Bizi Takip Edin

DİPLOMASİ

Henry Kissinger: Çin’de rejim değişikliği hedeflememeliyiz

Yayınlanma

The Economist, 27 Mayıs’ta 100 yaşını bitirecek eski ABD Dışişleri Bakanı ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Henry Kissinger ile bir mülakat yaptı.

Devlet görevlerinin yanı sıra birçok başkana ve devlet başkanına ‘danışmanlık’ yapan Kissinger, dünyanın ABD ile Çin’in öznesi olduğu bir büyük güç hesaplaşmasına doğru gittiğini ileri sürüyor.

Her iki tarafın da birbirini ‘stratejik tehdit’ olarak gördüğünün altını çizen Kissinger, Çin ve Amerika’nın teknolojik ve ekonomik üstünlük için yoğunlaşan rekabetinden endişe duyuyor.

Yapay zekanın bu rekabeti güçlendirmesinden korkan Kissinger, “Birinci Dünya Savaşı öncesindeki klasik durumdayız,” diyor ve ekliyor: “İki tarafın da fazla siyasi taviz marjının olmadığı ve dengenin herhangi bir şekilde bozulmasının feci sonuçlara yol açabileceği bir durumdayız.”

The Economist, Vietnam savaşındaki rolü nedeniyle eski bakanın ‘savaş kışkırtıcısı’ olarak görüldüğünü hatırlatıyor ama dergiye göre Kissinger, “büyük güçler arasındaki çatışmaların önlenmesini hayatının odak noktası olarak görüyor.” Ona göre insanlığın kaderi ABD ve Çin’in iyi geçinip geçinemeyeceğine bağlı ve özellikle yapay zekanın hızlı ilerlemesinin, onlara bir yol bulmak için sadece beş ila on yıl bıraktığına inanıyor.

Çin’i anlamak

Kissinger’a göre savaştan kaçınmak için başlangıç noktası Çin’in artan huzursuzluğunu analiz etmek. Pekin’e karşı ‘uzlaşmacı’ bir tavır sergilemesiyle bilinmesine rağmen, birçok Çinli düşünürün ABD’nin inişte olduğuna ve ‘bu nedenle, tarihi bir evrimin sonucu olarak, eninde sonunda ABD’nin yerini alacaklarına’ inandıklarını kabul ediyor.

Kissinger Çin liderliğinin, Batılı politika yapıcıların küresel kurallara dayalı bir düzenden bahsetmelerine, gerçekte kastettikleri Amerika’nın kuralları ve Amerika’nın düzeni olduğu için, kızdığına inanıyor.

Çin’in yöneticileri, Batı tarafından önerilen, Çin’in ‘uslu durması halinde ona ayrıcalıklar tanınması’ şeklindeki küçümseyici pazarlıktan rahatsız. Çin’de bazıları ABD’nin kendilerine eşit davranacağını düşünmenin aptallık olduğundan şüpheleniyor.

Çin, ‘Hitlervari’ bir dünya egemenliği peşinde değil

Bununla birlikte Kissinger, ‘Çin’in hırslarının yanlış yorumlanmaması’ konusunda da uyarıyor. Washington’da, Çin’in dünya hakimiyeti istediğini düşünenler olduğunu belirten eski bakan, “Hitlervari bir anlamda dünya hakimiyeti peşinde değiller. Dünya düzenini bu şekilde düşünmüyorlar ya da hiç düşünmediler,” diyor.

“Nazi Almanyası’nda savaş kaçınılmazdı çünkü Adolf Hitler’in buna ihtiyacı vardı,” diyen Kissinger, Çin’in farklı olduğuna inanıyor. Mao Zedong’dan başlayarak pek çok Çinli liderle görüşen Kissinger, bu liderlerin ideolojik bağlılıklarından şüphe duymasa da, bu bağlılığın her zaman ‘ülkelerinin çıkarları ve yetenekleri konusunda keskin bir anlayışla birleştiği’ni kabul ediyor.

