Bizi Takip Edin

SÖYLEŞİ

‘Dış güçler istikrarı ve CPEC’i engellemek için Belucistan’ı hedef alıyor’

Yayınlanma

Pakistanlı uluslararası ilişkiler uzmanı Dr. Salma Malik yarın yapılacak seçimleri ve terör saldırılarını Harici’ye değerlendirdi. Esra Karahindiba’nın sorularını yanıtlayan Malik, Belucistan’ın Pakistan için son derece stratejik bir bölge olduğunu ve Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru’nun başlangıç noktası olduğunu vurgulayarak, diğer ülkelerin bölgenin istikrar kazanmasını engellemek için burayı bilinçli olarak hedef aldıklarını söyledi.

Pakistan’da yarın yapılacak seçimlerden önce tansiyon yükseldi. Belucistan eyaletinde milletvekili adaylarını hedef alan bombalı saldırılarda ilk belirlemelere göre 28 kişi hayatını kaybetti, 47 kişi yaralandı. Hayber Pahtunhva eyaletinin Bajaur bölgesinde ise 31 Ocak’ta eski Başbakan İmran Han’ın partisi Pakistan Adalet Hareketi (PTI) ile ilişkili bağımsız milletvekili adayı Rehan Zeb Han’a silahlı saldırı düzenlenmişti. “Devlet sırlarını ifşa etmekle” suçlanan ve tutuklu yargılanan Han’ın ve eşinin farklı davalarla cezalarının artırılması ise tepki çekti.

İçişleri Bakanı Gohar Ejaz, patlamaların ardından yaptığı açıklamada, seçim süresince “düşman unsurlarının güvensizlik ortamı oluşturarak Pakistan’ı karalamak istediklerini” vurgulayarak, masum vatandaşların hayatlarıyla oynayanlara “demir yumruklarla cevap verileceğini” ifade etti.

Ülkede yaşanan siyasi gelişmeleri, seçim sürecini ve Pakistan’ın dış politikasını İslamabad kentindeki Quaid-I-Azam Üniversitesi Savunma ve Stratejik Çalışmalar Bölümü’nde Yardımcı Doçent olarak görev yapan Dr. Salma Malik ile konuştuk. Çatışma ve Güvenlik Çalışmaları ve Güney Asya İlişkileri alanlarında uzmanlaşan Malik, Bölgesel Stratejik Çalışmalar Merkezi, Güney Asya Düşünce Kuruluşları Konsorsiyumu, Sosyal Bilimler Araştırma Konseyi, WISCOMP (Güvenlik, Çatışma Yönetimi ve Barışta Kadınlar) gibi çeşitli kuruluşlarda görev yapmaktadır.

‘Davalar İmran Han’ın popülaritesini daha da artırdı’

Pakistan’da mahkeme, 8 Şubat’taki seçimler öncesinde İmran Han ve eşi Bibi’yi 14 yıl hapis cezasına çarptırmış, Han’ın ise 10 yıl siyasetten men edilmesine hükmetmişti. Seçimlerden hemen önce alınan bu kararı nasıl değerlendiriyorsunuz?

İmran Han ve eşi, şeriata aykırı olduğu düşünülen ve pek çok kişi tarafından hoş karşılanmayan iddet müddeti sona ermeden nikah akdi yapmak da dahil olmak üzere pek çok davada mahkum edildi. İmran’a, eşine ve parti liderlerine karşı açılan davalardaki tüm bu tür kararlar aslında onun popülaritesini azaltmada ters etki yaptı. Bununla birlikte, İmran Han liderliğindeki Pakistan Tehreek-e-Insaaf (PTI) partisi, seçimlere katılmasını engelleyen çeşitli usuli engellerle karşılaştı ve adaylarının çoğu bağımsız kuruluşlar olarak yarıştı, bazıları daha güçlü partilerle el ele verdi ve diğer birkaçı da seçimlerden uzaklaştı.

Han’ın partisi, sosyal medya faaliyetlerinin seçim öncesinde kasıtlı olarak kısıtlandığını söyledi. Bunun dışında Han’ın tutuklandığı mayıs ayından bu yana ordu ve devlet kurumlarının büyük baskısı altında olduklarını iddia ediyorlar. Bu kısıtlama ve baskıların amacı seçimlerde alacakları oyları engellemek miydi? Kısıtlamaların PTI’ya yönelik halk desteğini de artıracağı görüşü de hakim. Katılıyor musunuz?

Daha önce de belirttiğim gibi, kurumsal olarak bozulmadan kalan Han ve partisine kamusal düzeyde yaptırım uygulama çabaları, halkın oy verebileceği “bağımsız” PTI adaylarını aramasıyla, partiye desteği güçlü ve sağlam kalıyor. Bununla birlikte, hem Pakistan Müslümanlar Birliği-Navaz (PMLN) hem de Pakistan Halk Partisi’nin (PPP) kendi kaleleri ve oy tabanları var ve bu da seçim sonuçlarını çok çeşitli hale getirecek.

ABD Dışişleri Bakanlığı’nın, “Rusya-Ukrayna Savaşı’ndaki tarafsızlığı” nedeniyle İmran Han’ın başbakanlık görevinden alınmasını teşvik ettiği yönündeki iddialar geçen yıl tartışmalara yol açmıştı. Bu iddialar araştırıldı mı? Ülke kamuoyu buna nasıl yaklaşıyor?

Bu hususun lehinde ve aleyhinde çok çeşitli kamuoyu var ve olmaya devam edecek. Bu tartışma genel siyasi ortamı derinden etkiledi. Bu konuyla ilgili devam eden adli soruşturmalar bulunuyor.

Pakistan’da askeri ağırlıklı müesses nizam seçimlerde hangi partiyi destekliyor? Eski Başbakan Navaz Şerif’in Pakistan Müslüman Birliği-Navaz’ın öne çıktığı söyleniyor. Ne dersiniz?

Kamuoyunda her türlü söylenti var ancak ordu böyle bir görüş belirtmedi.

‘Pakistan’ın ve özellikle Belucistan’ın güvenli bölgeler olmadığı mesajını verme girişimi’

Belucistan’daki son bombalı saldırıları nasıl değerlendiriyorsunuz? Pişin’de Asfandiyar Han Kakar’ın ofisinin önünde onlarca kişinin hedef alındığı saldırılara ilişkin son dakika haberleri geliyor. Ayrıca Killa Seyfullah’taki Cemiyet Ulema-i İslam (F) parti binasını hedef alan başka patlamalar da olduğu bildiriliyor. Daha hareketli bir hafta mı beklemeliyiz?

