Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

Harald Kujat: Savaş nasıl sona ererse ersin kaybeden Ukrayna halkı ve Avrupa

Yayınlanma

Editörün notu: Aşağıda çevirisini verdiğimiz metin, eski Alman Silahlı Kuvvetleri Genel Müfettişi ve eski NATO Askeri Komitesi Başkanı Harald Kujat’ın Almanya’dan yayın yapan NachDenkSeiten’e verdiği uzun mülakatın ikinci bölümü (birinci bölümü için buraya tıklayınız). Kujat, Ukrayna savaşının dünyada ve Avrupa’da yaratacağı sonuçlara ilişkin öngörülerini tekrarlarken, savaşın devam etmesi halinde daha büyük bir çatışma ihtmalinin arttığına işaret ediyor. Almanya’nın “savaş” için değil “savunma” için silahlı kuvvetlerini reforme etmesi gerektiğini düşünen Kujat, NATO-Rusya ilişkilerinin bozulmasında esas rolün tek taraflı hamleler yapan ABD’de olduğunu söylüyor. Son olarak metindeki köşeli parantezler çevirmene aittir.


Eski General Harald Kujat: “Batı’nın ciddi yanlış hesapları Avrupa için sonuçlar doğuracak”

Eva Peli
NachDenkSeiten
25 Temmuz 2024
Çev. Gülçin Akkoç

Eski Alman Silahlı Kuvvetleri Genel Müfettişi ve eski NATO Askeri Komitesi Başkanı Harald Kujat, uzun süredir Ukrayna’daki savaşın daha da tırmanmasının sonuçları konusunda uyarılarda bulunuyor. Röportajın ikinci bölümünde üçüncü bir dünya savaşı tehlikesinden, 2022 yılında İstanbul’da yapılan müzakerelerden ve çatışmanın sebeplerinden bahsediyor. Ayrıca ortaya bir bakış açısı koyuyor. Emekli generalle röportajı Eva Peli yaptı.

NachDenkSeiten: Batı’nın en başından beri tırmanmayla ilgili bir planı, buna yönelik bir stratejisi var mı? Yoksa tarihçi Christopher Clark’ın Birinci Dünya Savaşı’ndan önceki dönemi tanımlarken söylediği gibi uyurgezerleriş başında mi?

Harald Kujat: Her strateji tırmanma unsurları içerir, çünkü düşmanın eylemleri ve tepkileri önceden düşünülmelidir. Ukrayna savaşının seyri ABD’nin, Rus Silahlı kuvvetlerinin gücünü ve kendilerini yeniden yapılandırma kabiliyetini hafife aldığını gösteriyor. Bu yüzden de jeostratejik hedeflerini sürdürülebilmek için, kendini yeniden yapılandıran duruma karşı sürekli olarak destekleyici tedbirlerini artırmaları gerekiyor. Ukrayna’daki kritik durum yüzünden Batı, sürekli daha güçlü silah sistemleriyle tırmanışı artırmak zorunda kalıyor. Bundan dolayı da savaşa dolaylı ve doğrudan katılım arasındaki gri alanda hareket ediyorlar. Örnek vermek gerekirse, bu duruma Başkan Biden’ın kendisinin ifadesiyle ‘’üçüncü dünya savaşından kaçınmak’’ için iki yıldan fazla bir süredir ABD silah sistemlerinin Rus topraklarındaki hedeflere karşı kullanılmasını reddetmesi de dahildir.

Şu anda fikrini değiştirdiğine göre, artık üçüncü bir dünya savaşını tetiklemekten endişe edip etmediği ya da Ukrayna’daki kritik durum karşısında bu riski almaya hazır olup olmadığı sorulmalıdır. Ukrayna hava sahasında bulunan Rus füzelerine, komşu NATO ülkelerinin hava sahalarından kalkan savaş uçaklarıyla müdahale etmek de kayda değer bir tırmanmadır. F-16 savaş uçakları yakında uzun menzilli havadan havaya füzeleriyle Rus uçaklarına Ukrayna sınırından 70 kilometreden fazla bir mesafeden süzülme bombalarını [glide bomb] bırakmadan önce müdahale edebilecekler. Bu aynı zamanda Ukraynalı askerlerin cephe hattının hemen yakınında, Rus silahlarının menzil alanı içinde eğitilmesini de içeriyor.

Bu ve buna benzer önlemler bir arada düşünüldüğünde bile askeri durumu Ukrayna’nın lehine dönüştürmeye yeterli değil, ancak önlemlerin her biri Rusya ile doğrudan çatışma riski taşıyor. Ukrayna savaşı giderek doruk noktasına yaklaşırken Zelenski’nin Rusya ve NATO arasında savaşı tırmandırmak istediğine dair verdiği izlenim güçleniyor, çünkü feci bir askeri yenilgiyi önlemenin ve Ukrayna Devlet Başkanı olarak hayatta kalmasının tek yolu bu.

Sadece Alman Şansölyesi değil, İtalya ve Macaristan Dışişleri Bakanları ve Başkan Biden da silahlı kuvvetlerinin Ukrayna’daki savaşa askeri müdahalede bulunmasını reddetti. Hatta Macaristan Başbakanı Orban şunları söylemişti: ‘’Bugün Brüksel’de ve Washington’da, belki daha çok Brüksel’de, olası doğrudan bir askeri çatışma için hazırlık havası vardır. Bunu rahatlıkla ‘Avrupa’nın savaş hazırlığı’ olarak adlandırabiliriz.’’ Ancak ittifak içinde şimdiye kadarki çatışmacı tutumu kabul etmeyen ülkelerin sayısı giderek artmaktadır. NATO Askeri Komitesi eski başkanlarından olan Çek Cumhurbaşkanı Petr Pavel de fikrini değiştirerek naiflik yerine gerçekçilik çağrısında bulundu ve müzakere edilmiş uzlaşma şeklinde bir çözüm önerdi.

Harald Kujat: Almanya ve Avrupa, Rusya ile on yıl sürecek bir çatışmayla karşı karşıya

NachDenkSeiten: Çatışmaların sona erdirilmesi için Kiev ve Moskova arasında ilk görüşmeler 2022’de yapılmıştı ve her iki taraf da şaşırtıcı şekilde uzlaşmaya istekliydi. Mart 2022’deki İstanbul müzakereleri konusunda 2023 sonbaharında siyaset bilimci Hajo Funke ile birlikte bir analiz yayınladınız. Son zamanlarda bu konuyla ilgili olarak Nisan 2022’de yapılabilecek olası bir barış anlaşmasından söz eden yeni yayınlar var. Bu barış fırsatı neden ve kim tarafından heba edildi?

Harald Kujat: Alman kamuoyu bu konuda uzun süre bilgilendirilmemişti. ABD medyası ise aksine, Eylül 2022’nin başı gibi çok erken bir tarihte konuyu Foreign Affairs dergisinde haberleştirdi: ‘’Rus ve Ukraynalı arabulucular, müzakere edilmiş bir ara çözümün ana hatları üzerinde geçici olarak anlaşmış gibi görünüyor. Rusya Donbass bölgesinin bir kısmını ve Kırım’ı kontrol ettiği 23 Şubat’taki pozisyonuna geri çekilecek ve bunun karşılığında da Ukrayna, NATO üyeliğine başvurmayacağını ve bunun yerine bir dizi ülkeden güvenlik garantisi alacağını taahhüt edecekti.’’

İstanbul müzakereleriyle ilgili ABD’de giderek daha fazla yayın çıkıyor, örneğin Foreign Affairs dergisinde 16 Nisan 2024 tarihinde müzakerelerin önemi ve savaşı sona erdirme ihtimali tartışılıyor. New York Times gazetesi, 15 Haziran 2024 tarihinde ‘’Ukraine-Russia Peace Is a Elusive as Ever. But in 2022 They Were Talking’’ [‘’Ukrayna ve Rusya arasında barış her zamanki gibi zor. Ama 2022’de konuşuyorlardı’’] başlıklı makalesinde müzakereler sırasında elde edilen belgeleri yayınlayarak müzakerelerin seyrini ortaya koymuştur. Ayrıca makaleden, bazı NATO ülkelerinin müzakerelerin seyrinden haberdar olduğu ve belgelere de sahip oldukları anlaşılmaktadır. Müzakereler Nisan ortasına kadar devam etse de Ukrainska Pravda isimli online gazetenin 5 Mayıs 2022 tarihindeki yayınına göre dönemin İngiltere Başbakanı Boris Johnson’ın 9 Nisan’da Kiev’e yaptığı ziyaret, müzakerelerin sona ermesinde kilit rol oynadı.

