Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

AfD’nin Almanya’ya ve dünyaya bakışı: Maximilian Krah ile mülakat

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini verdiğimiz mülakat, Almanya’da son Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinden ikinci çıkan Almanya için Alternatif’in (AfD) önemli isimlerinden Maximilian Krah ile seçimlerden sonra yapıldı. Partinin Björn Höcke liderliğindeki völkisch-etnomilliyetçi grubu Der Flügel (Kanat) ile bağlantılı Krah, seçimlerden önce verdiği bir röportajda SS-Waffen üyelerinin hepsinin suçlu olmayabileceğini söylediği için kendi partisi tarafından AP seçim kampanyasında “kenara” çekilmişti. Yine Krah’ın Federal Meclis’teki bir danışmanı, Alman polisi tarafından “Çin adına casusluk yaptığı” iddiasıyla gözaltına alınmıştı.

Krah, 20. yüzyılda iki savaş arasında yaygınlık kazanan Spenglerci “Batının çöküşü” temasını tekrar ederken, yine Aydınlanma ve evrenselcilik karşıtı düşüncenin alametifarikalarından partikülarizmi, Nazizmin aşkın hukukçucu Carl Schmitt’e referansla savunuyor (“Kant’a karşı Schmitt”). Schmittçi Großräum (büyük alanlar) fikrine açıkça sarılan Krah, bunu partikülarist bir “herkes kendi kendini yönetsin” gibi ilk seferde kulağa hoş gelen şekilde süslese de, Alman hukuk filozofunda bunun Antik Roma üzerinden III. Reich’a uzandığını bilmiyor olamaz. Schmittçi sözüm ona “politik sistemlerin çoğul(cu)luğu” düşüncesi, Avrupa’nın (ABD ve SSCB karşısındaki) kendi varlığını Alman öncülüğüne bağlıyordu. Alman emperyalizminin Lebensraum fikri, Großraum’a dönüşüyordu. Avrupa Yeni Sağı’nda, eski faşist-nazi fikirlerin nasıl yaldızlanarak tekrar piyasaya sunulduğunu, tozlu raflardan indirilmiş hangi düşüncelerin yeni etiketlerle kamuoyunu etkilediğini ileride daha etraflıca ele alabilmeyi umuyoruz.

Hem mülakatı yapanların hem de Krah’ın, AfD’nin sarsılmaz İsrail yanlısı pozisyonunun altını çizmesi de gayet manidar. Krah, bir “Avrupa projesi” olarak İsrail ile tamamen bir duygudaşlık içindedir: AfD’nin hayalindeki Almanya ve Avrupa ile İsrail, aynı ailenin parçasıdır. Krah’ın bakışı, bugün Avrupa’daki Yeni Sağ’ın bağnaz bir biçimde savunduğu Siyonist devletle tamamen uyumludur. Bu ayrıca, Yeni Sağ’ın “müesses nizam karşıtı” iddialarına dair de çok şey söylüyor.

Son olarak, Krah’ın Almanya’nın iktisadi geleceğine ve hangi sınıflara yaslanacağına/yaslandığına ilişkin bir değini ile bu normale göre uzun notu kapatıyoruz. AfD’li, serbest piyasanın iyiliği mitosunu savunuyor, ama her nasıl olacaksa, bu serbest piyasa Goldman Sachs için değil, mesela KOBİ’ler için işleyecek. Bu, ütopik olmanın ötesinde, piyasanın işleyişini mistikleştirdiği için aynı zamanda gericidir de: piyasada “aktörler”, eşit şartlarda değil, şartları önceden zaten eşitsiz olarak belirlenmiş mülkiyet ilişkileri doğrultusunda hareket ederler. Ama bu bir tarafa, AfD türü partilerin, demagojik ya da değil, kitle tabanlarını neoliberal dönemde peyda olan, ama 2008-9 krizinden sonra gerçek bir toplumsal kesim haline gelen deklase işçilerden, uluslararasılaşmadan yorulan müphem bir “orta sınıf”tan ve en önemlisi de, Alman sanayisinin belkemiği olarak görülen, KOBİ’lerden daha fazlası demek olan Mittelstand’dan aldığını açıkça görüyoruz. İhracata dayalı “Alman mucizesi”nin sürdürülebilmesi için Mittelstand’ın ve orta sınıfın sağlam olması, bunun için de ucuz Rus enerjisi, dolayısıyla da Rusya ile iyi-sağlam ilişkiler zorunludur. Bu konuda meraklı okuru şu yazılara yönlendiriyorum:

AfD ve Almanya: Avrupa İhracatçılar Federasyonu mu?
Alman ekonomisi: Avrupa’nın iktisadi motoru dağılıyor mu?

Son olarak metindeki köşeli parantezler çevirmene aittir.


AfD’den Maximilian Krah ile Avrupa’nın siyasi depremi üzerine

Uwe Parpart ve David P. Goldman
Asia Times
14 Haziran 2024

Maximilian Krah, Almanya için Alternatif’in Avrupa Parlamentosu’ndaki baş adayı ve Alman siyasetinin en tartışmalı ve karizmatik kişiliklerinden biri. AfD (Alternative für Deutschland) 9 Haziran seçimlerinde Almanya’daki oyların %16’sını alarak Almanya’nın mevcut iktidar koalisyonundaki tüm partilerden daha fazla oy aldı ve eylül ayında yapılacak üç eyalet seçiminde de birinci çıkması bekleniyor. 1977 doğumlu Krah, 2016 yılında Hıristiyan Demokratlardan ayrıldı ve ilk kez 2019 yılında Avrupa Parlamentosu’na seçildi. Krah, 13 Haziran’da Asia Times Editörü Uwe Parpart ve Editör Yardımcısı David Goldman ile görüştü. Aşağıda konuşmanın hafifçe düzenlenmiş bir dökümü yer alıyor.

S: Maximilian Krah, bu önemli bir zafer, hatta bir depremdi. Şok dalgaları yarattı ve yaratmaya devam ediyor. Bu nasıl gerçekleşti? Özellikle Alman seçmenler, sizin seçmenleriniz, ne için ve neye karşı oy kullandılar?

C: Oyunu değiştiren gençler oldu. Farkı gençler yarattı. 24 yaş altı seçmenler arasında %12’lik bir artış gördük.

Sol, solcu adayları destekleyeceklerini düşünerek 16 ve 17 yaşındakilerin oy kullanmasına izin verdi. Ne var ki, 16 ila 24 yaş arasındaki bu grup içinde %12’lik bir oran elde ettik. Şu anda toplamda %17’lik bir oranla 24 yaş altı demografik gruptaki en kuvvetli siyasi güç biziz.

Bu, oyunun kurallarını değiştiren bir gelişme çünkü tekrar hata yapmadığımız sürece geleceğin bizim elimizde olduğunu gösteriyor. Donald Trump’ın tarzını daha fazla benimsemiş olsaydık çok daha iyisini yapabilirdik. Kampanya sırasında bazı istihbarat saldırılarının kurbanı oldum.

Ne yazık ki partim beni birkaç hafta gizlemeye karar verdi ve kampanya çalışmalarımı TikTok ve internetle sınırlandırarak genç seçmenlere odaklandım. Genç seçmenler arasındaki kazanım, yaşlı seçmenler arasındaki kayıpların üstesinden gelmeye yetecek kadar önemliydi.

Yani Almanya’dan gelen mesaj, genç Almanya’nın sağa kaydığı yönünde. Bu büyük bir kazanım ve umut veriyor.

Diğer mesaj ise istihbarat örgütleri tarafından düzenlenen bu tür güçlü saldırılarla başa çıkmayı öğrenmemiz gerektiğidir.

S: Mayıs ayında İsviçre’de yayınlanan Weltwoche dergisine “Almanya barış için bir güç olmalı” başlıklı bir röportaj verdiniz. Barış konusu özellikle genç seçmenler ve genel olarak seçmenler için önemli miydi?

C: Öncelikle, barışın önümüzdeki beş yıl içinde Avrupa siyasetinin en önemli konusu olduğunu düşünüyorum. Neden mi? Çünkü Amerika Ukrayna sorunundan yavaş yavaş çekilecek.

Dünya haritasına baktığımızda üç çatışma merkezi görüyoruz: Ukrayna, Ortadoğu ve Tayvan. Amerika tek başına bu üç bölgede de savaş kazanamaz.

Ukrayna’daki savaşın Avrupa parasıyla desteklenmesi gerektiği açık. Ukrayna için yeni para, yeni silahlar ve askeri desteğin finansmanı söz konusu olduğunda karar Avrupa Parlamentosu’ndan geçmelidir. Dolayısıyla Avrupa seçimlerinde, Ukrayna’daki savaşın önümüzdeki birkaç yıl boyunca devam etmesine karar veriyoruz.

Açıkçası bu küresel bir mesele. Bu nedenle dünyanın dört bir yanından istihbarat servisleri bu kampanyayla bu kadar ilgilendi ve bu kampanyayı etkilemede aktif rol oynadı. Genç seçmenler arasında ise meseleler çok daha temel.

Bugün genç bir insan olduğunuzda, öğretmenlerinizin ve ebeveynlerinizin size anlattığı deneyimlerin sizi geleceğe hazırlamayacağını bilirsiniz. Gençler geleceğin ne getireceğini bilmiyorlar ve onlara insan olmanın ne anlama geldiği bile öğretilmiyor.

