Bizi Takip Edin

AMERİKA

ABD’nin kritik seçimi: Başkanlık yarışında son tablo

Yayınlanma

2024 ABD başkanlık seçimlerinde Donald Trump ve Kamala Harris arasındaki yarış giderek kızışıyor. Anketlerde başa baş giden adaylar arasındaki mücadele, özellikle salıncak eyaletlerde kritik bir noktaya ulaşmış durumda.

1787’de sosyetik Elizabeth Powell‘ın gelecekteki Birleşik Devletler’in nasıl bir yönetime sahip olacağını -cumhuriyet mi yoksa monarşi mi- sorması üzerine Kurucu Babalardan Benjamin Franklin, “Cumhuriyet, eğer onu koruyabilirseniz,” yanıtını vermişti. O tarihten bu yana, Amerika Birleşik Devletleri‘nde demokrasinin en azından resmi düzeyde “hayatta kalma” kabiliyeti hiç sorgulanmamıştı.

5 Kasım 2024‘te Amerika Birleşik Devletleri’nin 47. başkanının seçileceği seçimler gerçekleşecek.

Mevcut kampanya sürecinde demokrasi teması, başkanlığın iki ana adayı olan eski Cumhuriyetçi Başkan Donald Trump ve Demokrat Başkan adayı Kamala Harris‘in en çok vurguladığı konu haline geldi.

Trump, Demokratları idari kaynakları muhaliflerle mücadelede kullanmakla suçlarken, Harris ve destekçileri ise Cumhuriyetçileri açıkça faşist olmakla itham ediyor.

Güç dengesi

The New York Times‘ın (NYT) haberine göre, eylül ayından bu yana Trump 71 etkinliğe katılarak tüm salıncak eyaletler dahil 14 eyaleti ziyaret ederken, Harris 53 etkinliğe katılarak yedi salıncak eyaletten altısı dahil dokuz eyaleti ziyaret etti.

Trump altı bağış toplama etkinliği düzenlerken, Harris dört etkinlik gerçekleştirdi. Toplanan bağışlar açısından Harris, önemli bir üstünlük sağlamayı sürdürüyor.

Federal Seçim Komisyonu‘nun (FEC) en güncel verilerine göre, Harris’in eylül ayı bağış toplama miktarı rakibinin üç katına ulaştı.

Haberlere göre Harris 221,8 milyon dolar toplamayı başarırken, Trump aynı dönemde yalnızca 62,7 milyon dolar toplayabildi. Demokrat Parti’nin adayı “eldeki” fon miktarında Cumhuriyetçi rakibini geride bırakıyor.

Harris, temmuz sonunda yarışa girmesinden bu yana anketlerdeki avantajını da yitirmeye başladı. Örneğin, Eylül ayında yapılan 35 anketten sadece altısı Trump’a üstünlük sağlarken, üçü beraberliği gösterdi.

Harris’in ulusal ortalamadaki liderliği 1 Eylül’den 6 Ekim’e kadar yüzde 1,8’den yüzde 2,1’e yükseldi. Ancak ekim ayında yapılan 25 anketin şimdiden yedi tanesi eski başkanın lehine sonuçlandı.

Anket toplayıcısı Real Clear Politics‘e (RCP) göre, 23 Ekim itibarıyla Harris’in liderliği 0,3 puana geriledi.

Bu oran Demokratların zaferi için yeterli görünmüyor. Aynı tarihte, 2016’da eski Dışişleri Bakanı Hillary Clinton‘ın Trump’a karşı farkı 5,5 puandı.

2020 ekim sonunda, dönemin Demokrat Parti adayı Joe Biden (mevcut ABD başkanı) Trump’ın 8,1 puan önündeydi. Her iki aday da seçim gününe kadar avantajlarının bir kısmını kaybetti, ancak o zamanki göstergeler Harris’in şu anki durumundan çok daha yüksekti.

Clinton bile yüzde 2,1 daha fazla delege oyu kazanmış olmasına rağmen, Seçici Kurul’da yeterli çoğunluğu sağlayamadığı için kaybetmişti (kazanmak için en az 270 oy gerekiyor).

Başka bir deyişle, Harris’in Trump’ı halk oyunda geçmesi ancak yine de başkanlık seçimlerini kaybetmesi eşit derecede olası görünüyor.

Salıncak eyaletlerde son durum

Her şey salıncak eyaletlerde belirlenecek (toplam 93 seçmen oyu). FiveThirtyEight (538) adlı veri analiz kuruluşuna göre 24 Ekim itibarıyla Trump; Arizona‘da (1,8 puan), Georgia‘da (1,5 puan), Pennsylvania‘da (0,3 puan) ve Kuzey Carolina‘da (1,2 puan) önde. Harris ise Wisconsin‘de (0,2 puan), Michigan‘da (0,7 puan) ve Nevada‘da (0,1 puan) az farkla liderliğini sürdürüyor.

