Bizi Takip Edin

DİPLOMASİ

Ankara-Şam normalleşmesine dair senaryolar

Yayınlanma

Türkiye’deki seçimlerin tamamlanması ve dışişleri başta olmak üzere ilgili kurumlara atamaların yapılmasıyla gözler yeniden Türkiye-Suriye normalleşmesinde atılacak adımlara çevrildi. Geçen hafta yapılan Astana Zirvesi sonrası yapılan açıklamalar Ankara ve Şam’ın pozisyonlarının henüz birbirine doğru yaklaşma belirtisi olmadığını gösteriyor. Elbette Suriye ile normalleşmenin Suudi Arabistan ya da Birleşik Arap Emirlikleri ile normalleşme kadar hızlı olması beklenmiyor ancak sürecin uzaması bir dizi fırsatın kaçmasının yanı sıra iki ülkenin güvenliği için de mevcut tehdidin sürmesine yol açıyor.

Türkiye-Suriye normalleşmesinde ne kadar yol alındı, tarafları uzlaşmaya iten sebepler ve karşılaştıkları zorluklar neler?

Birleşik Arap Emirlikleri merkezli Emirates Policy Center (EPC), tüm bu sorulara yanıt veren ve Türkiye-Suriye normalleşmesine dair olası senaryoları tartıştığı bir rapor yayınladı. Tam metninin çevirisini dikkatinize sunuyoruz:  

***

Erdoğan’ın Seçim Zaferinin Ardından Türkiye-Suriye Normalleşmesine Dair Beklentiler

Levant Çalışmaları Birimi

Temel çıkarımlar

  • Suriye-Türkiye ilişkileri Türkiye’deki seçimler öncesinde birçok gelişmeye sahne oldu ancak iki taraf çeşitli konulardaki farklı tutumları nedeniyle henüz bir mutabakata varamadı.
  • Türkiye’nin Suriye’nin bölgesel görünümündeki kritik önemi ve Suriye muhalefetini hâlâ desteklemesi nedeniyle Ankara ve Şam’ın ilişkileri normalleştirmeye devam etmesi bekleniyor.
  • Rusya’nın Türkiye-Suriye normalleşmesine dönük çabalarını sürdürerek iki ülkeyi, ilişkileri geliştirmeye yardımcı olacak anlaşmalara zorlaması muhtemel.
  • Türkiye terörle mücadele için etkin ve spesifik bir mekanizmanın gerekliliğinde ısrar ediyor ancak terör örgütlerinin sınıflandırılması konusunda Şam ile aynı fikirde değil.
  • Türkiye-Suriye müzakereleri engeller arasında ilerliyor ve müzakerelerin arabulucusu Rusya, ilerleme kaydetmek için henüz çok erken olduğunun farkında.

Recep Tayyip Erdoğan’ın Mayıs 2023’deki cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanması, Türkiye’nin Suriye ile yürüttüğü müzakerelerin akıbeti hakkında soru işaretleri yarattı. Seçimlerden önce, genellikle Erdoğan’ın seçim meselesine dönüşen Suriyeli mültecilerin geleceği ile ilgili Türk kamuoyunu ikna için Şam ile müzakere kartına ihtiyaç duymasına bağlanan hızlı gelişmeler yaşandı. Bu sorunun önemi, Suriye meselesindeki son gelişmeler, Arap-Türk ilişkilerinin dinamikleri ve Ankara’nın hızla değişen uluslararası ve bölgesel ortamı göz önünde bulundurarak “sıfır sorun” politikasına geri dönmesinden kaynaklanıyor.

Bu makale Türkiye-Suriye normalleşmesinin gidişatını, sorunlarını ve olası senaryolarını ortaya koyuyor.

Türkiye-Suriye Yakınlaşmasının Yapısı

Suriye-Türkiye temasları 2022 yılında Rusya’nın arabuluculuğuyla başladı. Ancak bu temaslardan henüz ilişkilerin normalleşmesine yol açabilecek makul bir sonuç çıkmadı. İstihbarat şefleri Hakan Fidan ve Ali Memlük arasındaki güvenlik toplantıları Rusya ile üçlü görüşmelerin önünü açmıştı. Tahran’ın Suriye ile ilgili düzenlemelerde yer alma ısrarı ve Ankara’nın Suriye’deki etkili aktörler arasında çatışmadan kaçınma arzusu nedeniyle İran da katıldı.

Aralık 2022’de Suriye, Türkiye ve Rusya savunma bakanlarının bir araya geldiği toplantı, iki taraf arasındaki ilk üst düzey temas oldu. Bu toplantıda tarafların farklı duruşları ve Şam’ın Ankara’nın diğer konulara girmeden önce güçlerini Suriye’den çekmeye başlaması yönündeki ısrarı nedeniyle önemli bir ilerleme sağlanamadı. Bunu üç ülkenin dışişleri bakan yardımcılarının katıldığı bir başka toplantı izledi. Burada Şam, Ankara’nın güçlerini Suriye’nin kuzeyinden çekmesi için bir takvim sunmasında ısrar etti. Türkiye bu talebe yanıt vermedi.