Cinsiyet kimliklerinden şüphe ediyorlar – erkek, kadın ya da başka bir şey olup olmadıklarından. Kendilerine güvenmeyen ama etraflarındaki her şeyi dönüştürecek bir gelecekle karşı karşıya olduklarını bilen bir genç neslimiz var. Gençler temel cevaplar talep ediyorlar çünkü önlerindeki hayatın onlara meydan okuyacağını biliyorlar ve bu meydan okumaya hazırlıksız hissediyorlar.

Ve tabii ki savaş, yaşam ve ölümle ilgili olduğu için temel ve hayati bir konudur. Savaşta ölebilirsiniz, dolayısıyla gençler temel konulara çok açıklar.

S: AfD’nin barışın nasıl olacağına dair bir vizyonu var mı? Eninde sonunda, tüm savaşlar gibi bu savaş da sona erecek. Peki sonrasında ne olacak?

C: AfD kampanya sırasında zorluklarla karşılaştı çünkü saldırıları bekliyorduk ama bu kadar şiddetli olacağını bilmiyorduk. Ne yazık ki bu saldırıların yoğunluğuna hazırlıklı değildik.

AfD’nin tutarlı bir vizyona sahip olup olmadığını söylemek zor, fakat kendi vizyonumu paylaşabilirim. Bir barış anlaşması için herkes temel fikri biliyor.

Mevcut cephe hattını alıp önümüzdeki beş yıl boyunca yeni sınır olarak belirleyebiliriz. Bundan sonra Rus işgali altındaki bölgelerde Rusya’ya mı yoksa Ukrayna’ya mı ait olmak istediklerini belirlemek için bir halk oylaması düzenleriz. Büyük olasılıkla Rusya’yı seçeceklerdir.

Ne var ki, Ukrayna’daki savaş Ukrayna’dan öte küresel dünya düzeniyle ilgili. Eğer Rusya tamamen kaybetmez ve hatta statükoya kıyasla kazançlı çıkarsa, Batı liderliğindeki mevcut küresel düzen sona erer. Dolayısıyla Batı böyle bir barış anlaşmasını kabul edemez.

Söz konusu olan savaşı uzatmak, daha fazla mühimmat ve silah tedarik etmek ve Ukrayna’nın kaybetmesini engellemeye çalışmak. Savaşın sona ermesi Batının küresel hakimiyetinin sona ermesi anlamına gelecektir.

Bu nedenle Brüksel ve Washington’daki elitler savaşı sürdürmeye ve herhangi bir barış girişimini engellemeye kararlı.

Weltwoche’ye verdiğim demeçte Almanya’nın “Macht für den Frieden” (barış için bir güç) olması gerektiğini vurgulamıştım. Fakat Almanya bugün bir güç değil; daha çok bir çakala benziyor. Bağımsız bir Alman siyaseti düşüncesi yok. Donald Trump başkan olduğunda tüm Brüksel ve Berlin stratejik özerklik çağrısında bulundu. Joe Biden dünyaya liderlik etmek için geri döndüğünde herkes mutluydu çünkü siyasi elitler bağımsız dış siyaset için entelektüel kapasiteden yoksundu.

Avrupa siyasetlerini anlamak için Washington’a bakmanız yeterli. Karşı karşıya olduğumuz mücadele Batının küresel hakimiyetini, yani Amerika’nın küresel hakimiyetini korumaktır.

Benim vizyonum Almanya’nın bu savaşın kaybedeni olduğunu anlaması ve bağımsız bir dış siyaset için diğer Avrupa ülkelerinden destek almasıdır. Macaristan ve Bulgaristan gibi birçok küçük Avrupa ülkesi ve hatta Hollanda bile bunu anlıyor. Fakat Almanya kendisine en çok zarar veren siyasetin öncüsü olduğu sürece bir değişiklik olmayacaktır.

S: Diyelim ki birkaç yıl içinde AfD dışişleri bakanlığını ele geçirdi. Siz de bağımsız bir dış siyaset yürütme yetkisine sahip bir dışişleri bakanısınız. Eski düzen yıkılmış durumda. Ne tür bir yeni düzen getirmek istiyorsunuz? Mevcut koşulların yerini neyin alması gerektiğine dair vizyonunuz nedir?

C: Vizyon, mükemmel bir düzenin farklı şekillerde anlaşılabileceğini kabul etmektir.

Bırakalım Çinliler Çinli, Hintliler Hintli, Afrikalılar Afrikalı ve Avrupalılar Avrupalı olsun. Tüm dünyanın aynı siyasi ve hukuki kültürü takip etmesi gerektiği fikrinden vazgeçmeliyiz. Asya’nın kendi gelenekleri vardır ve kendilerini buna göre yönetmelidirler. Aynı şey İslam dünyası için de geçerlidir. Bırakalım Müslümanlar Batılı değerleri onlara empoze etmeye çalışmadan kendi düzenlerini takip etsinler.

Dolayısıyla ilk adım, dünyadaki belli başlı bölgelerin kendi siyasi ve hukuki düzen fikirlerine göre kendilerini yönetmeleri gerektiğini kabul etmektir. Daha sonra dış siyaset karşılıklı çıkarlara dayanmalıdır.

Bugünkü sorun, Batının kendi değerlerinin evrensel olduğuna inanması ve bunları askeri ve ekonomik yaptırımlar yoluyla dayatmasıdır. Bunun yerine ben Asyalıların Asya kurallarını, Müslümanların Müslüman kurallarını ve Afrikalıların Afrika kurallarını takip etmesini ve karşılıklı çıkarlara dayalı bir diplomasi başlatılmasını öneriyorum.

Bu fikir Immanuel Kant’ın evrensel bir küresel düzen fikrinden ziyade Carl Schmitt’in Großraumordnung (geniş alanlar düzeni) kavramıyla örtüşmektedir. Ben Kant’ın değil, Schmitt’in bakış açısıyla uyumluyum.

S: Ama buradan oraya nasıl gidileceğini tartışalım. AfD bir kitle partisinin seçmen gücüne sahip ama hâlâ bir protesto hareketi, bir Aktionsgruppe profiline sahip. AfD’yi şu anki algılanan protesto hareketi statüsünden Avrupa’nın en güçlü ülkesini yönetebilecek ya da yönetime katılabilecek bir partiye ne götürecek?

C: Anketler artık farklı bir hikaye anlatıyor. İnsanlara AfD’ye neden oy verdikleri soruldu; program için mi yoksa protesto için mi? Şimdi ise %55’i savunduğumuz şey için oy verdiklerini söylüyor. Bu değişim benim önemli bir başarım.

Ben bir fikri, bir vizyonu savunuyorum. Ben bir vizyonu savunuyorum, sadece hükümet karşıtlığını değil. Belki sadece hükümete karşı kampanya yürüterek daha fazla destek kazanabilirdik. Ama ben, “Bana oy verirseniz, bir vizyona oy vermiş olursunuz,” dedim. Bir şeyin lehine olan %16’nın, aleyhine olan %18’den daha iyi olduğunu kabul etmeliyiz.

Siyasi düşüncede bir alternatif olduğunu açıkça ortaya koymalıyız. Liberal dönem sona eriyor. Küresel Güney yükseliyor ve geleneksel düşünceyi geri getiriyor. Biz de kendi Batılı geleneksel düşüncemizi yeniden keşfetmeliyiz.

Sadece mevcut sisteme karşı çıkmak yerine olumlu bir siyasi vizyonu savunalım. Bu yaklaşım konumumuzu giderek güçlendirecektir.

Biz güçlendikçe, Hıristiyan Demokratlar için de bizimle anlaşmaya varmaları için bir teşvik olacaktır. Eylül ayında Almanya’nın doğusundaki üç eyalette (Saksonya, Thüringen ve Brandenburg) bölgesel seçimler yapılacak. Her üç eyalette de en güçlü güç biz olacağız.

Hıristiyan Demokratlar ya bizimle birleşerek bir hükümet kurabilir ya da Yeşiller ve Sosyalistlerle ittifak yaparak sol bir hükümet kurabilirler. Eğer muhafazakâr bir liberal solcularla ya da bizimle ortaklık kurmak arasında bir seçim yapmak zorunda kalırsa, ilk tercihi biz oluruz. Ne var ki, ulusal parti yönetimi şu anda bunu yapmalarını engelliyor.

Umarım eninde sonunda Doğu Almanya’daki Hıristiyan Demokratlar ulusal parti liderlerini takip etmeyi bırakır ve bizimle işbirliği yapmayı seçerler. Bu bizim iktidara giden yolumuz: Hıristiyan Demokratlar iç sorunlarla karşı karşıya ve onların doğu kolları bizimle anlaşmaya çalışıyor.

S: 9 Haziran seçimlerinin sonuçlarına baktığımızda AfD’nin bu üç eyalette, özellikle de Saksonya’da baskın parti olduğunu görüyoruz. Eğer işler bu şekilde devam ederse eylül ayı gibi daha küçük bir partiyle hükümet kurmanız mümkün olabilir. CDU’ya bile ihtiyacınız olmayabilir. Bayan Wagenknecht’in sol-milliyetçi partisi Bündnis Sahra Wagenknecht de önemli kazanımlar elde etti. Bazı farklılıklara rağmen Saksonya ya da Thüringen’de BSW ile bir hükümet kurma olasılığını görüyor musunuz?