Bu verilere göre, bugün seçim yapılsa Trump 281, Harris ise 257 seçmen oyuna sahip olacak.

Financial Times ve Ross School of Business tarafından yapılan yeni bir ortak ankete göre, ekonomik konularda seçmenlerin yüzde 44’ü Trump’a, yüzde 43’ü ise Harris’e daha fazla güveniyor.

Eylül ayında yapılan benzer bir anket bu konuda Demokrat adayın avantajını -yüzde 44’e karşı yüzde 42- göstermişti.

Gallup‘un ekim ayında yaptığı bir ankete göre ekonomi, seçmenlerin oy tercihlerinde belirleyici bir faktör olmaya devam ediyor.

Ankete göre bu konuda Trump’a güvenenlerin oranı yüzde 54, Harris’e güvenenlerin oranı ise yüzde 45.

İktidar geçişi için tahminler

Her iki adayın başa baş gitmesine rağmen, bazı Amerikalı seçim uzmanları ve siyaset bilimciler öngörülerini paylaşmaktan çekinmiyor.

Son 10 ABD başkanlık seçiminin dokuzunu (2000 yılı hariç) doğru tahmin eden tarihçi Allan Lichtman, Eylül ayı başında Kamala Harris‘in 2024’te kazanacağını açıkladı.

Ünlü analist ve siyasi danışman Nate Silver, 23 Ekim’de The New York Times için kaleme aldığı köşe yazısında Trump’ın muhtemel zaferini öne sürdü: “İçimden bir ses Donald Trump‘ın kazanacağını söylüyor.”

Bununla birlikte, her iki adayın da neredeyse eşit performans göstermesinin, herhangi bir öngörüye güvenmeyi gereksiz kıldığını vurguladı.

Silver, Cumhuriyetçilerin zaferini destekleyen argümanlardan biri olarak Trump’ın “sessiz” seçmenlerini işaret etti.

Uzmana göre, kamuoyu araştırma şirketleri henüz bu seçmen kitlesine “ulaşamadı” ve bu nedenle hesaplamalarında yine yanılabilirler. Ancak anketlerin Harris’i de hafife alıyor olabileceğini belirtti.

Bu durumun olası bir nedeni, kuruluşların Trump’ın şansını doğru hesaplayamadıkları 2016 ve 2020’deki hatalarını tekrarlamama çabası olabilir.

Ayrıca Silver, kendi tahmin modelinin yedi kararsız eyaletin altısında bir adayın kazanma olasılığını yüzde 60 olarak öngördüğünü vurguladı.

Beraberlik senaryosu

ABD’deki pek çok gözlemci, iki adaydan hiçbirinin Seçici Kurul’da gerekli 270 oyu kazanamayacağı bir senaryoyu da göz ardı etmiyor.

Örneğin CNN, hem Trump hem de Harris’in 269’ar oya sahip olmasıyla sonuçlanacak üç farklı seçmen dağılımı kombinasyonu sundu. Böyle bir durumda başkanı seçme yetkisi “bir eyalet, bir oy” sistemiyle çalışan Temsilciler Meclisi‘ne geçiyor.

Dolayısıyla, iki adaydan hangisinin destekleneceğine eyalet delegasyonu karar veriyor. Bir adayın kazanabilmesi için en az 26 oya ihtiyacı var.

“269’a 269” senaryosunda başkan yardımcısı, ‘bir senatör, bir oy’ sistemiyle çalışan Senato tarafından seçilecek.

Temsilciler Meclisi 20 Ocak’a kadar bir başkan seçemezse, senatörler Meclis kararını verene kadar yeni bir başkan yardımcısını geçici devlet başkanı olarak atayabilecek.

Fakat başkan yardımcısı 20 Ocak’a kadar seçilemezse, ABD Anayasası’nın 20. değişikliği devreye girecek ve buna göre Temsilciler Meclisi Başkanı (şu anda Cumhuriyetçi Mike Johnson) geçici olarak başkanlık yetkilerini üstlenecek.

Yeni oluşumda hem Senato hem de Temsilciler Meclisi’nin başkan yardımcısını ve başkanı seçeceğini belirtmekte yarar var. Şu anda Cumhuriyetçiler Temsilciler Meclisi’nde, Demokratlar ise Senato’da çoğunluğa sahip.

2024 yılında Senato’nun üçte biri ve Temsilciler Meclisi’nin tamamı yeniden seçime gidecek. Dolayısıyla 3 Ocak 2025 tarihinde, güç dengesinin bugünkünden farklı olabileceği yeni bir Kongre göreve başlayacak.

Pek çok anket, Cumhuriyetçilerin Senato’da çoğunluğu elde etme şansı olduğunu gösteriyor.

