DİPLOMASİ
Ankara-Şam normalleşmesine dair senaryolar
Yayınlanma
Türkiye’deki seçimlerin tamamlanması ve dışişleri başta olmak üzere ilgili kurumlara atamaların yapılmasıyla gözler yeniden Türkiye-Suriye normalleşmesinde atılacak adımlara çevrildi. Geçen hafta yapılan Astana Zirvesi sonrası yapılan açıklamalar Ankara ve Şam’ın pozisyonlarının henüz birbirine doğru yaklaşma belirtisi olmadığını gösteriyor. Elbette Suriye ile normalleşmenin Suudi Arabistan ya da Birleşik Arap Emirlikleri ile normalleşme kadar hızlı olması beklenmiyor ancak sürecin uzaması bir dizi fırsatın kaçmasının yanı sıra iki ülkenin güvenliği için de mevcut tehdidin sürmesine yol açıyor.
Türkiye-Suriye normalleşmesinde ne kadar yol alındı, tarafları uzlaşmaya iten sebepler ve karşılaştıkları zorluklar neler?
Birleşik Arap Emirlikleri merkezli Emirates Policy Center (EPC), tüm bu sorulara yanıt veren ve Türkiye-Suriye normalleşmesine dair olası senaryoları tartıştığı bir rapor yayınladı. Tam metninin çevirisini dikkatinize sunuyoruz:
***
Erdoğan’ın Seçim Zaferinin Ardından Türkiye-Suriye Normalleşmesine Dair Beklentiler
Levant Çalışmaları Birimi
Temel çıkarımlar
- Suriye-Türkiye ilişkileri Türkiye’deki seçimler öncesinde birçok gelişmeye sahne oldu ancak iki taraf çeşitli konulardaki farklı tutumları nedeniyle henüz bir mutabakata varamadı.
- Türkiye’nin Suriye’nin bölgesel görünümündeki kritik önemi ve Suriye muhalefetini hâlâ desteklemesi nedeniyle Ankara ve Şam’ın ilişkileri normalleştirmeye devam etmesi bekleniyor.
- Rusya’nın Türkiye-Suriye normalleşmesine dönük çabalarını sürdürerek iki ülkeyi, ilişkileri geliştirmeye yardımcı olacak anlaşmalara zorlaması muhtemel.
- Türkiye terörle mücadele için etkin ve spesifik bir mekanizmanın gerekliliğinde ısrar ediyor ancak terör örgütlerinin sınıflandırılması konusunda Şam ile aynı fikirde değil.
- Türkiye-Suriye müzakereleri engeller arasında ilerliyor ve müzakerelerin arabulucusu Rusya, ilerleme kaydetmek için henüz çok erken olduğunun farkında.
Recep Tayyip Erdoğan’ın Mayıs 2023’deki cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanması, Türkiye’nin Suriye ile yürüttüğü müzakerelerin akıbeti hakkında soru işaretleri yarattı. Seçimlerden önce, genellikle Erdoğan’ın seçim meselesine dönüşen Suriyeli mültecilerin geleceği ile ilgili Türk kamuoyunu ikna için Şam ile müzakere kartına ihtiyaç duymasına bağlanan hızlı gelişmeler yaşandı. Bu sorunun önemi, Suriye meselesindeki son gelişmeler, Arap-Türk ilişkilerinin dinamikleri ve Ankara’nın hızla değişen uluslararası ve bölgesel ortamı göz önünde bulundurarak “sıfır sorun” politikasına geri dönmesinden kaynaklanıyor.
Bu makale Türkiye-Suriye normalleşmesinin gidişatını, sorunlarını ve olası senaryolarını ortaya koyuyor.
Türkiye-Suriye Yakınlaşmasının Yapısı
Suriye-Türkiye temasları 2022 yılında Rusya’nın arabuluculuğuyla başladı. Ancak bu temaslardan henüz ilişkilerin normalleşmesine yol açabilecek makul bir sonuç çıkmadı. İstihbarat şefleri Hakan Fidan ve Ali Memlük arasındaki güvenlik toplantıları Rusya ile üçlü görüşmelerin önünü açmıştı. Tahran’ın Suriye ile ilgili düzenlemelerde yer alma ısrarı ve Ankara’nın Suriye’deki etkili aktörler arasında çatışmadan kaçınma arzusu nedeniyle İran da katıldı.
Aralık 2022’de Suriye, Türkiye ve Rusya savunma bakanlarının bir araya geldiği toplantı, iki taraf arasındaki ilk üst düzey temas oldu. Bu toplantıda tarafların farklı duruşları ve Şam’ın Ankara’nın diğer konulara girmeden önce güçlerini Suriye’den çekmeye başlaması yönündeki ısrarı nedeniyle önemli bir ilerleme sağlanamadı. Bunu üç ülkenin dışişleri bakan yardımcılarının katıldığı bir başka toplantı izledi. Burada Şam, Ankara’nın güçlerini Suriye’nin kuzeyinden çekmesi için bir takvim sunmasında ısrar etti. Türkiye bu talebe yanıt vermedi.
Moskova’nın baskılarına rağmen Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad somut bir sonuç elde edemeden Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görüşmeyi reddetti. Bu nedenle Rusya, Nisan 2023’te dört ülkenin savunma bakanları ve istihbarat şeflerini bir araya getirerek askeri istihbarat kanalına geri dönmeyi düşündü. Türkiye ilk olarak Suriyeli mülteciler konusunun ele alınmasında ısrar ederken, Suriye Türk güçlerinin geri çekilmesini talep etti. Dört ülkenin dışişleri bakanlarının Türkiye’deki seçimlerden önce, 10 Mayıs’ta bir araya gelmesi için tarih belirlendi.