C: Bu çok önemli bir soru. Bunu görmeyi çok isterim. Ne var ki, Bayan Wagenknecht partisinin en tepesinde yer alırken, bölgedeki arkadaşları hâlâ olumsuz anlamda sosyalist.

Wagenknecht geleneksel Marksist bir ekolden, eski Doğu Alman ekolünden geliyor; çok klasik bir Marksist felsefe eğitimini ekonomi doktorasıyla birleştiriyor.

Üzerinde hemfikir olduğumuz pek çok konu var. Ekonomiden anlıyor, bu da onu diğer sosyalistlerden ayırıyor ve woke ideolojilere karşı çıkıyor.

Ama yalnız değil. Yerel personeli ondan daha düşük kalitede ve daha az ileriye dönük. Saksonya’daki Wagenknecht partisindeki kilit kişilerin kimler olduğunu bile bilmiyoruz.

Ne yazık ki, Bayan Wagenknecht Hıristiyan Demokratlara bir teklifte bulundu, bu da onun müesses nizama üyelik için başvurduğunu gösteriyor. Buna rağmen Thüringen’de Hıristiyan Demokratlar Wagenknecht ile koalisyon kurmak için yeterli oya sahip olmayacak. Böylece Thüringen, Alman siyasetinin laboratuvarı haline gelecek. Muhtemelen Doğu Almanya’daki hayal kırıklığına uğramış CDU seçmenleriyle işbirliği yaparak Wagenknecht partisinden daha başarılı olacağız.

S: Peki ya Sosyal Demokrat Parti? SPD içinde Başbakan Olaf Scholz ve Yeşil koalisyon ortaklarına karşı bir isyan görüyoruz. SPD’nin doğudaki liderleri AfD ile işbirliği yapmayı önerdi. Bunun gerçekleşme ihtimali var mı?

C: Hayır, böyle bir şey olacağını sanmıyorum. SPD çok fazla ideolojik bir parti haline geldi. Sosyal Demokratlar geleneksel olarak işçi sınıfı ve sosyal adaletten, aile ve gelenek değerlerinden yanaydı. SPD bunu çoktan geride bıraktı. İklim değişikliği, enerji dönüşümü, feminizm ve LGBTQ+ sorunları gibi ideolojik projelerin partisi haline geldiler. Geleneksel sosyal demokrat değerlerle bağlarını kopardılar. SPD bizim ortağımız olmayacak. İktidara giden yolumuz CDU’dan ya da kendi hükümetimizi kurmaktan geçecek.

S: İngilizce basında bu durum Avrupa Parlamentosu seçimlerinde Avrupa’nın sağa kayması olarak yansıtılıyor. Siz ne ölçüde bir Avrupa eğilimi görüyorsunuz? Ve bu ne ölçüde Almanya’ya özgü bir şey? 

C: Sorun şu ki Avrupa sağı bölünmüş durumda. Sağa doğru bir hareket var. Şu anda Avrupa Parlamentosu seçimlerinde en güçlü tek grup Marine Le Pen’in Rassemblement National’i [Ulusal Birlik]. Göç, kültürel savaş, boğucu sosyalist bürokrasi, bu iklim saçmalığı vs. hakkında konuştuğunuz sürece onlarla aynı fikirdeyiz.

Fakat en önemli mesele dış siyasettir. Ve ne yazık ki Avrupa sağı tamamen bölünmüş durumda. Bana göre çoğunluğu oluşturan Avrupa sağının bir kısmı, 2024’ten ziyade 1980’lerle ilgisi olan Soğuk Savaş düşüncesine sahip. Yani onlar için uluslararası siyaset, gücün Atlantik’ten Küresel Güney’e kayması vs. ile ilgili değil. Hâlâ özgür dünya ile karanlık dünya arasındaki eski savaş retoriğine inanıyorlar. Dış siyaset söz konusu olduğunda derin devlet ajanlarıdırlar, hatta bazen Sosyalistlerden bile daha fazla.

Göç, vs. gibi konular söz konusu olduğunda sağa doğru bir hareketimiz var. Fakat dış siyaset ve küresel siyaset söz konusu olduğunda ön saflar tamamen farklı. Ve orada sağa doğru bir kayma yok. Ne yazık ki.

S: Amerika Birleşik Devletleri küresel durumu ABD ve Çin arasındaki bir mücadele olarak çerçevelemeyi seviyor. ABD’deki pek çok kişinin şu anda Avrupa’ya bakışı ise Avrupa’nın kararını vermesi gerektiği yönünde. Avrupa, Amerika ve Çin arasında bu tür bir seçim yapmak zorunda mı?

C: Bu oldukça saçma bir önerme gibi görünüyor. Bunun Amerika ve Çin arasında bir seçim olduğunu düşünmüyorum. Ve eğer sadece Amerika ve Çin arasında bir seçim yapılacaksa, ben Amerika’yı tercih ederim. Asıl soru şu: Amerika ile az ya da çok bağımsız olmak arasında bir seçim yapabilir miyiz?

Almanya örneğinde, ekonomik modelimiz Rusya’dan ucuz enerji almak, bu enerjiyi kullanarak mamul mallar üretmek ve bunları Çin de dahil olmak üzere tüm dünyaya ihraç etmek üzerine kuruluydu.

Şimdi, kendimizi içinde bulduğumuz cesur yeni dünyada, Amerikalı dostlarımız sayesinde, artık Rusya’dan ucuz enerji alamıyoruz, çünkü boru hatlarımız tahrip edildi. Bu yüzden üretilen mallarımızın fiyatları artıyor ve artık rekabetçi değiller. Ve ABD tarafından tasarlanan küresel yaptırım rejimi nedeniyle istediğimiz yere ihracat yapmamıza izin verilmiyor.

Bu da iktisadi bir gereklilik olarak, enerji ithal edebilmemiz için Ruslarla yeniden iyi ilişkiler kurmamız gerektiği anlamına geliyor. Ve elbette açık ticarete ihtiyacımız var çünkü Almanya imalat sanayine dayanıyor ve kendi kullanabileceğimizden daha fazla mal üretiyoruz.

Bugün gördüğümüz şey, Amerika’nın bu yeni dış siyaset yaklaşımı nedeniyle Alman ekonomisinin ve Alman imalat sanayinin tamamen yok olmasıdır ve ben bunu kabul etmek istemiyorum. 

Tüm Batı ya da Amerikan imparatorluğu düşüşte. Batı hakimiyetinin ya da Amerikan hakimiyetinin gerilemesi beş yıllık bir mesele değildir. Bu düşüşün gözle görülür ve oldukça hızlı olduğu dönemleri olan bir süreçtir. Karşı saldırının olduğu ve Amerika’nın ve Batının gücünün kısa bir süre için arttığı zamanlar da olacaktır. Fakat uzun vadede, geleceğin dünyasının artık Washington ve Brüksel tarafından yönetilmeyen çok kutuplu bir dünya olduğuna inanıyorum. Demografik ve iktisadi veriler açık.

1913 yılında dünya nüfusunun üçte biri Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’da yaşıyordu. Şimdi ise bu oran sadece altıda bir. Ve Batı dünyasındaki yaş piramidi korkunç. Aynı durum küresel GSYİH için de geçerli. Ben 1970’lerin ortasında doğduğumda, küresel GSYİH’nin neredeyse dörtte üçü G7 ülkelerinde üretiliyordu. Şimdi ise BRICS ile aynı seviyedeyiz. Sadece askeri güç açısından üstünlüğümüz var. Ama Talleyrand’ın dediği gibi, süngülerin üzerinde oturamazsınız. 

S: İkinci bir Trump döneminden ne bekliyorsunuz?

C: Trump’ın ilk başkanlığına baktığımızda, dış siyaset söz konusu olduğunda oldukça belirsizdi. Trump pek çok iyi şey yaptı, bitmek bilmeyen savaşları sona erdirdi. Fakat diğer yandan Trump elbette bir Amerikan başkanı. Ve onun en büyük fikri önce Amerika. Aynı zamanda Amerika’nın uluslararası ve küresel gücünü korumak istiyor ki bu da elbette bir Amerikan başkanı olarak onun görevi.

Trump Amerika’nın küresel gücünü yeniden şekillendirmek istiyor. Trump, Biden’ın başkanlığı döneminde yaşananları tersine çeviremeyecektir. Amerika’nın küresel gücünde uzun vadeli bir düşüş eğilimi var. Fakat Amerikan küresel gücünün daha hızlı azaldığı dönemler ve bazı yıllarda tersine bir süreç göreceksiniz. Ve bence Trump’ın başkanlığı döneminde, genel bir perspektiften bakıldığında, Amerika’nın küresel gücünün artacağını göreceğiz. 

S: Almanya’nın iktisadi geleceğine baktığımızda, sizin de daha önce ifade ettiğiniz gibi sorunlar var. Çin son dört yılda Küresel Güney’e yaptığı ihracatı aşağı yukarı iki katına çıkardı. Almanya’da, Almanya’nın Küresel Güney’deki geleceği ve Küresel Güney’in büyümeye önemli bir katkı sağladığı bir dünyaya nasıl uyum sağlanacağı konusunda çok fazla düşünülüyor mu?