‘ABD ve Çin bir arada yaşayabilir’

Çin’in sistemini Marksist olmaktan çok Konfüçyüsçü olarak gören Kissinger, 

bu sistemin Çinli liderlere ülkelerinin ulaşabileceği maksimum güce ulaşmayı ve başarılarından dolayı saygı görmeyi öğrettiğini savunuyor. Ona göre Çinli liderler uluslararası sistemde kendi çıkarlarının nihai hakimi olarak tanınmak istiyorlar: “Eğer gerçekten kullanılabilecek bir üstünlük elde etselerdi, bunu Çin kültürünü dayatma noktasına kadar götürürler miydi? Bilemiyorum. İçgüdülerim hayır diyor…[Ama] diplomasi ve güç kombinasyonuyla böyle bir durumun ortaya çıkmasını engellemenin bizim kapasitemiz dahilinde olduğuna inanıyorum.”

Kissinger, “Çin ve ABD’nin birbirleriyle topyekûn savaş tehdidi olmadan bir arada yaşamaları mümkün mü? Ben bunun mümkün olduğunu düşündüm ve hâlâ da düşünüyorum,” diyor ama başarının garanti olmadığını da kabul ediyor. Kissinger bu nedenle, başarısızlığı sürdürebilmek için askeri açıdan güçlü olmak gerektiğini düşünüyor.

Tayvan meselesinde karşılık geri adım ihtiyacı

Donald Trump’ın ticaret konusunda Çin’den taviz kopararak ‘sert imajını şişirmek’ istediğini düşünen Kissinger, Biden yönetiminin politikada ‘liberal bir söylemle’ Trump’ın izinden gittiğini belirtiyor.

Eski bakan, Tayvan konusunda bu yolu seçmeyeceğini çünkü orada Ukrayna tarzı bir savaşın adayı yok ederek dünya ekonomisini harap edeceğini söylüyor. Ona göre savaş aynı zamanda Çin’i içeride de geriletebilir ve liderlerin en büyük korkusu içerideki karışıklıklardır.

Eski bakana göre her iki tarafın da taviz verecek fazla alanı yok ve her Çinli lider ülkesinin Tayvan’a olan bağlılığını dile getirmiştir. Fakat aynı zamanda, “işlerin şu anda aldığı şekle bakılırsa, ABD’nin başka yerlerdeki pozisyonunu zayıflatmadan Tayvan’ı terk etmesi kolay bir mesele değil.”

Kissinger, her iki tarafın da bu konuda itidalli davranması gerektiğini ve bunu Tayvan konusundaki tutumlarını değiştirmeden de yapabileceklerini savunuyor. Bu açıdan Tayvan, ‘süper güçlerin ortak bir zemin bulabilecekleri ve böylece küresel istikrarı teşvik edebilecekleri birkaç alandan ilki’ olabilir.

Kissinger ‘rejim değişikliği’ne karşı

Çin ile ticaret söz konusu olduğunda ABD yönetimini ‘şahinlerin’ ele geçirdiğini kaydeden Kissinger, ya hep ya hiç tavrının daha geniş kapsamlı yumuşama arayışları için tehdit oluşturduğunu vurguluyor. Ona göre eğer Amerika Çin ile birlikte yaşamanın bir yolunu bulmak istiyorsa, rejim değişikliğini hedeflememelidir.

Bazı Amerikalılar yenilmiş bir Çin’in ‘demokratik ve barışçıl’ olacağına inansa da Kissinger Çin’de komünizmin çökmesinin ideolojik çatışmaya dönüşen bir iç savaşa yol açmasının ve küresel istikrarsızlığı arttırmasının daha muhtemel olduğunu düşünüyor ve ekliyor: “Çin’i çözülmeye sürüklemek bizim çıkarımıza değil.” Bu durumda ABD, kendi kuyusunu kazmak yerine Çin’in de çıkarları olduğunu kabul etmek zorunda kalacaktır.

Kissinger, Ukrayna’nın bu konuda iyi bir örnek olduğunu düşünüyor.

Çin’in Ukrayna diplomasisine şans tanınmalı

Kimilerinin, Çin lideri Şi Cinping’in Ukrayna lideri Volodimir Zelenski’yi telefonla aramasını ‘boş bir jest’ olarak görmesine karşı çıkan Kissinger bunu, savaşı çevreleyen diplomasiyi karmaşıklaştıracak, ama aynı zamanda süper güçlerin karşılıklı güvenini inşa etmek için fırsat yaratabilecek ciddi bir niyet beyanı olarak görüyor.