Dört bakan, yardımcılarından Ankara-Şam ilişkilerini yeniden başlatmak için bir yol haritası hazırlamalarını istedi. İki tarafın önceliklerinin farklı olduğu ve başta terörizm olmak üzere bazı konularda anlaşamadıkları açıktı. Dahası, bu aşama Moskova’nın Erdoğan’a seçimlerde kendisine fayda sağlayacak bir kart vermeyi reddeden Esad üzerindeki etkisinin zayıflığını ortaya çıkardı. Şam’daki karar alıcılar Erdoğan’ın seçimleri kazanabileceğine ve Suriye politikasında kendisini, ABD ile aynı çizgideki muhalefete tercih edeceğine ikna olmuşlardı.
Normalleşme Motivasyonları
Birkaç faktör ve değişken, Şam ve Ankara’nın normalleşme rotasında devam etme motivasyonları için birleşiyor. Bu motivasyonlar, yakın ve gelecekteki politik, ekonomik ve stratejik hesaplara dayanıyor.
Türk tarafında bu motivasyonlar şöyle:
- Mültecilerin yükünden kurtulmak Türkiye’yi yordu ve derin çatlaklara yol açtı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, seçim kampanyası sırasında ve sonrasında verdiği sözlerin ardından bu konuda harekete geçmek zorunda kaldı. Bu sorun, Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) gelecek planlarını etkiliyor. Şam ile ilişkileri normalleştirmeden ve mültecileri ülkelerine geri gönderme anlayışı olmadan bu sorunu çözemez.
- Doğu Suriye’deki Kürt tehdidine çözüm bulunması da bir başka etken. Türk sınırlarına yakın konuşlanmış Suriye birlikleri, iki taraf arasında yakınlaşma sağlandığında Türkiye’nin güvenlik çıkarlarını koruyacak ve ayrılıkçı eğilimin riskini azaltacak. Aynı zamanda bölgedeki Amerikan varlığının gerekçelerini de zayıflatır. Kuzey ve Doğu Suriye’deki Kürt Özerk Yönetimi’ni Şam’la gerçekçi formüller aramaya itebilir.
- Suriye-Arap yakınlaşması hesaba katılarak Türkiye’nin Şam ile olan etkileşimlerinin bir parçası haline geldi ve Ankara’nın Suriye konusundaki hesaplamalarını yeniden gözden geçirmesine yol açtı. Bu durum, Türkiye’nin Suriye politikalarında kısıtlamalara neden olabilir.
- Türkiye, Suriye’nin lojistik konumunu, Levant ve Körfez’e doğru daha geniş ve daha düşük maliyetli bir geçit olarak kullanabilir. Ayrıca Ankara, Suriye’nin yeniden yapılanma sürecinden ve Doğu Akdeniz’de doğal gaz ve petrol arama ve çıkarma konusundaki iş birliğinden yararlanabilir.
- Türkiye’nin daimî komşusu haline gelmiş gibi görünen ve bölgesel ilişkilerde aktif rol alacak olan Rusya ile ilişkileri pekiştirir. Bu, Moskova’nın Ankara-Şam uzlaşı için yol haritası taslağında açıkça görülüyor.
Suriye tarafının motivasyonları ise şöyle:
- Suriye savaşının bölgesel boyutunu ortadan kaldırmak ve Şam’ın belirlediği araç ve yöntemlerle çözülecek bir iç meseleye dönüştürmek. Türkiye’nin Suriye’deki çatışma denkleminden çıkarılması ve Ankara ile ilişkilerin normalleştirilmesi savaşın sonu olur.
- Sınır kapılarının kontrolünü yeniden ele geçirmek, uluslararası M4 otoyolunu yeniden açmak ve Lübnan’ın ekonomik krizinden kaynaklanan geçmiş kayıpları telafi için Türk pazarını kritik bir ekonomik kapıya dönüştürme olasılığını artırmak Batı yaptırımları altındaki Suriye ekonomisinin şansını artırır.
- Suriye’nin doğusundaki bölgelerin geri alınmasının önünü açmak. Suriye Demokratik Güçleri (SDG) benzeri görülmemiş bir baskı ve zayıf bir stratejik konumla karşı karşıya kalacak. Bu da Washington’u SDG’ye verdiği destekle ilgili hesaplarını yeniden gözden geçirmeye zorlayabilir. Şam’ın hesaplarının özünde de bu var.
- Başkan Esad’ın meşruiyetini artırmak ve Erdoğan’ı Suriye’deki savaşı kaybettiğini kabul etmeye zorlamak.
- Türkiye ile ilişkileri kritik bir ekonomik ve jeopolitik ihtiyaç haline gelen Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’i tatmin etmek. Putin Orta Doğu’da etkili bir barış sağlayıcı gibi görünmek istiyor.