Kampanyanın son gününe kadar işler olabildiğince sorunsuz ilerledi ancak adayların hedef alındığı çok talihsiz bu olay yaşandı. Seçim gününün güvenli ve sorunsuz geçmesini umut edebiliriz. Ancak bugün Belucistan’da olup bitenlerin seçimlerden bağımsız bir arka planı var; Tahrik-i Taliban Pakistan’ın (TTP) geri dönmesinden bu yana, ülke genelinde bu tür şiddet olaylarına tanık olduk. Belucistan, Pakistan için son derece stratejik ve önemli bir bölgedir. İsyancı ve militan unsurların sömürebileceği bir tarihe sahip bir yer. Dolayısıyla Belucistan bu insanlar için her zaman hedef olmuştur. Ayrıca Hindistan ve diğer ülkeler Pakistan devletinin Belucistan karşı duyarlılığını istismar etti. Bölgedeki şiddetin nedenlerinden biri de bu.

İkincisi, genel seçimlerden önceki son günde güvenlik birimleri bir sıkıntı olabileceğini algılıyordu; Belucistan’da yaşananlar gibi seçimler öncesinde çok fazla rahatsızlık yaratabilecek olası güvenlik tehditleri olabilir. Yani güvenlik seviyesinin kırmızı alarm durumuna geçmesine rağmen talihsiz olaylar yaşandı. Bunların daha da artmasından korkuluyor. Bu gerçek orada duruyor. Ve bunun Belucistan’da gerçekleşmesi, Belucistan’ın çalkantılı kalmasıyla ilgili ülkede olup bitenlere maalesef ayrı bir değer katıyor. İçişleri Bakanı’nın da belirttiği gibi bu, Pakistan devletine karşı çalışan güçlerin durumu istismar etme ve Pakistan’ın ve özellikle Belucistan’ın güvenli bölgeler olmadığı mesajını verme girişimidir. Ayrıca Belucistan’ın Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru’nun (CPEC) başlangıç ve en uç noktası olmasını da göz önünde bulundurarak; gerçekten Pakistan ve Belucistan’da herhangi bir ilerlemeye, hiçbir şeyin istikrarlı hale gelmesine ve normalleşmesine izin vermeyecekleri mesajını vermek istediklerini söyleyebiliriz. Belucistan ve çevresinde yoğunlaşan ekonomik kalkınma projeleri ne yazık ki bundan etkileniyor.

IMF’nin kurtarma fonunun bir kısmının devreye sokulduğu bildirildi. Pakistan, IMF ile mutabakata varılan kemer sıkma politikalarını uyguladı mı? Mevcut IMF yardımının ülke ekonomisini kurtarabileceğini düşünüyor musunuz?

Evet, uygulanması gereken bazı tedbirler yeni hükümetin kurulmasına kadar ertelendi.

‘Pakistan daha fazla sığınmacı kaldıramaz’

Biraz da bölgedeki gelişmelerden bahsedelim. Pakistan, Afgan mültecilerin bir kısmını artık bu yükü taşıyamayacaklarını söyleyerek geri gönderdi. BM, sınır dışı edilmeyi insan hakları ihlali olarak nitelendirerek tepki gösterdi. Göçmen krizinde son durum nedir? Kontrol altında mı? Taliban hükümetiyle bu konuda bir anlaşma var mı?

Pakistan resmi olarak “mültecileri” değil, yasadışı statüde olanları ve ayrıca daha geniş güvenlik ve siyasi ortam göz önüne alındığında Afganistan ve diğer birkaç ülkenin vatandaşlarını geri gönderdi. Ancak yardım kuruluşlarınca onaylanan mülteci ve sığınmacı olarak kayıtlı olanlar ülkede kalıyor.

Pakistan hükümeti Taliban rejimiyle resmi olarak görüştü ve onlara Pakistan’ın ciddi gerginliklere sahip olduğu mesajını vermeye çalıştı. Çok ciddi sorunlar var. Başka ülke vatandaşlarını daha fazla içeri alamayız. Taliban yönetiminin bu soruna ilişkin kendi bakış açısı var. İki aktör bu konuda görüş alışverişi yaptı. Bu ülkeler, bu kaygıları anlıyor ve empati kuruyorlar. Ama bunun ötesine geçmiyorlar. Dolayısıyla Pakistan-Taliban görüşmesi, verimli bir görüşme olmadı. Hele insani açıdan bakarsak, Taliban’ın kadınlara nasıl davrandığına, bunun durumu nasıl etkilediğine vs. baktığınızda, durumun kendi içinde de sorunları var. Bu sorunlar devam ediyor. Pakistan da bunun genel halk üzerindeki etkisinden endişe duyuyor. Ama bizim çok gerçek kısıtlamalarımız var. Ne yazık ki bu sorunlar her iki taraf için de devam edecek.

‘Orta Doğu’daki çatışmanın yayılmasını sürdürme girişimi’

İran’ın Pakistan sınırında terör örgütü olarak kabul ettiği milislere yönelik saldırısının ardından Pakistan karşılık vererek Sistan ve Belucistan’daki militan grupları hedef aldı. Yetkililer devreye girdi ve gerginlikler azaldı. Ancak ilgili kuruluşların bölgede yeni provokasyonlar yaratabileceği söyleniyor. Bu gelişmeyi nasıl yorumluyorsunuz?

Pakistan’ın İran’ın füze saldırılarına misilleme olarak yaptığı karşı saldırılar pek çok kişi için sürpriz oldu, çünkü birçoğu Pakistan’ın anında tepki vereceğini, ancak ihtiyatla, sağduyuyla ve hala çok güçlü bir diplomatik bağı sürdüreceğini tahmin edemiyordu. Bu, ilgili tüm aktörlere (iç ve dış) çok yüksek ve net bir mesaj verdi. Ayrıca, genel Orta Doğu senaryosuna bakıldığında, çatışmanın daha da yayılmasını sürdürmeye yönelik belirgin bir girişim olduğu görülüyor.

‘CPEC’in başarısız olmasını isteyen Hindistan militan grupları destekliyor’

Pakistan Talibanının ülke içindeki saldırılarını artırdığını söylediniz. Özellikle Pakistan’daki Çin varlığını hedef alan saldırılar var. Bu saldırılar Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru’nu (CPEC) ve Çin’in yatırımlarını nasıl etkiliyor?