Almanya’da da İstanbul barış görüşmelerinin sona ermesi üzerinde Batı’nın etkisini kanıtlayan, dikkatle araştırılmış belgeseller yayınlandı. Ve savaşın erken bitme ihtimaline değinen Almanya’daki herkes de ‘’Kremlin söylemleri’’ yaymakla karalandı. Ukraynalı baş müzakereci David Arakhamia’nın açıklamaları bile dinlenmedi:

‘’Ruslar, tıpkı Finlandiya’nın da bir zamanlar yaptığı gibi bizim de tarafsızlığı kabul etmemiz ve NATO’ya katılmayacağımızı taahhüt etmemiz halinde savaşı sonlandırmaya hazırdı.’’ Ve devam ediyor: ‘’İstanbul’dan döndüğümüzde, Johnson Kiev’e gelerek hiçbir şey imzalamamız gerektiğini ve yalnızca savaşmamız gerektiğini söyledi.’’

Bu, ABD liderliğinde Batı’nın yaptığı en yanlış tespitlerden biridir ve Avrupa için ekonomik sonuçları şimdiden inanılmaz büyük boyutlara ulaşmıştır. Savaşın sona ermesinden sonra da uzun yıllar boyunca bu yükü taşımak zorunda kalacaklardır. Savaş nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, kaybedenler şimdiden ortadadır: Ukrayna halkı ve Avrupa.

NachDenkSeiten: Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock gibi hükümet politikacıları sürekli olarak Rusya’nın yalnızca ‘’saldırı savaşından’’ değil, aynı zamanda Ukrayna’ya karşı yürütülen bir ‘’imha savaşından’’ bahsediyorlar. Sürekli ‘’Rusya kazanmamalıdır’’ diye açıklamalar yapıyorlar ve bu açıklamalar, ‘’savaşı Rusya’ya taşımak’’ istemelerine kadar uzanıyor. Bu durum nasıl değerlendirilmelidir?

Harald Kujat: Tekil açıklamalar üzerine konuşmak istemiyorum. Genel olarak, niteliksiz açıklamaların ana nedenlerinden birinin güvenlik politikası öngörü eksikliği ve stratejik muhakeme eksikliği olduğuna inanıyorum. Almanya’da pek çok saçma sapan şey söylenebilir ve hakim görüş çizgisinden çıkılmadığı sürece medyanın ilgisinin çekileceğinden de emin olabilirsiniz. Bu her şeyden önce Ukrayna’daki savaşla ilgili tartışmaların ağırlıklı olarak yetersizlik, vurdumduymazlık ve ideoloji ile karakterize olması nedeniyle mümkündür.

Eski NATO-Rusya Konseyi Başkanı Kujat: İsviçre tarafsızlığını dişiyle tırnağıyla korumalı

NachDenkSeiten: Alman medyasının çatışma konusundaki rolünü nasıl görüyorsunuz?

Harald Kujat: Alman medyası hiçbir çekince duymadan ve ağırlıklı olarak Rusya’nın saldırısına uğrayan Ukrayna’nın tarafını tutmuştur. Bu anlaşılabilir duygusal bir tepkidir. Rus saldırısının uluslararası hukuka aykırı olduğu ve Ukrayna’nın BM Antlaşması’nda yer alan meşru müdafaa hakkını kullandığı gerçeği tartışmaya açık değildir. Fakat BM Antlaşması, Birleşmiş Milletler’in esas amacının barışın korunup yeniden tesis edilmesi olduğunu belirtmektedir. Ne yazık ki bu husus medyada hiçbir rol oynamamaktadır.

Açık ve çoğulcu bir toplumda medya, ancak gerçeğe saygı göstererek güvenilir bir şekilde gerçekleştirilebilecek bir bilgilendirme görevine sahiptir. Alman medyasının güvenilirliği tek taraflı haberler ve fikir gazeteciliği sebebiyle büyük ölçüde kaybolmuştur. Neredeyse sadece medyada söz sahibi olan sözde uzmanların yanlış değerlendirmelerinin özellikle vahim olduğu kanıtlanmıştır. Aynı zamanda tek taraflı açıklamaların da yanlış olduğunu düşünüyorum çünkü yayınlanmış görüşlerin siyasetçiler üzerindeki etkisinin büyük olduğu ve çoğu zaman kararlarında rol oynadığı bilinmektedir. Yeni bir silah sistemi için yapılan her çağrının, gidişatı Ukrayna’nın lehine çevireceği ve ulaşılması mümkün olmayan siyasi hedeflere ulaşılabileceği izlenimi vermesi Ukrayna hükümetinin yararına olabilir, ancak Ukrayna halkına karşı sorumsuzcadır.

NachDenkSeiten: Alexander Rahr gibi birçok yazar ve uzman NATO’nun doğuya doğru genişlemesini mevcut olayların en önemli nedenlerinden biri olarak görüyor. NATO’daki genişleme süreçlerinden birinde siz yetkiliydiniz. Bu konudaki değerlendirmeniz nedir?

Harald Kujat: Kasım 1991’de NATO, Rusya’daki gelişmelere ve Varşova Paktı’nın dağılmasına stratejik bir konseptle yanıt vermişti. Bu konseptin amacı Soğuk Savaş’ın aşılması ve Rusya ile ilişkilerde yeni bir dönemin başlatılmasıydı. Varşova Paktı’nın eski üye devletleri ve eski Sovyet cumhuriyetleri için Batı’ya bir pencere açılmıştı ancak bu pencerenin varlığını uzun süre sürdüreceği konusunda şüpheciydiler. Bu sebeple de hızlı bir şekilde NATO’ya ve Avrupa Birliği’ne katılmaya çalıştılar. Alman politikacılar, hissettikleri tarihsel sorumluluk ve bu ülkelerin Orta Avrupa’ya olan kültürel aidiyetleri sebebiyle bu isteğe çok olumlu yaklaşmışlardır. Buna ek olarak, NATO ile katılım müzakereleri ve hatta bu ülkelerdeki üyelik ihtimali, bu ülkelerde birçok olumlu ulusal ve uluslararası değişimi de beraberinde getirmiştir.

Buna karşın, Rusya’nın 1990’ların ortalarından itibaren öncelikli amacı, Rusya ve NATO arasında bir savaşa dönüşebilecek olası gerilim ve krizleri ortaklaşa ve dostane bir şekilde çözmek için eski Varşova Paktı ülkeleri ve eski Sovyet cumhuriyetleri bölgesinde bir tampon bölge oluşturmaktı. Bu husus NATO-Rusya Kurucu Anlaşması’nın müzakerelerinde de önemli  bir rol oynamıştır. Rusya ile NATO arasında bir ‘’cordon sanitaire’’ (güvenlik kordonu) oluşturulmasına yönelik jeostratejik ilgi, bir süre önce Ukrayna’daki savaşla bağlantılı fakat değiştirilmiş bir biçimde tekrar gündeme gelmiştir. NATO’nun genişlemesi sırasında Rusya, her bir vakayı iki taraflı tarihsel bir perspektiften ve NATO ile Rusya arasındaki denge üzerindeki jeostratejik etkisi açısından ayrıştırarak değerlendirmiştir.

NATO, NATO-Rusya Kurucu Anlaşması temelinde Rusya ile stratejik ortaklık kurarak Rusya’nın genişleme konusundaki endişelerini gidermeye çalışmıştır. Gerçekten de NATO-Rusya Konseyi’nde yakın siyasi koordinasyon ve yapıcı askeri işbirliği geliştirilmiştir. Ancak 2002 gibi erken bir tarihte Rusya, Anti-Balistik Füze Antlaşmasının tek taraflı olarak feshedilmesi ve NATO’nun Polonya ve Romanya’da eş zamanlı olarak balistik füze savunma sistemi inşa etmesiyle güç dengesinin tehlikeye girdiğini gördü. Bunu ABD’nin yine tek taraflı olarak iptal ettiği önemli silahsızlanma ve silah kontrolü anlaşmaları izlemiştir. Bunlar arasında, Almanya’ya yerleştirilmesi planlanan ABD orta menzilli füze sistemleri nedeniyle bir kez daha son derece güncel olan, Avrupa-stratejik orta menzilli nükleer füzelere ilişkin Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Antlaşması (INF) da yer almaktadır.