C: Hayır, Almanya’da hiç düşünülmüyor. Hatta siyasi elitimizi vasat olarak tanımlamak gurur verici olur. Siyasi elitimizin en büyük korkusunun 100 yıl sonra iklimin nasıl bir hâl alacağı olduğuna gerçekten inanıyorum. Dış siyaset ve özellikle de ticaret siyaseti söz konusu olduğunda, bunun Alman GSYİH’si için ne anlama geldiğini sorgulamıyorlar. Bir tür küresel ahlaki zorunluluğa hizmet etmeleri gerektiği düşüncesiyle hareket ediyorlar.

Ülke aptalların, iktisadi kalkınmadan anlamayan insanların elinde. Sanayimiz mahvolduğunda sadece seyirci kalmıyoruz. İhracat sektörümüzü yok etmek için para harcıyoruz. Dünyadaki değişimler ve Çin ile rekabet konusunda hiçbir anlayış yok.

Alman elitleri iklim, ahlaki konular, insan hakları gibi konulara odaklanan ama iktisadi büyümeye, uluslararası ticaretteki payımıza, iktisadi ilişkilerdeki etkimize odaklanmayan hayali tartışmaları takip ediyor. 

S: Sol basından gelen Nazi dönemini savsaklama iddialarına rağmen, sadece medyanın internet sitelerini okuyarak bile Almanya’daki en İsrail yanlısı partinin hiç şüphesiz AfD olduğunu gözlemliyoruz. Bu konuyu, AfD’nin İsrail’e yönelik tutumunu ve bunun AfD için ne anlama geldiğini biraz açabilir misiniz?

C: Yani, her şeyden önce, bana yöneltilen suçlama nedir? İkinci Dünya Savaşı sırasında bir tür ikinci ordu olduğunu bildiğinizi biliyorum. Resmi Alman ordusu Wehrmacht vardı. Bir de Waffen-SS adında ikinci bir ordu vardı ki bu ordunun sonunda 900.000 askeri vardı. Ve tabii ki bu açıkça bir Nazi ordusuydu. Bu dönüştürülmüş geleneksel bir ordu değildi. Bu yeni inşa edilmiş bir Nazi ordusuydu.

Ama aynı zamanda 16 ve 17 yaşındaki insanlar da bu Nazi ordusunda askere alınıyordu ve tüfekleri ve tanklarıyla savaşmak zorundaydılar. Bana bu ikinci orduda yer alan herkesin suçlu olduğunu düşünüp düşünmediğim soruldu. Ben de hayır dedim. Bence savaş suçu işleyen yüksek bir yüzde vardı. Fakat bir kez daha, bu durumda bile, bireysel suçluluk aramak ve kişisel iddialarda bulunmak zorundasınız.

Bu arada, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Müttefik kuvvetlerin bile yaptığı buydu. Her zaman bireysel bir suç olup olmadığına baktılar, ama hiçbir zaman insanları sadece ikinci ordunun bir üyesi oldukları için cezalandırmadılar.

Ne yazık ki Almanya’da tarihi gerçeklere ilişkin farkındalık ve suç ve suçluluğa ilişkin temel kavramların anlaşılması o kadar düşük ki söylediklerim tamamen yanlış anlaşıldı ve yanlış yorumlandı. Şimdi soruya cevap vermeseydim daha iyi olurdu diyebilirsiniz ya da insanları daha fazla bilgilendirmeye başlamam gerektiğini söyleyebilirsiniz.

İsrail söz konusu olduğunda, İsrail’in kültürel olarak Avrupalı bir proje olduğunu, dolayısıyla bu ülkenin kültürü, tarihi ve birbirimize olan kolektif aidiyetimiz nedeniyle bir şekilde biz Avrupalılara ait olduğunu anlayan tek parti olduğumuz oldukça açıktır.

Fakat azılı bir liberal olduğunuzda, kültür ya da tarih diye bir şey yoktur. O zaman sadece birey ve insanlık vardır. Ve dikkate aldığınız tek şey bireysel insan haklarıdır. Ve eğer siyaseti ve tarihi sadece bireysel insan hakları merceğinden anlamaya çalışırsanız, genellikle yanlış sonuçlara ulaşırsınız.

İsrail’e karşı büyük bir sempati ve dayanışma hissediyorum. Bu yaklaşıma sahip olduğunuzda asla İsrail karşıtı bir duruşa varamazsınız. Bununla birlikte, zaman zaman İsrail politikalarını eleştirme ayrıcalığına da sahibim, çünkü Gazze’de yaşayan iki milyon insanın Avrupa’da olmasını istemiyorum. 

S: Dikkatimizi çeken bir husus, AfD lideri Alice Weidel’in, “Biz Arbeiterpartei’ız, işçilerin partisiyiz,” demesi oldu. Bu biraz abartılı olabilir ama aslında AfD’nin bu son seçimlerde eski Marksistlerin işçi sınıfı dediği kesime neredeyse aynı ölçüde hitap ettiği bir gerçek. Sizin düşünceniz nedir?

C: AfD temel manifestosunu 2015 yılında, yani neredeyse 10 yıl önce yayınladı ve dünya muazzam bir şekilde değişti. Şahsen benim için artık sadece zenginliğin yeniden dağıtılmasından bahsetmenin zamanı geçti. Zenginliğin nasıl yaratılacağı hakkında konuşmalıyız. Artık kendimizi bir işçi partisi olarak tanımlama konusunda rahatım.

Almanya’daki sorun GSYİH’nin üçte birinin yeniden bölüştürülüyor olması. Ekonomiden para alan ve bu parayı çoğunlukla göçmenlere veren devasa bir sosyalist makine. Bu da göç için büyük bir mıknatıs.

Çok çalışan ve ay sonunda neredeyse hiçbir şeyi olmayan insanlara karşı büyük bir merhamet duyuyorum. Almanya’da vergi sonrası ücretler utanç verici derecede düşük. Ama orta sınıfın yaşam standardını yükseltmenin yolunun yeniden bölüşümü artırmak değil, yeniden bölüşümü azaltmak olduğunu düşünüyorum. Kazandıklarının daha fazlasını ellerinde tutmalılar ve bu da daha az vergi ve sosyal güvenlik sistemi için daha az kesinti anlamına geliyor.

Bana göre, orta sınıfın, sıradan insanların, bir markette kasiyer olarak çalışan bekar annenin savunucusu olmak, yeniden bölüşümü artırmak ve sosyalist bir gündemi takip etmek değil, gelirlerinin daha fazlasını ceplerinde tutmaktır.

Benim yaklaşımım daha fazla piyasa ekonomisi, fakat Goldman Sachs’a hizmet etmek yerine bakkalda kasiyer olarak çalışan bekar anneye hizmet eden bir piyasa ekonomisi: küresel holdingler için bir piyasa ekonomisi yerine orta sınıf için, küçük ve orta ölçekli işletmeler için bir piyasa ekonomisi.

DÜNYA BASINI

WSJ: Biden yönetimi Gazze’de savaş sürerken kuzeydeki sorunu aşmayı umuyor

Yayınlanma

ABD, Gazze’deki başarısız ateşkes diplomasisinden sonra şimdi de gerilimin iyice tırmandığı Lübnan cephesinde yine başarısız olacağı baştan belli bir diplomasi yürütüyor. İsrail ile Hizbullah’ın topyekûn savaşa girmesini engellemek için İsrail, Lübnan ve bölgedeki diğer ülkelerle temasta. Washington, Hizbullah defalarca ilan etmesine rağmen Gazze’deki kriz devam etse de İsrail-Hizbullah krizini çözebileceğini düşünüyor. Tıpkı Kızıldeniz’de bombalayarak Husileri durdurabileceğini umduğu gibi…

***

Biden yönetimi, İsrail ile Hizbullah arasındaki daha geniş bir savaşı önlemek için çabalıyor

Beyaz Saray’ın diplomatik atağı, Gazze’de ateşkes sağlanması için haftalarca süren başarısız baskıların ardından geldi

Michael R. Gordon

ABD’li yetkililer, Biden yönetiminin İsrail ile Hizbullah arasında Lübnan’ın güneyinde giderek kötüleşen sınır çatışmalarını azaltma çabasının, ABD’nin Gazze’de ateşkes sağlamakta karşılaştığı güçlükler nedeniyle büyük zorluklarla karşılaştığını söylüyor.

İki cephe arasındaki bağlantılar, İran’ı da içine çekebilecek ve çatışmaları Gazze’nin çok ötesine taşıyabilecek geniş çaplı bir savaşı önlemeye çalışan Beyaz Saray’ın karşı karşıya olduğu diplomatik çıkmazın altını çiziyor.

Beyaz Saray, İsrail’in kuzey sınırındaki gerilimin azaltılmasının Gazze’de sağlanması zor bir ateşkese bağlı olamayacağı konusunda ısrar ediyor ve Hamas’a güneydeki çatışmaları durdurmayı kabul etmesi için haftalarca süren başarısız baskının ardından kuzeydeki gerilimi yatıştırmak için büyük bir diplomatik çaba sarf ediyor.