Moskova’nın baskılarına rağmen Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad somut bir sonuç elde edemeden Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görüşmeyi reddetti. Bu nedenle Rusya, Nisan 2023’te dört ülkenin savunma bakanları ve istihbarat şeflerini bir araya getirerek askeri istihbarat kanalına geri dönmeyi düşündü. Türkiye ilk olarak Suriyeli mülteciler konusunun ele alınmasında ısrar ederken, Suriye Türk güçlerinin geri çekilmesini talep etti. Dört ülkenin dışişleri bakanlarının Türkiye’deki seçimlerden önce, 10 Mayıs’ta bir araya gelmesi için tarih belirlendi.

Dört bakan, yardımcılarından Ankara-Şam ilişkilerini yeniden başlatmak için bir yol haritası hazırlamalarını istedi. İki tarafın önceliklerinin farklı olduğu ve başta terörizm olmak üzere bazı konularda anlaşamadıkları açıktı. Dahası, bu aşama Moskova’nın Erdoğan’a seçimlerde kendisine fayda sağlayacak bir kart vermeyi reddeden Esad üzerindeki etkisinin zayıflığını ortaya çıkardı. Şam’daki karar alıcılar Erdoğan’ın seçimleri kazanabileceğine ve Suriye politikasında kendisini, ABD ile aynı çizgideki muhalefete tercih edeceğine ikna olmuşlardı.

Normalleşme Motivasyonları

Birkaç faktör ve değişken, Şam ve Ankara’nın normalleşme rotasında devam etme motivasyonları için birleşiyor. Bu motivasyonlar, yakın ve gelecekteki politik, ekonomik ve stratejik hesaplara dayanıyor.

Türk tarafında bu motivasyonlar şöyle:

  • Mültecilerin yükünden kurtulmak Türkiye’yi yordu ve derin çatlaklara yol açtı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, seçim kampanyası sırasında ve sonrasında verdiği sözlerin ardından bu konuda harekete geçmek zorunda kaldı. Bu sorun, Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) gelecek planlarını etkiliyor. Şam ile ilişkileri normalleştirmeden ve mültecileri ülkelerine geri gönderme anlayışı olmadan bu sorunu çözemez.
  • Doğu Suriye’deki Kürt tehdidine çözüm bulunması da bir başka etken. Türk sınırlarına yakın konuşlanmış Suriye birlikleri, iki taraf arasında yakınlaşma sağlandığında Türkiye’nin güvenlik çıkarlarını koruyacak ve ayrılıkçı eğilimin riskini azaltacak. Aynı zamanda bölgedeki Amerikan varlığının gerekçelerini de zayıflatır. Kuzey ve Doğu Suriye’deki Kürt Özerk Yönetimi’ni Şam’la gerçekçi formüller aramaya itebilir.
  • Suriye-Arap yakınlaşması hesaba katılarak Türkiye’nin Şam ile olan etkileşimlerinin bir parçası haline geldi ve Ankara’nın Suriye konusundaki hesaplamalarını yeniden gözden geçirmesine yol açtı. Bu durum, Türkiye’nin Suriye politikalarında kısıtlamalara neden olabilir.
  • Türkiye, Suriye’nin lojistik konumunu, Levant ve Körfez’e doğru daha geniş ve daha düşük maliyetli bir geçit olarak kullanabilir. Ayrıca Ankara, Suriye’nin yeniden yapılanma sürecinden ve Doğu Akdeniz’de doğal gaz ve petrol arama ve çıkarma konusundaki iş birliğinden yararlanabilir.
  • Türkiye’nin daimî komşusu haline gelmiş gibi görünen ve bölgesel ilişkilerde aktif rol alacak olan Rusya ile ilişkileri pekiştirir. Bu, Moskova’nın Ankara-Şam uzlaşı için yol haritası taslağında açıkça görülüyor.

Suriye tarafının motivasyonları ise şöyle:

  • Suriye savaşının bölgesel boyutunu ortadan kaldırmak ve Şam’ın belirlediği araç ve yöntemlerle çözülecek bir iç meseleye dönüştürmek. Türkiye’nin Suriye’deki çatışma denkleminden çıkarılması ve Ankara ile ilişkilerin normalleştirilmesi savaşın sonu olur.
  • Sınır kapılarının kontrolünü yeniden ele geçirmek, uluslararası M4 otoyolunu yeniden açmak ve Lübnan’ın ekonomik krizinden kaynaklanan geçmiş kayıpları telafi için Türk pazarını kritik bir ekonomik kapıya dönüştürme olasılığını artırmak Batı yaptırımları altındaki Suriye ekonomisinin şansını artırır.
  • Suriye’nin doğusundaki bölgelerin geri alınmasının önünü açmak. Suriye Demokratik Güçleri (SDG) benzeri görülmemiş bir baskı ve zayıf bir stratejik konumla karşı karşıya kalacak. Bu da Washington’u SDG’ye verdiği destekle ilgili hesaplarını yeniden gözden geçirmeye zorlayabilir. Şam’ın hesaplarının özünde de bu var.
  • Başkan Esad’ın meşruiyetini artırmak ve Erdoğan’ı Suriye’deki savaşı kaybettiğini kabul etmeye zorlamak.
  • Türkiye ile ilişkileri kritik bir ekonomik ve jeopolitik ihtiyaç haline gelen Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’i tatmin etmek. Putin Orta Doğu’da etkili bir barış sağlayıcı gibi görünmek istiyor.

