Diplomasi
Ankara-Şam normalleşmesine dair senaryolar

Türkiye’deki seçimlerin tamamlanması ve dışişleri başta olmak üzere ilgili kurumlara atamaların yapılmasıyla gözler yeniden Türkiye-Suriye normalleşmesinde atılacak adımlara çevrildi. Geçen hafta yapılan Astana Zirvesi sonrası yapılan açıklamalar Ankara ve Şam’ın pozisyonlarının henüz birbirine doğru yaklaşma belirtisi olmadığını gösteriyor. Elbette Suriye ile normalleşmenin Suudi Arabistan ya da Birleşik Arap Emirlikleri ile normalleşme kadar hızlı olması beklenmiyor ancak sürecin uzaması bir dizi fırsatın kaçmasının yanı sıra iki ülkenin güvenliği için de mevcut tehdidin sürmesine yol açıyor.
Türkiye-Suriye normalleşmesinde ne kadar yol alındı, tarafları uzlaşmaya iten sebepler ve karşılaştıkları zorluklar neler?
Birleşik Arap Emirlikleri merkezli Emirates Policy Center (EPC), tüm bu sorulara yanıt veren ve Türkiye-Suriye normalleşmesine dair olası senaryoları tartıştığı bir rapor yayınladı. Tam metninin çevirisini dikkatinize sunuyoruz:
***
Erdoğan’ın Seçim Zaferinin Ardından Türkiye-Suriye Normalleşmesine Dair Beklentiler
Levant Çalışmaları Birimi
Temel çıkarımlar
- Suriye-Türkiye ilişkileri Türkiye’deki seçimler öncesinde birçok gelişmeye sahne oldu ancak iki taraf çeşitli konulardaki farklı tutumları nedeniyle henüz bir mutabakata varamadı.
- Türkiye’nin Suriye’nin bölgesel görünümündeki kritik önemi ve Suriye muhalefetini hâlâ desteklemesi nedeniyle Ankara ve Şam’ın ilişkileri normalleştirmeye devam etmesi bekleniyor.
- Rusya’nın Türkiye-Suriye normalleşmesine dönük çabalarını sürdürerek iki ülkeyi, ilişkileri geliştirmeye yardımcı olacak anlaşmalara zorlaması muhtemel.
- Türkiye terörle mücadele için etkin ve spesifik bir mekanizmanın gerekliliğinde ısrar ediyor ancak terör örgütlerinin sınıflandırılması konusunda Şam ile aynı fikirde değil.
- Türkiye-Suriye müzakereleri engeller arasında ilerliyor ve müzakerelerin arabulucusu Rusya, ilerleme kaydetmek için henüz çok erken olduğunun farkında.
Recep Tayyip Erdoğan’ın Mayıs 2023’deki cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanması, Türkiye’nin Suriye ile yürüttüğü müzakerelerin akıbeti hakkında soru işaretleri yarattı. Seçimlerden önce, genellikle Erdoğan’ın seçim meselesine dönüşen Suriyeli mültecilerin geleceği ile ilgili Türk kamuoyunu ikna için Şam ile müzakere kartına ihtiyaç duymasına bağlanan hızlı gelişmeler yaşandı. Bu sorunun önemi, Suriye meselesindeki son gelişmeler, Arap-Türk ilişkilerinin dinamikleri ve Ankara’nın hızla değişen uluslararası ve bölgesel ortamı göz önünde bulundurarak “sıfır sorun” politikasına geri dönmesinden kaynaklanıyor.
Bu makale Türkiye-Suriye normalleşmesinin gidişatını, sorunlarını ve olası senaryolarını ortaya koyuyor.
Türkiye-Suriye Yakınlaşmasının Yapısı
Suriye-Türkiye temasları 2022 yılında Rusya’nın arabuluculuğuyla başladı. Ancak bu temaslardan henüz ilişkilerin normalleşmesine yol açabilecek makul bir sonuç çıkmadı. İstihbarat şefleri Hakan Fidan ve Ali Memlük arasındaki güvenlik toplantıları Rusya ile üçlü görüşmelerin önünü açmıştı. Tahran’ın Suriye ile ilgili düzenlemelerde yer alma ısrarı ve Ankara’nın Suriye’deki etkili aktörler arasında çatışmadan kaçınma arzusu nedeniyle İran da katıldı.