Ukrayna savaşı nedeniyle ilk başta Rusya lideri Vladimir Putin’i suçlayan ve ‘feci bir muhakeme hatası’ yaptığını öne süren Kissinger, dikkat çekici bir biçimde Batı’nın da suçsuz olmadığını hatırlatıyor: “Ukrayna’nın NATO üyeliğini… ucu açık bırakma kararının çok yanlış olduğunu düşünüyorum.” Ona göre bu karar istikrarsızlaştırıcıydı, çünkü NATO koruması vaadinin, bunu gerçekleştirecek bir plan olmaksızın askıya alınması, bir yandan Ukrayna’yı savunmasız bırakırken, diğer yanda sadece Putin’i değil, birçok Rus’u da öfkelendirmeyi garantiledi.

Barışın toprak düzenlemeleri ile kurulma ihtimali

Kissinger, Rusya’nın 2014’te Ukrayna’dan kopardığı toprakların mümkün olduğunca çoğundan vazgeçmesini istediğini söylüyor, fakat herhangi bir ateşkeste Rusya’nın en azından Sivastopol’u elinde tutmasınun muhtemel olduğunu da kabul ediyor. Bu durumda, Rusya’nın bazı kazanımlarını kaybedip diğerlerini elinde tuttuğu böyle bir çözüm, hem memnuniyetsiz bir Rusya hem de memnuniyetsiz bir Ukrayna bırakabilir.

Bunun, gelecekteki çatışmalar için bir reçete olduğunu düşünüyor ve şöyle diyor: “Avrupalıların şu anda söyledikleri bana göre son derece tehlikeli. Çünkü Avrupalılar şöyle diyor: ‘Onları NATO’da istemiyoruz, çünkü çok riskliler. Bu nedenle onları silahlandıracağız ve onlara en gelişmiş silahları vereceğiz.’ Ukrayna’yı öyle bir noktaya kadar silahlandırdık ki, Avrupa’nın en iyi silahlanmış ve stratejik açıdan en az deneyimli liderliğine sahip ülkesi olacak.”

Kissinger’a göre Avrupa’da kalıcı bir barış tesis etmek için Batı’nın iki ‘hayal gücü sıçraması’ yapması gerekiyor. Birincisi, Ukrayna’nın NATO’ya katılması ve böylece hem Rusya’yı dizginlemesi hem de koruması. İkincisi ise Avrupa’nın istikrarlı bir doğu sınırı yaratmanın bir yolu olarak Rusya ile yakınlaşmayı tasarlaması.

Çin ile Rusya ‘doğal müttefik’ değil

Şi’nin Zelenski’yi aramasının ardından Kissinger, Çin’in Rusya ve Ukrayna arasında arabuluculuk yapmak üzere konumlanabileceğine inanıyor. ABD ve Çin’i Sovyetler Birliği ile karşı karşıya getiren politikanın mimarlarından biri olarak, Çin ve Rusya’nın birlikte iyi çalışabileceğinden şüphe duyuyor. Bu iki devletin birbirlerine karşı ‘içgüdüsel bir güvensizlik’ duyduklarını öne süren Kissinger, “Çin hakkında iyi bir şey söyleyen bir Rus liderle hiç karşılaşmadım. Ben de Rusya hakkında iyi bir şey söyleyen bir Çinli liderle hiç karşılaşmadım,” diyor ve bu iki ülkenin ‘doğal müttefik’ olmadığını savunuyor.

Çin’in Ukrayna diplomasisine ulusal çıkarlarının gereği olarak girdiğini belirten Kissinger, Rusya’nın yok edilmesine karşı çıksa da Ukrayna’nın bağımsız bir ülke olarak kalması gerektiğini kabul ettiğini söylüyor. “Hatta Ukrayna’nın NATO’ya katılma isteğini bile kabul edebilirler,” iddiasında bulunan eski bakan, Pekin’in bunu kısmet Washington ile çatışmak istemediği için yaptığını, yapabildikleri ölçüde de kendi dünya düzenlerini yarattıklarını belirtiyor.