Siyasi kırılma ise, 2008 yılında dönemin ABD Başkanı George W. Bush’un Bükreş’te düzenlenen NATO zirvesinde Ukrayna ve Gürcistan’ı NATO’ya üye olmaya davet etmesiyle başladı. Bu durum Rusya’ya göre güç dengesini tamamen değiştirecek ve Rusya için ciddi bir jeostratejik risk teşkil edecekti.

Ben NATO-Rusya Konseyi’nin askıya alınmasını özellikle bir sorun olarak görüyorum, çünkü NATO-Rusya Konseyi hem siyasi hem de askeri alanda etkili bir kriz yönetimi mekanizmasıdır. Gerilimi azaltmak için ve ortaya bir kriz çıkması durumunda başa çıkabilmek için güvene dayalı işbirliği döneminde kurulan bir mekanizmayı kenara atmak rasyonel bir siyasi davranış değildir.

Harald Kujat: Tek kutuplu dünya düzeni yerini çok kutuplu bir dünyaya bırakabilir

NachDenkSeiten: Batılı ülkeler tarafından Ukrayna’daki savaş, silahlanmanın artırılması için bir gerekçe olarak kullanılıyor. Bu da Rusya’nın birkaç yıl içinde bir NATO ülkesine saldıracağı iddiası gibi örnekleri kapsayan ‘’Rus tehdidi’’ ile gerekçelendiriliyor. Siz bu yeni ‘’Rus tehdidini’’ nasıl değerlendiriyorsunuz?

Harald Kujat: Ne Rus hükümetinin güvenlik ve strateji politikası konusundaki belgeleri ne de Putin’in kamuoyuna yaptığı açıklamalar, NATO ülkelerine yönelik herhangi bir saldırı planına işaret etmemektedir. ABD’li politikacılar tarafından aksi iddia edilse de ABD hükümetinin kendi resmi tehdit analizleri bile, 2024 analizi de dahil olmak üzere, Rusya’nın böyle bir niyeti olduğunu göstermemektedir. ABD’nin güncel tehdit analizi şöyle demektedir:

‘’Rusya büyük ihtimalle ABD ve NATO silahlı kuvvetleriyle doğrudan bir askeri çatışma istememektedir ve asimetrik faaliyetlerine küresel çatışma eşiği olarak gördüğü seviyenin altında devam edecektir.’’

Savaşın bugüne kadarki seyri de bu varsayımı haklı çıkarmamaktadır. Ukrayna’ya karşı saldırı başladığında Rus birlikleri 190.000 askerden oluşmaktaydı. Kendisinden iki kat daha güçlü olan ve sekiz yıldır Batı tarafından iyi bir şekilde donatılan ve eğitilen Ukrayna silahlı kuvvetlerine karşı Ukrayna’nın fethedilmesi ve işgal edilmesi söz konusu değildir ve Rusya’nın da böyle bir niyeti olmadığı açıktır. Bu anlamsız olurdu. Bu ancak, Rusya’nın Ukrayna’yı daha sonradan bir NATO ülkesine saldırmak için sıçrama tahtası olarak kullanması durumunda gerekli olabilirdi. Rusya ve ABD doğrudan bir çatışmadan kaçınmak isteseler de savaş ne kadar uzun sürerse ve Ukrayna’nın askeri durumu ne kadar kötüleşirse, NATO-Rusya savaşının genişleme ve tırmanma riski de o kadar artacaktır.

Biz de Helmut Schmidt tarafından savunulan askeri denge stratejisine geri dönmeliyiz. Bu stratejinin arkasındaki temel fikir, hiçbir tarafın diğerinden daha güçlü olmadığı bir ortam yaratmaktır. Bu sayede savaşın çıkması düşünülemez bile. Bu nedenle Bundeswehr’nın (Alman Silahlı Kuvvetleri) anayasanın gerektirdiği gibi ülkeyi ve ittifakı savunma kabiliyeti nihayet yeniden tesis edilmelidir. Ve müttefiklerimiz ile birlikte, kurulan dengenin değişmesine izin verilmemesi konusundaki kararlılığımızı Rusya’ya göstermeliyiz.

Ancak Schmidt, barışın korunması için güç dengesinin gerekli olduğunu ancak yeterli bir unsur olmadığını vurgulamıştır. Ayrıca askeri dengeyi siyasi açıdan istikrara kavuşturmak için de hazırlıklı olunmalıdır. Buna, sorunlarını ve isteklerini anlayabilmek amacıyla diğer tarafla teması sürdürmek de dahildir. Ve buna yeni bir güvenlik mimarisinin önemli unsurları olan karşılıklı güvenin yanı sıra siyasi ve askeri öngörülebilirliği de güçlendiren; istikrar sağlayıcı anlaşmalar, askeri güveni arttırıcı önlemler ve silah kontrolü ile silahsızlanma anlaşmaları da dahildir.

NachDenkSeiten: Savunma Bakanı Boris Pistorius gibi siyasetçiler ve bazıları Almanya’nın yeniden ‘’savaşa hazır’’ hale gelmesini istiyorlar. Siz ise Bundeswehr’nın şu anda yapmadığı ulusal savunma görevini yeniden yerine getirmesi gerektiğini savunuyorsunuz. Bu iki görüş arasındaki fark nedir? Ve Federal Almanya Cumhuriyeti’ni somut olarak kim ve ne tehdit etmektedir?

Harald Kujat: Benim için Anayasa, dış politika ve güvenlik politikaları için bir ölçüttür, Federal Hükümet için de bir ölçüt olmalıdır. Anayasa’nın 87a maddesi ‘’Federal Hükümet silahlı kuvvetleri savunma için kurar’’ der. Madde 24 (2) ile bağlantılı olarak, ‘’Federal hükümet, barışın korunması için karşılıklı bir kolektif güvenlik sistemine katılabilir’’ der. Yani başka bir deyişle Kuzey Atlantik İttifakı, ülkeyi ve ittifakı savunma kabiliyeti anlamına gelmektedir. Dönemin Federal Hükümeti 2011 yılında önce mali nedenlerle zorunlu askerlik hizmetini askıya almış, ardından da ülkeyi ve ittifakları savunma kabiliyetini ortadan kaldıran ‘’die Neuausrichtung der Bundeswehr’’  (Bundeswehr’nın yeniden düzenlenmesi) isimli bir reform gerçekleştirmiştir.

Gerekçe de Avrupa ve Almanya’ya yönelik konvansiyonel bir tehdit olmaması ve Rusya ile ilişkilerin olumlu yönde gelişmesiydi. Bu, anayasanın açık bir ihlaliydi ve o zaman da bilmemiz gerektiği gibi yanlış bir karardı. Savunma Bakanı Pistorius bu yanlış kararı düzeltmek istediği için takdiri hak ediyor. Bana göre bunun için anayasal görevi yerine getirmekten başka bir gerekçeye gerek yoktur. Ne de olsa 2011 yılında güvenlik politikası durumuna ve tehdit analizine ilişkin değerlendirmemiz konusunda bir hata yaptık ve bir başka hata bize pahalıya mal olabilir.

NachDenkSeiten: Ukrayna savaşının küresel çapta bir çatışmaya dönüşmesi tehlikesi konusunda uyarılarda bulunuyorsunuz. Bazı gözlemciler de üçüncü dünya savaşının çoktan başladığına inanıyorlar. Siz de kısa süre önce ‘’belirsizlik ve büyük çatışmalar çağı’’ndan bahsettiniz. Bunu kısaca açıklayabilir misiniz?  