Müzakere Konuları ve Komplikasyonları
İki taraf arasında devam eden görüşmeler çeşitli konulara odaklanıyor. İki taraf da bu konuların ele alınmasının anlaşmazlıkları ortadan kaldırmaya ve normalleşmeyi yeniden tesis etmeye yardımcı olacağını düşünüyor. Ancak sorun şu ki, her iki tarafın da bu konuları ele almadaki algıları birbirinden farklı:
İlk mesele Türkiye’nin Suriye’deki askeri varlığı: Şam bu varlığın gayrimeşru olduğunda ve Ankara’nın müzakere ciddiyetinin bir kanıtı olarak bunu sona erdirmesi gerektiğinde ısrar ediyor. Dahası, Türkiye askerlerini Suriye’nin kuzeyinden çekmek için bir takvim belirlemezse müzakereler haklılığını yitirecek. Türk yetkililer tarafından yapılan açıklamalar, sağlam bir siyasi ve güvenlik anlaşması yapılmadan ve uluslararası garantiler -belki Rusya’dan- alınmadan asker çekmenin şu nedenlerden dolayı zor olduğunu gösteriyor:
- Türkiye’nin kuzeydoğu Suriye’de işgal ettiği Afrin, Cerablus ve Tel Abyad’dan çekilmesi halinde Kürt güçleri bu bölgelerin kontrolünü ele geçirebilir. Bu da Ankara’nın bu bölgelerdeki güvenlik yatırımlarını, karşılığında hiçbir şey almadan kaybetmesine yol açacaktır. Dahası, Türk kuvvetleri İdlib’deki varlığını mültecilerin Türkiye’ye girmesini önlemek için ileri bir savunma hattı olarak görüyor.
- Türk varlığı kök saldı ve kısa vadede sökülmesi zorlaştı. Bazı Türk kurumlarının İdlib’de ve Batıdaki Lazkiye kırsalından Doğudaki Ras al-Ayn / Kobani’ye kadar Türk kuvvetleri tarafından kontrol edilen bölgelerde varlıkları ve yatırımları bulunuyor. Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyindeki askeri ve sivil yığınağı uzun vadeli bir gerçeklik gibi görünüyor.
İkinci konu, muhaliflerle müzakereler: Bu konu Ankara’nın Şam ile müzakereleri ilerletme uzlaşma için öne sürdüğü taleplerinden biri. Ankara, İdlib’deki askeri gruplar ve geçici hükümet için nihai bir siyasi çözüm için düzenlemeler yapılmadan Türkiye’ye yönelik güvenlik risklerinin devam edeceğine inanıyor. Suriye, Suriye muhalefetine taviz vermek zorunda olduğunu düşünmüyor. Şam, muhalefetin savaş yoluyla elde edemediklerini mağlubiyetlerinden sonra kendilerine verilmeyeceğine inanıyor. Ayrıca muhalefeti tek bir Suriyeli taraf olarak muhatap almakta ısrar ediyor.
Üçüncü konu ise terörle mücadele: Türkiye terörle mücadele için etkin ve spesifik bir mekanizmaya ulaşılması konusunda ısrarcı. Ancak terör örgütlerinin sınıflandırılması konusunda Şam ile aynı fikirde değil. Ankara, IŞİD ve İdlib’de faaliyet gösteren Hurrasü’d-Din (Dinin Muhafızları) gibi diğer aşırılık yanlısı örgütlerin yanı sıra Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) büyük bölümünü oluşturan PKK’nın Suriye uzantısı Halk Savunma Birlikleri’ne (YPG) odaklanıyor. Suriye de SDG’yi ayrılıkçı bir örgüt olarak değerlendiriyor ancak savaşçılarının ABD askeriyle ilişkilerini sonlandırarak ve özerklik taleplerinden geri adım atarak Suriye ordusuna entegre olabileceğini düşünyor. Şam, Suriye’nin kuzeyindeki tüm silahlı grupları terör örgütü olarak tanımlıyor ve Türkiye’nin bu gruplara verdiği desteğin sona erdirilmesi ve bu grupların dağıtılması çağrısında bulunuyor.
Dördüncü konu mülteciler: Türk tarafı, Suriye’nin kuzeyinde ikamet eden yerinden edilmiş Suriyelilerin kaçtıkları veya yerinden edildikleri bölgelere geri dönmelerini öneriyor. Bunun için rejimin güvenlik garantileri sağlaması, onları yargılamaması ve mülklerinin iadesini sağlaması gerekiyor. Bunun yanı sıra, Türkiye’de yaşayan bir milyondan fazla Suriyeli mültecinin de özel konutlar inşa etme planı çerçevesinde kuzey Suriye’deki bölgelere dönmesi bekleniyor. Türkiye, bu süreç için Körfez fonları elde etmeyi umuyor.
Suriye tarafı, mültecilerin yaşadığı krizden siyasi ve ahlaki olarak sorumlu olmadığını ve evlerine dönmelerine bir itirazı olmadığını beyan etse de böyle bir süreç mevcut koşullar altında Suriye’nin yapabileceğinin ötesinde uygun bir ortam gerektiriyor.
Olası Senaryolar
1.Senaryo: Çıkarların çatışması ve her iki tarafın belirlediği koşullar ışığında yavaş da olsa normalleşme yolunun devam etmesi. Her iki tarafın da birçok meseleyi çözmek için birbirlerine ihtiyaç duymasının yanı sıra, Rusya’nın Ankara ve Şam üzerindeki baskıları ve Ankara ve Şam ile ilişkilerin düzelmesinden sonra Arap faktörü gibi diğer unsurlar da normalleşmenin devamını sağlayabilir. Arap ülkeleri de muhtemelen iki taraf arasındaki anlaşmayı kolaylaştırıcı bir rol oynayabilir. Bu senaryoya göre, iki tarafın da kabul edebileceği bir formüle ulaşmak için karşılıklı tavizler vermeleri muhtemeldir.