Temsilciler Meclisi’nde ise durum daha belirsiz. Ancak The Economist‘in tahmin modeline göre, her iki durumda da (Cumhuriyetçiler ya da Demokratlar Meclis’i kazanırsa) zafer marjı dar olacak.

AMERİKA

Küba’nın cani komşusuyla başı yine dertte

Yayınlanma

Editörün notu: Küba, 1959’daki devrimden bu yana ABD’nin baskıcı politikalarıyla mücadele ediyor. ABD, Küba’ya uyguladığı iktisadi, ticari ve finansal ablukalarla ada ülkesini siyasi ve iktisadi olarak zayıflatmayı hedefliyor. Bu abluka, Küba’nın sağlık, eğitim ve diğer temel haklarına erişimini ciddi biçimde engelleyerek, ülkeye doğrudan ve dolaylı olarak büyük zararlar veriyor. BM ve uluslararası toplumun yıllık olarak tekrarladığı kınama ve yaptırımları kaldırma çağrılarına rağmen, ABD bu politikaları sonlandırmayı reddediyor ve hatta daha da sertleştiriyor.

Küba, tüm bu baskılara ve saldırılara rağmen bağımsız duruşunu koruyarak ABD’nin müdahaleci politikalarına karşı direnmeye devam ediyor. Washington yönetiminin bu politikalarının soykırım girişimi olarak değerlendirilmesi gerektiğini savunan uluslararası hukukçular ve çeşitli bağımsız kuruluşlar, ABD’nin Küba’ya verdiği zararı tazmin etmesi gerektiğini ifade ediyor.


Edgar Göll, NachDenkSeiten

27 Ekim 2024

Şöyle bir senaryo düşünün: Erken bir sabah saatinde, bir adam Havana’daki ABD Büyükelçiliğinin önünde duruyor, yanında getirdiği Amerikan bayrağını benzinle ıslatıyor ve onu ateşe vermeye çalışıyor. Ardından, otomatik bir silahla elçilik binasına tam 23 el ateş ediyor. Tutuklandıktan sonra verdiği röportajda, eğer büyükelçi ya da başka biri binadan çıksaydı, onlara da tereddütsüz ateş edeceğini itiraf ediyor. Bu durumda ABD hükümetinin “küresel” çapta bir kınama kampanyası başlatması, CNN gibi kanalların olayı gün boyu ekranlara taşıması, Küba’nın sert eleştirilerle hedef alınması, yaptırımlar uygulanması ve Küba devletinin elçiliğin güvenliğini sağlama sorumluluğunu yerine getirmediği gerekçesiyle dava edilmesi gayet net olurdu.

Ama gerçek tam tersiydi ve çok daha farklı gelişti: Bu türden bir terör saldırısı ABD’nin başkenti Washington DC’de, Küba Cumhuriyeti’nin Büyükelçiliğine yönelik gerçekleşti! 30 Nisan 2020’de, Küba doğumlu 42 yaşındaki Alexander Alazo, ABD bayrağına bürünmüş halde elçilik önünde saldırıya geçti. Önce, üzerinde “Trump 2020” yazılı bir Küba bayrağını yakmaya çalıştı. Ardından, otomatik bir tüfekle Küba’nın diplomatik temsilciliğine tam 32 el ateş etti. O esnada elçilik binasında yedi kişi bulunuyordu. ABD makamları, daha önce Alazo’ya siyasi sığınma hakkı tanımıştı. Yakalnmasının ardından, Columbia Bölgesi Mahkemesinden Yargıç Michael Harvey, Alazo’nun “toplum için bir tehdit oluşturduğunu” belirterek onu cezaevine gönderdi. Buna karşın, Miami merkezli çevrim içi portal ADN Cuba gibi aşırı sağcı sürgün Kübalıların medya organları bu açıkça tehlikeli saldırganı savunmaya kalktı. Alazo, bu saldırıdan önce bölgede yaşayan sağcı sürgün Kübalılarla doğrudan bağlantıya geçmişti. Onlar, Alazo’nun “akli dengesinin bozuk” olduğunu ve bu nedenle suçsuz sayılması gerektiğini iddia etti.

Şimdi, dört yıl sonra, ABD yargısı bu şaibeli iddiayı resmi olarak kabul etti. Eylül 2024’ün sonunda, Bölge Yargıcı Amy Berman Jackson, Alazo’nun 15 Ekim itibarıyla serbest bırakılmasına karar verdi. Alazo, şu anda bir haftadır serbest ve herhangi bir kısıtlamaya tabi değil. Yargıç, Alazo’nun eşine hitaben, “Uzun vadeli amacımız, onun iyileşmesi ve sizinle ve çocuklarınızla birlikte yaşamasıdır,” dedi. Alazo’ya “pro bono” (ücretsiz) vekalet eden eski federal savunma avukatı Sabrina P. Shroff ise, Washington Post‘a açıklamalarda bulunarak “Bay Alazo bu suçu işlerken iyi durumda değildi. Ona karşı hiçbir şekilde dava açılmamalıydı. (…) Tedavi gördüğü sürece Bay Alazo kimse için bir tehdit oluşturmaz,” diye konuştu.