Oluşturulan Özel Yatırım Kolaylaştırma Konseyi, CPEC için tek merkezden hızlı takip yaklaşımı sağlıyor; seçilmiş hükümetin gelmesiyle daha fazlası bekleniyor. Ve evet, ne yazık ki CPEC, Hindistan ve bu projenin başarısız olmasını isteyen diğer ülkeler tarafından desteklenen militanların tercih edilen hedefi olmayı sürdürüyor ve Pakistan’ın güvenlik aygıtı için yüksek koruma değeri taşıyan bir unsur olarak kalmaya devam edecek.

‘BRICS’in parçası olmak ekonomik zorunluluklardan dolayı bir önceliktir’

Pakistan geçen yılın sonunda BRICS’e üye olmak için resmi başvuruda bulunmuş ve üyelik sürecinde Rusya’nın desteğine güvendiğini açıklamıştı. 2024 yılında üyelik bekleniyor mu? Seçim sonuçlarının Pakistan’ın BRICS’e ve küresel güneye yönelik politikasını etkileyeceğini düşünüyor musunuz?

Pakistan, bölgesel yardımları artırmak ve kendisini ilerleme yoluna sokabilecek ekonomik ittifaklara girmek için tüm seçenekleri denemeli. Yarışan partiler seçim sahalarında dışarıya çok fazla odaklanmadılar ve çoğunlukla yurt içi büyüme ve kalkınmaya odaklandılar. Dolayısıyla yeni seçilen hükümetin hangi yolu izleyeceği önemli.

Bir numaralı mesele kuruluşun nasıl çalıştığı. BRICS’in parçası olmak ekonomik zorunluluklardan dolayı bir önceliktir. Kesinlikle bunun için ellerinden geleni yapacaklardır. Hangi hükümetin iktidara geleceğine bağlı olarak değişir ancak şimdilik yaygın kanı bize iktidarın PML-N partisinde olacağını söylüyor. Ama tabi ki şu anda kesin bir şey diyemeyiz. Diyelim ki senaryoyu konuşalım; PML-N ekonomi merkezli. BRICS fikri olumlu olabilecek bir fikir. Ekonominin iyileştirilmesi gerektiği için farklı yollar arayacaklardır.

Özellikle BRICS konusunda asıl mesele Hindistan’ın yapının bir parçası olması. Çoğu zaman değerlendirmelerimizin çoğu uzak geleceğe dair fikirler değil. Farklı ittifaklara katılmak, farklı sistemlerin parçası olmak Hindistan’ın bu yönlerdeki etkisi nedeniyle engelleniyor. Hindistan, Pakistan’ın bu sahalara girmesine ve faydalanmasına izin vermiyor. Ayrıca Pakistan’ın bu çok taraflı kurumlara neler kattığı da önemli. Dolayısıyla bir sonraki hükümetin veya iktidara gelecek herhangi bir hükümetin stratejisi ülkenin ekonomik toparlanması olmalıdır. Eğer bu, duygusallığı azaltmayı, kalıpların biraz dışında düşünmeyi, bu işlerin ülkenin yararına nasıl çalışması gerektiğini düşünmeyi gerektiriyorsa o halde Pakistan’ı yönetecek gelecekteki herhangi bir liderlik için de bu öncelik olmalıdır. BRICS bütün olarak ideallerden ibaret değil. Eğer Rusların açısından bakıyorsanız, bu değişken bir durum. Rusya bize pek bir şey söylemedi. Ancak BRICS’in başta Hindistan olmak üzere diğer tarafları da benzer fikre ısınacak mı, ısınmayacak mı? Çünkü Güney Asya Bölgesel İşbirliği Teşkilatı’nın (SAARC), Pakistan’ı Güney Asya’nın sahip olduğu tek ulusal yapı olan SAARC’tan çıkaracak eksi bir formülle yeniden canlandırılmasının önerildiğini gördük. Daha sonra SAARC’ın Pakistan olmadan nasıl çalışacağına bakın. Açıkçası BRICS, SAARC değil. BRICS çok canlı. Ancak yine de bu, Hindistan’ın bizim katılmamız fikrine ısınması ya da fikri kabul etmemesi açısından çok önemli olan faktörlerden biri.

SÖYLEŞİ

Pekin’deki Filistin uzlaşı anlaşması nasıl hayata geçirilecek?

Yayınlanma

Şanghay Uluslararası Çalışmalar Üniversitesi Orta Doğu Çalışmaları Enstitüsü’nde Yardımcı Doçent olan Shu Meng, Pekin’de varılan Filistin uzlaşını Harici’ye değerlendirdi: “İsrail’in Gazze’deki operasyonları devam ederken, Filistinli gruplar bölünmüşlüğün ulusal kurtuluşun önünde büyük bir engel olduğunun farkına vardı. Bu uzlaşma Filistin için daha büyük bir iç ivme taşımaktadır.”

Hamas ve Fetih Hareketi başta olmak üzere Filistinli grupların üst düzey temsilcilerinin, Çin’in arabuluculuğunda aralarındaki bölünmüşlüğe son vermeyi ve birlik oluşturmayı amaçlayan “Pekin Diyaloğu”nu imzalamasının yankıları devam ediyor. Tüm Filistin topraklarında (Gazze, Batı Şeria ve Doğu Kudüs) tek bir geçici hükümet kurulmasını öngören bildiriye, Avrupa Birliği Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell’den destek gelirken, ABD ise Filistin yönetiminde “Hamas için bir rol öngörmüyoruz” diyerek karşı çıktı. Öte yandan Batı basını Çin’in başarısını görmezden gelerek, girişimin “gerçekçi olmadığını ve uygulanamayacağını” öne sürüyor.

Tüm bu tartışmaları, 1949’da kurulan Şanghay Uluslararası Çalışmalar Üniversitesi Orta Doğu Çalışmaları Enstitüsü’nde Yardımcı Doçent olan Shu Meng ile konuştuk. Aynı zamanda ‘Asian Journal of Middle Eastern and Islamic Studies’in yazı işleri müdürü olan Shu Meng, Filistin uzlaşısı, Çin’in Filistin ve Orta Doğu politikası ve ABD’nin bölgedeki rolü üzerine sorularımızı yanıtladı.