İstenen tavizler, adım adım ilkesine dayalı, normalleşmeyi desteklemek için üzerine inşa edilebilecek bir yol haritasına dahil edilecek. Her bir adımın uygulanabilir hale gelmesi için birçok düzenleme yapılması gerekecek. Şam ilk tavizi Esad’ın daha önce ısrar ettiği gibi Türk kuvvetlerinin Suriye topraklarından derhal değil ama planlı bir şekilde çekilmesini kabul ederek verdi. Esad, İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Ali Ashar Hacı ile yaptığı görüşme sırasında bunu kabul etti. Bunun karşılığında Türkiye’nin Moskova’ya 2020 yılında verdiği M4 Otoyolu’nu açma ve silahlı grupları her iki taraftan altı kilometre uzağa çekme taahhüdünü yerine getirmesi gerekecek.
Türkiye’nin ayrıca bir sonraki aşamaya hazırlık olarak askeri oluşumları ve idari yapıları yeniden yapılandırarak Suriye’nin kuzeyinde yeni düzenlemeler yapması bekleniyor. Buna karşılık Şam’ın da İdlib’de yaşayanların statüsü ve nasıl yerleştirilecekleri konusunda daha esnek yasalar çıkarması gerekecek. Bu, İdlib’deki iki milyondan fazla mültecinin Suriye içindeki menşe bölgelerine geri dönmesi ve böylece Türkiye sınırları üzerindeki baskıların hafiflemesi açısından son derece önemli. Bu yolu desteklemek ve adımlarını sağlamlaştırmak için Moskova; Esad ve Erdoğan’ı Moskova’da Başkan Putin ile sembolik toplantıda bir araya getirmek için baskı yapacak. Bu arada, teknik komiteler ve iki ülkenin dışişleri bakanlarının karşılıklı ziyaretleri, bir ila iki yıl sürebilecek bir zaman dilimi içinde, gerektiğinde sorunları çözecek. Bu senaryo mevcut veriler ışığında en gerçekçi ve uygulanabilir olanı.
2.Senaryo: Her iki tarafın da başta güvenlik olmak üzere karşılıklı çıkarlara hizmet eden acil konularda iş birliği yaptığı sektörel bir yaklaşım benimsemek. Bu, her iki tarafın da en azından öngörülebilir gelecekte, ilişkileri Suriye savaşının patlak vermesinden önceki haline döndürme motivasyonunun olmamasından kaynaklanacak. Türk kuvvetlerinin PKK güçlerini kovalamak için Suriye topraklarına girmesine izin veren 1998 tarihli Adana Mutabakatı’nın kapsamı, Ankara’nın talep ettiği 30 kilometre içeriye olmasa da mevcut beş kilometrenin ötesine genişletilmek suretiyle iki taraf da mutabakata dönebilir. Rusya iki tarafı, Türkiye’nin Şam’ın Bab el-Hava sınır kapısını yönetmesine, M5 Otoyolunu açmasına ve İdlib’deki yerel meclislerle anlaşarak Suriye kurumlarının İdlib’e dönmesine izin verdiği, ancak Suriye askeri güçlerinin bölgeye dönmediği bir uzlaşmayı kabul etmeye ikna edebilir.
Bu da Türkiye’nin askeri muhalif gruplara baskı yapmasını ve 1. Senaryo’da belirtilen yeniden yapılanma çerçevesinde HTŞ’yi sınır kapısından ve otoyoldan çıkarmasını gerektirecek. Bu senaryo tercih edilirse geçici olacaktır ve Rusya bunu Şam’ın çıkarları için daha iyi bir zemin hazırlayan taktiksel bir hamle olarak göstererek Şam’a dayatabilir. Bu durumda ilişkiler teknik komitelerle sınırlı kalacak ve iki ülke dışişleri bakanlıkları arasında uzaktan iletişimle devam edecek. Bu senaryo, her iki tarafın azami talepleri ve pozisyonları arasında köprü kurmanın zorluğuna dayanıyor. Diğer tartışmalı konuları da içeren daha geniş kapsamlı bir anlaşmaya varılması 2-3 yıl sürebilir.
3.Senaryo: Normalleşme sürecinin durdurulması ve tarafların birbirlerine baskı yapmak için askeri seçeneğe yönelmesi. Mevcut koşullar askeri operasyonlara geri dönüşe izin vermese de belirli bir aşamada tıkanan müzakereler, hedeflerine ulaşmak için bu seçeneğe geri dönme arzusunu tetikleyebilir. Askeri operasyonlara sahne olabilecek bölgeler şuralar:
- Cebel Zaviye, Halep ve Lazkiye’yi birbirine bağlayan M4 Otoyolunu denetliyor. Şam’ın çıkarı bu hayati otoyolu açarak Halep ekonomisine yeniden canlılık kazandırmak ve şehri Lazkiye Limanı’na bağlamakta yatıyor. Ayrıca İdlib vilayetinin tamamını kontrol eden Cebel Zaviye’nin kontrolü Suriye ordusuna avantaj sağlayacak ve silahlı grupların ve HTŞ’nin savunmasını zayıflatacaktır.