Aralık 2022’de Suriye, Türkiye ve Rusya savunma bakanlarının bir araya geldiği toplantı, iki taraf arasındaki ilk üst düzey temas oldu. Bu toplantıda tarafların farklı duruşları ve Şam’ın Ankara’nın diğer konulara girmeden önce güçlerini Suriye’den çekmeye başlaması yönündeki ısrarı nedeniyle önemli bir ilerleme sağlanamadı. Bunu üç ülkenin dışişleri bakan yardımcılarının katıldığı bir başka toplantı izledi. Burada Şam, Ankara’nın güçlerini Suriye’nin kuzeyinden çekmesi için bir takvim sunmasında ısrar etti. Türkiye bu talebe yanıt vermedi.
Moskova’nın baskılarına rağmen Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad somut bir sonuç elde edemeden Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görüşmeyi reddetti. Bu nedenle Rusya, Nisan 2023’te dört ülkenin savunma bakanları ve istihbarat şeflerini bir araya getirerek askeri istihbarat kanalına geri dönmeyi düşündü. Türkiye ilk olarak Suriyeli mülteciler konusunun ele alınmasında ısrar ederken, Suriye Türk güçlerinin geri çekilmesini talep etti. Dört ülkenin dışişleri bakanlarının Türkiye’deki seçimlerden önce, 10 Mayıs’ta bir araya gelmesi için tarih belirlendi.
Dört bakan, yardımcılarından Ankara-Şam ilişkilerini yeniden başlatmak için bir yol haritası hazırlamalarını istedi. İki tarafın önceliklerinin farklı olduğu ve başta terörizm olmak üzere bazı konularda anlaşamadıkları açıktı. Dahası, bu aşama Moskova’nın Erdoğan’a seçimlerde kendisine fayda sağlayacak bir kart vermeyi reddeden Esad üzerindeki etkisinin zayıflığını ortaya çıkardı. Şam’daki karar alıcılar Erdoğan’ın seçimleri kazanabileceğine ve Suriye politikasında kendisini, ABD ile aynı çizgideki muhalefete tercih edeceğine ikna olmuşlardı.
Normalleşme Motivasyonları
Birkaç faktör ve değişken, Şam ve Ankara’nın normalleşme rotasında devam etme motivasyonları için birleşiyor. Bu motivasyonlar, yakın ve gelecekteki politik, ekonomik ve stratejik hesaplara dayanıyor.
Türk tarafında bu motivasyonlar şöyle:
- Mültecilerin yükünden kurtulmak Türkiye’yi yordu ve derin çatlaklara yol açtı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, seçim kampanyası sırasında ve sonrasında verdiği sözlerin ardından bu konuda harekete geçmek zorunda kaldı. Bu sorun, Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) gelecek planlarını etkiliyor. Şam ile ilişkileri normalleştirmeden ve mültecileri ülkelerine geri gönderme anlayışı olmadan bu sorunu çözemez.
- Doğu Suriye’deki Kürt tehdidine çözüm bulunması da bir başka etken. Türk sınırlarına yakın konuşlanmış Suriye birlikleri, iki taraf arasında yakınlaşma sağlandığında Türkiye’nin güvenlik çıkarlarını koruyacak ve ayrılıkçı eğilimin riskini azaltacak. Aynı zamanda bölgedeki Amerikan varlığının gerekçelerini de zayıflatır. Kuzey ve Doğu Suriye’deki Kürt Özerk Yönetimi’ni Şam’la gerçekçi formüller aramaya itebilir.
- Suriye-Arap yakınlaşması hesaba katılarak Türkiye’nin Şam ile olan etkileşimlerinin bir parçası haline geldi ve Ankara’nın Suriye konusundaki hesaplamalarını yeniden gözden geçirmesine yol açtı. Bu durum, Türkiye’nin Suriye politikalarında kısıtlamalara neden olabilir.
- Türkiye, Suriye’nin lojistik konumunu, Levant ve Körfez’e doğru daha geniş ve daha düşük maliyetli bir geçit olarak kullanabilir. Ayrıca Ankara, Suriye’nin yeniden yapılanma sürecinden ve Doğu Akdeniz’de doğal gaz ve petrol arama ve çıkarma konusundaki iş birliğinden yararlanabilir.
- Türkiye’nin daimî komşusu haline gelmiş gibi görünen ve bölgesel ilişkilerde aktif rol alacak olan Rusya ile ilişkileri pekiştirir. Bu, Moskova’nın Ankara-Şam uzlaşı için yol haritası taslağında açıkça görülüyor.
Suriye tarafının motivasyonları ise şöyle:
- Suriye savaşının bölgesel boyutunu ortadan kaldırmak ve Şam’ın belirlediği araç ve yöntemlerle çözülecek bir iç meseleye dönüştürmek. Türkiye’nin Suriye’deki çatışma denkleminden çıkarılması ve Ankara ile ilişkilerin normalleştirilmesi savaşın sonu olur.