Pekin’de üç gün süren toplantıların ardından aralarında Hamas ve El Fetih hareketinin de bulunduğu 14 Filistinli grup, Filistin birliğini inşa etmeyi amaçlayan ortak bir bildiri imzaladı. Bildiriye göre Filistin anayasası temelinde bir ‘geçici ulusal birlik hükümeti’ kurulacak. Bu gelişmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu ilerlemenin son derece önemli olduğuna inanıyorum. Çin her zaman Filistin meselesinin temelinde uzun zamandır beklenen bağımsız bir Filistin devleti arzusunun gerçekleştirilmesinin yattığını savunmuştur. Filistinlilerin ulusal haklarına saygı gösterilmesi ve devlet olmalarının desteklenmesi, ulusal uzlaşı ve iç birliğin sağlanmasına bağlıdır. Kendi adıma, Filistin-İsrail barış görüşmelerinde iki taraf arasındaki güç eşitsizliği, kısmen Filistin içindeki bölünmüşlükten de kaynaklanarak, büyük bir engel teşkil etmiştir. Çin’in çabaları müzakere masasında her iki tarafın nispeten daha eşit bir zeminde yer almasına katkıda bulunmuştur.

Filistinli örgütler daha önce de ulusal uzlaşı belgesi imzalamış ancak bu belge uygulanmamıştı. Sizce bu kez birliktelik gerçekleşecek mi? Bu anlaşmayı diğerlerinden farklı kılan nedir?

İç uzlaşmanın tam olarak sağlanması belirli bir zorluk derecesiyle karşı karşıyadır, ancak yine de tüm tarafların bir araya gelerek bir barış anlaşması imzalaması çok önemli bir ilk adımdır.

Üstelik şu anki zamanlama önceki örneklerden farklı. İsrail Gazze’deki askeri operasyonlarını henüz durdurmadı ve çeşitli Filistinli gruplar bölünmüşlüğün ulusal kurtuluşa ulaşmada önemli bir engel teşkil ettiğinin giderek daha fazla farkına varıyor. Gazze’nin siyasi geleceğinin şekillendirilmesine herhangi bir katılım için birleşik bir Filistin zorunludur. Bu nedenle, bu uzlaşma Filistin için daha büyük bir iç ivme taşımaktadır.

Gelecekte uzlaşıya giden yolda, İsrail’le yüzleşme yöntemlerindeki farklılıklar ve parti içi rekabet gibi çok sayıda zorluk bulunmaktadır. Bununla birlikte, iç uzlaşma ve siyasi birlik, Filistin meselesinin çözümünü ilerletmek için doğru yön olmaya devam etmektedir.

Tel Aviv anlaşmaya tepki gösterdi. İsrail’i ikna etmeden böyle bir anlaşmayı uygulamak mümkün mü?

Kendi içinde birleşmiş bir Filistin’in İsrail’in çıkarına olmadığına inanıyorum. Ancak, barış anlaşmasının imzalanmasıyla birlikte, Filistin’de gelecekteki iç uzlaşı İsrail’in engelleriyle karşılaşabilirken, kilit nokta Filistinli grupların farklılıklarını gerçekten bir kenara bırakıp Filistin’in genel çıkarlarına öncelik verip veremeyeceğinde yatıyor.

İki devletli çözüme bu kadar açık bir şekilde karşı çıkan bir İsrail hükümeti varken iki devletli çözümü gerçekçi ve uygulanabilir görüyor musunuz?

Sadece Filistin’in gücüne güvenecek olursak, geçtiğimiz on yıllarda yaşanan tecrübelerin de gösterdiği üzere, iki devletli çözümün gerçekleşmesinin zor olduğu aşikârdır. Bu çözümün hayata geçirilmesi büyük ölçüde uluslararası toplumun itici gücüne bağlıdır. Uluslararası toplum tarafından somut adımlar atılmalı ve bu konuda daha fazla birliktelik sağlanmalıdır.

Çin bu anlaşmayı uygulamak için ne gibi somut adımlar atabilir ve atacak? Pekin bu konuyu İran, Suudi Arabistan, Mısır, Türkiye gibi bölge ülkeleriyle görüştü mü?

Çin “üç adımlı” bir inisiyatif ortaya koymuştur: ilk adım Gazze Şeridi’nde kapsamlı, kalıcı ve sürdürülebilir ateşkesin mümkün olan en kısa sürede teşvik edilmesi ve insani yardım ve diğer yardımların erişiminin sağlanmasıdır. İkinci adım, “Filistin’i Filistinliler yönetir” ilkesini desteklemek ve Gazze’de savaş sonrası yönetimi ortaklaşa teşvik etmektir. Üçüncü adım ise Filistin’in Birleşmiş Milletler’e tam üye olmasını teşvik etmek ve “iki devletli çözümün” uygulanması için çalışmaktır.

Çin, Filistin konusunda Arap ülkeleriyle defalarca iletişim kurmuş ve bu yıl Filistin konusunda Çin ve Arap ülkeleri arasında ortak bir bildiri yayınlamıştır. Ayrıca Çin uzun zamandır ikili ve çok taraflı forumlarda Filistin meselesinin adil bir şekilde çözülmesini teşvik etmektedir.

Çin’in yumuşak güç, diplomasi ve ticari anlaşmalar yoluyla Orta Doğu’daki etkisini artırmaya çalıştığı yönünde eleştiriler var. Bu eleştirileri nasıl değerlendiriyorsunuz? ABD Orta Doğu’yu terk ederken yerini Çin mi alacak?

“Çin yumuşak güç, diplomasi ve ticaret anlaşmaları yoluyla Orta Doğu’daki etkisini artırmaya çalışıyor” demek yerine, “Çin’in Orta Doğu’da yumuşak güç, diplomasi ve ticaret alanlarındaki büyümesi bölgedeki etkisini artırdı” demek daha uygun olacaktır.

Tarihsel olarak hem Çin hem de Orta Doğu ülkeleri görkemli medeniyetlerin doğduğu yerlerdir. Gerçekte, Çin ve Orta Doğu ülkeleri çeşitli alanlardaki değişim ve işbirliğini aktif bir şekilde genişleterek Çin medeniyeti ile Orta Doğu’nun çeşitli medeniyetleri arasındaki karşılıklı anlayış ve değişimi büyük ölçüde teşvik etmiştir. Orta Doğu bugün küresel jeopolitiğin en karmaşık bölgelerinden biridir. Orta Doğu’daki karmaşık ve sürekli değişen durum karşısında Çin, Orta Doğu halklarının kendi kalkınma yollarını bağımsız olarak keşfetmelerini ve Orta Doğu ülkelerinin bölgesel güvenlik sorunlarını ele almak için birlikte çalışmalarını her zaman desteklemiştir. Çin’in adil duruşunun ve ortak kalkınmayı teşvik eden tutumunun, bölgesel etkisini görünmez bir şekilde sürekli olarak artıracağına inanılmaktadır.