Küba’nın net tepkisi

Bu olayın ardından Küba Dışişleri Bakanlığı, ABD hükümetini bir kez daha “Küba’ya karşı terör ve şiddet eylemlerinin hoşgörülü bir suç ortağı” olmakla suçladı. 4 Ekim’de yayımlanan açıklamada, “ABD’nin başkentindeki merkezi bir caddede bir diplomatik misyona yönelik bu saldırı, başka herhangi bir ülkede terör eylemi olarak sınıflandırılırdı,” ifadesine yer verildi. Ancak ABD hükümeti, “bu eylemi terör saldırısı olarak nitelendirmeyi reddetti ve failin ABD yasalarına göre açıkça terörist olarak tanımlanabilecek eylemlerine rağmen onu bu şekilde yargılama niyetini hiçbir zaman taşımadı.” Ayrıca, yargı makamlarının, “Alazo’nun Güney Florida’da yerleşik, daha önce de defalarca Küba’ya karşı saldırgan tutum sergileyen ve şiddet ile terörizmi teşvik eden gruplarla bağlantılarına dair delilleri” göz ardı ettiği belirtildi.

Küba Dışişleri Bakanlığı ayrıca, ABD topraklarından finanse edilip yürütülen organize terörün bir kurbanı olduğunu bir kez daha delilleriyle birlikte hatırlattı. 1959’dan bu yana sosyalist Küba’ya karşı düzenlenen terör saldırıları ve gizli operasyonlar sonucunda 3 bin 478 Kübalı hayatını kaybetmiş, 2 bin 99 kişi ise sakat kalmış veya yaralanmıştı. Küba hükümeti, bu tür bir eylem Küba büyükelçiliğine ve orada görev yapan personele karşı işlendiğinde, ABD hükümetinden ciddi, sorumlu ve dürüst bir tutum talep ettiğini defalarca dile getirdi; fakat bu çağrılar hiçbir zaman karşılık bulmadı.

Durumu daha da acı kılan şey ise, Küba’nın bu protesto notunu, 6 Ekim 1976’da bir sivil yolcu uçağına yönelik gerçekleştirilen terör saldırısının yıl dönümünden iki gün önce iletmiş olması. Eski CIA casusları Luis Posada Carriles ve Orlando Bosch’un talimatıyla, iki Venezuelalı paralı asker o tarihte uçağın kokpitine patlayıcılar yerleştirmişti. Barbados’tan kalkışından hemen sonra bu patlayıcılar infilak etti. Bu sivil uçak kazasında 57 Kübalı, beş Kuzey Koreli ve Guyana’dan 11 yolcu yaşamını yitirdi. ABD’de –yani saldırının faillerinin yaşadığı ülkede– ve diğer Batılı ülkelerde bu vahşi terör saldırısı bilinçli olarak unutturulmuşken, geride kalanlar ve mağdurlar bu trajediyi asla unutamıyor.

Daha da üzücü olan, bu terör saldırısından sorumlu şahısların, ölüm günlerine dek ABD’de hiçbir engellemeyle karşılaşmadan yaşamlarını sürdürmüş olmalarıydı. Bu nedenle, müteakip pazar günü Küba, Barbados, Guyana ve Trinidad ve Tobago’nun başkentlerinde –yani Havana, Bridgetown, Port of Spain ve Georgetown’da– düzenlenen etkinliklerle bu olayda hayatını kaybedenler anıldı. Anma törenleri sırasında, Barbados Dışişleri Bakanı Sandra Husbands, Trinidad ve Tobago Dışişleri Bakanı Amery Browne ve Guyana Dışişleri Bakanı Hugh Todd, ABD’ye Küba’yı “terörün sponsoru” olduğu iddiasıyla hazırlanan kara listeden nihayet çıkarması ve ada ülkesine 60 yılı aşkın süredir uygulanan iktisadi, ticari ve finansal ablukayı sona erdirmesi çağrısında bulundular. Bu yetkililer, bu tür terör saldırılarının, ABD’nin Küba’ya yönelik genel olarak suç teşkil eden ve terörist unsurlar içeren politikasının aşırı bir örneği olduğunu ve bu politikaların artık sona ermesi gerektiğini açıkça ifade ettiler.