Yapay zeka tehdidine vurgu

Kissinger’a göre Çin ve ABD’nin konuşması gereken ikinci alan ise yapay zeka. Kissinger yapay zekanın beş yıl içinde güvenlikte kilit bir faktör haline geleceğine inanıyor. Onun yıkıcı potansiyelini, matbaanın icadıyla karşılaştırıyor.

Kissinger ‘eşi benzeri görülmemiş bir yıkıcılık dünyasında yaşıyoruz’ diye uyarıyor ve ekliyor: “Askeri tarihe bakarsanız, coğrafya ve kesinlik sınırlamaları nedeniyle tüm rakiplerinizi yok etmenin hiçbir zaman mümkün olmadığını söyleyebilirsiniz. Şimdi ise hiçbir sınırlama yok. Her düşman %100 savunmasızdır.”

Kissinger, bu konuda ABD ve Çin’in birbiriyle görüşmesi ve kabiliyetleri hakkında kontrol edilebilir malzemeler temin ederek silah kontrolüne gidilebileceğini düşünüyor.

ABD için model ülke: Hindistan

Kissinger, tüm bu hedeflerin iç politika ile de birleştirilmesi gerektiğini savunuyor. Amerika için bu, ‘nasıl daha pragmatik olunacağını öğrenmeyi, liderlik niteliklerine odaklanmayı ve hepsinden önemlisi ülkenin siyasi kültürünü yenilemeyi’ içeriyor.

Kissinger, pragmatik düşünme modeli olarak Hindistan’a işaret ediyor. Eski bir Hintli üst düzey yöneticinin, dış politikanın bir ülkeyi büyük çok taraflı yapılara bağlamak yerine, sorunlara yönelik kalıcı olmayan ittifaklara dayanması gerektiğini söylediğini hatırlıyor.

Ünlü diplomat, ‘Diplomasi’ başlıklı eserinde ABD’nin tüm dış siyaset tarihinin dünyayı kendi imajında yeniden inşa etme faaliyeti olarak tanımlamıştı. Bu nedenle Kissinger’a göre Hintli yöneticinin yaklaşımı ABD’lilere ‘doğal’ gelemeyecektir. Kissinger için sorun, ahlaki ilkelerin, arzu edilen bir değişim yaratmayacak olsalar bile, çoğu zaman çıkarların önüne geçmesi. Eski bakan ‘insan hakları’nın önemli olduğunu kabul ediyor ama bunları siyasetin merkezine koymaya katılmıyor. “Sudan’da [bunları dayatmayı] denedik. Şimdi Sudan’a bakın,” diyor.

Doğru olanı yapma konusundaki aceleci ısrarın, politikanın sonuçlarını düşünememek için bir bahane haline gelebileceğini söylüyor. Kissinger, bugün dünyayı değiştirmek için güç kullanmak isteyenlerin genellikle idealistler olduğunu ve realistlerin de içgüdüsel olarak onlara katıldığını savunuyor.

Hindistan ve Japonya’nın, ABD’nin pragmatizmini geliştirme yönünde bir test olacağını düşünen Kissinger, Tokyo yönetiminin 5 yıl içerisinde nükleer silah elde etmesi durumunda ilişkilerin gerginleşeceğine inanıyor.

ABD’nin iç meselesi: Uzun erimli stratejik düşünmeden yoksunluk

ABD’nin uzun erimli stratejik düşünmeye ihtiyacı olduğunu savunan Kissinger, ülkede bir siyasi kültür, eğitim ve liderlik sorunu olduğunu düşünüyor. “Stratejik bir görüş elde etmek için ülkenize inancınızın olması gerekir,” diyen Kissinger, birçok Cumhuriyetçi gibi Amerikan eğitiminin ülkenin ‘en karanlık anlarına’ odaklanmasından endişe duyuyor ve Amerika’nın değerine ilişkin ortak algının yitirildiğine inanıyor.