İkinci soruya gelince, ilk olarak ABD Orta Doğu’dan tamamen çekilmeyecek, ikinci olarak da Çin onun yerini almayacaktır. İki tarafın Orta Doğu’da farklı avantajları vardır ve aralarında karşılıklı bir ilişki yoktur. Orta Doğu büyük güçler için bir oyun alanı değildir ve Orta Doğu’daki çeşitli ülkelerin etkisi sıfır toplamlı bir oyun değildir. Çin’in Orta Doğu’da ABD’nin yerini almak gibi bir niyeti yok. Bunun yerine Çin, Orta Doğu ülkeleriyle dayanışma içinde çalışmayı ve tüm insanlık için ortak bir geleceğe sahip bir topluluğu birlikte inşa etmeyi ummaktadır.

Çin’in Orta Doğu’da ABD’den farklı olarak ne tür hedefleri, ilkeleri ve çıkarları var?

Çin’in politikaları daha adil ve tarafsız hale gelmekte, herhangi bir müttefiki kayırmaktan kaçınmaktadır. Tüm ülkelerle normal ilişkilerini sürdürerek dengeli bir bağlantısızlık politikası izlemektedir.

Çin kışkırtıcı olmak yerine arabulucu olmayı tercih ediyor. Hiçbir bölgesel krize önemli ölçüde müdahale etmemiştir.

Çin, bölge ülkelerinin büyük güçler arasında bir denge sağlamak ve özerkliklerini artırmak istediklerinin farkındadır. Hiçbir ülkeyi taraf seçmeye zorlamamaktadır.

Okumaya Devam Et

SÖYLEŞİ

Venezuela’da devlet başkanlığı seçimleri ve göç sorunu

Yayınlanma

Venezuelalı siyaset bilimci Micaela Ovelar, Pedro Gual Yüksek Diplomatik Çalışmalar Enstitüsü müdürü ve Venezuelalı Göçmenlerin Kapsamlı Bakımından Sorumlu Devlet Bakan Yardımcısı Pedro Sassone ile mülakat gerçekleştirdi.

28 Temmuz 2024’te Venezuela’da, ülke halkının desteğiyle Hugo Chavez’in Bolivarcı Devrimi kurmayı başarmasından bu yana en önemli başkanlık seçimleri yapılacak. Pek çok analist, bunun ‘Venezuela’nın istikbali ve milli, bölgesel ve uluslararası istikrar için belirleyici bir seçim yarışması’ olduğunu düşünüyor.

Seçilme şansı en yüksek olan iki aday, mevcut başkan Nicolás Maduro ile son anda siyasi seçimlere katılma hakkı bulunmayan muhalefet lideri María Corina Machado’nun yerine gelen ve ABD’nin çıkarlarını gözeten Edmundo Gonzalez.

Venezuelalı ünlü sosyolog ve diplomat Pedro Sassone, Harici’nin sorularını yanıtladı. Sassone, diğer sorumluluklarının yanı sıra Bolivarcı Venezuela Cumhuriyeti’nin Ekvador’daki Misyon Şefi Konsolosluğu ve Güney Ülkeleri Birliği (UNASUR) Genel Sekreterliği’nde Venezuela Temsilcisi olarak görev yaptı.

Halihazırda, Pedro Gual Yüksek Diplomatik Çalışmalar Enstitüsü’nü yönetmenin yanı sıra, ülkesinin Dış İlişkilerden Sorumlu Halk Gücü Bakanlığı’nda Venezuelalı Göçmenlerin Kapsamlı Bakımından Sorumlu Devlet Bakan Yardımcısı olarak görev yapıyor.

Bu 28 Temmuz 2024’te Venezuela’da neler olacak?

Venezuela’da son derece güzel ve umut verici şeyler oluyor. Yani güçlü ve gelişen bir demokrasi ve ABD ve Avrupa’nın yaptırımlarına rağmen istikrara kavuşan bir ekonomi görüyoruz. Birkaç hafta önce Venezuela halkı, ülkenin en yüksek seçim otoritesi olan Ulusal Seçim Konseyi (USK) tarafından düzenlenen ve Venezuelalıların bu yıl (28 Temmuz’da) oy kullanma konusundaki potansiyel istekliliklerini ifade etmek üzere kitlesel olarak katıldığı bir genel seçim simülasyonu gerçekleştirdi. Dolayısıyla Venezuela için yeni bir demokratik parti olacak olan bu seçim pazar günü halkın ifadesinde somutlaşacaktır.

Oy kullanma hakkı ya da oy verme uygulaması Venezuela halkı ve vatandaşları açısından gerçek bir yurttaşlık geleneğidir. Halkımız oy kullanmayı sever ve tıpkı zorunlu olmadığı için binlerce insanın gönüllü olarak katıldığı tatbikat sırasında bunu ifade ettikleri gibi, bu pazar, 28 Temmuz’da da Venezuela toplumunun siyasi tercihinin adayına oy vermek için kitlesel olarak dışarı çıkmasını bekleyebiliriz. Bizim adayımız, siyasi, iktisadi ve sosyal istikrarı garanti eden tek aday olan Devlet Başkanı Nicolás Maduro’dur.

Bu birkaç şeyi yansıtıyor. Birincisi, bugün Venezuela’da yaşanan demokratik, katılımcı ruhu ve barışı; ikincisi ise, kentine sadık kalarak tüm engellerle yüzleşmeyi ve bunların üstesinden gelmeyi bilen Başkan Maduro’nun yönetimine duyulan güveni ve takdiri yansıtıyor.

Venezuela bugün iç, siyasi ve sosyal açıdan istikrarlı mı?

Evet, yaklaşık iki ya da üç yıldır ülke, ABD’nin haksız bir şekilde ‘yaptırımlar’ olarak adlandırılan tek taraflı zorlayıcı tedbirleri bize dayatmasından bu yana görülmemiş bir barış ve huzur yaşadı. Ardından Kovid-19 salgını geldi, ancak Bolivarcı hükümet, yavaş yavaş ekonomik ablukanın üstesinden gelmeyi başardı, öyle ki Venezuela ekonomisi bugün istikrarlı ve yıldan yıla giderek iyileşiyor. Venezuela’ya yönelik saldırılar bir saniye bile durmamasına rağmen bunu yineliyorum.

Bu nedenle, ülkemizdeki seçim sürecinin mükemmel bir şekilde gelişmesi ve 28 Temmuz Pazar günü yapılacak başkanlık seçimlerine gölge düşürecek herhangi bir şiddet eyleminin yaşanmaması en büyük dileğimizdir. Dinamiklerin Venezuela halkının alışık olduğu gibi olmasını bekliyoruz. Yani oy kullanmak bir görev ve yurttaşlık bilincinin ifadesidir, oy kullanmak Bolivarcı Devrimin ve Venezuela’nın yaşadığı demokratik ruh ve barışın kurumudur.