ABD ablukası: Küba halkına karşı girişilmiş bir soykırım teşebbüsü

Küba’ya uygulanan ablukaya dönük benzer bir net değerlendirme, yaklaşık bir yıl önce, uluslararası hukuk profesörü Prof. Norman Paech’in koordinasyonuyla Avrupa Parlamentosu’nda gerçekleştirilen uluslararası bir mahkemeden geldi. Bu mahkemenin kararında şöyle denildi:

“Abluka, doğrudan ve dolaylı olarak çok sayıda insanın hayatını kaybetmesine yol açtı ve ABD’nin, Küba halkı boyun eğmeye karar vermediği sürece bu ablukayı sürdürme kararı, ABD’nin Küba halkının en azından bir kısmının fiziksel olarak yok edilmesini amaçlayan önlemleri devam ettirme konusunda kararlı olduğunu gösteriyor. Bu tür bir tutum, soykırım suçunun unsurlarını taşıyor olabilir.”

Brüksel mahkemesinin bu kararına göre BM kararları, uluslararası ve ulusal kuruluşların sayısız çağrıları ve bilimsel analizler tamamen doğrulandı:

“Çok sayıda yaptırım ve bunlara temel oluşturan ABD yasaları hukuka aykırıdır ve kaldırılmalıdır. ABD, Küba devletine, şirketlerine ve vatandaşlarına verdiği zarardan sorumlu tutulmalıdır.”

Geçtiğimiz günlerde, Küba Dışişleri Bakanı Bruno Rodríguez Parrilla, ABD ablukasının sonuçlarına dair güncel raporu sundu. Bu rapor, Mart 2023 ile Nisan 2024 arasındaki dönemde Küba’da meydana gelen maddi zararları ve kısıtlamaları kapsıyor.

Rapora göre, söz konusu dönemde meydana gelen zararlar beş milyar ABD dolarını aştı. Raporda ayrıca, özellikle Batı Avrupa’da olmak üzere dünya çapında Küba ile işbirliği yapan aktörleri ve işbirliklerini etkileyen “sınır ötesi etkiler” de ele alındı. Bu rapor, BM Genel Kurulu’nun 30 Ekim’de New York’ta oylayacağı ablukanın kaldırılmasına yönelik yeni bir BM kararı için temel teşkil ediyor.

İmparatorluğun cehaleti ve kibirli tavrı

Her yıl yapılan bu BM oylamalarında, ABD hükümeti sürekli olarak tüm dünyadan izole olmuş bir şekilde eleştirilerin hedefi oluyor. Buna rağmen, ABD, Küba’ya yönelik yaptırımlarını azaltmak ya da durdurmak bir yana, tam tersine daha da sertleştirdi. Öyle ki, Başkan Trump döneminde, Küba keyfi bir şekilde “Terörizmin Devlet Sponsorları” (State Sponsors of Terrorism, SSoT) listesine alındı. Bu durum, Küba’yı ve onunla iş yapan herkesi sert tek taraflı yaptırımlara maruz bıraktı. Şimdi ise Birleşmiş Milletler’den bir uzman grubu, ABD yönetimini bu tutumu gözden geçirmeye çağırdı. ABD’nin “terör destekçisi” olarak damgaladığı devletler ve bu ülkelerin halkları, bu listeye alınmaları nedeniyle zaten uygulanmakta olan yaptırımlara ek olarak daha da fazla zarar görüyor. BM uzman grubu, SSoT listesine alınmanın, gıda hakkı, sağlık hakkı, eğitim hakkı, iktisadi ve sosyal haklar, yaşam hakkı ve kalkınma hakkı dahil olmak üzere temel insan haklarını ciddi biçimde olumsuz etkilediğine dikkat çekti. Bu nitelendirme, tamamen ABD hükümeti tarafından tek taraflı olarak yapılıyor ve bu duruma BM uzmanları, “devletlerin egemen eşitliği, devletlerin içişlerine müdahale etmeme ve uluslararası anlaşmazlıkların barışçıl yollarla çözülmesi” gibi uluslararası hukukun temel ilkelerine aykırıdır,” yorumunu yaptı.

Küba’nın bu listeye alınması nedeniyle, Ocak 2021’den Şubat 2024’e kadar, yabancı bankalar yaklaşık 1064 kez Küba kuruluşlarına hizmet vermeyi reddettiklerini bildirdi. Küba Devlet Başkanı Diaz-Canel, Prensa Latina haber ajansına yaptığı açıklamada, ABD’nin bu eylemlerinin, aslında “terörizmin devlet sponsoru” (SSoT) niteliğini taşıyan bir tutum olduğunu –yani ABD hükümetinin tamamen keyfi ve asılsız bir şekilde Küba’ya atfettiği suçlamanın bizzat kendisi olduğunu– belirtti. Buna karşılık Washington’dan gelen yanıt ise şu şekilde oldu: Reuters haber ajansına konuşan bir ABD Dışişleri Bakanlığı yetkilisi, “ABD kolluk kuvvetleri, ABD yasaları çerçevesinde bireyleri takip eder ve yabancı hükümetlerden talimat almaz,” dedi.