- Sınır kapılarının kontrolünü yeniden ele geçirmek, uluslararası M4 otoyolunu yeniden açmak ve Lübnan’ın ekonomik krizinden kaynaklanan geçmiş kayıpları telafi için Türk pazarını kritik bir ekonomik kapıya dönüştürme olasılığını artırmak Batı yaptırımları altındaki Suriye ekonomisinin şansını artırır.
- Suriye’nin doğusundaki bölgelerin geri alınmasının önünü açmak. Suriye Demokratik Güçleri (SDG) benzeri görülmemiş bir baskı ve zayıf bir stratejik konumla karşı karşıya kalacak. Bu da Washington’u SDG’ye verdiği destekle ilgili hesaplarını yeniden gözden geçirmeye zorlayabilir. Şam’ın hesaplarının özünde de bu var.
- Başkan Esad’ın meşruiyetini artırmak ve Erdoğan’ı Suriye’deki savaşı kaybettiğini kabul etmeye zorlamak.
- Türkiye ile ilişkileri kritik bir ekonomik ve jeopolitik ihtiyaç haline gelen Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’i tatmin etmek. Putin Orta Doğu’da etkili bir barış sağlayıcı gibi görünmek istiyor.
Müzakere Konuları ve Komplikasyonları
İki taraf arasında devam eden görüşmeler çeşitli konulara odaklanıyor. İki taraf da bu konuların ele alınmasının anlaşmazlıkları ortadan kaldırmaya ve normalleşmeyi yeniden tesis etmeye yardımcı olacağını düşünüyor. Ancak sorun şu ki, her iki tarafın da bu konuları ele almadaki algıları birbirinden farklı:
İlk mesele Türkiye’nin Suriye’deki askeri varlığı: Şam bu varlığın gayrimeşru olduğunda ve Ankara’nın müzakere ciddiyetinin bir kanıtı olarak bunu sona erdirmesi gerektiğinde ısrar ediyor. Dahası, Türkiye askerlerini Suriye’nin kuzeyinden çekmek için bir takvim belirlemezse müzakereler haklılığını yitirecek. Türk yetkililer tarafından yapılan açıklamalar, sağlam bir siyasi ve güvenlik anlaşması yapılmadan ve uluslararası garantiler -belki Rusya’dan- alınmadan asker çekmenin şu nedenlerden dolayı zor olduğunu gösteriyor:
- Türkiye’nin kuzeydoğu Suriye’de işgal ettiği Afrin, Cerablus ve Tel Abyad’dan çekilmesi halinde Kürt güçleri bu bölgelerin kontrolünü ele geçirebilir. Bu da Ankara’nın bu bölgelerdeki güvenlik yatırımlarını, karşılığında hiçbir şey almadan kaybetmesine yol açacaktır. Dahası, Türk kuvvetleri İdlib’deki varlığını mültecilerin Türkiye’ye girmesini önlemek için ileri bir savunma hattı olarak görüyor.
- Türk varlığı kök saldı ve kısa vadede sökülmesi zorlaştı. Bazı Türk kurumlarının İdlib’de ve Batıdaki Lazkiye kırsalından Doğudaki Ras al-Ayn / Kobani’ye kadar Türk kuvvetleri tarafından kontrol edilen bölgelerde varlıkları ve yatırımları bulunuyor. Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyindeki askeri ve sivil yığınağı uzun vadeli bir gerçeklik gibi görünüyor.
İkinci konu, muhaliflerle müzakereler: Bu konu Ankara’nın Şam ile müzakereleri ilerletme uzlaşma için öne sürdüğü taleplerinden biri. Ankara, İdlib’deki askeri gruplar ve geçici hükümet için nihai bir siyasi çözüm için düzenlemeler yapılmadan Türkiye’ye yönelik güvenlik risklerinin devam edeceğine inanıyor. Suriye, Suriye muhalefetine taviz vermek zorunda olduğunu düşünmüyor. Şam, muhalefetin savaş yoluyla elde edemediklerini mağlubiyetlerinden sonra kendilerine verilmeyeceğine inanıyor. Ayrıca muhalefeti tek bir Suriyeli taraf olarak muhatap almakta ısrar ediyor.