Kissinger, uzun erimli stratejik düşünme sorunu çözülemezse ABD’nin başarısız olduğuna yönelik tahminlerin doğru çıkacağı uyarısında bulunuyor ve ekliyor: “Hepimiz yeni bir dünyada olduğumuzu kabul etmek zorundayız.”

DİPLOMASİ

Almanya-Polonya gerilimi: Tusk, Potsdam ziyaretini iptal etti

Yayınlanma

Polonya Başbakanı Donald Tusk, iki ülke arasındaki ilişkilerin kötüleşmesi üzerine bu hafta içinde yapmayı planladığı Almanya ziyaretini iptal etti.

Alman M100 Sanssouci Colloquium kuruluşuna göre Tusk, “demokrasi, ifade ve basın özgürlüğü ile Avrupa anlayışını güçlendirmeye kendini adamış şahsiyetlere” verilen M100 Medya Ödülünü almak üzere Potsdam’a gidecekti.

Fakat Tusk, iç işlerini gerekçe göstererek seyahatini son anda iptal etti ve yerine Adalet Bakanı Adam Bodnar seyahat edecek. Tusk’ın onuruna bir konuşma yapması beklenen Alman Şansölyesi Olaf Scholz da törene katılmayacak.

Organizatörler, “Şansölye Olaf Scholz’un programındaki çakışmalar nedeniyle M100 Medya Ödülüne katılımını iptal etmek zorunda kalmasından derin üzüntü duyuyoruz. Başbakan Donald Tusk da önemli ulusal taahhütleri nedeniyle törene şahsen katılamayacaktır,” denildi.

Alman yetkililer, Kuzey Akım soruşturmasını Polonya’nın sabote ettiğini ileri sürdü

Tusk ile birlikte Viosa Osmani’ye de ödül verilecekti

Programda eski Almanya Cumhurbaşkanı Joachim Gauck ve eski Almanya Savunma Bakanı Rudolf Scharping konuşma yapacak.

Daha önceki M100 Medya Ödülü sahipleri arasında İran’daki Kadınların Yaşam Özgürlüğü Hareketi, Ukrayna halkı, Aleksey Navalnıy ve Mario Draghi yer alıyor.

Potsdam Belediye Başkanı Mike Schubert’in daha önce “demokratik, özgür toplumumuzun önemli bir savunucusu” olarak tanımladığı Tusk, Kosova Cumhurbaşkanı Viosa Osmani ile birlikte ödül alacaktı.

Schubert, Tusk’ın “otokrasiye karşı yorulmak bilmeden verdiği mücadele” nedeniyle onurlandırıldığını, Osmani’nin ise “uzun süredir çatışmaların yaşandığı bir bölgede genç bir demokrasiyi savunmak için gösterdiği kararlılık ve öngörü” nedeniyle onurlandırılacağını söyledi.

Spiegel: Kuzey Akım sabotajının zanlısı Ukrayna’ya elçiliğin yardımıyla kaçtı

Sebep Kuzey Akım soruşturması mı?

Tusk’ın Almanya gezisini iptal etme kararının kesin nedeni ve ilk iptal edenin Tusk mı yoksa Scholz mu olduğu belirsizliğini koruyor.

Almanya-Polonya ilişkileri, politikaları genellikle Alman karşıtlığı tarafından yönlendirilen Hukuk ve Adalet (PiS) yönetimi altında dibe vurmuştu. Tusk’ın iktidara gelmesiyle bu ilişkilerin düzelmesi bekleniyordu.

Kısmen Alman kökenli olan (büyükannesi Alman’dı) ve bir zamanlar eski Şansölye Angela Merkel ile dostluğuyla bilinen Tusk, PiS tarafından sık sık “Berlin’in hizmetkarı” olmakla suçlanıyordu.

Fakat Varşova ve Berlin arasındaki ikili ilişki son haftalarda daha soğuk bir hal aldı. Konu hakkında bilgi sahibi kaynakların Euractiv’e aktardığına göre bu soğukluğun başlıca nedeni Kuzey Akım boru hatları meselesi.