Küba sayısız kesin kanıt sunuyor ve görmezden geliniyor

1990’lı yıllarda, Doğu Avrupa’daki reel sosyalist ülkelerle işbirliğinin sona ermesinden sonra Küba’nın yaşadığı zorlu “Özel Dönem” sürecinde, Küba’ya yönelik terörist eylemler giderek tırmandı. Bu gelişmeler karşısında Küba makamları, bu suçların ABD’den desteklendiğini kanıtlamak amacıyla FBI’a çok sayıda dosya dolusu bilgi ve belge sundu.

Bu belgeler, ulusal elektrik şebekesine, kamu sağlık hizmetlerine ve ulaşım altyapısına yönelik ekonomik zararlar veren ve insan hayatını tehlikeye atan sabotaj ve vandalizm eylemlerini içeriyordu. Örneğin, Havana’daki tesislere molotof kokteylleri atılması, Mayıs 2019’da Mariel’deki konteyner terminalinden çıkan bir yük treninin raydan çıkarılması, otobüslerin taşlanarak veya yakılarak tahrip edilmesi, içme suyu kaynaklarının zehirlenmesi, devlet kurumlarına saldırılar, radyo istasyonlarının işgal edilmesi, diplomatik temsilciliklere ve Küba tesislerine yönelik saldırılar ve bir askeri birliğe baskın yaparak silahlarını ele geçirme planı gibi olaylar yaşandı.

Küba İçişleri Bakanlığı’ndan Víctor Álvarez Valle bu konuda şunları söyledi:

“Bu eylemlerin ortak noktası, adi suçlardan sabıkalı ve toplum dışı kabul edilen Kübalı vatandaşlar tarafından gerçekleştirilmiş olmalarıdır. Bu şahıslar, ABD’de yerleşik ve oradaki aşırı sağcı örgütlerle bağlantılı şahıslar tarafından devşirilmiş, yönlendirilmiş ve finanse edilmiştir. Yürütülen soruşturmalar neticesinde, ABD’de yaşayan iki Küba vatandaşı tarafından tertip edilen bu eylemlerin, Küba’da korku salmayı ve ülkede bir istikrarsızlık görüntüsü yaratmayı amaçladığı tespit edilmiştir.”

Yoğun soruşturmalar sonucunda Küba İçişleri Bakanlığı, Aralık 2023’te bir rapor yayımladı. Bu raporda, ABD merkezli 61 kişi ve 19 örgütün adı geçiyor ve Küba hükümeti bu kişileri terörizme destek sağlamakla suçluyor. Bu listede, “La Nueva Nación Cubana en Armas” (Silahlı Yeni Küba Ulusu) adlı örgüt de yer alıyor. Listedeki şahıslar hakkında soruşturmalar başlatılmış olup, bu kişilerin kendi ülkelerinde veya başka ülkelerde terörist faaliyetlere teşvik, planlama, organizasyon, finansman, destek sağlama veya bu tür eylemlere katılma suçlarından arandıkları belirtiliyor. “La Nueva Nación Cubana en Armas” örgütünün, Pinar del Río eyaletindeki ofisler, şeker kamışı tarlaları ve tütün fabrikalarına yönelik saldırılardan sorumlu olduğu, ayrıca Havana eyaletindeki San Miguel del Padrón bölgesinde anaokulları, okullar, poliklinikler ve Organización Básica Eléctrica (Temel Elektrik Organizasyonu) tesislerine yönelik saldırgan eylemler düzenlediği bildiriliyor. Álvarez Valle, bu konuda şu açıklamayı yaptı:

“Bu şahıslar, Kuzey Amerika topraklarında cezasız bir şekilde faaliyet göstermeye devam ediyor; şiddet yanlısı örgütleri finanse ediyor, organize ediyor ve destekliyorlar, böylece ülkemizin iç düzenini zayıflatmaya çalışıyorlar.”

Kasvetli öngörüler: Vahşi Batı’dan Küba’ya bakış

5 Kasım’da ABD’de düzenlenecek olan başkanlık seçimlerinde, her iki adaydan da Küba’ya dönük daha medeni ve uluslararası hukuka uygun bir politika beklemek mümkün görünmüyor. Kamala Harris’in açıklamaları muğlak ve çelişkili. Daha da kötüsü, Donald Trump ve başkan yardımcısı adayı Vance’in olası Küba politikası tam anlamıyla felaket olabilir. Trump, bir seçim mitinginde başkan olması durumunda “Küba’nın yakında çok farklı görüneceğini” iddia etti.

Bu askeri süper gücün dış politika elitleri, politikalarını yürütürken son derece acımasız ve yıkıcı bir tavır sergiliyor; BM Şartı, uluslararası hukuk, Uluslararası Adalet Divanı (UAD) ve tüm dünya toplumunun iradesini hiçe sayıyor. Bu bağlamda, Guantánamo Körfezi’nde kurulan ve 700’e yakın tutuklunun bulunduğu yasa dışı, barbarca bir ABD işkence kampına dönüştürülen üssü hatırlatmak yeterli olacaktır, bu üs, 1902’den beri ABD ordusu tarafından uluslararası hukuka aykırı bir şekilde işgal edilmiş Küba toprağı olarak değerlendiriliyor.