Ancak ABD tarafından “terörist” olarak tanımlanan ve Hamas’ın önemli bir müttefiki olan Hizbullah’ın son haftalarda İsrail’in kuzeyine yönelik roket ve insansız hava aracı saldırılarını yoğunlaştırması, tehdidi sona erdirme ve kuzeye tahliye edilmek zorunda kalan 70.000 kadar vatandaşını geri gönderme sözü veren İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu hükümeti üzerindeki baskıyı arttırdı.

Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, bu ayın başlarında Beyrut’tan yaptığı bir televizyon konuşmasında İsrail’i “ülkede hiçbir yer roketlerimizden korunamaz” diye uyardı.

Biden yönetiminden üst düzey bir yetkili çarşamba günü gazetecilere yaptığı açıklamada “Nasrallah’ın mantığı… her şeyin Gazze’ye bağlı olduğu ve Gazze’de ateşkes sağlanana kadar İsrail’e ateşin durmayacağıdır. Açıkçası bu mantığı tamamen reddediyoruz” dedi.

ABD özel temsilcisi Amos Hochstein’ın Hizbullah’ın sınırdan geri çekilmesini de içeren bir anlaşma yapma çabaları şu ana kadar sonuçsuz kaldı.

İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant bu hafta Beyaz Saray, Dışişleri Bakanlığı ve Pentagon yetkilileriyle üst düzey görüşmeler için Washington’da bulunduğu sırada Hochstein ile Lübnan konusunda iki kez görüştü.

Gallant, salı günü gazetecilere yaptığı açıklamada, “İsrail kuzeydeki güvenlik durumunu değiştirecek bir çözüm bulmak istiyor. Savaş istemiyoruz ama her türlü senaryoya da hazırlıklıyız. İsrail sınırında Hizbullah birliklerini ve askeri oluşumlarını kabul etmeyeceğiz. Kuzey toplumlarımıza yönelik tehditleri kabul etmeyeceğiz” dedi.

Hochstein geçen hafta üst düzey yetkililerle görüşmek üzere Lübnan’a yaptığı ziyaret sırasında Netanyahu ile de görüştü.

İsrail ve Hizbullah, İran’a bağlı milislerin Filistinli hareket Hamas’ın Gazze’de savaşa yol açan saldırılarını desteklediği 7 Ekim’den bu yana karşılıklı ateş açıyor. Hem Hizbullah hem de İsrail düşmanlıklarını daha büyük bir çatışmaya dönüştürme konusunda isteksiz davranırken, her ikisi de çatışmayı tırmandırabileceklerinin sinyallerini veriyor.

Bu ayın başlarında Hizbullah, Hayfa’daki İsrail limanı üzerinde uçan bir keşif uçağına ait olduğunu söylediği bir video yayınladı. Bir başka Hizbullah insansız hava aracı da aşağı Celile üzerinde İsrail güçleri tarafından düşürüldü.

İsrail güçleri ise Hizbullah komutanlarına karşı hava saldırıları düzenliyor. Geçen hafta İsrail ordusu Hizbullah’a karşı olası bir askeri operasyon planını onayladı ancak operasyon için hükümetin onayı gerekiyor.

İsrail için Hizbullah’a karşı savaşmak, Gazze’de Hamas’a karşı yürüttüğü savaştan çok daha zorlu bir görev olacak. Uzmanlar Lübnanlı grubun 150.000’den fazla roket ve füzeden oluşan bir cephaneliği olduğunu ve bunların bir kısmının İsrail’in füze savunma sistemlerine rağmen Tel Aviv ve İsrail’in diğer şehirlerine ulaşabileceğini tahmin ediyor.

İsrail ordusuna göre Hizbullah çatışmanın başlamasından bu yana İsrail’e 5.000’den fazla roket, tanksavar füzesi ve patlayıcı insansız hava aracı fırlattı. Grubun açıklamalarına dayanan bir çeteleye göre Ekim ayından bu yana en az 338 Hizbullah savaşçısı öldürüldü. Lübnanlı yetkililere ve Birleşmiş Milletler İnsani İşler Koordinasyon Ofisi’ne göre en az 95 Lübnanlı sivil de öldürüldü.

İsrail’in kuzey sınırına odaklanan ve kâr amacı gütmeyen bir araştırma merkezi olan Alma Araştırma ve Eğitim Merkezi’ne göre, evlerinden olan binlerce kişiye ek, çatışmalar nedeniyle en az 17 İsrail askeri ve dokuz sivil öldürüldü.

Üst düzey ABD’li yetkililer Hizbullah, İsrail ve İran’ın Gazze’deki yıkımı gölgede bırakacak kapsamlı bir savaş istemediklerine inandıklarını söylerken, bazıları da iki taraf arasında tırmanan gerilimin kontrolden çıkmasından korkuyor.

Trump döneminde Dışişleri Bakanlığı’nın Orta Doğu’dan sorumlu üst düzey yöneticisi olarak görev yapan David Schenker, “Yeni bir Hizbullah-İsrail savaşının yıkıcı sonuçlarından ve İran’ın da savaşa katılma ihtimalinden endişe duyan Biden yönetimi, nihayetinde kaçınılmaz olabilecek bir çatışmayı ertelemek için büyük diplomatik çaba sarf ediyor” dedi.

ABD’li yetkililer diplomatik çabalarının durmadığı konusunda ısrarlı.

Üst düzey bir yönetim yetkilisi gazetecilere yaptığı açıklamada “Devam eden bir diplomatik sürecimiz var. İsrailliler, Lübnanlılar ve diğerleriyle oldukça yoğun istişarelerde bulunuyoruz” dedi.

Mevcut ve eski yetkililere göre ABD’nin gerilimi düşürmek için önerdiği fikirler arasında Lübnan Silahlı Kuvvetleri’nden birkaç bin askerin Hizbullah’ın boşalttığı sınır bölgelerine taşınması ve bu askerlerin sınırdan yedi kilometre geri çekilmesi yer alıyor. Schenker buna ek olarak, halihazırda güney Lübnan’da konuşlanmış olan BM barış gücünün de genişletilebileceğini söyledi. Schenker, Hizbullah’ın geri çekilmesi karşılığında İsrail’in de Lübnan üzerinde savaş uçakları ve insansız hava araçları uçurmayı azaltmayı kabul edeceğini söyledi.

Amerikalı yetkililer, gerilimi azaltma anlaşmasına uyması için Hizbullah üzerindeki baskıyı artırmak amacıyla, diplomatik çabaların başarısızlığa uğraması halinde Washington’un İsrail ordusunu geri çekecek konumda olmayacağı uyarısında bulundu.

Üst düzey bir yönetim yetkilisi “İsrail’i ve ulusal güvenlik çıkarlarını… Hizbullah gibi gruplara karşı savunmasını tamamen destekliyoruz” dedi.

Ancak Genelkurmay Başkanı Hava Kuvvetleri Generali CQ Brown pazar günü gazetecilere yaptığı açıklamada ABD ordusunun İsrail’i Hizbullah’ın büyük bir saldırısına karşı, İran’ın balistik füzeler ve insansız hava araçlarıyla saldırdığı Nisan ayında ülkeyi koruduğu kadar başarılı bir şekilde savunamayacağını söyledi.

ABD ve diğer ülkelerin yardımıyla İsrail, İran ve milis müttefikleri tarafından ateşlenen 300’den fazla insansız hava aracı ile balistik ve seyir füzelerinin neredeyse tamamını durdurdu. Ancak Brown, Hizbullah’ın elinde çok sayıda kısa menzilli roket bulunduğunu, bunların ABD tarafından engellenmesinin zor olacağını ve İran’ın tepkisini tetikleyebileceği uyarısında bulundu.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Fyodor Lukyanov ile mülakat: Ermenistan-Türkiye ilişkilerinin normalleşmesi ve hatta belki de daha fazlası mümkün

Yayınlanma

Yazar

Çevirmenin notu: Ermenistan ile Azerbaycan arasında sınır belirleme çalışmaları nisan ayı sonunda başladı. Bu bağlamda geçen hafta Gazah bölgesine bağlı Bağanis Ayrım, Aşağı Eskipara, Heyrimli ve Kızılhacılı Bakü’nün kontrolüne geçti. Geçen haftalarda buna tepki olarak Ermenistan’da “Vatan Adına Tavuş” hareketi Tavuş kasabasından Erivan’a yürüyüş başlattı. Devamında Erivan’da oturma eylemleri düzenlendi ve hadise çok sürmedi.

Karabağ artık Ermenistan’ın hakimiyetinden çıktı ve talep ettiği “güvenlik kuşağı” defteri kapandı. Aşağıda tercümesi verilen mülakatta Valday Uluslararası Tartışma Kulübü Araştırma Direktörü Fyodor Lukyanov, Erivan ile Ankara arasında yakın zaman içinde pirüpak bir sayfa açılmasını göz ardı etmediğini söylüyor.


Lukyanov: Ermenistan için Avrupa’daki tek seçenek Türkiye

Hayk Halatyan

Verelq.am

21 Haziran 2024

Ermenistan-Rusya ilişkilerindeki mevcut kriz ne kadar ileri gidebilir? Moskova, Ermenistan’ın Batı ile yakınlaşmasına nasıl bakıyor? Rusya ile siyasi ilişkileri yeniden düşünmek ve aynı zamanda Ermenistan açısından son derece faydalı olan iktisadi ilişkileri sürdürmek mümkün mü? Ermenistan açısından Avrupa entegrasyonu ne kadar gerçekçi?