Üçüncü konu ise terörle mücadele: Türkiye terörle mücadele için etkin ve spesifik bir mekanizmaya ulaşılması konusunda ısrarcı. Ancak terör örgütlerinin sınıflandırılması konusunda Şam ile aynı fikirde değil. Ankara, IŞİD ve İdlib’de faaliyet gösteren Hurrasü’d-Din (Dinin Muhafızları) gibi diğer aşırılık yanlısı örgütlerin yanı sıra Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) büyük bölümünü oluşturan PKK’nın Suriye uzantısı Halk Savunma Birlikleri’ne (YPG) odaklanıyor. Suriye de SDG’yi ayrılıkçı bir örgüt olarak değerlendiriyor ancak savaşçılarının ABD askeriyle ilişkilerini sonlandırarak ve özerklik taleplerinden geri adım atarak Suriye ordusuna entegre olabileceğini düşünyor. Şam, Suriye’nin kuzeyindeki tüm silahlı grupları terör örgütü olarak tanımlıyor ve Türkiye’nin bu gruplara verdiği desteğin sona erdirilmesi ve bu grupların dağıtılması çağrısında bulunuyor.
Dördüncü konu mülteciler: Türk tarafı, Suriye’nin kuzeyinde ikamet eden yerinden edilmiş Suriyelilerin kaçtıkları veya yerinden edildikleri bölgelere geri dönmelerini öneriyor. Bunun için rejimin güvenlik garantileri sağlaması, onları yargılamaması ve mülklerinin iadesini sağlaması gerekiyor. Bunun yanı sıra, Türkiye’de yaşayan bir milyondan fazla Suriyeli mültecinin de özel konutlar inşa etme planı çerçevesinde kuzey Suriye’deki bölgelere dönmesi bekleniyor. Türkiye, bu süreç için Körfez fonları elde etmeyi umuyor.
Suriye tarafı, mültecilerin yaşadığı krizden siyasi ve ahlaki olarak sorumlu olmadığını ve evlerine dönmelerine bir itirazı olmadığını beyan etse de böyle bir süreç mevcut koşullar altında Suriye’nin yapabileceğinin ötesinde uygun bir ortam gerektiriyor.
Olası Senaryolar
1.Senaryo: Çıkarların çatışması ve her iki tarafın belirlediği koşullar ışığında yavaş da olsa normalleşme yolunun devam etmesi. Her iki tarafın da birçok meseleyi çözmek için birbirlerine ihtiyaç duymasının yanı sıra, Rusya’nın Ankara ve Şam üzerindeki baskıları ve Ankara ve Şam ile ilişkilerin düzelmesinden sonra Arap faktörü gibi diğer unsurlar da normalleşmenin devamını sağlayabilir. Arap ülkeleri de muhtemelen iki taraf arasındaki anlaşmayı kolaylaştırıcı bir rol oynayabilir. Bu senaryoya göre, iki tarafın da kabul edebileceği bir formüle ulaşmak için karşılıklı tavizler vermeleri muhtemeldir.
İstenen tavizler, adım adım ilkesine dayalı, normalleşmeyi desteklemek için üzerine inşa edilebilecek bir yol haritasına dahil edilecek. Her bir adımın uygulanabilir hale gelmesi için birçok düzenleme yapılması gerekecek. Şam ilk tavizi Esad’ın daha önce ısrar ettiği gibi Türk kuvvetlerinin Suriye topraklarından derhal değil ama planlı bir şekilde çekilmesini kabul ederek verdi. Esad, İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Ali Ashar Hacı ile yaptığı görüşme sırasında bunu kabul etti. Bunun karşılığında Türkiye’nin Moskova’ya 2020 yılında verdiği M4 Otoyolu’nu açma ve silahlı grupları her iki taraftan altı kilometre uzağa çekme taahhüdünü yerine getirmesi gerekecek.
Türkiye’nin ayrıca bir sonraki aşamaya hazırlık olarak askeri oluşumları ve idari yapıları yeniden yapılandırarak Suriye’nin kuzeyinde yeni düzenlemeler yapması bekleniyor. Buna karşılık Şam’ın da İdlib’de yaşayanların statüsü ve nasıl yerleştirilecekleri konusunda daha esnek yasalar çıkarması gerekecek. Bu, İdlib’deki iki milyondan fazla mültecinin Suriye içindeki menşe bölgelerine geri dönmesi ve böylece Türkiye sınırları üzerindeki baskıların hafiflemesi açısından son derece önemli. Bu yolu desteklemek ve adımlarını sağlamlaştırmak için Moskova; Esad ve Erdoğan’ı Moskova’da Başkan Putin ile sembolik toplantıda bir araya getirmek için baskı yapacak. Bu arada, teknik komiteler ve iki ülkenin dışişleri bakanlarının karşılıklı ziyaretleri, bir ila iki yıl sürebilecek bir zaman dilimi içinde, gerektiğinde sorunları çözecek. Bu senaryo mevcut veriler ışığında en gerçekçi ve uygulanabilir olanı.