Küba, “İmparatorluğun” saldırganlığını ve suçlarını, ABD destekli diktatör Batista’ya karşı 1959’da gerçekleştirdiği başarılı devrimden bu yana, yani tam 65 yıldır çekiyor. O dönemde, bugün hâlâ geçerliliğini koruyan bir doktrin ortaya konmuştu. ABD Dışişleri ve Savunma Bakanlıkları ile CIA tarafından 1959 sonbaharında hazırlanan ve Başkan Eisenhower ile halefi John F. Kennedy tarafından onaylanan ABD işgal planının ilk cümlesi şöyleydi:

“Burada sunulan programın amacı, Castro rejimini ABD için daha kabul edilebilir bir rejimle değiştirmektir; ancak bunu yaparken ABD müdahalesi izlenimi yaratılmamasına dikkat edilecektir.”

Okumaya Devam Et

AMERİKA

Meksika, enerji krizinin aşılması için Küba’ya “teknik yardım” gönderecek

Yayınlanma

Geçen perşembe günü Meksika Devlet Başkanı Claudia Sheinbaum, ülkenin enerji krizini aşması için Küba’ya teknik yardım gönderileceğini doğruladı.

Dışişleri Bakanlığının bildirdiğine göre, Federal Elektrik Komisyonu Kübalı teknik ekiplere yardımcı olması için Küba hükümetiyle temas kurdu.

Claudia Sheinbaum ayrıca yakıt sevkiyatının gerekirse değerlendirileceğini belirtti.

Meksika Devlet Başkanı, ülkesinin ABD’nin Küba’ya karşı on yıllardır uyguladığı ablukayı her zaman kınadığını belirtti. Başkan, “Kübalıları her zaman destekleyeceğiz,” dedi.

Ayrıca Meksika’nın, adanın karşı karşıya olduğu enerji krizinin başlıca nedenlerinden biri olan ABD’nin Küba’ya yönelik ablukasını kınadığını bir kez daha teyit etti.

Sheinbaum, Küba’ya yönelik bu ablukaya ilişkin Birleşmiş Milletler’de yapılacak oylamada Meksika’nın bu tek taraflı yaptırımı kınadığını teyit edeceği konusunda güvence verdi.

Birkaç aydır termoelektrik üretim açığıyla karşı karşıya olan Küba, bir önceki hafta üretim tesislerindeki arızalar ve kopmalar nedeniyle karanlığa gömüldü.

Günler geçtikçe, üretim tesislerinin onarım çalışmaları ilerledi ve başkentteki tüketicilerin %90’ından fazlasının elektrik kesintisi olmadan elektriğe kavuşmasını sağladı.

Meksika, Birleşmiş Milletler, ALBA-TCP ve Latin Amerika’daki diğer dost ülkeler, Oscar Kasırgasının geçişiyle daha da ağırlaşan enerji krizinin ortasında Küba’ya desteklerini gösterdiler.

Okumaya Devam Et

AMERİKA

Jeff Bezos ile Donald Trump anlaştı mı?

Yayınlanma

ABD’de başkanlık seçimlerine 1 haftadan biraz fazla bir zaman kalmışken, Cumhuriyetçilerin adayı Donald Trump, dünyanın en zengin adamlarından Jeff Bezos’un havacılık ve uzay şirketi Blue Origin’i ziyaret etti.

Associated Press’e (AP) göre Trump, şirketin CEO’su David Limp ve hükümet ilişkileri başkan yardımcısı Megan Mitchell ile kısa bir görüşme yaptı.

CNN de, Amazon CEO’su Andy Jassy’nin de kısa bir süre önce eski başkanla telefonla görüşmek için kendisine ulaştığını bildirdi.

Demokratlara ve Demokrat Parti’nin siyasetine verdiği destekle bilinen Amazon’un kurucusu Bezos’un, ilgili ziyaretten hemen önce de Washington Post’un yazı işleri kadrosunu devre dışı bırakarak Kamala Harris’in desteklenmesini veto ettiği öne sürüldü.

Bunun üzerine, aralarında yazar Stephen King gibi ünlü isimlerin de bulunduğu binlerce kişi, Washington Post aboneliğini iptal ettiğini duyurdu.

Washington Post’ta on sekiz köşe yazarı karara muhalif bir köşe yazısı kaleme alarak kararı “korkunç bir hata” olarak nitelendirdi.

Daily Beast’te yer alan arka plan haberine göre, Trump, Bezos’un “yapacağını söylediği şeyi yaptığından emin olmak” için bekledi ve ardından Blue Origin çalışanlarıyla bir araya geldi. Cuma günü görevinden istifa eden eski WP editörlerinden Robert Kagan, “Bu da bize gerçek bir anlaşma yapıldığını gösteriyor,” iddiasında bulundu.