Emperyalist kasırganın hedefinde olduğumuz için, başta Venezuela petrolü olmak üzere tabii kaynaklarımızın kullanımına ilişkin egemenlik hakkımızı savunduğumuz için karşı karşıya olduğumuz tehlike ve tehditlerin farkındayız. Ülkemiz dünyanın en büyük petrol rezervine sahip olmaya devam ediyor, Venezuela’nın maruz kaldığı saldırıların, ablukaların ve her türlü baskının arkasında ne yazık ki kaynaklarımızın yabancı güçler tarafından kontrol edilmesi yatıyor, yatıyor ve yatacak. Buna rağmen ilerlemeye devam ediyoruz.

Bize Venezuela yönetiminin yeni oluşturduğu ve yardımcılığını üstlendiğiniz  bakanlıktan bahseder misiniz?

Bu, Venezuela Dışişleri Bakanlığı’nın yeni bir bakan yardımcılığı. Göçmenlik konusu hükümetimizde bir Devlet politikası olarak ele alınmaktadır, bu çerçevede Devlet Başkanı Nicolás Maduro’nun Vatana Dönüş Büyük Misyonu (GMVP) olarak adlandırdığı bir sosyal misyondur (kamu politikaları dediğimiz şey). Bu, Venezulea’nın şu anda sahip olduğu tek uluslararası misyon olduğunu söyleyebileceğimiz bir sosyal misyondur (veya devletin kamu politikasıdır).

Büyük Anavatana Dönüş Misyonu (GMVP), Venezuelalı göçmenlerin sosyal koruma ve hakları için dört köşeye sahip: 1. Hukuki yardım ve kimlik garantisi; 2. Eğitim, Kültür ve Spor Alanlarında Kapsamlı Bakım; 3. Geri Dönüş için Kapsamlı Sosyoekonomik Koruma ve 4. İletişim ve Lojistik Planı.

İlk tepe noktası, göçmenlere ‘bulundukları ülkelerde maruz kaldıkları suistimallere karşı’ destek sağlayacak, böylece ‘en iyi avukatlar, en iyi hukuk firmaları, insanlarımız için emek suistimalleriyle başa çıkmak için işe alınacak… Ayrıca pasaportlarının onlara ulaşmasını da sağlayacak’.

Her bir ülkede, her bir misyonda, temelde Venezuelalıların en çok akın ettiği yerlerde, hukuki ilgi için konsolosluklarımızı konuşlandıracağız, güçlendireceğiz. Neden mi? Zira hukuk ihlalleri var, yabancı düşmanlığı var, iş hukuku açısından ihlaller söz konusu.

İkinci tepe noktası ise ‘eğitim, kültür ve spor konularında gereken ilgiyi göstererek, diğer şeylerin yanı sıra, lise, üniversite ve teknik okullardaki eğitimlerini tamamlamalarına olanak sağlamanın yanı sıra -Viva Venezuela Mi Patria Querida Büyük Misyonu aracılığıyla- farklı sanatsal tezahürlerde niteliklerini geliştirmelerini kolaylaştıracaktır.

Şimdi genişleteceğimiz ilk pilot planı halihazırda test ettik. Programın adı ‘Bakaloryanı Tamamla’, böylece dünyanın dört bir yanındaki genç Venezuelalılar kurumlarımızda eğitim görebilecekler. Bu öneri, biri lise diğeri ticaret olmak üzere iki sertifikaya sahip olacak bir derece olması ve bu ticaret sertifikasının Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) tarafından tanınması gibi bir özelliğe sahip.

Üçüncü tepe noktası sadece Venezuela’ya geri dönüşü garanti altına almakla kalmayacak, aynı zamanda ‘sosyoekonomik koruma sağlamanın yanı sıra, anavatana geldiklerinde girişimcilik ve küçük yatırım projeleri’ başlatacaktır.

Son olarak, dördüncü tepe noktası ‘göçmenlerimiz hakkında gerçeği anlatmayı, Venezuela hakkında gerçeği anlatmayı ve geri dönmek isteyen binlerce göçmene aşamalı ama sürdürülebilir bir şekilde destek sağlamak için lojistik plan yapmayı’ amaçlıyor.

Tüm bunlar Venezuela devletinin sosyal koruma politikasının uluslararası düzeyde bir izdüşümü. Bolivarcı hükümetin sosyal politikası, geri dönmeniz için hizmetinizdedir.

Yurt dışında bulunan Venezuelalıların geri dönme zamanının geldiğine inanıyorum, zira geri dönmek onların hakkıdır ve ülkenin onlara ihtiyacı vardır. Venezuela, uluslararası örgütlere geri dönüşün bir hak olduğunu ve hükümetimizin güvenli geri dönüş için gerekli koşulları sağlayacağını söylemişti.

Yurt dışındaki Venezuelalı göçmenlerin sayısı hakkında çok şey söylendi. Resmi bir rakam var mı?

Resmi rakamlardan bahsetmek spekülasyon olur, çünkü böyle bir rakam yok. Rakamlar yok çünkü hiç kimse hacimleri tam olarak bilmiyor. Ve bunlar, terimin de ifade ettiği üzere, ‘insan hareketliliğindeki’ insanlar, yani buradalar, Kolombiya’dalar, Peru’dalar, Ekvador’dalar. Yani sorun sayı değil. Peki rakamlara ne oldu? Diğerlerinin yanı sıra ABD hükümeti ve uluslararası kuruluşlar tarafından manipülasyon unsuru oldular.

Açıkça söylemek istediğim şey, Venezuela’dan göçün araçsallaştırıldığı ve Venezuela hükümetine saldırmak için siyasi bir faktör olarak kullanıldığı. Dolayısıyla rakamlar, her bir ülkedeki Venezuelalılara verilen sözde destek için harcanan parayı meşrulaştırmaya dönük spekülasyonlar.

Nihayetinde bu siyasi nitelikte bir araç, bu nedenle rakamlardan bahsedemeyiz, süreçlerden bahsedebiliriz. Evet, tarihimizdeki en büyük ve önemli Venezuelalı göç akını süreci yaşandı. Venezuela devleti, bunu bu şekilde tanımladı ve Devlet Başkanımız Nicolás Maduro da Venezuelalı Göçmenlerin Kapsamlı Bakımı misyonunu tanımlarken buna hak ettiği önemi ve düzeyi verdi.