Harald Kujat: Savaş uzadıkça ve Ukrayna’nın askeri yenilgisi yaklaştıkça, nükleer tırmanma tehlikesi de dahil olmak üzere büyük bir Avrupa savaşına dönüşme riski artmaktadır. Büyük bir savaş potansiyeli taşıyan diğer çatışma bölgeleri arasında çözülemeyen Filistin meselesi, Suudi Arabistan ve İran arasındaki rekabet, İran ve ABD arasındaki gerilimler, Türkiye’nin bölgesel hegemonik hırsları ve Kuzey ile Güney Kore arasındaki gerilimin tırmanması da dahil olmak üzere Basra Körfezi ve Yakın Doğu yer almaktadır. Kim Jong-Un Ocak ayında Güney Kore’yi düşman devlet olarak nitelendirmişti. Rusya’nın Orta Doğu, Afrika ve Güney Amerika’da artan etkisi de ABD tarafından endişe ile takip edilmektedir. Ve son çatışma bölgesi de Tayvan sorunu ve ABD ile Çin arasındaki jeopolitik rekabet nedeniyle Güney Çin Denizi ve Malakka Boğazıdır.

Eski NATO-Rusya Konseyi Başkanı Kujat: ABD iki cepheli savaş yürütemeyeceğinin farkında

NachDenkSeiten: Sizce Rusya’nın da dahil olduğu bir Avrupa güvenlik sistemi nasıl olacaktır?

Harald Kujat: Bir Avrupa barış ve güvenlik düzeni yaratmayı başarıp başaramayacağımız Ukrayna’daki savaşın nasıl sona ereceğine bağlıdır. İstanbul müzakerelerini çıkarların uzlaşmasına dayalı barışçıl bir çözümle sonuçlandırma fırsatı kaçırıldı. İkili müzakereleri yeniden başlatmak mümkün olsa bile, bu süre zarfında yaşananlardan sonra aynı sonuca ulaşmak mümkün olmayacaktır. Yine de Çin’in bir yıldan daha uzun bir süre önce on iki maddelik belgesinde önerdiği yaklaşımın, her iki tarafın da önüne koyduğu engelleri aştığı için mantıklı olduğuna inanıyorum.

Macaristan Başbakanı’nın girişimi de aynı yönde ilerliyormuş gibi görünüyor. Zelenski ve Putin’le yaptığı görüşmelerin ardından Xi Jinping ve Donald Trump’la da görüşen Orbán, bu iki liderin sadece savaşı sona erdirmekle ilgilenmediklerini, aynı zamanda ateşkes ve müzakere edilmiş bir barışı uygulama gücüne de sahip olduklarını ifade etti. Geriye Orbán’ın barış girişiminin tüm Avrupalıların güvenlik çıkarlarını gözeten, sürdürülebilir ve Avrupa’yı siyasi, ekonomik ve askeri açıdan kendini göstermeye yaklaştıran yeni bir Avrupa barış ve güvenlik mimarisine yol açmasını ummak kalıyor.

DÜNYA BASINI

FT: Suudi Arabistan Trump’ın İsrail politikalarını dengeleyebilir

Yayınlanma

Trump-selman

Financial Times’tan Andrew England’ın kaleme aldığı bu makale, Donald Trump’ın ikinci başkanlık dönemine dair bölgesel beklentileri ve endişeleri ele alıyor. Trump’ın İsrail yanlısı politikalarını dengelemede Suudi Arabistan’ın kilit rol oynayabileceği değerlendiriliyor. Makaleye göre Trump’la yakın ilişkisi ile bilinen Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın diplomatik manevraları, Filistin meselesinin çözümünde merkezi rol oynayabilir. Riyad, Filistin devletine giden bir plan olmadan İsrail ile normalleşmenin mümkün olmayacağını açıkça deklare etmesine rağmen İsrail’in bu çözüme giden yolu kapamış olması ise Trump’ın önündeki en büyük engel…

***

Orta Doğu, Trump’ı dizginlemesi için Suudi Arabistan’a güveniyor

Andrew England

Trump’ın aşırı İsrail yanlısı bir gündem izleyeceğinden korkan Arap ülkeleri, Donald Trump ile ilişkisini ve bölgedeki siyasi ağırlığını kullanarak Suudi Arabistan’ın, Trump’ın Ortadoğu politikalarını dengelemesini umuyor.

Trump’ın kilit pozisyonlara bir dizi ateşli İsrail yanlısı ve İran karşıtı şahin aday atamasının ardından Arap yetkililer yeni yönetimin İsrail’in işgal altındaki Batı Şeria’yı ilhak etme, Gazze’yi işgal etme ya da Tahran’la gerilimi tırmandırma hamlelerini onaylayabileceğinden endişe ediyor.

Ancak yetkililer, Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın Trump ile olan ilişkisini, başkanın finansal anlaşmalara olan ilgisini ve Suudi Arabistan ile İsrail arasındaki ilişkilerin normalleşmesine yol açacak “büyük pazarlık” yapma arzusunu kullanarak, yeni yönetimin bölgedeki politikalarını yumuşatabileceğini umuyor.

Bir Arap diplomat, “Bölgedeki kilit aktör, Trump’la bilinen ilişkileri nedeniyle Suudi Arabistan, dolayısıyla ABD’nin yapmaya karar verebileceği herhangi bir bölgesel eylemin kilit noktası olacak” dedi.

Bir başka Arap yetkili de Prens Muhammed’in Trump’ın İsrail’in Gazze’de Hamas’a karşı yürüttüğü savaşı sona erdirmeye yönelik politikalarını ve daha geniş anlamda Filistin meselesini etkilemede “kilit” rol oynayacağını ve İsrail’le normalleşme potansiyelini bir koz olarak kullanacağını söyledi.

Yetkili, “Suudi Arabistan, Trump’ın Gazze ve Filistin’le nasıl başa çıkacağını büyük ölçüde etkileyebilir. Bölgedeki pek çok ülke bundan sonra ne olacağı konusunda endişeli” dedi.

Trump’ın ilk başkanlık döneminde, Suudi Arabistan onun “alışveriş odaklı” yönetim tarzını ve bölgesel rakibi İran’a karşı yürüttüğü “maksimum baskı” kampanyasını destekledi. Suudi ajanların 2018’de gazeteci Cemal Kaşıkçı’yı öldürmesinin ardından diğer Batılı liderler Krallığın fiili liderine soğuk davranırken Trump, Prens Muhammed’in yanında durdu.

Trump, İsrail-Filistin çatışmasını çözmek için “nihai anlaşmayı” yapacağını da iddia etmişti. Ancak damadı Jared Kushner tarafından yürütülen bu planlar başarısız oldu. Filistinliler ve Arap devletleri, önerilerin İsrail lehine fazlasıyla taraflı olduğunu düşündü. Trump ayrıca Filistin’e yardımı kesti, Washington’daki diplomatik misyonlarını kapattı, ABD Büyükelçiliği’ni statüsü tartışmalı olan Kudüs’e taşıdı ve işgal altındaki Golan Tepeleri üzerindeki İsrail egemenliğini tanıdı. Öte yandan, Trump, BAE ve üç Arap ülkesinin İsrail ile ilişkilerini normalleştirdiği “İbrahim Anlaşmaları”na da aracılık etti.

Trump geçen ay bir Suudi televizyon kanalı olan El Arabiya’ya verdiği demeçte başkanlığı döneminde ABD ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerin büyük harflerle “MÜKEMMEL” olduğunu söyledi.

“Kral’a büyük saygı duyuyorum, Muhammed’e de büyük saygı duyuyorum; gerçekten harika bir iş çıkarıyor, o tam bir vizyoner” dedi.

ABD Başkanı Joe Biden göreve geldikten sonra Riyad, Trump ile bağlarını sürdürdü. Veliaht Prens Muhammed’in başkanlık ettiği Suudi Arabistan Kamu Yatırım Fonu (PIF), Kushner’in kurduğu özel sermaye fonuna 2 milyar dolar yatırım yaptı.

PIF’in yöneticisi Yasir al-Rumayyan, hafta sonu New York’ta düzenlenen bir UFC dövüşünde Trump ile ön sırada oturdu. Ayrıca, Trump’a ait golf sahaları, PIF’in en dikkat çeken spor girişimlerinden biri olan LIV Golf etkinliklerine ev sahipliği yaptı.

Ancak Prens Muhammed, Biden’ın göreve gelmesinden bu yana Suudi Arabistan’ın bölgesel politikalarını yeniden ayarladı. Riyad, 2023 yılında İran ile diplomatik ilişkileri yeniden kurdu özellikle Hamas’ın 7 Ekim 2023 saldırısının bölgede bir dizi çatışmayı tetiklemesinin ardından sürdürdüğü yumuşama politikası izlemeye devam etti.