Müzakere Konuları ve Komplikasyonları

İki taraf arasında devam eden görüşmeler çeşitli konulara odaklanıyor. İki taraf da bu konuların ele alınmasının anlaşmazlıkları ortadan kaldırmaya ve normalleşmeyi yeniden tesis etmeye yardımcı olacağını düşünüyor. Ancak sorun şu ki, her iki tarafın da bu konuları ele almadaki algıları birbirinden farklı:

İlk mesele Türkiye’nin Suriye’deki askeri varlığı: Şam bu varlığın gayrimeşru olduğunda ve Ankara’nın müzakere ciddiyetinin bir kanıtı olarak bunu sona erdirmesi gerektiğinde ısrar ediyor. Dahası, Türkiye askerlerini Suriye’nin kuzeyinden çekmek için bir takvim belirlemezse müzakereler haklılığını yitirecek. Türk yetkililer tarafından yapılan açıklamalar, sağlam bir siyasi ve güvenlik anlaşması yapılmadan ve uluslararası garantiler -belki Rusya’dan- alınmadan asker çekmenin şu nedenlerden dolayı zor olduğunu gösteriyor:

  • Türkiye’nin kuzeydoğu Suriye’de işgal ettiği Afrin, Cerablus ve Tel Abyad’dan çekilmesi halinde Kürt güçleri bu bölgelerin kontrolünü ele geçirebilir. Bu da Ankara’nın bu bölgelerdeki güvenlik yatırımlarını, karşılığında hiçbir şey almadan kaybetmesine yol açacaktır. Dahası, Türk kuvvetleri İdlib’deki varlığını mültecilerin Türkiye’ye girmesini önlemek için ileri bir savunma hattı olarak görüyor.
  • Türk varlığı kök saldı ve kısa vadede sökülmesi zorlaştı. Bazı Türk kurumlarının İdlib’de ve Batıdaki Lazkiye kırsalından Doğudaki Ras al-Ayn / Kobani’ye kadar Türk kuvvetleri tarafından kontrol edilen bölgelerde varlıkları ve yatırımları bulunuyor. Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyindeki askeri ve sivil yığınağı uzun vadeli bir gerçeklik gibi görünüyor.

İkinci konu, muhaliflerle müzakereler: Bu konu Ankara’nın Şam ile müzakereleri ilerletme uzlaşma için öne sürdüğü taleplerinden biri. Ankara, İdlib’deki askeri gruplar ve geçici hükümet için nihai bir siyasi çözüm için düzenlemeler yapılmadan Türkiye’ye yönelik güvenlik risklerinin devam edeceğine inanıyor. Suriye, Suriye muhalefetine taviz vermek zorunda olduğunu düşünmüyor. Şam, muhalefetin savaş yoluyla elde edemediklerini mağlubiyetlerinden sonra kendilerine verilmeyeceğine inanıyor. Ayrıca muhalefeti tek bir Suriyeli taraf olarak muhatap almakta ısrar ediyor.

Üçüncü konu ise terörle mücadele: Türkiye terörle mücadele için etkin ve spesifik bir mekanizmaya ulaşılması konusunda ısrarcı. Ancak terör örgütlerinin sınıflandırılması konusunda Şam ile aynı fikirde değil. Ankara, IŞİD ve İdlib’de faaliyet gösteren Hurrasü’d-Din (Dinin Muhafızları) gibi diğer aşırılık yanlısı örgütlerin yanı sıra Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) büyük bölümünü oluşturan PKK’nın Suriye uzantısı Halk Savunma Birlikleri’ne (YPG) odaklanıyor. Suriye de SDG’yi ayrılıkçı bir örgüt olarak değerlendiriyor ancak savaşçılarının ABD askeriyle ilişkilerini sonlandırarak ve özerklik taleplerinden geri adım atarak Suriye ordusuna entegre olabileceğini düşünyor. Şam, Suriye’nin kuzeyindeki tüm silahlı grupları terör örgütü olarak tanımlıyor ve Türkiye’nin bu gruplara verdiği desteğin sona erdirilmesi ve bu grupların dağıtılması çağrısında bulunuyor.

Dördüncü konu mülteciler: Türk tarafı, Suriye’nin kuzeyinde ikamet eden yerinden edilmiş Suriyelilerin kaçtıkları veya yerinden edildikleri bölgelere geri dönmelerini öneriyor. Bunun için rejimin güvenlik garantileri sağlaması, onları yargılamaması ve mülklerinin iadesini sağlaması gerekiyor. Bunun yanı sıra, Türkiye’de yaşayan bir milyondan fazla Suriyeli mültecinin de özel konutlar inşa etme planı çerçevesinde kuzey Suriye’deki bölgelere dönmesi bekleniyor. Türkiye, bu süreç için Körfez fonları elde etmeyi umuyor.