2.Senaryo: Her iki tarafın da başta güvenlik olmak üzere karşılıklı çıkarlara hizmet eden acil konularda iş birliği yaptığı sektörel bir yaklaşım benimsemek. Bu, her iki tarafın da en azından öngörülebilir gelecekte, ilişkileri Suriye savaşının patlak vermesinden önceki haline döndürme motivasyonunun olmamasından kaynaklanacak. Türk kuvvetlerinin PKK güçlerini kovalamak için Suriye topraklarına girmesine izin veren 1998 tarihli Adana Mutabakatı’nın kapsamı, Ankara’nın talep ettiği 30 kilometre içeriye olmasa da mevcut beş kilometrenin ötesine genişletilmek suretiyle iki taraf da mutabakata dönebilir. Rusya iki tarafı, Türkiye’nin Şam’ın Bab el-Hava sınır kapısını yönetmesine, M5 Otoyolunu açmasına ve İdlib’deki yerel meclislerle anlaşarak Suriye kurumlarının İdlib’e dönmesine izin verdiği, ancak Suriye askeri güçlerinin bölgeye dönmediği bir uzlaşmayı kabul etmeye ikna edebilir.
Bu da Türkiye’nin askeri muhalif gruplara baskı yapmasını ve 1. Senaryo’da belirtilen yeniden yapılanma çerçevesinde HTŞ’yi sınır kapısından ve otoyoldan çıkarmasını gerektirecek. Bu senaryo tercih edilirse geçici olacaktır ve Rusya bunu Şam’ın çıkarları için daha iyi bir zemin hazırlayan taktiksel bir hamle olarak göstererek Şam’a dayatabilir. Bu durumda ilişkiler teknik komitelerle sınırlı kalacak ve iki ülke dışişleri bakanlıkları arasında uzaktan iletişimle devam edecek. Bu senaryo, her iki tarafın azami talepleri ve pozisyonları arasında köprü kurmanın zorluğuna dayanıyor. Diğer tartışmalı konuları da içeren daha geniş kapsamlı bir anlaşmaya varılması 2-3 yıl sürebilir.
3.Senaryo: Normalleşme sürecinin durdurulması ve tarafların birbirlerine baskı yapmak için askeri seçeneğe yönelmesi. Mevcut koşullar askeri operasyonlara geri dönüşe izin vermese de belirli bir aşamada tıkanan müzakereler, hedeflerine ulaşmak için bu seçeneğe geri dönme arzusunu tetikleyebilir. Askeri operasyonlara sahne olabilecek bölgeler şuralar:
- Cebel Zaviye, Halep ve Lazkiye’yi birbirine bağlayan M4 Otoyolunu denetliyor. Şam’ın çıkarı bu hayati otoyolu açarak Halep ekonomisine yeniden canlılık kazandırmak ve şehri Lazkiye Limanı’na bağlamakta yatıyor. Ayrıca İdlib vilayetinin tamamını kontrol eden Cebel Zaviye’nin kontrolü Suriye ordusuna avantaj sağlayacak ve silahlı grupların ve HTŞ’nin savunmasını zayıflatacaktır.
- Kürt güçlerinin Türk mevzilerini hedef almak amacıyla üs olarak kullandığı Tel Rıfat zaten Türk ordusunun planlarına dahil olmuş durumda. Üstelik şehir, ABD askeri varlığı olmadığı için Washington’un çıkarlarının dışında. Şehrin çok sayıda mülteciyi barındırabilecek entegre kentsel yapısı göz önüne alındığında Türkiye burayı mültecilerin geri dönüşü projesinde kullanabilir. Ancak Türkiye’nin Tel Rıfat’a saldırısı İranlı milisler ile Suriye ordusuyla çatışmaya yol açacaktır. Kentin Halep’in kuzey kapısı olarak önemi dikkate alındığında, mevcut güç dengesini Türkiye lehine değiştireceği için Türk güçlerinin kenti işgal etmesine izin verme riskini almayacaklardır. Ayrıca bu bölgelerde SDG ile Suriye ordusunun pozisyonları arasında bir örtüşme söz konusu, zira Türk güçlerinin son dönemde SDG mevzilerine düzenlediği saldırılar Suriye ordusunda kayıplara yol açtı.
- Ayn El Arap/Kobani; Türk ordusu SDG mevzilerine yönelik bombardıman girişimini belirgin bir şekilde yeniden başlattı ve Türkiye’deki seçimlerden sonra Kürt liderlere suikast politikası izledi. Bu durum SDG’yi Erdoğan hükümetine baskı yapmak için komşu Türk şehirlerini hedef almaya itebilir ve özellikle Türk yetkililerin SDG bölgelerine saldırmanın hâlâ masada olduğu yönündeki açıklamaları dikkate alındığında gerilime neden olabilir.