- Kürt güçlerinin Türk mevzilerini hedef almak amacıyla üs olarak kullandığı Tel Rıfat zaten Türk ordusunun planlarına dahil olmuş durumda. Üstelik şehir, ABD askeri varlığı olmadığı için Washington’un çıkarlarının dışında. Şehrin çok sayıda mülteciyi barındırabilecek entegre kentsel yapısı göz önüne alındığında Türkiye burayı mültecilerin geri dönüşü projesinde kullanabilir. Ancak Türkiye’nin Tel Rıfat’a saldırısı İranlı milisler ile Suriye ordusuyla çatışmaya yol açacaktır. Kentin Halep’in kuzey kapısı olarak önemi dikkate alındığında, mevcut güç dengesini Türkiye lehine değiştireceği için Türk güçlerinin kenti işgal etmesine izin verme riskini almayacaklardır. Ayrıca bu bölgelerde SDG ile Suriye ordusunun pozisyonları arasında bir örtüşme söz konusu, zira Türk güçlerinin son dönemde SDG mevzilerine düzenlediği saldırılar Suriye ordusunda kayıplara yol açtı.
- Ayn El Arap/Kobani; Türk ordusu SDG mevzilerine yönelik bombardıman girişimini belirgin bir şekilde yeniden başlattı ve Türkiye’deki seçimlerden sonra Kürt liderlere suikast politikası izledi. Bu durum SDG’yi Erdoğan hükümetine baskı yapmak için komşu Türk şehirlerini hedef almaya itebilir ve özellikle Türk yetkililerin SDG bölgelerine saldırmanın hâlâ masada olduğu yönündeki açıklamaları dikkate alındığında gerilime neden olabilir.
Sonuçlar
Türkiye-Suriye müzakereleri mayınlarla dolu bir arazide ilerliyor. Müzakerelerin destekçisi olan Rusya, on yıllık anlaşmazlık ve düşmanlık nedeniyle önemli ilerlemeler kaydetmek için henüz çok erken olduğunun farkında. Suriye muhalefetini hâlâ destekleyen tek aktör Türkiye’nin Suriye denklemindeki önemi göz önüne alındığında, iki taraf arasında normalleşme sürecinin devam etmesi muhtemel. Bu arada Türkiye’nin Suriye savaşının kendisine getirdiği yükleri ortadan kaldırmak için Şam ile müzakere etmesi gerekiyor.
Rusya, iki tarafı birbirleriyle ilişkilerini geliştirmeye itecek düzenlemelere zorlayarak normalleşme sürecini güçlü bir şekilde etkilemeye çalışacaktır. Güvenlik düzeyinin siyasi düzeyden daha fazla gelişmeye sahne olması bekleniyor. Ancak bu, özellikle müzakere kanallarının etkili bir şekilde çalışmaması veya iki taraftan birinin hedef ve çıkarlarına ulaşmak için askeri seçeneği kullanmak zorunda kalması durumunda, askeri çatışmaya geri dönüş gibi diğer seçeneklerin artık tamamen ortadan kalktığı anlamına gelmiyor.
İlginizi Çekebilir
-
Trump’ın zaferi Avrupa için dönüm noktası mı?
-
Tahran, nükleer denetçinin kınamasına yanıt olarak ‘yeni ve gelişmiş’ santrifüjleri devreye soktu
-
The Times: Ukrayna, savaşın başından bu yana en zayıf dönemini yaşıyor
-
Eski Ukrayna Genelkurmay Başkanı Zalujnıy: Üçüncü Dünya Savaşı bu yıl başladı
-
Pistorius, SPD’deki şansölyelik yarışında havlu attı
-
Microsoft, Trump’ı Rusya ve Çin “hacklerine” karşı önlem almaya çağırdı
DİPLOMASİ
COP29 taslağında zengin ülkelerin 250 milyar dolarlık taahhüdü tepki çekti
Yayınlanma
2 gün önce22/11/2024
Yazar
Harici.com.trBirleşmiş Milletler iklim zirvesinin organizatörleri cuma günü, ABD, AB ve diğer zengin hükümetlerin 2035 yılına kadar gelişmekte olan ülkelere yılda 250 milyar dolar iklim finansmanı sağlamasını öngören bir anlaşma taslağı yayınladı. Bu miktar yoksul ülkelerin talep ettiği trilyonluk rakamın çok gerisinde kalıyor.
Anlaşma, özellikle iklim değişikliği gerçeğiyle alay eden ve hükümet harcamalarında ciddi kesintiler vaat eden seçilmiş Başkan Donald Trump’ın ABD’de iktidara gelmek üzere olduğu bir dönemde, hangi ülkelerin tam olarak ne kadar para sağlayacağı konusunda pek çok belirsizliği de beraberinde getiriyor.
Finans sorunu Azerbaycan’ın başkentindeki COP29 görüşmelerinde ana tartışma konusu oldu. Yeni hedef, yoksul ülkelerin ekonomilerini yeşillendirmelerine ve ısınan gezegenin etkileriyle başa çıkmalarına yardımcı olacak para için konuldu.
Görüşmelerin cuma günü sona ermesi bekleniyordu ancak tarafların birbirinden ne kadar uzak olduğu göz önüne alındığında görüşmelerin uzatmaya gideceği neredeyse kesindi.
Panama’nın iklim elçisi Juan Carlos Monterrey Gómez, “Bu çok saçma. Bu rakamla yüzümüze tükürüyorlar,” dedi. Kenya iklim elçisi Ali Mohamed ise 250 milyar dolar rakamına atıfta bulunarak “Bunu ciddiye almıyoruz” dedi.