Bu, yurt dışındaki Venezuelalıların bakımını üstlenen tüm sosyal, kültürel ve sağlık yapısıdır ve aynı zamanda hükümetimizin Venezuela Dışişlerine, büyükelçiliklerimize ve konsolosluklarımıza sağladığı tüm destek de önemli. Meksika’dan geliyorum, tüm dışişleri teşkilatımız barışa dönüşün korunması ve desteklenmesi için koordinasyon sağlıyor.

Peki 28 Temmuz’da yapılacak başkanlık seçimlerine aktif olarak katılmak üzere kaç Venezuelalının ülkeye gideceğine ya da geri döneceğine dair bir tahmininiz var mı?

Hayır, bu konuda bir hesabımız yok, zira bu herkesin kendi iradesine ve ülkeye dönme hakkına bağlı. Ve kaç Venezuelalının bu seçimlerde oy kullanmak üzere geri döndüğünü bilmek için elimizde herhangi bir rakam yok. Buna ek olarak Venezuelalılar, Venezuela konsolosluklarının her birinde, yasal olarak ikamet ettikleri ülkede ve Venezuela yasaları tarafından belirlenen şartlara uyarak oy kullanma imkanına sahip olacaklar. Her bir konsolosluk bunu usulüne uygun olarak bildirdi.

Bu seçim sürecinin sonunda Venezuela açısından ne bekleyebiliriz?

Her bir devlet başkanı adayının kendi siyasi seçeneğinin tanıtımını barışçıl bir şekilde sonlandırmasını, Venezuela halkına karşı samimiyet ve sorumlulukla konuşmasını ve sonuçların tüm adaylar tarafından kabul edilmesini umuyoruz. Bizim açımızdan, Devlet Başkanı Nicolás Maduro’nun adaylığıyla ilgili olarak, açık bir diyalog olduğunu, halkla diyaloğun devam ettiğini, 2024-2030 için iktisadi ve sosyal kalkınma rehberimiz olan yedi ana dönüşüm hattı açısından projelendirildiğini biliyoruz. Yani, ekonomik bir önerimiz var, rakamlar var, zira bu yılı yüzde 4’lük bir GSYİH büyümesi ile kapatıyoruz.

Enflasyonu kontrol altına aldık, yatırımlar iktisadi bir savaşın ortasında geliyor. Uluslararası topluma, ülkemize yönelik tek taraflı zorlayıcı tedbirlerin askıya alınmadığını, 930 tek taraflı zorlayıcı tedbir olduğunu söylemek istiyorum. Venezuela, Uluslararası Kamu Hukuku ve İnsan Haklarını ihlal eden bu yasadışı zorlayıcı tedbirlerle siyasi açıdan boğulmaya devam ediyor.

Fakat Venezuela ekonomisi tüm bunlara rağmen toparlanıyor ve Venezuelalıların refahını pekiştirmek ve temel felsefe olan ekonomik refah ve sosyal refahı sağlamak açısından umut var, ayrıca Nicolás Maduro’nun yeniden seçileceğine dair umudumuz ve inancımız tam.

Ayrılan ve geri dönmeye hevesli olan Venezuelalılara, işte ülkesi, işte onu bekleyen bir hükümet demeliyiz. İşte onlar için politika tasarlayan bir hükümet. Ülke bekliyor.

Aileniz sizi bekliyor. İnsanın vatanından daha önemli, daha yüce bir şey yoktur, zira vatan anneniz gibidir, size sağlamlık veren, size kimlik veren şeydir. Sizinki gibi bir ülke yok ve ülkenizle yeniden birleşmek de bir haktır. Venezuelalıların geri dönüşünün, ülkeyi güçlendirmenin ve Bolivarcı Devrime olan demokratik bağlılığı yeniden teyit etmenin, Nicolás Maduro’yu bu 28 Temmuz’da Venezuela kültürünün özellikleri olan barış ve neşe içinde yeniden seçmenin zamanı geldi.

Okumaya Devam Et

SÖYLEŞİ

BAE-Türkiye Kapsamlı Ekonomik Ortaklık Anlaşması ne aşamada?

Yayınlanma

Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Ekonomi Bakanlığı Uluslararası Ticaret İşlerinden Sorumlu Müsteşar Yardımcısı Juma Mohammed Al Kait, BAE-Türkiye arasındaki ekonomik-ticari ilişkilere ve potansiyel işbirliği alanlarına dair sorularımızı yanıtladı.

Juma Al Kait ayrıca BAE Ticaret Başmüzakerecisi olarak görev yapmaktadır. Son 20 yılda Hindistan, İsrail, Endonezya, Gürcistan, Türkiye ve Kamboçya ile müzakere edilen Kapsamlı Ekonomik Ortaklık Anlaşmaları da dahil olmak üzere neredeyse tüm önemli ticaret meselelerinde önemli bir rol oynamıştır. Ayrıca BAE’nin Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) çerçevesindeki ticaret müzakerelerine katılımına liderlik etmektedir.

Geçen yıl normalleşme sürecinin ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan başkanlığında Türk heyeti tarafından BAE’ye önemli bir ziyaret gerçekleştirildi. O toplantıda başta savunma sanayii yatırımları olmak üzere Türkiye’ye yatırım konusunda birçok söz verildi. BAE’nin Türkiye ile yatırımlar ve uluslararası ticaret konusundaki son durumu ve kapasite artırma vaatleri ne durumda?

Öncelikle Türkiye’de olmak ve TPS-OIC Ticari Müzakere Komitesi 3. Bakanlar Toplantısı’na katılmak çok memnuniyet verici. Yaptığı tüm düzenlemeler için Türk hükümetine teşekkür etmek istiyorum. Türkiye’nin de üyeler arasındaki ticareti ileriye taşıyacak plan ve öneriler ortaya koyduğunu görmek güzel. Mal ticaretinin yanı sıra yatırım ve hizmetlerin kolaylaştırılmasıyla ilgili masaya konan ve tartışılan pek çok olumlu öneri var. BAE açısından bakıldığında, BAE ile Türkiye arasında çok iyi bir ekonomik ticaret ilişkisinin tadını çıkarıyoruz. BAE ile Türkiye arasında Kapsamlı Ekonomik Ortaklık Anlaşması’nı imzaladığımızı ve bu anlaşmanın yürürlüğe girdiğini görmekten gurur duyuyorum. Her iki ekonomiye de faydası var. Özellikle bu anlaşmanın imzalanmasının ardından BAE ile Türkiye arasındaki ticaret akışının arttığını fark ettik. Bahsettiğiniz gibi son dönemde iki ülke arasında çok sayıda üst düzey ziyaret gerçekleşti. Liderlerin son ziyaretleri, birçok farklı sektörde çok sayıda mutabakat zaptı (MoU) ve anlaşmanın imzalanmasıyla sonuçlandı. İlişkinin böyle olması gerektiğini düşünüyoruz. Her zaman yeni işbirliği alanlarına bakmanın yolları vardır. Bu MoU’lar sadece özel sektörümüzü olağan iş yapma biçimine bakmaya yöneltmeyecek, aynı zamanda genellikle ilgilenmediğimiz diğer alanlardaki yeni fırsatları da keşfedecek.