Suriye tarafı, mültecilerin yaşadığı krizden siyasi ve ahlaki olarak sorumlu olmadığını ve evlerine dönmelerine bir itirazı olmadığını beyan etse de böyle bir süreç mevcut koşullar altında Suriye’nin yapabileceğinin ötesinde uygun bir ortam gerektiriyor.

Olası Senaryolar

1.Senaryo: Çıkarların çatışması ve her iki tarafın belirlediği koşullar ışığında yavaş da olsa normalleşme yolunun devam etmesi. Her iki tarafın da birçok meseleyi çözmek için birbirlerine ihtiyaç duymasının yanı sıra, Rusya’nın Ankara ve Şam üzerindeki baskıları ve Ankara ve Şam ile ilişkilerin düzelmesinden sonra Arap faktörü gibi diğer unsurlar da normalleşmenin devamını sağlayabilir. Arap ülkeleri de muhtemelen iki taraf arasındaki anlaşmayı kolaylaştırıcı bir rol oynayabilir. Bu senaryoya göre, iki tarafın da kabul edebileceği bir formüle ulaşmak için karşılıklı tavizler vermeleri muhtemeldir.

İstenen tavizler, adım adım ilkesine dayalı, normalleşmeyi desteklemek için üzerine inşa edilebilecek bir yol haritasına dahil edilecek. Her bir adımın uygulanabilir hale gelmesi için birçok düzenleme yapılması gerekecek. Şam ilk tavizi Esad’ın daha önce ısrar ettiği gibi Türk kuvvetlerinin Suriye topraklarından derhal değil ama planlı bir şekilde çekilmesini kabul ederek verdi. Esad, İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Ali Ashar Hacı ile yaptığı görüşme sırasında bunu kabul etti. Bunun karşılığında Türkiye’nin Moskova’ya 2020 yılında verdiği M4 Otoyolu’nu açma ve silahlı grupları her iki taraftan altı kilometre uzağa çekme taahhüdünü yerine getirmesi gerekecek.

Türkiye’nin ayrıca bir sonraki aşamaya hazırlık olarak askeri oluşumları ve idari yapıları yeniden yapılandırarak Suriye’nin kuzeyinde yeni düzenlemeler yapması bekleniyor. Buna karşılık Şam’ın da İdlib’de yaşayanların statüsü ve nasıl yerleştirilecekleri konusunda daha esnek yasalar çıkarması gerekecek. Bu, İdlib’deki iki milyondan fazla mültecinin Suriye içindeki menşe bölgelerine geri dönmesi ve böylece Türkiye sınırları üzerindeki baskıların hafiflemesi açısından son derece önemli. Bu yolu desteklemek ve adımlarını sağlamlaştırmak için Moskova; Esad ve Erdoğan’ı Moskova’da Başkan Putin ile sembolik toplantıda bir araya getirmek için baskı yapacak. Bu arada, teknik komiteler ve iki ülkenin dışişleri bakanlarının karşılıklı ziyaretleri, bir ila iki yıl sürebilecek bir zaman dilimi içinde, gerektiğinde sorunları çözecek. Bu senaryo mevcut veriler ışığında en gerçekçi ve uygulanabilir olanı.

2.Senaryo: Her iki tarafın da başta güvenlik olmak üzere karşılıklı çıkarlara hizmet eden acil konularda iş birliği yaptığı sektörel bir yaklaşım benimsemek. Bu, her iki tarafın da en azından öngörülebilir gelecekte, ilişkileri Suriye savaşının patlak vermesinden önceki haline döndürme motivasyonunun olmamasından kaynaklanacak. Türk kuvvetlerinin PKK güçlerini kovalamak için Suriye topraklarına girmesine izin veren 1998 tarihli Adana Mutabakatı’nın kapsamı, Ankara’nın talep ettiği 30 kilometre içeriye olmasa da mevcut beş kilometrenin ötesine genişletilmek suretiyle iki taraf da mutabakata dönebilir. Rusya iki tarafı, Türkiye’nin Şam’ın Bab el-Hava sınır kapısını yönetmesine, M5 Otoyolunu açmasına ve İdlib’deki yerel meclislerle anlaşarak Suriye kurumlarının İdlib’e dönmesine izin verdiği, ancak Suriye askeri güçlerinin bölgeye dönmediği bir uzlaşmayı kabul etmeye ikna edebilir.

Bu da Türkiye’nin askeri muhalif gruplara baskı yapmasını ve 1. Senaryo’da belirtilen yeniden yapılanma çerçevesinde HTŞ’yi sınır kapısından ve otoyoldan çıkarmasını gerektirecek. Bu senaryo tercih edilirse geçici olacaktır ve Rusya bunu Şam’ın çıkarları için daha iyi bir zemin hazırlayan taktiksel bir hamle olarak göstererek Şam’a dayatabilir. Bu durumda ilişkiler teknik komitelerle sınırlı kalacak ve iki ülke dışişleri bakanlıkları arasında uzaktan iletişimle devam edecek. Bu senaryo, her iki tarafın azami talepleri ve pozisyonları arasında köprü kurmanın zorluğuna dayanıyor. Diğer tartışmalı konuları da içeren daha geniş kapsamlı bir anlaşmaya varılması 2-3 yıl sürebilir.