Russia in Global Politics dergisinin genel yayın yönetmeni, Rusya Dış ve Savunma Politikası Konseyi Başkanlık Divanı Başkanı ve Valday Uluslararası Tartışma Kulübü Araştırma Direktörü Fyodor Lukyanov, bu ve daha fazlasını yanıtladı.

Ermenistan-Rusya ilişkilerindeki mevcut kriz nereye kadar gidebilir? Ve Moskova, Ermenistan’ın Batı ile yakınlaşmasına nasıl bakıyor?

Kriz vektörel. Ermenistan yönetiminin net bir yol seçtiğini ve bunu tutarlı bir şekilde sürdürdüğünü kabul etmelisiniz. Bu sadece pratik yönlerle ilgili değil, aynı zamanda sembolizmle de ilgili. Buça ziyareti ve benzerleri, sinyaller açık. Bu açıdan süreç geri döndürülemez görünüyor.

Konuyla çok ilgili olmasam da Rusya’nın şu anda son derece temkinli davrandığını söyleyebilirim. Diplomatik adımlar atıldı, büyükelçi istişareler için geri çağrıldı, açıklamalar yapıldı. Fakat genel manada Rusya’nın benzer durumlarda —Gürcistan, Moldova ya da başka yerlerde— nasıl tepki verdiğini biliyoruz. Şimdiye dek böyle bir şey görmedik, bu nedenle “aktif gözlem pozisyonunun” bir süre daha devam edeceğini düşünüyorum.

KGAÖ’ye gelince, mesele açık görünüyor: Ermenistan’ın bu örgüte ihtiyacı yok. Halihazırda bu sadece Rusya’nın alanına ait olmanın sembolik bir işaretiydi. Fakat kilit nokta, Rusya’nın Ermenistan’daki askeri üssü olacaktır. Ermeni tarafı üssün geri çekilmesini talep ederse Rusya buna uymak zorunda. Bu muhtemelen Ermenistan ile ilişkilerin kayda değer ölçüde yeniden düzenlenmesine yol açacaktır.

Rusya’nın bu tutumunun nedeni nedir? Ukrayna’da Batı ile yaşadığı çatışma nedeniyle Ermenistan ve Güney Kafkasya’daki nüfuzu için mücadele edecek kaynaklara sahip değil mi? Ya da sadece bu nüfuzu elinde tutmak için bir irade eksikliği mi var? Ermenistan’daki pek çok uzman, Rusya’nın Ermenistan’dan ve bölgeden çekilmeye hazır olduğuna inanıyor.

Rusya’nın çekilmeye hazır olduğunu söylemek abartı olur. Elbette şu anda başka öncelikler daha öncelikli. Bunlar gerçekleşmediği sürece diğer her şey ikinci planda kalır. Dahası, Rusya’da Ermenistan’daki süreçlerin vektörel bir şekilde ilerlediği, ancak henüz sonuçlanmadığı yönünde bir his var gibi görünüyor. Bundan sonra ne olacağı sadece Ermenistan’daki gelişmelere değil, aynı zamanda bölgedeki duruma da bağlı: Türkiye’nin ve Avrupa’nın tutumu vb.

Bence Rusya, krizden henüz ciddi bir şekilde etkilenmemiş olan Ermenistan ile iktisadi ilişkilerin daha önemli olduğunu varsayıyor. Şu anda Rusya için tüm iktisadi ilişkiler önemli. Eğer ABD Dışişleri Bakan Yardımcısının son ziyareti iktisadi iş birliği fırsatlarının keskin bir şekilde azalmasına yol açarsa ve Ermenistan, ABD’nin baskısı altında yaptırımları daha sıkı bir şekilde uygularsa, o zaman elbette çıkar sorunu da ortaya çıkar.

Ermenistan makamlarının ve onlara bağlı uzman çevrelerin açıklamalarında, Rusya ile siyasi ilişkilerin yeniden gözden geçirilebileceği, ancak Ermenistan’ın lehine olan iktisadi ilişkilerin sürdürülebileceği fikri sıklıkla dile getiriliyor. Bu ne kadar gerçekçi?

Bunu tahayyül etmek zor. Diğer ülkelerle benzer bir şey yapmaya yönelik önceki tüm teşebbüsler genelde kötü neticelendi. Öte yandan, Rusya’da belli bir yaklaşım değişikliği var gibi görünüyor. Daha önce soyut jeopolitik çıkarlar her zaman ağır basarken, şimdi en azından somut iktisadi çıkarlarla birlikte değerlendiriliyor. Yakın insani bağlar göz önünde bulundurulduğunda Ermenistan, açık provokasyonlara girişmediği sürece Rusya’nın Ermeni tarafına yönelik sert adımlar atmayacağını göz ardı etmiyorum.

Asıl mesele, Batılı ortakların Ermenistan’dan ne talep edeceği. Eğer Rusya ile iktisadi ilişkilerin gerekliliğini anlıyorlarsa, bu bir şeydir. Fakat Amerikalılar ve Avrupalılar, “Eğer Avrupa rotasını takip ediyorsanız, o zaman tutarlı bir şekilde takip edin,” derlerse, o zaman…

Ermenistan makamlarının ve onlara bağlı uzman çevrelerin aktif olarak sözünü ettiği Ermenistan’ın Avrupa’ya entegrasyonu ne kadar gerçekçi?

Ermeni diasporasının bir seçim faktörü olarak önemli bir rol oynadığı Fransa dışında, Avrupa’daki her muhafazakârın Ermenistan’ın Avrupa’ya entegrasyonuna yönelik adımlar atılması gerektiğini anlamadığını düşünüyorum. Bence mesele daha ziyade Ermeni toplumunun, siyasi zümresinin ve bir bütün olarak Güney Kafkasya’nın dinamiklerinde yatıyor. Kesin olarak söyleyebileceğim bir şey varsa o da son on yıllardaki deneyimlerin coğrafi olarak entegrasyon alanından kopuk bir ülkenin entegre olamayacağını gösterdiğidir. Bu işe yaramaz.

Ermenistan için teorik olarak erişilebilir tek Avrupa seçeneği Türkiye’dir. Bu komşu ülke de uzun süredir AB üyeliğine aday. Yalnızca birkaç yıl önce, bunun herhangi bir ihtimali ortadan kaldırdığını söylerdim. Bugün artık böyle düşünmüyorum, zira Erivan’ın yaklaşımının nasıl kökten değiştiğini görebiliyoruz. Bir zamanlar tamamen düşünülemez olarak kabul edilen şey gerçek oldu. Dağlık Karabağ’dan vazgeçilmesi herhangi bir şoka neden olmadı.

Bu nedenle, Avrupa ile entegrasyona doğru gidişin, Ermenistan söz konusu olduğunda Türkiye ile ilişkilerin normalleşmesi ve hatta belki de daha fazlası anlamına geleceği ihtimalini göz ardı etmiyorum. Esasında Ermenistan, bu iktisadi etki alanına girebilir. Tarihi göz önüne alarak bu tamamen düşünülemez gibi görünse de yakın geçmişte düşünülemez gibi görünen pek çok şey artık gerçeğe dönüştü. Ancak bu Avrupa entegrasyonu ile aynı şey değil.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

“Komuta ekonomisi”, “kalkınmacı sosyalizm”, “stratejik planlama”

Yayınlanma

Yazar

Rusya Uzakdoğu ve Arktik bakanı Aleksey Çekunkov’un 18 Haziran’da üstelik de RBK’da yayınlanan makalesi, Rusya’da iktisat siyaseti alanında dinamikleri ve ideolojik eğilimleri kavramak için son derece önemli bir malzeme.

Geçen yıl Avrasya Ekonomik Komisyonu Makroekonomi ve Entegrasyon Kurulu Sergey Glazyev, eski Uzakdoğu bakanı Aleksandr Galuşka, Azerbaycan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Sosyal Konsey Başkanı Elşad Mamedov, Güvenlik Konseyi sekreteri müsteşarı Vladimir Nazarov gibi yazarlardan, her birine kendi açıklamalarımı ve yorumlarımı da koyarak bir dizi çeviri yapmıştım. Bunlara ileride Valentin Katasonov’u da ekleyeceğim. Çekunkov’un aşağıdaki makalesini bu serinin halkalarından biri.

Glazyev, Galuşka, Katasonov vb.ni yeni bir kamusalcılık (ve kamusalcılık denen şey aslında küçük burjuva sosyalizmidir) anlayışının teorisyenleri saymak gerek. Bunlar komuta ekonomisi başlığı altında değerlendirirler Stalin dönemini, olumlarlar; buna dayanarak devletin ekonomideki rolünün artırılmasını ve planlamanın güçlendirilmesini isterler.

Komuta ekonomisi kilit bir kavramdır. Bu kavram tanımı gereği devlet kontrolünü ve planlamasını öngörür. Komuta ekonomisi taraftarları Sovyet planlama sistemini indikatif olarak tanımlar ve bunun yerine stratejik planlamayı önerir. Kavram devlet (kamu) mülkiyetini değil devletin neredeyse mutlak düzenleyici rolünü öne çıkarır.