Sonuçlar
Türkiye-Suriye müzakereleri mayınlarla dolu bir arazide ilerliyor. Müzakerelerin destekçisi olan Rusya, on yıllık anlaşmazlık ve düşmanlık nedeniyle önemli ilerlemeler kaydetmek için henüz çok erken olduğunun farkında. Suriye muhalefetini hâlâ destekleyen tek aktör Türkiye’nin Suriye denklemindeki önemi göz önüne alındığında, iki taraf arasında normalleşme sürecinin devam etmesi muhtemel. Bu arada Türkiye’nin Suriye savaşının kendisine getirdiği yükleri ortadan kaldırmak için Şam ile müzakere etmesi gerekiyor.
Rusya, iki tarafı birbirleriyle ilişkilerini geliştirmeye itecek düzenlemelere zorlayarak normalleşme sürecini güçlü bir şekilde etkilemeye çalışacaktır. Güvenlik düzeyinin siyasi düzeyden daha fazla gelişmeye sahne olması bekleniyor. Ancak bu, özellikle müzakere kanallarının etkili bir şekilde çalışmaması veya iki taraftan birinin hedef ve çıkarlarına ulaşmak için askeri seçeneği kullanmak zorunda kalması durumunda, askeri çatışmaya geri dönüş gibi diğer seçeneklerin artık tamamen ortadan kalktığı anlamına gelmiyor.
Diplomasi
Ukrayna, Rusya’ya yönelik uzun menzilli saldırıları artıracak

Ukrayna Savunma Bakanı Rustem Umerov, Rusya’ya yönelik uzun menzilli insansız hava aracı saldırılarının sayısını ve ölçeğini ‘birkaç kat’ artırma kararı aldıklarını açıkladı. Umerov, on binlerce yeni İHA için sözleşme hazırlığı yapıldığını ve hedefin Rus askeri tesisleri olacağını belirtti.
Ukrayna Savunma Bakanı Rustem Umerov, ülkesinin uzun menzilli insansız hava araçları (İHA) kullanarak Rusya’ya yönelik saldırıların sayısını keskin bir şekilde artırmaya hazırlandığını bildirdi.
İnterfaks ajansının aktardığına göre Umerov, komutanlığın iki hafta önce uzun menzilli İHA operasyonlarının sayısını ve ölçeğini “birkaç kat” artırma kararı aldığını ifade etti.
Gazetecilerle bir araya gelen Umerov, Rus askeri tesislerini hedef alacak on binlerce yeni İHA için sözleşme hazırlıklarının sürdüğünü kaydetti.
Bu yıl 4 milyondan fazla İHA tedarik edilecek
Bakan Umerov, bu yıl içinde Ukrayna ordusuna toplamda 4 milyondan fazla İHA’nın teslim edileceğini açıkladı. Ukraynalı işletmelerin üretim hacimlerini yılda 4 milyondan fazla İHA üretebilecek seviyeye çıkardığını belirten Umerov, yılın başından bu yana Ukrayna ordusunun hem devlet tedarikleri hem de tugayların doğrudan alımları yoluyla 1,5 milyon İHA teslim aldığını söyledi.
Saldırılar onaylanmış planlara göre yapılıyor
Umerov, Ukrayna ordusuna İHA tedarikinin takvime uygun şekilde ilerlediğini ve Rus tesislerine yönelik saldırıların onaylanmış planlar doğrultusunda her gün gerçekleştirildiğini vurguladı.
Habere göre Kiev, geçen yıl sistematik uzun menzilli operasyonlar için bir plan geliştirmiş ve on binlerce “derin darbe” (deepstrike) kapasiteli İHA için sözleşme imzalamıştı.
Bu tedbir sayesinde Ukrayna ordusu, Rusya Federasyonu topraklarının derinliklerindeki kritik hedeflere düzenli olarak yüksek hassasiyetli saldırılar düzenleme imkânı buldu.
Ukrayna müttefikleriyle ‘avcı İHA’ üretiyor
Öte yandan, Ukrayna’nın artan Rus İHA saldırılarına karşı savunmasını güçlendirmek amacıyla müttefikleriyle birlikte önleyici İHA’lar (avcı İHA) üretmeye başladığı da daha önce açıklanmıştı.
Kiev’den yapılan açıklamada, “Şahid avcısı” olarak nitelendirilen bu İHA’ların üç Ukraynalı şirket tarafından üretildiği belirtilmişti.