Biden yönetiminin, Suudi Arabistan ile ABD arasında bir savunma anlaşmasını içeren üçlü bir anlaşma kapsamında İsrail ile ilişkilerin normalleşmesini hedefleyen planı, savaş nedeniyle sekteye uğrasa da ABD, Suudi Arabistan’ı krize yönelik herhangi bir bölgesel çözümde kritik bir aktör olarak görmeye devam ediyor.

Ancak Riyad, Filistinlilerin ölü sayısı arttıkça İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun aşırı sağcı hükümetine yönelik eleştirilerini sertleştirdi.

Ekim ayında Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan, Riyad’da düzenlenen bir basın toplantısında, İsrail ile normalleşmenin, “Filistin devletine dair bir çözüm bulunana kadar gündemde olmadığını” söyledi.

Prens Muhammed de geçen hafta Riyad’da düzenlenen Arap ve İslam zirvesinde İsrail’i Gazze’de “soykırım” yapmakla suçlarken, Lübnan’da Hizbullah’a karşı yürüttüğü savaşı ve İran’a yönelik saldırılarını kınadı.

Diplomatlar ve analistler, Veliaht Prens Muhammed’in konuşmasını, Müslüman dünyasının İsrail’in askeri saldırılarını kınamada ve bir Filistin devleti kurulmasına destek verme konusunda birleştiği mesajı olarak yorumladı. Salı günü Riyad, “İsrail’in Batı Şeria üzerinde egemenlik kurmaya yönelik aşırılık yanlısı açıklamalarını” da kınadı.

Trump seçim kampanyası sırasında Orta Doğu’ya barış getirme ve savaşı sona erdirme sözü vermişti. Ancak İsrail Büyükelçisi olarak seçtiği Mike Huckabee ve Orta Doğu temsilcisi olarak atadığı emlak kralı Steven Witkoff da dahil adaylarının çoğu ateşli birer İsrail yanlısı.

Trump, buna rağmen İbrahim Anlaşmaları’nı genişletmek istediğini belirterek Al-Arabiya’ya şunları söyledi: “Çerçeve zaten hazır, tek yapılması gereken bunu yeniden devreye sokmak ve bu çok hızlı gerçekleşebilir. Eğer kazanırsam bu kesinlikle bir öncelik olacak… sadece Ortadoğu’da barışı sağlamak… Bu olacak” dedi.

İbrahim Anlaşmaları’nın genişletilmesinde Suudi Arabistan kilit bir rol oynayabilir. Ancak Arap yetkililer, Trump’ın bunu ancak Netanyahu’ya, Filistin devleti kurulmasına yönelik tavizler vermesi için baskı yaparak başarabileceğine inanıyor. Bu, İsrail Başbakanı’nın şiddetle karşı çıktığı bir mesele.

Bir diğer Arap diplomat ise, “Trump’ın şu anda Ortadoğu’da Suudi Arabistan’dan daha çok ihtiyaç duyduğu başka bir aktör yok. Trump, kendisine sunulmuş hazır anlaşmalardan kredi almayı seven biri. Eğer Muhammed bin Selman ona bir anlaşma sunarsa, bu bir olasılık olabilir, hatta tek olasılık olabilir” yorumunda bulundu.

Arap yetkililer de Gazze’deki yıkımın neden olduğu öfkenin, Filistin davasını yeniden bölgesel gündemin en üst sırasına taşıması nedeniyle Trump’ın Filistinlileri göz ardı etmesinin daha zor olacağını umuyor. Liderler çatışmanın kendi halklarının bazı kesimlerini, özellikle de Prens Muhammed’in ana seçmen kitlesi olan gençleri radikalleştirmesinden endişe ediyor.

İlk Arap diplomat “Trump’ın Gazze’deki savaşı sona erdirmesi gerekecek ve bunu yapmak için de ertesi günü ele alması gerekiyor” dedi: “Filistin meselesine odaklanmadan bölgesel çözüm işe yaramaz. Suudi Arabistan açıkça belirtti ki, bir Filistin devleti kurulmadıkça normalleşme bir seçenek değil.”

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

İsviçreli askeri uzman Bosshard ile mülakat: Rusya’dan hangi karşılık beklenebilir?

Yayınlanma

Yazar

Çevirmenin notu: ABD Başkanı Joe Biden’ın Rusya topraklarına yönelik uzun menzilli füzelerin kullanılmasına izin verme kararı, Rusya’nın olası tepkilerini gündeme taşıdı. İsviçre Genelkurmay Başkanlığı’ndan emekli yarbay ve siyasi ve askeri strateji analisti Ralph Bosshard, Rusya’nın tepkisinin genelde ihtiyatlı ve kademeli olacağını, ancak uluslararası sulardaki veya üçüncü ülkelerdeki İngiliz ve Fransız hedeflerinin vurulabileceğini belirtiyor. Buna karşın, NATO’nun 5. Maddesi’ni devreye sokacak bir saldırının pek olası olmadığı ifade eden Bosshard, Ukrayna’nın Batı’dan aldığı silahlarla elde edebileceği askeri başarıların sınırlı kalacağını, çünkü Rusya’nın buna yönelik hazırlık yaptığını söylüyor. Ayrıca, Rusya’nın komuta merkezlerini sık sık yer değiştirdiğini ve geniş lojistik ağını koruma kapasitesine sahip olduğunu vurgulayan uzman, Batı’nın uzun menzilli silahlarının, savaşın seyrini kökten değiştirme potansiyelinin olmadığını, asıl belirleyicinin Rusya ve Çin liderlerinin kararları olduğunu ifade ediyor. Bosshard’a göre, Biden’ın bu kararını görev süresinin sonunda alması, Trump yönetimini zora sokma ve kendi dönemini daha güçlü bir şekilde kapatma çabası olarak yorumlanabilir. Moskova’nın şu ana kadar temkinli hareket ettiğini belirten Bosshard, Kremlin’in Batı’ya temkinli mesajlar verdiğini ve bu gerilimin medya üzerinden yönetildiğini dile getiriyor.


Rusya’dan nasıl bir askeri karşılık bekleyebiliriz? İsviçreli askeri uzman Bosshard ile mülakat

Éva Péli, NachDenkSeiten

Görev süresi sona ermekte olan ABD Başkanı Joe Biden, ABD’nin uzun menzilli füzelerinin Rusya topraklarındaki hedeflere karşı kullanılmasına izin verdi. Bu kapsamda, daha önce uygulanan kısıtlamalar kaldırıldı ve Beyaz Saray da bunu resmî olarak teyit etti. İsviçreli askerî uzman Ralph Bosshard, bu kararın muhtemel sonuçlarını NachDenkSeiten’a değerlendirdi.

Éva Péli: Joe Biden’ın bu açıklaması askerî açıdan nasıl değerlendirilmeli? Rusya’dan beklenen askerî tepki nedir ve bu tepki kimlere (ABD, İngiltere, Fransa ya da Ukrayna) yönelebilir?

Ralph Bosshard: Ruslar, Ukrayna topraklarındaki hedeflere dönük saldırıların yanı sıra, uluslararası sularda, denizaşırı varlıklarda ya da üçüncü ülkelerde bulunan İngiliz ve Fransız askerî hedeflerini vurma alternatifine de sahip. Fakat üçüncü ülkelerdeki operasyonlar büyük ihtimalle bazı kısıtlamalarla karşılaşacaktır. Şu ana kadar çatışan taraflar birbirlerinin uydularını hedef almaktan kaçındılar, zira bu durum Pandora’nın kutusunu açabilir. Uydu hedefleme şu an için bir tabu gibi görünüyor. Bu konuda silahlanma kontrolü müzakereleri için fırsatlar bile olduğunu düşünüyorum.

Batı tarafından Ukrayna’ya şu ana kadar sağlanan kısa ve orta menzilli silahlarla Ukrayna, mevcut en acil askerî sorunlarını çözmeyi deneyebilir.