WP’nin yayıncısı Will Lewis’in okuyuculara gönderdiği notta, “Bunun bir adayın zımnen desteklenmesi, bir diğerinin kınanması ya da sorumluluktan kaçılması gibi çeşitli şekillerde okunacağının farkındayız,” demesi bazı çalışanları kızdırdı.

Lewis, “Bu kaçınılmaz. Biz bunu bu şekilde görmüyoruz. Biz bunu The Post’un her zaman savunduğu değerlerle tutarlı olarak görüyoruz,” iddiasında bulundu.

Gazetenin yayın kurulu 2016 ve 2020’de Trump’ın rakiplerini destekledi ve en azından son 30 yıldır sürekli olarak bir başkan adayına onayını açıkladı.

İşin ilginç yanı, Biden-Harris yönetimindeki birçok kişinin aslında “Amazon hayranı” olması. Lina Khan’ın başında bulunduğu Federal Ticaret Komisyonu (FTC), Amazon’a antitröst ihlalleri nedeniyle dava açarken, bu durum şirkete büyük ölçüde hayranlık duyan çoğu yönetim ve hükümet yetkilisini etkilemedi.

Örneğin, Biden Küçük İşletmeler İdaresi işleri Amazon’a yönlendiriyor, NSA AWS’ye (Amazon Web Services) milyarlarca gizli sözleşme veriyor, Ticaret Bakanı Gina Raimondo Avrupa’da Amazon için lobi yapıyor ve hükümetin yeni yapay zeka güvenliği bölümünün bir üyesi de Amazon.

Amazon aynı zamanda Demokrat Parti’nin içine de entegre olmuş durumda. Senatör Chuck Schumer’in kızı Amazon’da çalışıyor; Barack Obama’nın eski sözcüsü Jay Carney ve Kamala Harris’in yakın danışmanı Karen Dunn da öyle. Bezos’’un kendisi de Demokrat Parti’nin ağır toplarından Van Jones ve Şef Jose Andre’ye tamamen hediye olarak 100’er milyon dolar verdi.

Bezos ayrıca Barack Obama’nın Başkanlık kütüphanesine de 100 milyon dolar bağışladı. Partinin “woke” (duyarcı) hizip olarak adlandırılan sosyal meselelere odaklı altyapısının büyük bir kısmı, hakim firmalardan gelen parayla finanse ediliyor.

Eski Clinton yönetimi yetkilisi Jamie Gorelick gibi Demokrat Parti’nin güçlü isimleri Amazon’un yönetim kurulunda yer alıyor. Gorelick, Wilmer Hale’in ortaklarından biri ve Merrick Garland Adalet Bakanlığına aday gösterildiğinde, firmasının biyografisine Garland ile Harvard’daki lisans günlerine kadar uzanan bir yakınlığı olduğuna dair bir not koydu.

Ne var ki, geçtiğimiz altı ay içinde partide bir şeyler değiştiği söyleniyor. Özellikle FTC şefi Khan’ın Büyük Teknoloji şirketlerine karşı giriştiği antitröst davalarının tekelleri rahatsız ettiği düşünülüyor. Yakın zamanda New York Times, “Lina Khan, Jeff Bezos’a karşı” başlıklı bir haber yayınlamıştı. Buna göre Khan, Amazon’u, tıpkı son haftalarda Google’da olduğu gibi, parçalamak istiyordu.

The Post 2016 yılında Hillary Clinton’ı başkanlık için desteklemiş ve o zaman Trump’ın “bağnaz, cahil, hilekar, narsist, intikamcı, dar görüşlü, kadın düşmanı, mali açıdan pervasız, entelektüel açıdan tembel, demokrasiyi küçümseyen ve Amerika’nın düşmanlarına aşık biri olduğunu gösterdiğini” yazmış ve “Başkan olarak ulusumuz ve dünya için büyük bir tehlike oluşturacaktır,” demişti.

Daily Beast’in hatırlattığına göre Bezos, Trump’ın başkanlığı kazanmasının ardından bu açık sözlü duruşunun acısını çekti. Trump yönetimi, 10 milyar dolarlık bir bulut bilişim savunma sözleşmesini Amazon yerine Microsoft’a verdi ve bu hareket yaygın olarak siyasi amaçlı olarak görüldü ve daha sonra Biden yönetimi tarafından iptal edildi.

Daily Beast’e göre Post’un sahibi, böyle bir duruma tekrar düşmek istemiyor.

WP’nin Harris’i desteklememesi, Los Angeles Times’ın milyarder sahibi Patrick Soon-Shiong’un yayın kurulunun Harris’i destekleyen bir yazı yayınlamasına izin vermemesinden kısa bir süre sonra geldi.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English