Berlin’in Kuzey Akım 2 sabotajına neden olduğundan şüphelenilen Polonya’da yaşayan bir Ukrayna vatandaşının tutuklanması talebi Polonya tarafından reddedildi ve hatta Tusk geçen ay Almanya’ya seslenerek, “Kuzey Akım 1 ve 2’nin tüm girişimcilerine ve destekçilerine”, “bugün yapmaları gereken tek şeyin özür dilemek ve sessiz kalmak” olduğunu söyledi.

Eski BND Direktörü, Duda ve Zelenskiy’i Kuzey Akım sabotajında işbirliği yapmakla suçladı

Okumaya Devam Et

DİPLOMASİ

Suudi Arabistan Sanayi Bakanı: Petroyuan ve Çin’le daha yakın ilişkilere açığız

Yayınlanma

Suudi Arabistan’dan üst düzey bir yetkili, petrol zengini Orta Doğu ülkesi ekonomisini çeşitlendirmeye çalışırken elektrikli araçlar (EVs), C919 yolcu uçağı ve yenilenebilir enerji altyapısı gibi Çin ürünlerini bünyesine katmaya ve ülkenin ham petrol anlaşmalarında yuan kullanımı da dahil olmak üzere “yeni fikirlere açık” olduğunu söyledi.

South China Morning Post’un haberine göre, Suudi Arabistan Sanayi ve Maden Kaynakları Bakanı Bandar Al-khorayef, cumartesi günü Hong Kong’da verdiği bir röportajda “Petroyuan [bakanlık] için önemli değil, Suudi Arabistan’ın kendi çıkarına en uygun olanı yapacağına inanıyoruz … ancak Suudi Arabistan’ın her zaman yeni şeyler deneyeceğini ve yeni fikirlere açık olduğunu düşünüyorum ve siyaseti ticaretle karıştırmamaya çalışıyoruz” dedi.

Petroyuan’ın (Çin’in para biriminin sınır ötesi ham petrol anlaşmalarında kullanılmasının kısaltması) daha geniş çapta benimsenmesi, yuanın uluslararasılaşması için bir sonraki adım ve küresel emtia piyasalarında her zaman var olan ABD dolarına bir meydan okuma olarak görülüyor.

Para biriminin kullanımı – Çin’in en büyük ham petrol ithalat kaynağı olan Rusya ile ticaretin yanı sıra – Moskova’nın Şubat 2022’de Ukrayna müdahalesiyle ABD doları sisteminin dışında kalmasının ardından arttı.

Pekin aynı zamanda yuanın uluslararası ticaretteki erişimini daha da ilerletiyor. Kasım 2023’te Suudi Arabistan ile 50 milyar yuan (7,1 milyar ABD Doları) değerinde üç yıllık bir para birimi takas anlaşması imzaladı ve ticaret ortaklarıyla yerel para birimi üzerinden ödeme yapmayı tercih ettiğini gösterdi.

ABD dolarının petrodolar olarak bilinen petrol ticaretindeki yaygınlığı, küresel rezerv para birimi statüsünün önemli bir dayanağı.

Khorayef, “İzleme politikamız Suudi riyali ile [ABD] doları arasında dengeli bir döviz kuruna sahip olmaya dayanıyor,” dedi ve ekledi: “Bu bize planlama ve rekabet için büyük bir fırsat veriyor ama en önemlisi ülkemize yatırım yapacak yatırımcılarımıza döviz riskinden korunma olanağı sağlıyor.”

Suudi bakan ülkesinde petroyuan’ın işlemlerde kullanılmasına yönelik “olumlu” bir hava olduğunu ifade etse de bunun ne zaman gerçekleşeceğine dair bir takvim vermedi.

“Ticari açıdan bakıldığında, bir tedarikçi ile bir müşteri arasında, sahip oldukları özgürlükle böyle bir düzenlemenin yapılabileceğini düşünüyorum. Bu bizim politika açısından bakacağımız bir şey değil” ifadelerini kullandı.

Suudi Arabistan, Çin’in ikinci en büyük ham petrol ithalat kaynağı. Alımlar 2023’te yıllık %1,8 düşüşle 86 milyon tona gerileyerek Rusya’nın 107 milyon tonluk alımının önemli ölçüde altında kaldı.