Bu sorunlardan biri, Rusya’nın FAB adı verilen ağır uçak bombalarının, iyi inşa edilmiş saha tahkimatlarını imha etmek için kullanılması. 2014-2022 yılları arasında inşa edilen ve betonla güçlendirilmiş bu tahkimatlar artık Ruslar tarafından her yerde aşılmış durumda. Şimdi ise Ukrayna birlikleri, özellikle yerleşim yerlerinde bu tahkimatları savunarak pozisyonlarını korumaya çalışıyor. FAB bombaları yönlendirme modülleriyle donatılmış olup yaklaşık 70 kilometre uzaklıktan bırakılabiliyor. Ruslar bu bombaları artık oldukça hassas bir şekilde kullanıyor. Bu bombaların taşıyıcıları, taktik bombardıman uçaklarıdır ve bu uçaklar 170-200 kilometre derinlikteki hava üslerinden operasyon düzenler. Eğer bu hava üsleri, Batı menşeli uzun menzilli silahların menziline girerse, Ruslar daha gerideki üslerden operasyon yapmaya başlayacaktır. Moskova’daki Genelkurmay Akademisi’ndeki eğitimim sırasında Su-24 tipi cephe bombardıman uçaklarını hesaba katarak planlama yapıyorduk. Bugün kullanılan Su-34 uçaklarının menzilinin Su-24’lerden çok daha fazla olduğunu söyleyebilirim. Geriye çekilerek operasyon düzenlemek Ruslar açısından sorunsuz olacaktır.

Rusya’nın lojistik destek hatlarını ve cepheye asker taşınmasını kesintiye uğratmak, yalnızca belirli hedef kategorilerine karşı yoğun ve sistematik saldırılarla mümkün. Bunlar, mesela mühimmat veya yakıt depoları gibi tesisler ya da demir yolu ağı olabilir. Ruslar, lojistik tesislerini geniş bir alana yayabilir ve Donbass’taki sıkı demir yolu ağından faydalanabilir. Ayrıca bu ağ, ek demir yolu hatlarıyla daha da güçlendirilebilir. Bu görev, Rusya ordusunda bulunan demir yolu birliklerine ait. Ukraynalıların bu ağı kesintiye uğratması için ciddi bir çaba göstermesi ve çok sayıda füze kullanması gerekecektir. Fakat Ukrayna’nın savaş uçakları ve roketatarlarıyla cepheye ne kadar yaklaşabileceği belli değil.

Bununla beraber yer hedeflerine yönelik saldırılar da karmaşık bir hedefleme süreci gerektirir. Ruslar, geçerli operasyon prosedürlerine göre, komuta merkezlerini günlük olarak değiştirir. Son zamanlarda Rusya’nın komuta merkezlerinin imha edildiğine dair neredeyse hiç haber duymadım.

Temel olarak Rusya ordusunun operasyon prosedürleri, düşman tarafından kısa ve orta menzilli silahların kullanılmasını öngörüyor. Ruslar bu tür bir duruma hazırlanmış durumda ve eğitimlerini buna göre aldılar. Dolayısıyla, Batı tarafından tedarik edilen kısa ve orta menzilli silahlarla Rusya Silahlı Kuvvetlerine baskı uygulanması ancak geçici bir etki yaratacaktır.

İlave olarak, Ukraynalılar, askerlerin moralini artırmak amacıyla sembolik açıdan önemli hedeflere saldırabilirler. Ancak bu tür saldırıların kalıcı bir askerî etkisi olmayacaktır. Bunun aksine, yalnızca askerî hedeflere yönelik saldırıların Ukraynalıların moraline etkisi sınırlı kalacaktır.

Bütün bu süreçte hedeflerin kontrolü Batı’nın –özellikle de ABD’nin– elinde. Ukraynalılar, saldırıların gerçekleşmesi için gerekli olan seyrüsefer, iletişim ve istihbarat araçlarına doğrudan erişime sahip görünmüyor. Özellikle en yeni sistemler için üretici firmalardan teknik destek alınması gerektiği de anlaşılıyor. Bu araçların kullanımıyla Biden, Rusya’nın ilerleyişini yavaşlatabilir ve muhtemel bir çöküşü –en azından Trump’ın göreve başlamasına kadar– erteleyebilir. “Benim gözetimimde olmadı,” anlayışı burada geçerli gibi görünüyor.

Bu kararlar ışığında müzakereli çözüm şansı nasıl değerlendirilebilir?

Bu kararların müzakereli çözüm şansını ciddi ölçüde etkileyeceğini düşünmüyorum. Ukrayna’daki savaşın nasıl ve ne zaman sona ereceğini Batı’nın silah sevkiyatları belirlemeyecek. Batı’nın “mucize silahları” olarak lanse edilen sistemler, Şubat 2022’den bu yana savaşın gidişatında kayda değer bir değişiklik yaratamadı. Daha önce belirttiğim üzere ATACMS, Storm Shadows ve diğer benzeri sistemler de bu savaşın kaderini kökten değiştiremeyecek. Bu savaş, Şi Cinping ve Vladimir Putin’in “tamam yeter” dedikleri zaman sona erecek. Genel manada, Rusya veya Çin ile Batı adına bir savaşa girmeye hazır olan herkesin uyarıyı almış olması gerektiğini düşünüyorum.

Eylül ayında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Batı’nın uzun menzilli silahlarını Rusya’ya karşı kullanmasının, NATO ülkelerinin Ukrayna’daki çatışmaya doğrudan katılımı anlamına geleceğini söylemiş ve şu uyarıda bulunmuştu: “Eğer savaşı Ukrayna topraklarından Doğu’ya taşırlarsa, savaş orada sona ermeyecek; zira savaş Batı’yı da içine alacak.”

NATO’nun, Putin’in öngördüğü bu muhtemel tepkiye nasıl hazırlanacağı büyük bir soru işareti. Şu anda Fransızlar ve İngilizler açısından, Bab el-Mandeb Boğazı ya da İran kıyıları civarındaki sularda savaş gemilerini konuşlandırmaktan bir süreliğine kaçınmak daha uygun olabilir. Hatta diğer deniz bölgelerinden de uzak durmaları gerekebilir. Bunun yanı sıra, Batı Avrupa’daki deniz tabanında bulunan tesislere karşı dikkatli olunması gerektiğini özellikle vurgulamak isterim.

Almanya’nın kendi topraklarına dönük bir saldırı beklentisi içinde olmadığını, sivil savunma alanında neredeyse hiçbir tedbir alınmamış olmasından anlayabiliriz. Halka, evlerinin bodrumlarını temizlemeleri ve kendilerine bol şans dilemeleri yönünde tavsiyeler dışında, Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius’un (SPD) elle tutulur bir hazırlık sunmadığı aşikâr. Oysa, bir ülkeye ve halkına zarar vermek için artık çok daha farklı araçlar mevcut.

Uzun zamandır Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’un daha akıllı bir strateji izlediğini düşünüyorum. Kendisi, gereksiz yere ve erken bir dönemde risk alarak öne çıkmaktan kaçınıyor. Ancak ne yazık ki etrafında zayıf bir hükûmet ekibi var. Geçtiğimiz yıl Federal Meclis’te eleştirdiğim Ulusal Güvenlik Stratejisi, son derece zayıf bir metindi. Ama o zaman bile CDU/CSU muhalefetinin sunacak daha fazla aklı yoktu.

ABD Başkanı Joe Biden, daha önce bu tür füzelerin Rusya’daki hedeflere karşı kullanılmasına izin vermeyeceğini belirtmişti, zira bunun üçüncü dünya savaşına yol açabileceğinden endişe duyuyordu. Fakat görev süresinin sonlarına yaklaşırken, Biden’ın artık böyle bir senaryodan korkmadığı anlaşılıyor. Peki, bu süreçte ne değişti?

Biden’ın bu kararı, Trump ekibi ile Putin yönetimi arasında halihazırda yapılmış olması muhtemel anlaşmayı bozmayı amaçlıyor. Bu stratejiyle, Putin’in öyle bir tepki vermesi hedefleniyor ki, bu tepki Trump’a savaşın devam etmesinden başka bir seçenek bırakmasın. Şu anki durumda Ruslar, Amerikan tesislerine veya birliklerine saldırmaktan kaçınıyor; böyle bir adımın Trump yönetimiyle ilişkileri doğrudan etkileyebileceğini biliyorlar.

Fransa ve İngiltere’nin bu denkleme dahil edilmesi, savaşın Trump’ın göreve gelmesinden sonra da devam etmesini garanti altına alma stratejisinin bir parçası. Biden, bu noktada Fransa ve İngiltere’nin büyük güç olma heveslerini ustaca kullanıyor. Ancak hem Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron hem de İngiltere Başbakanı Keir Starmer, Rusya’nın muhtemel misilleme hamlelerinin, Trump’ın göreve başlamasından sonra özellikle onları hedef alacağının farkında. Bu nedenle, durum ciddileştiğinde İngiltere ve Fransa’nın, deyim yerindeyse, “görünmezlik moduna geçeceğini” düşünüyorum.