3.Senaryo: Normalleşme sürecinin durdurulması ve tarafların birbirlerine baskı yapmak için askeri seçeneğe yönelmesi. Mevcut koşullar askeri operasyonlara geri dönüşe izin vermese de belirli bir aşamada tıkanan müzakereler, hedeflerine ulaşmak için bu seçeneğe geri dönme arzusunu tetikleyebilir. Askeri operasyonlara sahne olabilecek bölgeler şuralar:

  • Cebel Zaviye, Halep ve Lazkiye’yi birbirine bağlayan M4 Otoyolunu denetliyor. Şam’ın çıkarı bu hayati otoyolu açarak Halep ekonomisine yeniden canlılık kazandırmak ve şehri Lazkiye Limanı’na bağlamakta yatıyor. Ayrıca İdlib vilayetinin tamamını kontrol eden Cebel Zaviye’nin kontrolü Suriye ordusuna avantaj sağlayacak ve silahlı grupların ve HTŞ’nin savunmasını zayıflatacaktır.
  • Kürt güçlerinin Türk mevzilerini hedef almak amacıyla üs olarak kullandığı Tel Rıfat zaten Türk ordusunun planlarına dahil olmuş durumda. Üstelik şehir, ABD askeri varlığı olmadığı için Washington’un çıkarlarının dışında. Şehrin çok sayıda mülteciyi barındırabilecek entegre kentsel yapısı göz önüne alındığında Türkiye burayı mültecilerin geri dönüşü projesinde kullanabilir. Ancak Türkiye’nin Tel Rıfat’a saldırısı İranlı milisler ile Suriye ordusuyla çatışmaya yol açacaktır. Kentin Halep’in kuzey kapısı olarak önemi dikkate alındığında, mevcut güç dengesini Türkiye lehine değiştireceği için Türk güçlerinin kenti işgal etmesine izin verme riskini almayacaklardır. Ayrıca bu bölgelerde SDG ile Suriye ordusunun pozisyonları arasında bir örtüşme söz konusu, zira Türk güçlerinin son dönemde SDG mevzilerine düzenlediği saldırılar Suriye ordusunda kayıplara yol açtı.
  • Ayn El Arap/Kobani; Türk ordusu SDG mevzilerine yönelik bombardıman girişimini belirgin bir şekilde yeniden başlattı ve Türkiye’deki seçimlerden sonra Kürt liderlere suikast politikası izledi. Bu durum SDG’yi Erdoğan hükümetine baskı yapmak için komşu Türk şehirlerini hedef almaya itebilir ve özellikle Türk yetkililerin SDG bölgelerine saldırmanın hâlâ masada olduğu yönündeki açıklamaları dikkate alındığında gerilime neden olabilir.

Sonuçlar

Türkiye-Suriye müzakereleri mayınlarla dolu bir arazide ilerliyor. Müzakerelerin destekçisi olan Rusya, on yıllık anlaşmazlık ve düşmanlık nedeniyle önemli ilerlemeler kaydetmek için henüz çok erken olduğunun farkında. Suriye muhalefetini hâlâ destekleyen tek aktör Türkiye’nin Suriye denklemindeki önemi göz önüne alındığında, iki taraf arasında normalleşme sürecinin devam etmesi muhtemel. Bu arada Türkiye’nin Suriye savaşının kendisine getirdiği yükleri ortadan kaldırmak için Şam ile müzakere etmesi gerekiyor.

Rusya, iki tarafı birbirleriyle ilişkilerini geliştirmeye itecek düzenlemelere zorlayarak normalleşme sürecini güçlü bir şekilde etkilemeye çalışacaktır. Güvenlik düzeyinin siyasi düzeyden daha fazla gelişmeye sahne olması bekleniyor. Ancak bu, özellikle müzakere kanallarının etkili bir şekilde çalışmaması veya iki taraftan birinin hedef ve çıkarlarına ulaşmak için askeri seçeneği kullanmak zorunda kalması durumunda, askeri çatışmaya geri dönüş gibi diğer seçeneklerin artık tamamen ortadan kalktığı anlamına gelmiyor.

DİPLOMASİ

Ukrayna, Trump’ın dönüşüyle barış müzakerelerine hazırlanıyor

Yayınlanma

Donald Trump’ın ABD seçimlerini kazanması, yeni yönetimin Rusya-Ukrayna ihtilafının çözümüne aktif bir şekilde katılacağı beklentilerini güçlendirdi.

Trump’ın savaşı “24 saat içinde” sona erdirme vaadi, genel olarak Ukrayna için dezavantaj olarak görülse de uzmanlara göre Trump’ın asıl baskısı Moskova üzerinde olabilir. Bu çerçevede, çatışmaların sona erme ihtimali belirdi ve çıkış yolunun nasıl bulunabileceği tartışılmaya başladı.