S&P Global Ratings’ in ağustos ayında yayınladığı bir raporda, Çin ve Suudi Arabistan arasındaki ekonomik ilişkilerin derinleşmesinin petrol alımlarında yuan kullanımını artıracağı, ancak bu işlemlerin kârlı hale gelmesinin zaman alacağı belirtilmişti.

Riyad, Vizyon 2030 girişimi kapsamında ekonomisini çeşitlendirmek ve Orta Doğu’da bir sanayi merkezi haline gelmek isterken Çinli şirketler de ABD öncülüğündeki çevreleme çabalarının kapsamı genişledikçe alternatif pazarlar keşfetmeye istekli. Bu gelişmeler iki ülke arasında daha yakın ilişkileri beraberinde getirdi.

Khorayef, Singapur ve Guangzhou’yu da kapsayan bir haftalık Asya turunun son durağı olan Hong Kong ile birlikte Çin’i ziyaret eden en son üst düzey Suudi yetkili oldu.

Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mao Ning pazartesi günü yaptığı açıklamada Başbakan Li Qiang’ın Yüksek Düzeyli Çin-Suudi Ortak Komitesi’nin dördüncü toplantısına başkanlık etmek üzere Suudi Arabistan’a gideceğini ve 10-13 Eylül tarihleri arasında bu ülkenin yanı sıra Birleşik Arap Emirlikleri’ni de ziyaret edeceğini duyurdu.

Bakan, metal, ilaç, akıllı şehirler, robotik ve yenilenebilir enerji gibi pek çok alanda, özellikle Çin yatırımı şeklinde, daha fazla işbirliği beklediğini söyledi.

Havacılık cephesinde ise Khorayef, Suudi Arabistan’ın geliştirilmiş alüminyumu için yüksek değerli uygulamalar ararken Çin’dekiler de dahil olmak üzere çok sayıda havacılık tedarikçisiyle görüştüğünü söyledi.

Suudi Arabistan’ın endüstri düzenleyicisi olan Sivil Havacılık Genel İdaresi, havacılık endüstrisinin yerelleştirilmesi ve yerel tedarik zincirinin geliştirilmesi amacıyla mayıs ayında Commercial Aircraft Corporation of China (Comac) ile bir mutabakat anlaşması imzaladı.

“Suudi Arabistan önümüzdeki 25 yıl boyunca uçak alıcısı olacak. Gördüğümüz büyümeye bakılırsa, kesinlikle birden fazla tedarikçiye bakacaklar” dedi.

Körfez ülkesi ayrıca ocak ayında 182 milyon ABD doları tutarında bir keşif teşvik programı oluşturarak geniş fosfat, altın, bakır ve boksit rezervlerinden yararlanarak madencilik sektörünü genişletmeye çalışıyor.

Khorayef, “Suudi Arabistan minerallerdeki doğal kaynaklarını yüksek değerli ürünlere dönüştürmek istiyor,” dedi.

“Titanyum üzerinde de çalışıyoruz ve titanyum üretimimizi genişlettik. Bu, çok az oyuncunun yer aldığı ve küresel çapta büyük bir talebin olduğu bir proje ve bu nedenle Suudi Arabistan’ın bu çok kritik sektörlere önemli bir katkıda bulunabileceğine inanıyoruz” diye ekledi.

Okumaya Devam Et

AMERİKA

Venezuelalı muhalif, İspanya’ya sığınmadan önce haftalarca Hollanda elçiliğinde saklanmış

Yayınlanma

Hollanda’nın, Venezuela muhalefetinin seçimlerdeki başkan adayı Edmundo González’i pazar günü İspanya’ya kaçmadan önce altı hafta boyunca Caracas’taki Hollanda Büyükelçiliğinde gizlice barındırdığı ortaya çıktı.

González’e İspanya’da siyasi sığınma hakkı verildi. Venezuelalı yetkililer Nicolás Maduro’nun üçüncü dönem için yeniden seçildiğini ilan etmiş ve González’in gözaltına alınmasını emretmişti.