Rusya’nın mevcut stratejisinde NATO’nun 5. Madde’sini (bir üyeye yapılan saldırının tüm NATO üyelerine yapılmış sayılmasını öngören madde) devreye sokacak bir durumdan kaçınması önemli. Bu nedenle Rusya, NATO topraklarında herhangi bir hedefe saldırmayacaktır. Bunun yerine, İngiltere ve Fransa’nın ana vatanı dışındaki tesislere saldırılar düzenleyerek, bu ülkelerin güçlerini koruyamayacaklarını göstermeye çalışabilir. Nitekim, Rusya’nın birkaç gün önce Ukrayna’daki hedeflere dönük kombine füze ve drone saldırılarını yeniden başlatması, Moskova’nın misilleme yeteneğini açıkça ortaya koyuyor. Üstelik bu saldırılar, iyi korunan hedeflere karşı dahi başarılı bir şekilde yapılabiliyor. Bu da Rusya’nın mevcut gelişmeleri önceden öngördüğünü ve buna hazırlıklı olduğunu gösteriyor.

Açık konuşmak gerekirse, ABD’nin Rusya’ya, belirli saldırılardan önce uygun kanallar aracılığıyla uyarılarda bulunması bile beni şaşırtmaz. Bu tür bir iletişim, savaşı daha büyük bir tırmanıştan koruma amaçlı bir tedbir olabilir.

Genel olarak Kremlin’in her zamanki gibi, temkinli ve ihtiyatlı bir şekilde tepki vereceğini düşünüyorum. Ancak Putin’in basında zaman zaman “nükleer tehdit” kartını oynaması, Biden’ı başarısız bir lider gibi gösterme stratejisinin bir parçası. Bu durum, Biden’ın sırf egosu uğruna, görev süresinin son anlarında bir nükleer savaşı riske atmış bir başkan olarak algılanmasına neden olabilir. Öte yandan Trump, bu retoriği kullanarak kendisini barışın ve gerilimi düşürmenin mimarı olarak sunabilir. Bu da Trump’ın söylemsel bir üstünlük elde etmesine yol açabilir. Lütfen, benden Biden’ın liderlik becerilerine övgüler dizmemi beklemeyin. Bu bağlamda, onun kararlarının stratejik etkisi tartışmaya aşikâr.

Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy’in, ABD Başkanı Joe Biden’ın uzun menzilli füzelerle ilgili kararını medyada duyurmasından rahatsız olduğu iddiaları basında geniş yankı buldu. Uzmanlar, bu açıklamayı ABD yönetiminin Rusya’yı saldırılardan önce bilgilendirerek bir tırmanışı önleme çabası olarak yorumluyor. Peki, bu durum nasıl değerlendirilmeli?

Burada Zelenskiy için “isteğe göre bir menü” hazırlanmadığını açıkça görebiliyoruz. Ukrayna’nın lideri, kendisine sunulan yardımı olduğu gibi kabul etmek zorunda. “Büyük aktörler” sahnede kararları alırken, Ukrayna ancak bu oyunun bir parçası olabilir. Biden, bir yandan gerilimi artıracak bir açıklama yaparken, diğer yandan tansiyonu düşürme çabası içinde görünüyor. Kararını kamuoyuna duyurarak, esasen Rusya’ya dolaylı bir uyarı göndermiş ve onları bir nebze rahatlatmış oldu. Biden, bu saldırıların Zelenskiy’in istediği gibi sürpriz bir şekilde gerçekleştirilmesine izin verebilirdi; fakat bu, şu anki stratejiyle uyuşmuyor.

Bu durum, günümüz savaşlarının “medya savaşı” karakterini bir kez daha gözler önüne seriyor. Batı, medya hakimiyetinin her savaşta üstünlük sağlayacağını varsayıyor. Bu anlayış büyük ölçüde, ABD’nin Vietnam Savaşı’ndan kalma travmasına dayanıyor. Ancak bu medya savaşı içinde, Ukrayna lideri Zelenskiy’in stratejik kararlarının Rusya’nın lehine olabilecek etkiler doğurabileceği bir gerçek. Örneğin, Çernigov oblastına (Ukrayna ordusunun Kuzey Harekât Komutanlığı’nın önemli bir merkezi) asker kaydırılması, mevcut durumu Zelenskiy açısından daha da kötüleştirebilir.

Bu aşamada Ukrayna’nın, moral artırıcı bir başarıya ihtiyacı var. Bunun için Rusya’ya birkaç füze saldırısı gerçekleşebilir ve bu saldırılar daha sonra stratejik zaferler olarak lanse edilebilir. Ancak bu hamlelerin kalıcı bir askerî etkisi olup olmayacağı belli değil. Öte yandan, Trump ve Kuzey Kore güçleri hakkındaki spekülasyonlarla bir “ihanet hikayesi” hazırlığının şimdiden yapılmış olması dikkat çekici.

Biden’ın kararını basın yoluyla duyurması, aslında planın en kritik parçalarından biriydi. Bu ilan, Biden’ın başkanlık dönemi boyunca elde ettiği zayıf başarı karnesini toparlama çabasının bir parçası. Kabil’deki kaotik çekilme sonrası yaşanan utanç verici süreç, Biden’ın hanesine yazılmıştı. Buna rağmen, 2021’in aralık ayında Rusya’nın sunduğu güvenlik garantileri teklifini küçümseyip reddetme cesaretini göstermişti. Şubat 2022’den itibaren ise, ABD’nin Kiev’deki müttefikinin darbeler almasına seyirci kalmak zorunda kaldı. Şimdi, kalan iki aylık görev süresinde, bu tabloyu tersine çevirmek ve daha iyi bir izlenim bırakmak için çabalıyor.

Fakat Biden’ın, dünyayı bir nükleer savaşa sürükleme gibi bir niyet taşımadığı bariz. Bu, Biden’ın planlarının bir parçası değil. Bilakis, mevcut hamleleri hem içeride hem de uluslararası arenada itibarını artırmaya yönelik bir girişim olarak okunmalı.

Biden’ın uluslararası sahnedeki zayıflığı, yakın zamanda Peru’daki zirvede daha da belirgin hale geldi. Aile fotoğrafında Biden’ın arka ve dış köşelere yerleştirilmesi, sembolik olarak onun düşen önemini gözler önüne serdi. Üstelik, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in, Trump ile iyi bir şekilde çalışabileceğini söylemesi, Biden’a dolaylı bir mesaj göndererek onunla artık çalışmak istemediğini ima etmişti. Bu durum, Biden’ın uluslararası alandaki pozisyonunu daha da zayıflattı.

Biden, görev süresinin kalan iki ayında daha fazla aşağılanmak istemiyorsa, şimdi hızlı ve etkili hamleler yapmak zorunda. Kendi döneminin, özellikle Jimmy Carter’ın başkanlığının son dönemine benzeyen bir şekilde sona ermesini istemediği belli.

Biden’ın ABD’nin uzun menzilli silahları için genişletilmiş hedeflerine ilişkin kararını hangi biçimde aldığına dair bilginiz var mı? Bu bir başkanlık kararnamesi, resmi bir hükümet kararı ya da yalnızca Kiev’e (ve kiminle) yapılan bir telefon görüşmesi şeklinde mi? Ve bugüne kadar silahların menzil sınırlaması nasıl sağlandı, yalnızca teknik bir yöntemle mi yoksa bir emirle mi?

Bu tür detayları elbette yalnızca doğrudan taraf olanlar bilir. Ancak kararın uygulanmasının üçlü bir işbirliğiyle gerçekleştirilmesi muhtemel. Amerikan, İngiliz ve Fransız askerleri saldırıları muhtemelen birlikte planlayacak. NATO kurumlarının bu süreçte pek bir etkisinin olacağını düşünmüyorum. Zira tecrübelere göre, büyük devletler stratejik varlıklarını paylaşmayı tercih etmez; bu, genelde herkesin kendi önceliğine göre hareket ettiği bir alan. Bu kapsamda özel harekât birlikleri, stratejik silahlar, uydu ve istihbarat bilgileri gibi yalnızca hükümet düzeyinde erişilebilen araçlar yer alır. Dolayısıyla, bu tür bir işbirliğinin halihazırda kurulmuş olması pek muhtemel değil. Belki bu süreç sıfırdan oluşturulmak zorunda kalabilir.