Reuters’a konuşan üst düzey bir Ukraynalı yetkili, önümüzdeki dört-beş ayın çok kritik olacağını belirterek, Trump’ın Beyaz Saray’a dönüşünün Ukraynalı liderleri askeri çatışmanın son aşamasına geçişi düşünmeye zorladığını ifade etti.

Yetkiliye göre, önümüzdeki kış “kritik bir an” olacak: “Umarım savaş sona eriyordur. Şimdi her iki tarafın da müzakerelerdeki başlangıç pozisyonlarını belirlemesi gerekecek.”

Hem Kiev hem de Washington, Trump’ın Ukrayna politikasını nasıl şekillendireceğini görmek için yeni üst düzey güvenlik ve savunma yetkililerinin kimler olacağını bekliyor.

Seçilmiş başkan, Kiev’de Ukrayna yanlısı olarak görülen eski Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’yu kendi yönetimine dahil etmemeyi tercih etti. Pompeo, savunma bakanlığı için potansiyel aday olarak görülüyordu.

Senato’da çoğunluğu kazanan ve Temsilciler Meclisi’nde çoğunluğu sağlamaya yakın olan Cumhuriyetçiler (gerekli 218 sandalyenin 214’ünü kazandılar, Demokratlar ise 203’te kaldı; oy sayımı sürüyor) Ukrayna konusunda ortak bir görüşe sahip değil.

Fox News, bazı muhafazakarların Trump’ın savaşı sona erdirmek için uzun menzilli füzelerin kullanımına getirilen kısıtlamaları kaldırarak Ukrayna’ya daha fazla destek sağlayabileceğini savunduğunu bildiriyor.

Diğer yandan, bazıları Trump’ın kampanya sürecinde savaş konusundaki şüpheci açıklamalarına dikkat çekiyor. Kanal, Cumhuriyetçi Parti, NATO ve Ukrayna’daki kaynakların, Trump’ın Ukrayna’daki savaşa ilişkin tutumunun muğlak olduğunu belirttiğini aktarıyor.

Reuters’a konuşan başka bir Ukraynalı yetkili ise Trump’ın zaferinin ardından Ukrayna’nın NATO’ya davet edilme ihtimalinin “daha az olası” olduğunu ve askeri yardımın kesilme riski bulunduğunu itiraf etti.

Kiev’de görev yapan üst düzey bir diplomat, “Ukrayna’daki ruh hali oldukça karamsar; Zelenskiy’in son açıklamalarında artan hayal kırıklığını görebilirsiniz,” değerlendirmesini yaptı.

Demokrasileri Savunma Vakfı’nda kıdemli danışman olan ve Trump döneminde Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi’nde görev yapmış olan Richard Goldberg, Fox News‘e verdiği demeçte üç faktöre dikkat edilmesi gerektiğini belirtti: Trump’ın ilk başkanlık dönemindeki politikaları, son dönemde kamuoyu önünde söyledikleri ve bu tür ciddi meselelere genel yaklaşımı.

Goldberg, “Trump ilk döneminde Rusya’yı yatıştıran biri değildi. Şimdi savaşın bitmesini istediğini söylüyor; ancak bu, savaşın bitmesinin Ukrayna’yı savunmasız bırakacağı ya da Putin’in başka bir ülkeyi işgal etmeye hazır olduğu anlamına gelmez,” diye konuştu.

Goldberg, Trump’ın çatışmanın nasıl sona ereceğine ilişkin kasıtlı olarak kaçamak cevaplar verdiğini de vurguladı ve ekledi: “Putin, Trump’ın hem Ukrayna’yı destekleme hem de Moskova’ya baskı yapma anlamında elinde birçok koz bulunduğunu biliyor. Trump’ın yapabileceği en iyi hamle kartlarını kendine saklamak ve müzakerelerden önce Putin’i tedirgin etmek olacaktır.”

Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Michael McCaul ise, “Başkan Trump’ın ilk döneminde olduğu gibi Amerika’nın dünya sahnesindeki gücünü ve istikrarını yeniden tesis edeceğinden hiç şüphem yok,” dedi.

McCaul, “Başkan Obama’nın Ukrayna’ya uyguladığı silah ambargosunu kaldırdı, Kuzey Akım-2 dahil olmak üzere Rusya’ya sert yaptırımlar uyguladı, ABD’nin Avrupa’daki askeri varlığını güçlendirdi ve NATO müttefiklerimizi kendi savunmalarına daha fazla yatırım yapmaya itti,” yorumunu yaptı.

Richard Haass: ABD, Ukrayna’da hedeflerini yeniden tanımlamalı

Okumaya Devam Et

DİPLOMASİ

Rusya ve Çin, ortak askeri üretim için masaya oturabilir

Yayınlanma

Rusya, Çin’in ilgilenmesi halinde iki ülke arasında ortak askeri ürün geliştirme ve ortak üretim organizasyonu konularını görüşmeye hazır olduğunu duyurdu.