Hollanda Dışişleri Bakanı Caspar Veldkamp pazar günü parlamentoya gönderdiği mektupta, “Seçimlerin ertesi günü acil talebi üzerine González’i Hollanda’nın Caracas’taki maslahatgüzarının konutunda gerektiği sürece misafir etmeye karar verdim,” dedi.

Veldkamp, bu ayın başlarında González’in konuttan ayrılmak ve “mücadelesine İspanya’dan devam etmek” istediğini de sözlerine ekledi.

Bakan, göstericilerin yanı sıra Venezuela muhalefetinin üyelerinin de güvenliklerinden endişe ettiğini savundu ve “Seçimlerden bu yana bir kısmı tutuklandı ve bazılarından o zamandan beri haber alınamıyor,” iddiasında bulundu.

RTL’nin aktardığına göre bakan, bakanlıktaki küçük bir memur grubuna danıştıktan sonra González’in sığınmasına yeşil ışık yaktı.

Veldkamp RTL’ye verdiği demeçte, “Hollanda Krallığı Venezuela’da insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğünün yeniden tesis edilmesine olan bağlılığını sürdürmektedir,” dedi.

İspanya, González’in Madrid’e indiğini doğruladı

ABD ve diğer ülkeler González’in başkanlık oylamasını kazandığını iddia ediyor. Seçimlerin ardından Venezuela’da ülke çapında protestolar patlak vermiş, hükümet 2.400 protestocuyu gözaltına almış ve önde gelen dört muhalif siyasetçiyi tutuklamıştı.

İspanya, Edmundo González’in, temmuz ayındaki tartışmalı başkanlık seçimleriyle ilgili olarak kendisini “terörizm, komplo ve diğer suçlarla itham eden” bir tutuklama emriyle ülkesinden kaçtıktan sonra pazar günü öğleden sonra Madrid’e geldiğini söyledi.

İspanya Dışişleri Bakanlığından yapılan açıklamaya göre González, eşi ve İspanyol yetkililer Torrejon de Ardoz askeri hava üssüne iniş yaptı. CNN’in edindiği bilgiye göre González şu anda İspanya’dan sığınma talep ediyor.

Venezuela: González’in dosyasını kapatacağız

Venezuela Başsavcısı Tarek William Saab pazar günü CNN’e yaptığı açıklamada, yetkililerin González’in ülkeden ayrılmasının ardından aleyhindeki davayı kapatacaklarını söyledi.

Saab, “Edmundo González’in avukatıyla birlikte önümüzdeki günlerde bu davayı adli olarak kapatmak için şekil, zaman ve yer belirleyeceğiz,” dedi.

Bir gün önce Venezuela Başkan Yardımcısı Delcy Rodriguez yaptığı açıklamada González’in “ülkeyi terk ettiğini ve İspanya’dan siyasi sığınma talebinde bulunduğunu” söylemişti.

Başkan Yardımcısı, González’in İspanya’nın başkent Caracas’taki büyükelçiliğinde “gönüllü mülteci” olarak kaldığını ve Venezuela’nın “ülkenin huzuru ve siyasi barışı için” ayrılmasına izin verdiğini de sözlerine ekledi.

Blinken: González’in gidişi anti-demokratik tedbirlerin sonucu

ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken pazar günü yaptığı açıklamada González’in ayrılışının “anti-demokratik tedbirlerin doğrudan sonucu” olduğunu ileri sürdü.

Blinken, “Seçim sonuçları ve halkın iradesi Maduro ve Venezuela seçim yetkilileri tarafından bir kenara atılamaz. González Urrutia’nın Venezuela’da özgürlük ve demokrasinin yeniden tesisi için mücadeleye devam etme çağrısının yanındayız,” dedi.

González pazar günü yaptığı açıklamada, ülkeden ayrılmasına izin verilmeyeceğine dair “baskı ve tehditlere” rağmen ülkeden ayrıldığını söyledi fakat bu tehditleri kimin yaptığını açıkça belirtmedi.

Basın ekibi tarafından CNN ile paylaşılan sesli bir notta Gonzalez, “çok yakında Venezuela’da özgürlük ve demokrasi için mücadeleye devam edeceğine” inandığını söyledi ve takipçilerine dayanışma mesajları için teşekkür etti.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English