Diplomasi
Ermenistan’da polis, başpiskoposu gözaltına almak isteyince arbede çıktı

Ermenistan’da Ulusal Güvenlik Teşkilatı’nın Başpiskopos Mikael Acapahyan’ı gözaltına alması, din adamları ve halkın direnişiyle karşılaştı. Eçmiadzin Ana Makamı önünde yaşanan arbedenin ardından güvenlik güçleri geri çekilmek zorunda kaldı.
Ermenistan’da Ulusal Güvenlik Teşkilatı mensuplarının, Başpiskopos Mikael Acapahyan’ı gözaltına almak üzere Eçmiadzin Ana Makamı’na düzenlediği operasyon, halkın ve din adamlarının direnişiyle karşılaştı.
Bugün yaşanan olayda, güvenlik güçleri ile halk arasında arbede çıkarken, muhalefetin çağrısıyla bölgeye gelen destekçiler başpiskoposun gözaltına alınmasını engelledi.
Halk özel kuvvetlerle çatıştı
Sputnik Ermenistan‘ın haberine göre, Ulusal Güvenlik Teşkilatı görevlileri sabah saatlerinde Şirak Piskoposluğu’nda arama başlattıktan sonra Başpiskopos Mikael Acapahyan’ı gözaltına almak amacıyla Tüm Ermeniler Katolikosu’nun Eçmiadzin’deki konutuna geldi.
GFakat güvenlik güçleri geldiği sırada Acapahyan, din adamları toplantısı için Eçmiadzin’de bulunuyordu.
Bu gelişme üzerine din adamları ve halk, özel kuvvetlerin yolunu fiziksel olarak keserek Acapahyan’ın gözaltına alınmasına izin vermedi. Yerel saatle 11.39’da toplanan kalabalık ile güvenlik güçleri arasında arbede başladı.
Gerilimin tırmanmasıyla Eçmiadzin’e ek polis, özel kuvvetler ve Ulusal Güvenlik Teşkilatı personeli sevk edildi. Eş zamanlı olarak, Taşnaksutyun partisinin de aralarında bulunduğu Ermeni muhalefeti, destekçilerine kilise liderlerinin gözaltına alınmasını engellemek için kente gelme çağrısı yaptı.
Paşinyan, Rusya vatandaşı milyarder Karapetyan’a karşı neden silaha sarıldı?
Katolikos ve başpiskoposun çıkışı engellendi
Yerel saatle 11.48’de Tüm Ermeniler Katolikosu Karekin II, yanında başpiskopos ve bir avukatla birlikte kalabalığın karşısına çıktı.
Ancak halk, katolikos ve başpiskoposun bölgeden ayrılmasına izin vermedi. Kapıları kilitleyen kalabalık, “patrik” sloganları atarak maskeli güvenlik güçlerine “Sizler deccalsınız,” diye bağırdı.
Ulusal Güvenlik Teşkilatı, yaptığı resmi açıklamada başpiskoposu gönüllü olarak soruşturma makamlarına teslim olmaya çağırdı ve toplanan kalabalığı kolluk kuvvetlerinin faaliyetlerini engellememeleri konusunda uyardı.
Paşinyan yönetimine ‘kimliği yok etme’ suçlaması
Yaşananlar üzerine Rusya Ermenileri Birliği, Ermenistan hükümetinin eylemlerini sert bir dille eleştiren bir açıklama yayımladı.
Birlik, Başbakan Nikol Paşinyan’ı, 2026 seçimleri öncesinde muhalefetin kalesi olarak görülen kiliseye zulmetmek ve Ermeni kimliğinin temellerini yıkmaya çalışmakla suçladı.
Yerel saatle 14.21 sularında güvenlik güçleri ve toplanan halk dağılmaya başladı. Kolluk kuvvetleri, daha önce konuşlandıkları bölgeyi geldikleri gibi aniden terk etti.
Ulusal Güvenlik Teşkilatı ve polis, Eçmiadzin Ana Makamı’nı terk etme kararını güvenlik gerekçelerine dayandırdı.
Kurumlar, Başpiskopos Mikael Acapahyan’a “kolluk kuvvetlerinden saklanmaması ve kendisini bekleyen Ulusal Güvenlik Teşkilatı operasyon grubuna teslim olması” çağrısını yineledi.
Diplomasi
Hürmüz’de gemiler saldırıdan korunmak için ‘İsrail ile bağlantımız yok’ diyor

Reuters’ın analiz şirketi Windward’a dayandırdığı haberine göre, Hürmüz Boğazı’ndaki gemiler, İran ve İsrail arasındaki savaş nedeniyle olası saldırılardan kaçınmak için ‘Rus petrolü’ veya ‘Çin’e ait gibi olağan dışı mesajlar yayınlıyor.