Görüşmeler sonucunda üzerinde anlaşmaya varılan miktar ne olursa olsun, zengin ülkelerin 2009 yılında kabul ettikleri 100 milyar dolarlık hedefin devamı niteliğinde olacak. Bu hedefe, 2020 için belirlenen son tarihten iki yıl sonra nihayet ulaşıldı.
O zamandan bu yana iklim ihtiyaçları ve kötüleşen felaketlerin verdiği zarar daha pahalı ve şiddetli hale geldi. En son taslak metinde yer alan rakamın yoksul hükümetleri yatıştırması pek olası değil.
Birlikte müzakere eden gelişmekte olan ülke blokları, daha zengin hükümetlerin kamu fonlarından yıllık 500 milyar ila 1.3 trilyon dolar arasında bir miktar talep ediyor. Hedefin gerçekleşmesini istedikleri tarih 2030, yani cuma günkü taslaktan beş yıl önce.
Çeşitli analizler, gelişmekte olan ülkelerin, küresel sıcaklıkların 19. yüzyılın ortalarından bu yana 1.5 santigrat derece artmasını önlemek için dış kaynaklardan yılda 1 trilyon dolardan fazla paraya ihtiyaç duyacağını göstermiştir ki bu da dünya hükümetlerinin Paris iklim anlaşmasında belirlediği esnek hedeftir. Anlaşma taslağı, 1.3 trilyon dolar kadar olan açığın 2035 yılına kadar büyük ölçüde özel sermaye kullanılarak kapatılabileceğini belirtti.
Taslakta 250 milyar doların sadece kamu fonlarından ve onların harekete geçirdiği özel yatırımlardan mı geleceği yoksa her türlü özel yatırımı da kapsayıp kapsamayacağı net değil. Bu da yoksul ülkelerin ortadan kaldırılmasını istediği bir belirsizlik.
Müzakereler hakkında konuşmak üzere adının açıklanmasını istemeyen üst düzey bir Latin Amerikalı müzakereci Politico’ya verdiği demeçte, “Bu iş iyi gitmeyecek. 250 çok düşük ve bunun için hem özel hem de kamudan denmesi de çok saçma,” diyor.
Sayı gelişmekte olan ülkelerin isteklerinin gerisinde kalsa da Avrupalı bir müzakereci sayının yine de bazı zengin ülkeleri zorlayacağını söyledi.
Hassas diplomatik konuları görüşmek üzere adının açıklanmasını istemeyen müzakereci Politico’ya, “Düşünülenden daha yüksek. Gruptan bazılarının başkentlere geri dönmesi gerekecek” dedi.
Bir başka Avrupalı müzakereci de ülkesi için 250 milyar doların “iyi bir rakam” olduğunu söyledi.
Üst düzey Biden yönetimi yetkilileri, gelecekteki Demokrat ya da iklim dostu bir hükümetin karşılayabileceği bir anlaşmayı müzakere ettiklerini belirttiler. Trump’ın dört yıllık iktidarı ve Kongre’nin en az iki yıl boyunca Cumhuriyetçilerin kontrolünde olması, ABD’nin iklim finansmanına yapacağı katkıları azaltacağı düşünülüyor.
Hedefe tepki gösteren çevre örgütleri de, hükümetlerin muhtemelen daha yüksek bir rakama ulaşabileceğini söyledi.
Doğal Kaynakları Savunma Konseyi’nin uluslararası iklim finansmanı kıdemli savunucusu Joe Thwaites yaptığı açıklamada, Dünya Bankası gibi çok taraflı kalkınma bankalarının kredi verme uygulamalarında halihazırda yapılmakta olan değişikliklerin, öncelikle zengin ülkelerden yoksul ülkelere akan on milyarlarca dolarlık daha fazla finansmanı serbest bırakması gerektiğini söyledi. Ülkeler ayrıca ülkeden ülkeye finansmanda “mütevazı artışlara” da ulaşabilirler, dedi.
COP29’daki bir diğer önemli tartışma konusu da ABD ve Avrupa’nın Çin, Singapur ve Körfez ülkeleri gibi zengin ama teknik olarak hala gelişmekte olan ülkelerin de potaya katkıda bulunmaları yönündeki talepleriydi.
Taslak esasen bu seçeneği bağış yapma baskısı altındaki ülkelere bırakarak “gelişmekte olan ülke Tarafları” ya hedefin bir parçası olarak ya da Çin’in sıklıkla “Güney-Güney” finansmanı olarak adlandırdığı yolla “tamamlayıcı” ek katkılarda bulunmaya davet etti.
Anlaşmazlıkların damga vurduğu COP29’da yoksul ülkeler için yılda 1 trilyon dolar çağrısı yapıldı
DİPLOMASİ
Trump’ın zaferinin ardından Britanya Çin ile ilişkilerini canlandırıyor
Yayınlanma
2 gün önce22/11/2024
Yazar
Harici.com.trÇin-İngiliz ilişkileri, dönemin Başbakanı David Cameron’ın 2015 yılında “altın çağ” ilan etmesinden ve Maliye Bakanı George Osborne’un Çin iş dünyası ile iş yapabilmek için elinden geleni yapmasından bu yana ciddi şekilde bozuldu.
Xi ile görüşen son İngiliz lider olan Theresa May döneminde ilişkiler gerildi ve Boris Johnson döneminde 2019-2022 yılları arasında iyice dibe vurdu.
