydük” dedi şiirsel bir dille, sanki ordudan sonra yurtdışında bir geziye çıkıp dönen genç bir adam gibi, ziyaret ettiği yerleri övüyordu. Ah, Şucaiye, ah, ne birlik ama. Ne ordu ne halk.

Eski Başbakan Naftali Bennett, eğitimcinin sözlerini paylaşmakta gecikmedi: “İsrail’de bir aslanlar kuşağı doğdu. Hiç şüphem yok ki bu çocuklar, savaşçılar ve yedekler, sivil hayata daha idealist, daha merhametli insanlar olarak dönecekler ve önümüzdeki 50 yıl boyunca bu ülkeyi yeniden inşa edecek insanlar onlar olacak. Umut var!”

Eğer Bennett’ın küçük örme kipasıyla sergilediği aşırı duygusallığı bir kenara bırakırsak bile, şaşkın ve çaresiz gözlerimizin önünde cereyan eden kaostan dehşete düşmemek elde değil. Yedi yirmi dört. Etnik temizlik ve toplu katliam artık birer ideal; savaş suçları ise daha değer odaklı ve “iyi” siviller yaratıyor. Bennett’ın anlayışında umudun anlamı işte bu.

İnanmakta güçlük çekiyor insan. İsrail’de bir öğretmenin yedek görevindeki son derece sorunlu deneyimlerini böyle ifade ettiğini, ılımlı sağ kanadın liderlerinden alternatif için umut olan birinin ise bu şekilde tepki verdiğini okuyoruz. 2024 İsrail’inde, ordunun Gazze ve Lübnan’da yaptıklarıyla ilgili bir özeleştiri işareti görmek şöyle dursun artık suçlar ve vahşet birer ideal düzeyine yükseltiliyor. Vatandaşlık derslerinde artık, on binlerce kadın ve çocuğun katledilmesinin nasıl bir “değer” haline geldiği tartışılacak. İşte bir toprak parçasını yok edip İsraillileri daha iyi vatandaşlar haline getirmenin yolu budur. Soykırım, bir eğitim atölyesi olarak sunuluyor.

Suçluluk duygusu, bir hesaplaşma veya etik sorgulamalar bekleyen herkes tam tersini buluyor. Yaptıklarından dolayı travma yaşayan, bitmek bilmeyen kâbuslar gören, işlediği vahşetler yüzünden uykusunda çığlık atan bir nesil bekleyenler, ulusal gururla karşılaşıyor. Siyonist ideal artık Gazze’de süren savaş. Uluslararası mahkemelerde tanımlanmayı bekleyen korkunç bir suç, tüm dünyanın haklı olarak dehşetle izlediği bir savaş, şimdi bir “değer” olarak yüceltiliyor. Burada bir aslanlar kuşağı doğdu.

Bu aslanlar kuşağı, bir an bile yaptıklarıyla yüzleşmeye cesaret edemeyecek kadar korkak. Bastırma ve inkârı anlamak mümkün. Sonuçta bunlar olmadan, böylesine anlamsız ve dizginsiz bir savaş sürdürülemezdi. Ancak İsrail bunu daha akıl almaz bir noktaya taşıdı.

Böylesine korkunç savaş suçları işlenirken hiç bu kadar gurur duyulmamıştı. Subaylar kameraların önünde Gazze’deki yıkıntılar arasında göğsünü kabartarak yürüyor. Etrafında, tüm bu yıkımın anlamını sorarak mesleğinin itibarını kurtaracak tek bir muhabir bile yok. Bunun amacı neydi, yasal dayanağı neydi, ahlaki boyutu neydi? Bize böyle bir yıkımı gerçekleştirme yetkisini veren neydi? Toprak yolda, koltuk değnekleriyle, tekerlekli sandalyelerde, açlıktan bitap düşmüş eşeklerin çektiği arabalarla gidip gelen, TV muhabiri Ohad Hamo’nun soracağı herhangi bir soruya bir damla su karşılığında yanıt vermeye hazır insanların oluşturduğu konvoylar var ve bu, Hamo’nun mesleki gururunu destekleyen bir gazetecilik başarısı olarak adlandırılıyor.

Rus televizyonunun Ukrayna’dan böylesi utanç verici bir görüntüyü yayınlamaya cesaret edebileceği şüpheli. Belki orada utanç buna engel olabiliyor. Burada ise utanma hissi yok. Ne Hamo, ne Kanal 12, ne medya, ne Weigler ne de Bennett’in söylediklerinde…

Mesele sadece İsrail’in utanma duygusunu kaybetmiş olması değil. Yaptıklarıyla gurur duyuyor. İsrailliler savaşı sadece gerekli bir kötülük olarak görmüyor, bizi bununla yaşamaya mahkûm eden bir durum olarak değerlendirmiyor. Şimdi savaş, bir değer modeli – pedagojik bir şiir olarak sunuluyor. Gazze Şeridi’nin kuzeyindeki sürgün ve güneyindeki katliam birer ulusal miras olarak tanıtılıyor, yakında fotoğraf albümleri ve müzelerle birlikte gelecek. Bunu telafi etmek çok daha zor olacak.

Bennett, vicdanı ve pusulası olmayan bu aslanlar kuşağının önümüzdeki 50 yıl boyunca ülkeyi inşa edeceğini vaat ediyor. Hayal edin. Bekleyip göreceğiz.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English