Sizin için yeni alanlar neler?

Yeni alanlar derken, teknolojinin sanayi sektörleri de dahil olmak üzere birçok farklı sektöre girmesi ve içindeki teknoloji unsuru, finansal hizmetler, inşaat, tarım teknolojisi ve daha birçok alanda ortaya çıkması gibi ekonomideki yeni gelişmeleri kastediyorum. Her iki taraf da birbirini tamamlayabilir. Türkiye’de bazı şirketlere yatırım yapan ve Türkiye’den BAE’ye yatırım çekmeye çalışan BAE, yatırım ekosistemini geliştirmek için çeşitli teşvikler sağladı. BAE altyapı ve bağlantı alanındaki gelişimini genişletirken birçok fırsat var. Bu, Türk şirketlerinin bundan faydalanması ve BAE’de faaliyet göstermesi için iyi bir fırsatı temsil ediyor. Bunu Kapsamlı Ekonomik Ortaklık Anlaşması’nda da belirledik. Türk şirketleri ve BAE şirketleri bu anlaşma aracılığıyla avantajlı muameleden yararlanacak ve bu avantajlı düzenleme başkalarına uygulanmayacaktır. Aramızda ticaret, yatırım ve hizmet tedarikçileri konusunda daha iyi muamele görüyoruz.

BAE’ye hangi spesifik sektörler veya şirketler geliyor?

Bahsettiğim gibi, öncelikle inşaat, gıda işleme, profesyonel hizmetler gibi hizmet sağlayıcılar ve konaklama, oteller, restoranlar ve finansal hizmetler gibi diğer alanlar. Özel sektörümüzün iş yapması için uygun bir yasal çerçeve oluşturmayı başardık. Bu daha fazla kullanılmalıdır. İş dünyamızı bu anlaşmanın yararları konusunda bilinçlendirmek hükümet olarak bizim görevimizdir. Artık her iki tarafın ihracatçıları da birçok sektörde gümrük vergisi olmadan ürün ihraç edebiliyor.

Her iki ülke de gümrüksüz ihracat yapabilir mi?

Evet, anlaşmanın hüküm ve koşullarına göre.

Belirli sektörlerle sınırlı mı?

Çoğu sektörü kapsıyor. Ek olarak, yenilenebilir enerji, sürdürülebilir kalkınma ve yeni ekonomiyle ilgili diğer alanlar gibi her iki taraf için de önemli olan alanlarda daha fazla işbirliği için bir başlangıç noktası olarak kabul edilen, daha önce imzalanan mutabakat anlaşmaları da mevcut. Bu Mutabakat Zaptı ve her iki taraf arasında imzalanan Kapsamlı Ekonomik Ortaklık Anlaşması aracılığıyla bu alanlarda daha fazla işbirliği yapabilir, ticaret ve yatırımın arttığını görebiliriz.

Sanırım geçen yıl bu Mutabakat Zaptı’nın toplamı neredeyse 50 milyar dolardı. Şu ana kadar bunun hangi kısmı uygulandı veya bir girişim var mı?

Her iki taraf da bu anlaşmalardan bazılarını uygulamaya çalışıyor. Halihazırda başlatılan ve uygulanan çok sayıda Mutabakat Anlaşması var. İşler yolunda gidiyor ve ilerleme için özel bir izleme süreci var. Her şeyin bu Mutabakat Zaptı’na ve liderlerimizin vizyonuna göre sorunsuz ilerlemesini sağlamak istiyoruz.

Neredeyse bir yıl oldu değil mi?

Evet. Bu Mutabakat Zaptı’nda pek çok farklı sektör vardı. BAE’nin gelip Türk özel savunma sektörüne yatırım yapması Türkiye’de çok konuşuldu. Daha önce de açıkladığım gibi her alanda yatırım daha da kolaylaşacak. Her iki taraftaki yatırımcılar daha iyi iletişim kurabilecek ve anlaşmaları daha verimli bir şekilde imzalayabilecek. Her iki taraf arasında yakın gelecekte yapılabilecek birçok şey var. Bir hükümet temsilcisi olarak her iki özel sektörü de daha fazla çalışmaya ve yeni fırsatları keşfetmeye teşvik etmek benim için önemli. BAE’nin ayrıca dünya çapında birçok ülkeyle imzaladığı anlaşmalar Türk yatırımcılar için altın bir fırsat teşkil ediyor. BAE pazarlarında faaliyet gösterdikten sonra, ticari anlaşmalar imzaladığımız diğer pazarlarda da işlerini genişletebilirler. BAE’nin bu anlaşmaları imzalama konusunda neler yaptığının farkında olduğunuza eminim. Afrika, Latin Amerika ve Asya’da birçok ülkeyle anlaşma imzaladık. Türk şirketleri BAE pazarında faaliyet gösterdiklerinde bundan faydalanacak. BAE’deki gelişmiş altyapı, Türk ürünlerinin diğer pazarlara daha iyi taşınmasına yardımcı olacak. Türk sanayisinin BAE üzerinden uluslararası alanda genişlemesine destek olacak bir platform.

Normalleşme sonrasında Katar’la ticari ilişkileriniz iyi mi? Katar’la pozisyonunuz nedir?

Ekonomik açıdan bakıldığında herkesle her zamanki gibi iş yapıyoruz. Katar dahil tüm Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ülkeleriyle çok iyi ticari ilişkilerimiz var. İkili ticaretimizde artışa tanık olduk. Körfez İşbirliği Konseyi üyeleri arasındaki iç ticareti geliştirmeye yönelik Körfez İşbirliği Konseyi düzeyinde de çabalar var. Bildiğiniz gibi gümrük birliğimiz var, ekonomik anlaşmalarımız var ve son dönemde liderlerimiz arasında yapılan ziyaretler ekonomik gündemimize olumlu katkı sağladı. Yakın zamanda Doha’ya gittik, Körfez İşbirliği Konseyi ticaret bakanları toplantılarından bazılarına ev sahipliği yaptık ve çok iyi sonuçlar elde ettik. Yani işler çok iyi gidiyor.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English