Rusya Federal Askeri-Teknik İşbirliği Teşkilatı Müdür Yardımcısı Mihail Babiç, Zhuhai’de düzenlenen Airshow China 2024 kapsamında TASS haber ajansına verdiği demeçte bu işbirliği potansiyelini vurguladı.

Babiç, Rusya’nın Çin ile etkileşim sürecini daha yüksek bir seviyeye taşıyacak modern işbirliği modellerini daha yoğun bir şekilde uygulamayı hedeflediğini belirtti.

Bu kapsamda özellikle yüksek teknolojili askeri ürünlerin ortak geliştirilmesi, askeri ürünlerin üretimi için ortak girişimlerin kurulması, tedarik edilen ürünlerin bakımına yönelik hizmet merkezlerinin inşası ve askeri teçhizat alanında karşılıklı fayda sağlayacak araştırma ve geliştirme çalışmalarına dikkat çekti.

Yetkili, “Çinli ortaklarımız bu tür bir işbirliğine ilgi gösterirlerse, Rus tarafı olası etkileşim seçeneklerini görüşmeye hazırdır,” ifadelerini kullandı.

Mayıs ayında, Rusya ve Çin askeri işbirliğini güçlendirmek için ortak tatbikatlarını genişletme kararı almıştı. Kremlin’in internet sitesinde yayınlanan ortak açıklamada, iki ülkenin karşılıklı güven ve işbirliğini derinleştirmeye devam edeceği, daha kapsamlı ortak tatbikatlar ve muharebe eğitimleri düzenleyeceği ve düzenli deniz ve hava devriyeleri gerçekleştirmeyi planladığı belirtilmişti.

Rusya Çin’den ne bekliyor?

Okumaya Devam Et

DİPLOMASİ

ABD’nin Ukrayna krizine yaklaşımı Trump döneminde nasıl değişecek?

Yayınlanma

Editörün notu: Donald Trump’ın Ukrayna krizi için çözüm vaadi, ABD’nin bu bölgedeki politikasında köklü değişiklikler yaratabilir. Trump’ın hedefi, savaşın maliyetini azaltmak ve doğrudan Amerikan çıkarlarını öne çıkarmak. Valday Kulübü Araştırma Direktörü ve Russia in Global Affairs Genel Yayın Yönetmeni Prof. Fyodor A. Lukyanov’a göre bu yaklaşım, Biden yönetiminin stratejisinden önemli ölçüde farklı.


ABD’nin Ukrayna krizine yaklaşımı Trump döneminde nasıl değişecek?

Fyodor Lukyanov, Profile.ru

Donald Trump, siyasi rotasını genelde kısa ve çarpıcı ifadelerle, yani “meme”lerle çiziyor. Strateji, program ve eylem planlarını ise çevresindeki insanlar hazırlıyor. Fakat ortayı belirleyen, Trump’ın kendine has ve çarpıcı söylemleri oluyor. Bu yüzden, Trump’ın Ukrayna’daki savaşı 24 saat içinde bitireceği vaadi her ne kadar gerçekçi olmasa da onun bu konudaki kararlılığını yansıtıyor. Bu, belli ki bilinçli bir arzu ve göz ardı edilmemesi gereken bir husus.

Trump’a yakın olduğu iddia edilen kişilerin sızdırdığı bilgiler ve anonim yorumlara dayanarak, Trump’ın bu konuda ne yapmayı planladığını tahmin etmeye çalışmak pek sonuç vermeyecek bir uğraş. Muhtemelen kendisi bile henüz tam olarak ne yapacağını bilmiyor. Önemli olan başka bir şey: Trump’ın Ukrayna’ya yaklaşımı, mevcut yönetimin yaklaşımlarından nasıl farklılık gösterecek? Ve Trump, kriz çözümünü nasıl anlıyor?

İlk noktada fark oldukça büyük. Joe Biden ve ekibi, Soğuk Savaş’ın son döneminde şekillenmiş bir siyasetçi kuşağını temsil ediyor. Onlar açısından Amerika’nın ideolojik ve ahlaki üstünlüğü ile küresel gücü, dünya çapında hakimiyetin sadece bir olasılık değil, bir zorunluluk olarak görülmesini sağlıyor. Amerika’nın liderliğine meydan okuyan güçler ortaya çıktığında ise sert bir karşı duruş sergileniyor. Bu düzende temel prensiplerden ödün verilmesi ya da hayati konularda taviz verilmesi söz konusu değil. Rusya’nın Ukrayna’daki eylemleri de bu çerçevede, liberal dünya düzenine bir saldırı olarak değerlendiriliyor. Bu nedenle “Rusya’nın stratejik bir yenilgiye uğratılması” talep ediliyor.