Ama Stalin döneminin köklü bir farkı vardır: Sovyet sosyalizmi üretim araçları üzerinde özel mülkiyeti kaldırmıştı, siyasi iktidar proletarya diktatörlüğüydü ve hedefi de sınıfsız toplumdu. Küçük burjuva sosyalizmi ise marksist değildir, çünkü rekabet ve kârlılık öngörür; yani artı-değer sömürüsüne ve insanın yabancılaşmasına son vermek değildir onun amacı; yani bu sosyalizm hiç de “komünizmin birinci aşaması” değildir; yani “bilimsel” değildir bu sosyalizm; ama gene de sosyalizmdir.

Kargadan başka kuş tanımama basitliğinden kurtulmak gerek. Sosyalizm kendi başına mukaddes bir kelime değildir; sınıfsaldır ve dolayısıyla kimin elinde silahsa o sınıfın menfaatlerini yansıtır. Sosyalizmin bir biçiminin, devlet kapitalizmi biçimi de dahil, ilericiliğinden veya gericiliğinden ancak sosyalizmin bir başka biçimi karşısında söz edilebilir. Bununla birlikte sosyalizmin her türlü biçimi, “vahşi kapitalizmin”, yani bugün neoliberalizmin bütün biçimleri karşısında ilericidir.

Komuta ekonomisi kavramı sosyalist ekonomiyi de kapsar, bu nedenle sadece sosyalist ekonomi anlamında kullanılması adetten olmuştur. Bununla birlikte ille de mülkiyet ilişkilerinin değiştirilmesini öngörmez. Her tür devlet kapitalizmi de (kapitalizm eşittir artı-değer üretimi) komuta ekonomisidir.

Bu anlamda, Çekunkov’un Rusya’da mevcut sistemi “yurtsever sosyalizm” diye tanımlaması boşuna değil. Ancak bu, böyle bir “yurtsever sosyalizmin” (küçük burjuva sosyalizmi) eksiksiz bulunduğu anlamına gelmiyor. Bu ancak, “yurtsever sosyalizmin” nüvelerinin olduğu ve devletin planlayıcı ve düzenleyici rolünü güçlendirerek bu nüvelerin geliştirilmesi anlamına geliyor.

Dikkatli okur, Çekunkov’un görüşleriyle “kalkınmacı sosyalizm” ilişkisini ve bu çerçevede (mesela) Avcıoğlu’nu ister istemez hatırlayacaktır.

Başlıkta sıraladığım üç kavramın arasındaki ideolojik akrabalıklar ve bunların siyasi sonuçları üzerine durmaya devam edeceğim. Ancak Çekunkov’a geçmeden önce bu yazısında aslında faiz siyaseti üzerinden MB ile sert bir tartışma yürüttüğünü de belirtmek gerek.

Belki de Rusya’da neoliberal dogmatizm giderek daha fazla savunma pozisyonuna sıkışıyordur.

* * *

“İşadamlarının ikamesi” ve yurtsever sosyalizm üzerine

Aleksey Çekunkov

Uzakdoğu ve Arktik, Rusya coğrafyasının yarısını kapsıyor. Nüfus yoğunluğunun az olmasına ve sert hayat şartlarına rağmen Rusya ihracatının yüzde 30’unu karşılıyor. Uzakdoğu ve Arktik’in iktisadi gücü son 100 yıldır komuta ekonomisi ve büyük güç kararları sayesinde inşa edildi. İlk gidenlerin önemini ve 16-19’uncu yüzyıllarda kürk ticaretinin değerini küçümsememekle birlikte, taygadaki büyük şehirlerin bugün Rusya ekonomisinin omurgasını teşkil eden güçlü işletmelerin inşasına imkan sağlayan esas unsur bolşeviklerin mecburi çalışmayı da kapsayan şok inşaatları (ударные стройки; hızlı sabit sermaye yatırımı gerçekleştirmeye yönelik, ajitasyon-propaganda faaliyeti ve esas itibariyle gönüllü çalışma temelinde hızlı kalkınma projelerine böyle denirdi — ç.n.) ve SSCB Gosplan’ın büyük ölçekli projeleri olmuştur.

Uzakdoğu ve Arktik birçok açıdan konsantre bir Rusya’yı andırır: devasa topraklar, doğal zenginlikler, düzensiz yerleşim ve zorlu bir iklim. Bunların iktisadi faaliyete katılması bütün ülkelerin gelişmesi için de dersler taşır. Zorlu doğal ve iklimsel şartlarda büyüme nasıl sağlanır? İşgücü kaynaklarındaki yetersizlik nasıl giderilir? Maden zenginlikleri nasıl yönetilir? Asya’daki dinamik ülkelerin komşuluğundan nasıl yararlanılır?

Doğu sınırlarımızda ve kuzey enlemlerimizde yaratılmış şeylerin pek çoğu hayret uyandırıyor, şöyle tepkilere neden oluyor: “Eskiden neler yapmışlar, bugün olsa yapılamaz.” Gerçekten de donmuş topraklar üzerinde şehirler kurmak, binlerce kilometrelik madenler kazmak, mecburi çalışmayla binlerce kilometre yol açmak bugün mümkün değil. İnsanları üç-beş kat yüksek ücretlerle kuzeye çekmenin sonucu da geri kalan 136 milyon Rusyalı için rekabet yeteneği zayıf işletmeler, enflasyon ve kaynakların tükenmesi olacaktır. Az sayıda insanın ama çok miktarda kaynağın bulunduğu stratejik bölgelerin kalkınmasına yönelik her türlü yaklaşım, mesafeye ve iklime bakmaksızın rekabetçi bir ekonomi ve iyi hayat şartları yaratmayı hedeflemelidir.

Kontrastı görmek için çok büyük nüfusu ve pek az doğal zenginliği olan Uzakdoğu komşularımıza bakmak yararlı olur. Asya ülkelerinin onlarca yıl boyunca başarıyla yararlandığı başlıca kaynak ucuz ve disiplinli emekti. Bu emek, refahın birikmesi ölçüsünde ve ileri teknolojinin benimsenmesiyle “ucuz” yerine üretken haline gelmekte. Başarının bir başka faktörü de girişimcilik kültürü. Daha ucuza üret, daha çok sat, geliştir, durmaksızın tekrar et. Asya, başarılı bir girişimciliğin üç bileşenine sahip olması itibariyle talihlidir: 1) rekabete hazır oluş — son derece titiz mandarin geni; 2) ticaret sevgisi — limandaki ipek tüccarının geni; 3) sabır ve emek — pirinç çiftçisi geni. Çin, Japonya ve Kore’de 30 milyondan fazla özel şirket var. Bu girişimci armadası kendi arasında ve bütün dünyayla kıyasıya rekabet ediyor, bu süreçte hep daha iyi ürünler yaratıyor, bütçeleri dolduruyor ve milletlerini zenginleştiriyor.

Bizim için güncel olan ise başka bir yol. Bizim tarihi tecrübemizde insanların pek az bir yüzdesi ticaretle uğraşıyordu ve Rus köylülerinin kütlesel emeği de pirinç çiftçilerinin emeğinden köklü bir şekilde farklıydı. Bu yüzden, pazarlar arasında  manevralar yapan ve işletmesine damla damla verimlilik kazandıran Asyalı girişimci sureti bize uzak. Tek bir nesilde spekülatör — yeni Rus — işadamı — yurtsever girişimci (başkası yok) yolundan geçen Rus girişimcisi ekonomide yaratıcılığın ve ilerlemenin başlıca motoru olma konumunu aslında işgal edemedi. Vakit yetmedi. Rus girişimciliği 1990’larda hızlı bir sermaye birikiminin bütün günahlarını işledi ve toplumun büyük çoğunluğunun algısında ahlaksız ve asalak bir şey olarak kaldı. Magnit ve Wildberries tipi nadir olumlu örnekler bu yaklaşımın değişmesine yetmedi. Devlet organizmasının bağışıklık tepkisi, silovikilerin girişimcilere yönelik “arındırıcı” ilgisi haline geldi, bu da iş alemini BASE jumping benzeri bir uğraş haline getirmekte. Sonuç olarak özel sektörün payı yirmi yıldır istikrarlı şekilde düşüyor; ne yeni pazarların fethedilmesinde ne de inovasyon öncülüğünde girişimcilerin esamesi yok.

Asya’daki anlamıyla olduğu gibi batıdaki anlamıyla da kütlesel girişimciliğin alternatifi, bizim tarihimizde öne çıkan memuriyet ve yaratma kültürüdür. Bizim toplumumuzda memuriyet her zaman en yüksek itibar kaynağıdır: çara, vatana hizmet; kilisede hizmet (batı dillerinde olduğu gibi Rusçada da dini ayin “hizmet” diye anılır — ç.n.). “İş ortamından” devlet hizmetine geçişteki kendi tecrübeme dayanarak şunu ileri sürebilirim: devlet memurlarının ezici çoğunluğu korkudan değil vicdanlarını dinleyerek çaba gösterir ve insanların problemlerini çözmek için içten bir motivasyona sahiptirler. Bize has ikinci özellik, emeğe gurur verici özel bir anlam katan yaratma kültürüdür. Biri “taşı kesen” diğeri de “tapınağı kuran” iki taş ustasıyla ilgili meseli hatırlatmak yerinde olacaktır. İkincisi, Rus’tur. Görünen o ki, ortamın zorluklarının üstesinden gelme tecrübesi bize sadece ekmeğini kazanma değil bir anlam katarak yaratma aşkı da kazandırdı.