Şimdi 14 yıl iktidarda kaldıktan sonra temmuz ayında Muhafazakârları yerinden eden yeni İşçi Partisi hükümetiyle birlikte Başbakan Keir Starmer, ülkenin durgun iktisadi büyümesini tersine çevirmek için Pekin’den yardım istiyor.
POLITICO’ya konuşan ve adının açıklanmasını istemeyen üst düzey bir İngiliz yetkili, yeniden angaje olmanın “çok basit” olduğunu savundu.
Yetkililer, Donald Trump’ın yakında Beyaz Saray’a döneceğine ve Pekin ile ticaret savaşı tehditlerinin hem Britanya’nın hem de Çin’in refahını sarsabileceğine dikkat çektiler. Bu nedenle Londra ve Pekin arasında yenilenen bir dostluk her iki tarafın da yararına olabilir.
Fakat yetkili, “Bu altın çağa dönüş değil. Çin değişti ve biz de değiştik. Xi o zamanlar ‘ömür boyu başkan’ değildi,” diyerek yeni angajmanın sınırlarına işaret etti.
G20 zirvesindeki Xi-Starmer görüşmesi yeni bir sayfa açabilir
Pazartesi günü G20 zirvesinde yapılan Xi-Starmer toplantısının başında İngiliz lider Pekin’i ziyaret etmek istediğini söyledi ve “tutarlı, dayanıklı, saygılı” bir ilişki kurma arzusundan bahsetti.
POLITICO’ya göre Xi, Starmer’ın her yerde kullanılan kampanya sloganı olan “ekonominin temellerini düzeltmek” gerektiğini tekrarladığında toplantıdaki İngiliz danışmanlar kahkahalarını bastırmak zorunda kaldı.
Fakat daha sonra Başbakan insan hakları, Tayvan, Çin’in İngiliz parlamenterlere uyguladığı yaptırımlar ve Hong Kong’da yargılanan Jimmy Lai’nin davasını gündeme getirdi. Starmer, İngiliz vatandaşı olan medya patronunun durumundaki “kötüleşmeyi” duymaktan “endişe duyduğunu” söyledi.
Starmer’ın insan hakları konusundaki endişelerini dile getirmesi hakkında POLITICO’ya konuşan yetkili, “Sizi temin ederim ki [eski Maliye Bakanı] George Osborne bunu asla yapmadı,” dedi.
Eski bakan, bir zamanlar Çin devlet medyası tarafından insan hakları kaygılarına odaklanmadığı için övülmüştü.
Starmer daha sonra görüşmeden ve getirmesini beklediği fırsatlardan memnun olduğunu söyledi.
Starmer, Hong Kong meselesine girmemeyi seçti, öncelik ekonomi
Ertesi gün Başbakan, Hong Kong’da 45 aktivistin Pekin tarafından getirilen tartışmalı ulusal güvenlik yasaları uyarınca hapse atılmasını kamuoyu önünde eleştirmeyi reddetti.
G20 sonu basın toplantısında kendisine toplu tutuklamaları kınayıp kınamayacağı ya da Çin ile daha yakın ilişkiler kurmak için “dilini ısırıp ısırmayacağı” sorulan Starmer, diplomatik bir dil kullanmayı tercih etti.
“Biz bu yakın ekonomik ortaklığı istiyoruz,” yanıtını veren Starmer, Londra ve Pekin arasında “farklılıklar” olacağını kabul etti. Fakat başbakan, esas olarak Birleşik Krallık’ın refahı ve Çin’in potansiyel olarak sağlayabileceği büyüme artışına odaklanmayı tercih ediyor.
Beyaz Saray’daki ilk döneminde Trump, Boris Johnson’dan ulusal güvenlik gerekçesiyle Çinli telekom devi Huawei’yi İngiltere’nin 5G ağından çıkarmasını talep ederek iki ülkenin arasının bozulmasında büyük bir rol oynamıştı.
Bunu takip eden yıllarda, özellikle o dönemde iktidarda olan Muhafazakâr İngiliz siyasetçiler, Çin’in Sincan bölgesindeki Uygurlara yapılan muamele, eski İngiliz kolonisi Hong Kong’daki gelişmeler, yaptırım uygulanan parlamenterler ve Rishi Sunak’ın iktidarda olduğu dönemde Savunma Bakanlığının maaş bordrosunun ve Britanya’nın seçim kütüklerinin toplu olarak hacklendiği iddiaları da dâhil olmak üzere giderek artan bir endişe listesinin altını çizdiler.
Starmer’ı bekleyen daha büyük zorluk ise yine Trump’tan gelebilir. ABD’nin seçilmiş başkanı, Çin’den ABD’ye yapılan ithalata yüzde 60, dünyanın geri kalanından gelen mallara ise yüzde 20 gümrük vergisi uygulamakla tehdit etti.
ABD-Çi ticaret savaşlarına hazırlık başladı
Ticaret Bakanı Jonathan Reynolds, ikinci bir Trump başkanlığında Birleşik Krallık’ın olası bir ABD-Çin ticaret savaşına “çok daha fazla maruz kalacağını” söyledi.
Allianz Trade tarafından yakın zamanda yapılan bir analize göre, Trump’ın Çin’e karşı bir ticaret savaşı başlatması durumunda, Birleşik Krallık’ın ihracatı 8,4 milyar sterlin düşebilir.
Risk altında kalmaya en yakın bölme ise ülkenin imalat sektörü.