İran ile İsrail arasındaki savaş, küresel deniz ticaretinin en kritik geçiş noktalarından biri olan Hürmüz Boğazı‘nda yeni bir güvenlik önlemini tetikledi.
Reuters‘ın haberine göre, bölgedeki gemiler olası saldırılardan korunmak amacıyla “Rus petrolü” veya “Çin’e ait” gibi daha önce görülmemiş mesajlar yayınlamaya başladı.
Analiz şirketi Windward’ın verilerine dayandırılan haber, gemilerin bu yönteme başvurarak kendilerini potansiyel hedeflerden uzak tutmaya çalıştığını ortaya koydu.
‘Olağan dışı’ 101 mesaj tespit edildi
Windward tarafından yapılan analize göre, 12-24 Haziran tarihleri arasında 55 farklı gemi, aidiyetlerine ilişkin toplam 101 “olağan dışı mesaj” gönderdi.
Bu mesajlar arasında “Rus petrolü” ve “Çin’e ait” ifadeleri öne çıktı.
Örneğin, Panama bayraklı Yuan Xiang Fa Zhan adlı konteyner gemisi, 26 Haziran’da Pakistan’a giderken Hürmüz Boğazı’nı geçtiği sırada telsizle geminin “Çin’e ait olduğunu” bildirdi.
Benzer şekilde, Suudi Arabistan’dan Çin’e ham petrol taşıyan süper tanker Yuan Yang Hu da aynı mesajı yayınladı ve boğazdan ayrılır ayrılmaz sinyali değiştirdi.
Singapur bayraklı Kota Cabar adlı konteyner gemisi ise Kızıldeniz’den geçerken “geminin İsrail ile bağlantısı olmadığı” yönünde bir sinyal verdi.
Normal şartlarda gemiler, varış noktaları veya taşıdıkları yüke ilişkin bilgiler aktarır. Bazı durumlarda ise korsanları ve diğer olası saldırıları caydırmak için gemide silahlı muhafızların bulunduğuna dair mesajlar verilebiliyor.
Uzmanlar Harici’ye değerlendirdi: Hürmüz’ün kapanma ihtimali ‘sıfır’
‘Bazı ülkeler daha yüksek tehdit altında’
Windward CEO’su Ami Daniel, gemiciliğin karmaşık yapısı nedeniyle bir geminin sahibi olan devleti net bir şekilde belirlemenin zor olduğu yönünde gemi sahipleri arasında bir görüş birliği oluştuğunu belirtti.
Daniel, buna karşın İngiltere, ABD ve İsrail gibi bazı ülkelerle bağlantılı gemilerin “daha yüksek bir tehdide maruz kalabileceğini” ifade etti.
İran’dan ‘boğazı kapatırız’ tehdidi
İran ve Umman’ın karasularında yer alan Hürmüz Boğazı, dünya petrol ve sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) sevkiyatının yaklaşık beşte birinin yapıldığı stratejik bir konumda bulunuyor.
İran, İsrail ile yaşadığı savaş ve ABD’nin ülkedeki nükleer tesislere yönelik saldırıları sonrasında, “egemenliğine yönelik saldırganlığın” devam etmesi halinde boğazı kapatma tehdidinde bulunmuştu.
İranlı uzmanların değerlendirmelerine göre, boğazın kapatılması piyasaya petrol arzında keskin bir düşüşe yol açabilir ve petrol fiyatlarının varil başına 250 dolara kadar yükselmesine neden olabilir.
-
Görüş2 hafta önce
Çin, İsrail’i Kınamaktan Daha Fazlasını Yapabilir mi?
-
Ortadoğu2 hafta önce
İsrail’de hangi ‘halk’ yaşıyor?
-
Diplomasi2 hafta önce
Çinli akademisyen İsrail-İran savaşını Harici’ye değerlendirdi: İran, Çin için stratejik öneme sahip
-
Dünya Basını2 hafta önce
Savunma sanayiinde ‘Amerikan malı’ baskısı geri tepiyor
-
Avrupa2 hafta önce
Merz: İsrail hepimizin kirli işlerini yapıyor
-
Dünya Basını6 gün önce
Sınıfsız modern para teorisi muhasebedir
-
Dünya Basını2 hafta önce
Foreign Policy: Çin İran’ı Destekliyor, İsrail’i Kınıyor
-
Görüş2 hafta önce
İsrail’in ‘Bildiği Şeytan” ile İşi Bitti mi?