Uzakdoğu ve Arktik’e gezilerimde bu iki arketiple, memur ve yaratıcıyla çok karşılaştım. Fabrikaların müdürleri, demiryolu şefleri, uzay üslerindeki komutanlar, politeknik öğretmenleri, inşaat amirleri, doğal koruma alanı müfettişleri, öğretmenler ve devlet memurları. Onların hikayelerini ve ruhlarını dünyanın geri kalanıyla paylaşmak için bu tür insanlarla sohbetlerimizi benim Telegram kanalımdaki “Hizmet ve Yaratıcılık” projesine kattık. Bu örneklerin, gelecekte kalkınmanın katalizatörünün ve toplumun çimentosunun “kim” olacağı sorusuna cevap vermekte olduğuna inanıyorum. Kolluğun ilgisine takılıp kalan ve kök salamayan “iş alemi” / “girişimciler” yerine ön plana daha fedakar ve yurtsever olan, ama kâr avcılarından da daha az rekabetçi olmayan yaratıcılar çıkacak. Ve devlette de Gorçakov, Muravyov-Amurskiy ve Kosıgin’in geleneklerinin mirasçıları onlarla birlikte olacaktır. (Aleksandr Gorçakov — 1798-1883, Rusya’da kapitalist inşanın sembol isimlerinden; Muravyov-Amurskiy — 1809-1881, doğu Sibirya general valisi; Aleksey Kosıgin — 1904-1980, 1964’ten 1980’e kadar SSCB bakanlar konseyi başkanı. — ç.n.)

Şimdi, hızlı büyüme çarkını “nasıl” işleteceğimize gelelim. İnsan güçlü taraflarından, özellikle de tabiatın bahşettiklerinden utanmamalı. “Lanetli kaynaklar”, “hammadde şişkinliği” gibi söylemleri kategorik olarak reddediyorum. Kanada, Avustralya ve Suudi Arabistan da bu düşünceye katılacaklardır. Kötü kaynak olmaz, kaynaklara erişimine izin verilmemesi gereken aptal yahut haysiyetsiz insanlar olur. Yüzde 50 veya daha fazla katma değere sahip bir sanayi yaratmak için nesiller boyu süren sıkı bir çalışma, uygun şartlar ve talih gerekir. Hidrokarbon, maden ve gübre üretiminde bu marj bir normdur. Ücretler ekonomideki ortalamanın çok üzerindedir, vergiler mamul tonajına bağlı olarak kolayca alınır. Toprak altının verimli bir şekilde işletilmesi, az gelişmiş bir ekonominin alameti değil, bugünkü ve gelecek nesillerin refahı için milletin mukaddes bir görevidir. Hangi sınırlara yürüneceği ve bilim ve teknolojinin hangi istikametlerde gelişeceği, “parayla ne yapılacağı” bağlamındaki sorulardır. Önemli sorulardır ama ilkin bu parayı kazanmak gerekir. Rusya’da (özellikle Uzakdoğu ve Arktik’te) keşfedilmiş ancak henüz geliştirilmemiş çok sayıda yeraltı cevheri var — bu, gelecek için iyi bir rezervdir. Doğal kaynakların yağmacı değil yaratıcı bir şekilde işlenmesi için yaratıcılarla memurların ortak çalışması zaruridir. Birincisinin motivasyonu “parayı alıp tüymek” değil efektif işletmeler kurmaktır. İkincisinin motivasyonu ise yaratıcılar tarafından yaratılan kaynakları kullanarak insanların problemlerini çözmektir.

Rusya’nın, işgücü örgütlenmesine farklı bir yaklaşımdan (ruhsuz bir girişimcilik değil uzun vadeli yaratıcılık) başka, işgücü kaynaklarındaki kıtlığın da üstesinden gelmesi şarttır. Nüfusumuz Japonlardan biraz fazla (122 milyona karşılık 146 milyon), ama ülkemizin alanı Japonya’nın 45 katı. 280 milyon nüfuslu SSCB bütün gücünü kâh şu kâh diğer projeye vererek dev Sovyet inşaatlarını büyük zorluklarla gerçekleştirdi; bugünkü Rusya’nın yegane yolu ise teknolojiyi ve robotizasyonu kullanmaktır. Bugün Güney Kore’de 10 bin kişiye 868, Japonya’da 364, Çin’de 187 robot düşüyor. Rusya’da 10 bin kişiye 19 robot düşüyor — ortalama seviyenin beşte biri. Teknolojik egemenliğin hedefleniyor olması itibariyle acil ve derin bir robotizasyon bizim için elzemdir. Açık ki robotlar keyif versin diye sokaklara dizilmeyecek; bunlar çağdaş işletmelerde çalışmalıdır — dolayısıyla burada söz konusu olan ülkenin yeni bir sanayileşmesidir. Bu yeni teknolojik işletmelerin kurulması için çok sayıda akıllı yaratıcı gerek. Bunlar ise bugünkü mühendisler, şu anda özel askeri harekat bölgesinde modern askeri teknolojilerle çalışarak sıkı bir “mühendislik okulundan” geçmekte olanlar olabilir. Bizim çocukların bakanlıktaki koltuklarını askeri üniformalarla değiştirdiğini ve cephede dronlarla çalıştığını, gerekli becerilerin hızla kazanıldığını, yaratıcılıktaki mücadeleci ruhun da işe yaradığını, zira rekabeti ve verimlilik mücadelesinin baki olduğunu gördüm.

Yeni sanayileşmenin kaynakları nereden bulunacak? Rusya 2000’den bu yana borç artışı yaşamadan refahta katlanan bir büyümeye erişmeyi başardı. Rusya’nın kamu borçları GSYH’nın yüzde 18’ini teşkil ediyor — çok rahat bir seviye. Çin dört kat daha fazla yük altında; ABD yedi kat, Japonya 15 kat. Rusya’da kişi başına düşen borç 3 bin dolar; Çin’de 10 bin, ABD’de 104 bin dolar. Dünyadaki gelişmiş ülkelerin büyük çoğunluğu sırtında ağır bir mali kambur taşıyor, yüksek faiz oranlarının olduğu dönemlerde bu kambur daha da ağırlaşıyor, büyüyor.

Biz neredeyse çeyrek asırdır sürekli bütçe fazlası verdik — bu durum, politikacıların durmaksızın vaat yarışına girdiği ve sonuçlarına aldırış etmeksizin her birkaç yılda bir bu vaatlerin bir kısmını yerine getirmek zorunda kaldığı yabancı ülkelerde görülmemiş bir durumdur.

Ve çeyrek asırdır ihracat gelirlerimizi akıllıca yönetiyoruz; altınlarımızı (petrol/gaz/tahıl/balık vb.) yabancı boncuklarla takas etmek yerine altyapıya ve kendi sanayilerimizi geliştirmeye yatırım yapıyoruz. Ancak, borç artımı için biriken bu potansiyelin kalkınmayı hızlandırmak için er ya da geç hayata geçirilmesi gerekecek, aksi takdirde ileri teknolojilerde geri kalmışlık ekspansiyonel artış gösterecek. Borç teşviki, ekonomiyi daha güçlü kılacak yeni sanayiler ve altyapı kurmak için kullanılmalıdır. Piyasa girişimcilerinin ve verimsiz devlet-şirket yöneticilerinin yerine yaratıcıların yumuşak bir şekilde ikame edilmesi, borç sermayesinin devlet tarafından mutabakat gösterilen yaratıcı projelere kanalize edilmesiyle mümkündür. Memurlar ve yaratıcılar arasında, ödemesi cesurca kullanılan kamu borçlanmasıyla yapılan bir ittifak.

Başkanın bu yılın başında Duma ve Senato önündeki konuşmasını dinlerken aklıma bugün içinde yaşadığımız sosyal düzenin tanımı geldi: yurtsever sosyalizm. Ülkemizde nüfusun bütün grupları devletten üst seviyede sosyal yardım alıyor ve toplumun devlet öncelikleri etrafında yüksek seviyede bir konsolidasyonu var. Piyasa girişimciliği gibi katıksız kapitalist mekanizmalar bizim bağlamımızda başarısız oluyor. Bu nedenle, tarihimizin, coğrafyamızın ve mantalitemizin özelliklerini dikkate alarak kalkınmayı hızlandırmak yolunda memurlar ve yaratıcılar için yeni rol modellerine ihtiyaç var. Uluslararası rekabet mücadelesinde pazar girişimciliğini yenmek için hizmet ve yaratıcılık yolundaki gelişme üç ilkeye dayanmalıdır.

Adalet. Herkes için, memurlar ve yaratıcılar tarafından gözetilen şeffaf ve adil kurallar. Bu, toplumun en önemli talebidir ve işe daima kendimizden başlamak gerekir.

Rekabetçilik. Kendimize acımamak. Rekabeti reddetmemek, her şeyi başkalarından daha iyi yapmaya çalışmak. Tarihimiz, bunun başarıldığı sayısız örnek bilir.

Kültür. Kültür her şeyi yener. Bu, geçmişten gelen devleriyle büyük Rus kültürüdür; iletişim kültürüdür; üretim kültürüdür; iç kültürdür. Kimse denetlemezken bile doğru davranma kültürüdür. Bu, günümüzün vahşi dünyasında bizim eşsiz şansımızdır.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English