İşçi Partisi hükümeti, Çin ile mali ve ticari engelleri görüşmek üzere iki önemli ticari ve mali diyaloğu yeniden açma arzusunun sinyalini verdi ve Joe Biden yönetimi altında Pekin ile artan ABD angajmanını bir model olarak işaret etti.
Çin’de iş yapan üst düzey bir iş dünyası temsilcisi Starmer’ın, Başkanın “ya bizimlesiniz ya da bize karşısınız” dediği bir Trump dönemine daha dayanabileceğini düşünüyor.
Temsilci, “Belki de İşçi Partisi için ‘Hayır, bunu yapmayacağız’ demek ve ardından dört yıl boyunca dişlerini sıkmak daha kolaydır,” dedi.
Dışişleri Bakanlığı Çin ile ilişkileri gözden geçiriyor
Fakat Dışişleri Bakanlığı aynı zamanda Londra’nın Pekin ile ilişkilerini gözden geçiren bir “Çin denetimi” de yürütüyor.
Konuya katkıda bulunan iki kişi Lammy’nin bu çalışmanın 2025 yılı başında tamamlanmasını istediğine inanıyor. Bu da Maliye Bakanı Rachel Reeves’in muhtemelen ocak ayında yapacağı ziyaretin önünü açacak.
Bir sonraki hamle ise Starmer’ın yıl içinde yapacağı yüksek profilli bir ziyaret olacak.
Denetimin sonuçları ne olursa olsun, Starmer, Birleşik Krallık’ın büyümesini ve iddialı karbonsuzlaştırma hedeflerini artırmak da dahil olmak üzere önemli iç görevlerini yerine getirme ihtiyacı nedeniyle kaçınılmaz olarak Çin’e karşı daha açık bir duruşa zorlanacaktır.
Reynolds ve Reeves, Birleşik Krallık’ta daha fazla uluslararası yatırımı teşvik etmeye çalışırken gözlerini Çin’e dikmiş durumdalar.
DİPLOMASİ
The Times: Ukrayna, savaşın başından bu yana en zayıf dönemini yaşıyor
Yayınlanma
2 gün önce22/11/2024
Yazar
Harici.com.trThe Times gazetesinin analizine göre, Rusya’nın Donbass’taki ilerleyişi ve Ukrayna ordusunun yaşadığı yorgunluk, savaşın seyrini değiştiriyor. İngiltere’nin Storm Shadow füze desteğine rağmen, Ukrayna’nın durumu kritik bir noktaya ulaştı.
İngiliz The Times gazetesi, Rusya’nın Donbass bölgesinde kayda değer ilerlemeler kaydettiğini ve Ukrayna’nın savaşın başlangıcından bu yana en zayıf dönemini yaşadığını yazdı.
Gazeteye göre, İngiltere’nin uzun menzilli Storm Shadow füzelerinin Rusya topraklarına yönelik saldırılarda kullanımına onay vermesi, Batı’nın Rus birliklerinin ilerleyişini durdurma çabalarının somut bir göstergesi olarak değerlendiriliyor.
Kraliyet Birleşik Güvenlik ve Savunma Çalışmaları Enstitüsü uzmanı Matthew Saville, Ukrayna’nın elindeki sınırlı sayıdaki Storm Shadow füzesinin savaşın gidişatını değiştirme potansiyelinin düşük olduğunu belirtti.
Saville, Ukrayna için tek umudun ılıman bir kış ve buzların çözülmesi olabileceğini, bunun da toprak kayıplarını yavaşlatabileceğini vurguladı.
Ayrıca uzman, son bir ay içinde Rusya’nın saldırılarının yoğunlaştığını kabul ederken, yakın gelecekte geri çekilme ve olası toprak kayıpları riskine de dikkat çekti.
Saville, “Ukrayna birlikleri tükenme noktasında. Cephe hattındaki askerlerini yenileyemiyor, fiziksel ve ruhsal açıdan yorgun durumdalar. Dinlenme fırsatları neredeyse hiç yok,” değerlendirmesini yaptı.
Ukrayna’nın 155 milyar dolarlık borcu: Kim, ne kadar alacaklı?
Trump’ın zaferi Avrupa için dönüm noktası mı?
COP29 taslağında zengin ülkelerin 250 milyar dolarlık taahhüdü tepki çekti
Trump’ın zaferinin ardından Britanya Çin ile ilişkilerini canlandırıyor
Tahran, nükleer denetçinin kınamasına yanıt olarak ‘yeni ve gelişmiş’ santrifüjleri devreye soktu
The Times: Ukrayna, savaşın başından bu yana en zayıf dönemini yaşıyor
Çok Okunanlar
-
RUSYA2 gün önce
Putin’den füzelere yanıt: Çatışma küresel nitelik kazandı
-
RUSYA2 hafta önce
Patruşev’in Kommersant röportajı: Montrö ihlaline göz yummayacağız
-
AMERİKA2 hafta önce
Fukuyama: Trump’ın geri dönüşü Amerika ve dünya için ne anlama geliyor?
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Valdai izlenimleri: Trump’lı yıllar başlarken…
-
GÖRÜŞ4 gün önce
Batka’nın Belarus’u
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
Donald J. Trump’ın ideolojisi
-
AVRUPA5 gün önce
İsveç’te halka ‘savaşa hazırlık’ broşürü dağıtıldı: Sivillere ne öğretiliyor?
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Belarus Halk Meclisi: siyasi sistemin güçlendirilmesi ve demokrasinin geliştirilmesi