Trump ise bu anlayışın değişimini temsil ediyor. Küresel hakimiyet yerine, Amerika’nın somut çıkarlarını korumaya dönük güçlü bir duruş söz konusu. Ve bu çıkarların peşinden koşarken, uzun vadeli kazançlardan ziyade, kısa vadede sağlanacak doğrudan faydalara öncelik veriliyor. İç meseleler, dış politika konularının önüne konuyor. Bu öncelik sıralaması, Trump taraftarlarını her zaman tanımlayan bir özellik olmuştu; şimdi ise Cumhuriyetçi Parti’nin hatırı sayılır bir kesimine yayılmış durumda. ABD’nin ahlaki ve siyasi liderliğinin korunması ise artık bir amaç değil, olsa olsa bir araç olarak görülüyor. Böyle bir bakış açısıyla Ukrayna meselesi, liberal düzenin savunucuları için taşıdığı hayati önemini kaybediyor ve daha büyük bir oyunun parçası haline geliyor.

Trump’ın başka bir özelliği de ona karşı olanların bile genelde kabul ettiği bir şey: Trump savaşı meşru bir araç olarak görmüyor. Sert pazarlıklar, güç gösterisi ve baskı; evet, bunlar Trump’ın iş dünyasında alışık olduğu yöntemler. Fakat yıkıcı savaşlara girmek, Trump’a göre rasyonel değil. Ukrayna’da ve Gazze’de kan dökülmesinin sona ermesi gerektiğini söylediğinde ise samimi olduğu izlenimi veriyor.

Gelelim yöntemlere. Trump’ın önceki başkanlık döneminden iki örnek, bölgesel çatışmalara nasıl yaklaştığını gösteriyor. Birincisi, İsrail ile bazı Arap ülkeleri arasında resmi diplomatik ilişkiler kurulmasını sağlayan İbraham Anlaşmaları. İkincisi ise Kuzey Kore lideri Kim Jong-un ile yaptığı, Hanoi’de düzenlenen tam kapsamlı zirveyi de içeren temaslar.

Bu örnekler, Trump’ın bölgesel krizlere pragmatik ve diplomatik yollarla çözüm aradığını ama bu çözümleri pazarlık ve güç gösterisiyle desteklediğini gösteriyor. Başkanlığa geldiğinde Ukrayna krizine de benzer bir yaklaşım sergileyebilir: Savaşın taraflarını masaya çekmeye çalışarak, Amerikan çıkarlarını ön planda tutan, sert ama barışa yönelik bir pazarlık stratejisi izlemesi muhtemel.

İlk örnek, Trump’ın damadı Jared Kushner’in “mekik diplomasisi” çabasının bir ürünüydü. Bu anlaşmalar, Amerika’nın, Körfez monarşilerinin ve İsrail’in güçlü finansal çıkarları sayesinde gölgelerde yürütülen pek çok siyasi pazarlığın sonucuydu. Şimdiki durumda bölgedeki gerilim çok daha yüksek, ancak o dönemde kurulan anlaşmaların tamamen çöktüğünü söylemek zor. Temel yapı hâlâ ayakta. Fakat, bu tür bir modelin her durumda uygulanabilir bir örnek teşkil ettiğini söylemek de güç. Orta Doğu’daki ilişkiler oldukça kendine has ve Ukrayna krizinin boyutu bu tür bir anlaşma çerçevesine sığamayacak kadar büyük.

İkinci örnek ise başarısız bir girişimdi. Trump, sistematik bir karşıtlık içindeki Kuzey Kore ile ilişkiyi “şov” yaparak bir noktaya taşımayı denedi. Strateji, görüşeceği liderin -Amerikan başkanı ile ilk kez bir araya gelen Kuzey Kore lideri- egosunu okşamak üzerine kuruluydu. Ancak bu yöntem tek başına yeterli olmadı, zira böylesine karmaşık bir sorunun çözüm yolları üzerinde ciddi bir düşünce yoktu.

Trump’ın 2016-2020 yıllarındaki mirasını, yaklaşan döneme doğrudan yansıtmak mümkün değil. Trump artık bazı deneyimler kazandı. Yanındaki ekip de değişti. Üstelik bu kez aldığı seçim yetkisi, o dönem hayal edebileceğinden bile daha güçlü. Evet, elindeki imkânlar eskisinden fazla ama bu, Moskova’nın kabul edebileceği tavizlere yakın bir alan sunduğu anlamına gelmiyor.

Rusya’nın çıkarları açısından en doğru tavır ise sakin kalmak ve heyecanla gelen bu yeni duruma ani tepkiler vermemek. Evet, objektif olarak bakıldığında dengeler değişiyor. Şimdi pek çok kişi, “fırsat penceresinin” kısa süreliğine açıldığından ve bu şansın kaçırılmaması gerektiğinden söz edecek. Ancak Ukrayna gibi krizlerde, içine hızla atlanabilecek “küçük” pencereler olmaz. Bu ya yeni, istikrarlı ilişkilere açılan bir kapı olmalıdır ki bu tür kapılar zorlamayla değil, sabırla “anahtar” aranarak açılır. Ya da bu, bir hayal kırıklığı dalgasının ardından başlayacak, çok daha şiddetli bir çatışmanın eşiğidir.

Orban’ın danışmanı: Trump Ukrayna barışı için Putin’i aramalı

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English