Şimdi bir hedefleme süreci başlatılması gerekiyor. Bu süreç, durum değerlendirmesinden hedef seçimine ve etkinlik analizine kadar uzanıyor. Bunun içinde istihbarat toplama, iletişim ve navigasyon uyduları yer alıyor. Bu uyduların bazıları muhtemelen doğru yörüngeye henüz yerleştirilmiş değil. Hazırlık çalışmalarına elektronik harp alanındaki tedbirler de dâhil. Geçtiğimiz ay Rusya’nın birkaç şehrinde bizzat şahit oldum ki, Ruslar GPS sinyallerini engelliyor ve hatta zaman zaman yanıltıcı sinyaller yayıyor. Yani, GPS cihazları yanlış konumlar tespit ediyor. Bu sapmaların 15 kilometreye kadar ulaştığını gözlemlemiştim.

Tüm bu süreç, devlet başkanlarının ya da başbakanların –Biden, Starmer ve Macron’un– silahlı kuvvetlerin başkomutanı sıfatıyla verdiği bir planlama talimatını gerektiriyor. Ön hazırlıkların, yani muhtemel planların ne kadar ilerlemiş olduğuna bağlı olarak, oldukça uzun sürebilecek bir planlama sürecinin başlatılması gerekebilir. Hangi hedeflere saldırılacağı konusunda Ukraynalılar belki önerilerde bulunabilir ama son söz büyük ihtimalle Amerikalılar, İngilizler ve Fransızlara ait olacaktır.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Gideon Levy: Böylesine korkunç savaş suçları işlenirken hiç bu kadar gurur duyulmamıştı

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız İsrail’in en köklü gazetelerinden Haaretz’de yayınlanan köşe yazısında İsrail’in Gazze’deki katliamları karşısında İsrail toplumunun etik ve ahlaki olarak nasıl dönüştüğü/dönüştürüldüğü anlatılıyor:

***

Siyonistlerin yeni ideali: Gazze Savaşı’ndan utanmayan bir İsrailli nesil

Gideon Levy

“Teachers for Change” (Değişim İçin Öğretmenler) adlı bir kuruluşun CEO’su ve eğitimci olan Yair Weigler, yedek kuvvetlerdeki uzun süreli görevinden yeni döndü.

“Gazze Şeridi’ndeki çeşitli mahallelerde ve mülteci kamplarında faaliyet gösterdik, biraz da plajlarında vakit geçirdik, ardından Lübnan’da göreve devam ettik… Aramızda yerleşimciler, Tel Avivliler, 2005’te [Gazze Şeridi’ndeki] Katif Bloğu’ndan tahliye edilenler vardı; silah arkadaşlarıydık, eğitimciler ve yüksek teknoloji çalışanlarıydık… tek bir tank bölüğüydük” dedi şiirsel bir dille, sanki ordudan sonra yurtdışında bir geziye çıkıp dönen genç bir adam gibi, ziyaret ettiği yerleri övüyordu. Ah, Şucaiye, ah, ne birlik ama. Ne ordu ne halk.

Eski Başbakan Naftali Bennett, eğitimcinin sözlerini paylaşmakta gecikmedi: “İsrail’de bir aslanlar kuşağı doğdu. Hiç şüphem yok ki bu çocuklar, savaşçılar ve yedekler, sivil hayata daha idealist, daha merhametli insanlar olarak dönecekler ve önümüzdeki 50 yıl boyunca bu ülkeyi yeniden inşa edecek insanlar onlar olacak. Umut var!”

Eğer Bennett’ın küçük örme kipasıyla sergilediği aşırı duygusallığı bir kenara bırakırsak bile, şaşkın ve çaresiz gözlerimizin önünde cereyan eden kaostan dehşete düşmemek elde değil. Yedi yirmi dört. Etnik temizlik ve toplu katliam artık birer ideal; savaş suçları ise daha değer odaklı ve “iyi” siviller yaratıyor. Bennett’ın anlayışında umudun anlamı işte bu.

İnanmakta güçlük çekiyor insan. İsrail’de bir öğretmenin yedek görevindeki son derece sorunlu deneyimlerini böyle ifade ettiğini, ılımlı sağ kanadın liderlerinden alternatif için umut olan birinin ise bu şekilde tepki verdiğini okuyoruz. 2024 İsrail’inde, ordunun Gazze ve Lübnan’da yaptıklarıyla ilgili bir özeleştiri işareti görmek şöyle dursun artık suçlar ve vahşet birer ideal düzeyine yükseltiliyor. Vatandaşlık derslerinde artık, on binlerce kadın ve çocuğun katledilmesinin nasıl bir “değer” haline geldiği tartışılacak. İşte bir toprak parçasını yok edip İsraillileri daha iyi vatandaşlar haline getirmenin yolu budur. Soykırım, bir eğitim atölyesi olarak sunuluyor.

Suçluluk duygusu, bir hesaplaşma veya etik sorgulamalar bekleyen herkes tam tersini buluyor. Yaptıklarından dolayı travma yaşayan, bitmek bilmeyen kâbuslar gören, işlediği vahşetler yüzünden uykusunda çığlık atan bir nesil bekleyenler, ulusal gururla karşılaşıyor. Siyonist ideal artık Gazze’de süren savaş. Uluslararası mahkemelerde tanımlanmayı bekleyen korkunç bir suç, tüm dünyanın haklı olarak dehşetle izlediği bir savaş, şimdi bir “değer” olarak yüceltiliyor. Burada bir aslanlar kuşağı doğdu.

Bu aslanlar kuşağı, bir an bile yaptıklarıyla yüzleşmeye cesaret edemeyecek kadar korkak. Bastırma ve inkârı anlamak mümkün. Sonuçta bunlar olmadan, böylesine anlamsız ve dizginsiz bir savaş sürdürülemezdi. Ancak İsrail bunu daha akıl almaz bir noktaya taşıdı.

Böylesine korkunç savaş suçları işlenirken hiç bu kadar gurur duyulmamıştı. Subaylar kameraların önünde Gazze’deki yıkıntılar arasında göğsünü kabartarak yürüyor. Etrafında, tüm bu yıkımın anlamını sorarak mesleğinin itibarını kurtaracak tek bir muhabir bile yok. Bunun amacı neydi, yasal dayanağı neydi, ahlaki boyutu neydi? Bize böyle bir yıkımı gerçekleştirme yetkisini veren neydi? Toprak yolda, koltuk değnekleriyle, tekerlekli sandalyelerde, açlıktan bitap düşmüş eşeklerin çektiği arabalarla gidip gelen, TV muhabiri Ohad Hamo’nun soracağı herhangi bir soruya bir damla su karşılığında yanıt vermeye hazır insanların oluşturduğu konvoylar var ve bu, Hamo’nun mesleki gururunu destekleyen bir gazetecilik başarısı olarak adlandırılıyor.

Rus televizyonunun Ukrayna’dan böylesi utanç verici bir görüntüyü yayınlamaya cesaret edebileceği şüpheli. Belki orada utanç buna engel olabiliyor. Burada ise utanma hissi yok. Ne Hamo, ne Kanal 12, ne medya, ne Weigler ne de Bennett’in söylediklerinde…

Mesele sadece İsrail’in utanma duygusunu kaybetmiş olması değil. Yaptıklarıyla gurur duyuyor. İsrailliler savaşı sadece gerekli bir kötülük olarak görmüyor, bizi bununla yaşamaya mahkûm eden bir durum olarak değerlendirmiyor. Şimdi savaş, bir değer modeli – pedagojik bir şiir olarak sunuluyor. Gazze Şeridi’nin kuzeyindeki sürgün ve güneyindeki katliam birer ulusal miras olarak tanıtılıyor, yakında fotoğraf albümleri ve müzelerle birlikte gelecek. Bunu telafi etmek çok daha zor olacak.

Bennett, vicdanı ve pusulası olmayan bu aslanlar kuşağının önümüzdeki 50 yıl boyunca ülkeyi inşa edeceğini vaat ediyor. Hayal edin. Bekleyip göreceğiz.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English