Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

“Komuta ekonomisi”, “kalkınmacı sosyalizm”, “stratejik planlama”

Yayınlanma

Rusya Uzakdoğu ve Arktik bakanı Aleksey Çekunkov’un 18 Haziran’da üstelik de RBK’da yayınlanan makalesi, Rusya’da iktisat siyaseti alanında dinamikleri ve ideolojik eğilimleri kavramak için son derece önemli bir malzeme.

Geçen yıl Avrasya Ekonomik Komisyonu Makroekonomi ve Entegrasyon Kurulu Sergey Glazyev, eski Uzakdoğu bakanı Aleksandr Galuşka, Azerbaycan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Sosyal Konsey Başkanı Elşad Mamedov, Güvenlik Konseyi sekreteri müsteşarı Vladimir Nazarov gibi yazarlardan, her birine kendi açıklamalarımı ve yorumlarımı da koyarak bir dizi çeviri yapmıştım. Bunlara ileride Valentin Katasonov’u da ekleyeceğim. Çekunkov’un aşağıdaki makalesini bu serinin halkalarından biri.

Glazyev, Galuşka, Katasonov vb.ni yeni bir kamusalcılık (ve kamusalcılık denen şey aslında küçük burjuva sosyalizmidir) anlayışının teorisyenleri saymak gerek. Bunlar komuta ekonomisi başlığı altında değerlendirirler Stalin dönemini, olumlarlar; buna dayanarak devletin ekonomideki rolünün artırılmasını ve planlamanın güçlendirilmesini isterler.

Komuta ekonomisi kilit bir kavramdır. Bu kavram tanımı gereği devlet kontrolünü ve planlamasını öngörür. Komuta ekonomisi taraftarları Sovyet planlama sistemini indikatif olarak tanımlar ve bunun yerine stratejik planlamayı önerir. Kavram devlet (kamu) mülkiyetini değil devletin neredeyse mutlak düzenleyici rolünü öne çıkarır.

Ama Stalin döneminin köklü bir farkı vardır: Sovyet sosyalizmi üretim araçları üzerinde özel mülkiyeti kaldırmıştı, siyasi iktidar proletarya diktatörlüğüydü ve hedefi de sınıfsız toplumdu. Küçük burjuva sosyalizmi ise marksist değildir, çünkü rekabet ve kârlılık öngörür; yani artı-değer sömürüsüne ve insanın yabancılaşmasına son vermek değildir onun amacı; yani bu sosyalizm hiç de “komünizmin birinci aşaması” değildir; yani “bilimsel” değildir bu sosyalizm; ama gene de sosyalizmdir.

Kargadan başka kuş tanımama basitliğinden kurtulmak gerek. Sosyalizm kendi başına mukaddes bir kelime değildir; sınıfsaldır ve dolayısıyla kimin elinde silahsa o sınıfın menfaatlerini yansıtır. Sosyalizmin bir biçiminin, devlet kapitalizmi biçimi de dahil, ilericiliğinden veya gericiliğinden ancak sosyalizmin bir başka biçimi karşısında söz edilebilir. Bununla birlikte sosyalizmin her türlü biçimi, “vahşi kapitalizmin”, yani bugün neoliberalizmin bütün biçimleri karşısında ilericidir.

Komuta ekonomisi kavramı sosyalist ekonomiyi de kapsar, bu nedenle sadece sosyalist ekonomi anlamında kullanılması adetten olmuştur. Bununla birlikte ille de mülkiyet ilişkilerinin değiştirilmesini öngörmez. Her tür devlet kapitalizmi de (kapitalizm eşittir artı-değer üretimi) komuta ekonomisidir.

Bu anlamda, Çekunkov’un Rusya’da mevcut sistemi “yurtsever sosyalizm” diye tanımlaması boşuna değil. Ancak bu, böyle bir “yurtsever sosyalizmin” (küçük burjuva sosyalizmi) eksiksiz bulunduğu anlamına gelmiyor. Bu ancak, “yurtsever sosyalizmin” nüvelerinin olduğu ve devletin planlayıcı ve düzenleyici rolünü güçlendirerek bu nüvelerin geliştirilmesi anlamına geliyor.

Dikkatli okur, Çekunkov’un görüşleriyle “kalkınmacı sosyalizm” ilişkisini ve bu çerçevede (mesela) Avcıoğlu’nu ister istemez hatırlayacaktır.

Başlıkta sıraladığım üç kavramın arasındaki ideolojik akrabalıklar ve bunların siyasi sonuçları üzerine durmaya devam edeceğim. Ancak Çekunkov’a geçmeden önce bu yazısında aslında faiz siyaseti üzerinden MB ile sert bir tartışma yürüttüğünü de belirtmek gerek.

Belki de Rusya’da neoliberal dogmatizm giderek daha fazla savunma pozisyonuna sıkışıyordur.

* * *

“İşadamlarının ikamesi” ve yurtsever sosyalizm üzerine

Aleksey Çekunkov

Uzakdoğu ve Arktik, Rusya coğrafyasının yarısını kapsıyor. Nüfus yoğunluğunun az olmasına ve sert hayat şartlarına rağmen Rusya ihracatının yüzde 30’unu karşılıyor. Uzakdoğu ve Arktik’in iktisadi gücü son 100 yıldır komuta ekonomisi ve büyük güç kararları sayesinde inşa edildi. İlk gidenlerin önemini ve 16-19’uncu yüzyıllarda kürk ticaretinin değerini küçümsememekle birlikte, taygadaki büyük şehirlerin bugün Rusya ekonomisinin omurgasını teşkil eden güçlü işletmelerin inşasına imkan sağlayan esas unsur bolşeviklerin mecburi çalışmayı da kapsayan şok inşaatları (ударные стройки; hızlı sabit sermaye yatırımı gerçekleştirmeye yönelik, ajitasyon-propaganda faaliyeti ve esas itibariyle gönüllü çalışma temelinde hızlı kalkınma projelerine böyle denirdi — ç.n.) ve SSCB Gosplan’ın büyük ölçekli projeleri olmuştur.

Uzakdoğu ve Arktik birçok açıdan konsantre bir Rusya’yı andırır: devasa topraklar, doğal zenginlikler, düzensiz yerleşim ve zorlu bir iklim. Bunların iktisadi faaliyete katılması bütün ülkelerin gelişmesi için de dersler taşır. Zorlu doğal ve iklimsel şartlarda büyüme nasıl sağlanır? İşgücü kaynaklarındaki yetersizlik nasıl giderilir? Maden zenginlikleri nasıl yönetilir? Asya’daki dinamik ülkelerin komşuluğundan nasıl yararlanılır?

Doğu sınırlarımızda ve kuzey enlemlerimizde yaratılmış şeylerin pek çoğu hayret uyandırıyor, şöyle tepkilere neden oluyor: “Eskiden neler yapmışlar, bugün olsa yapılamaz.” Gerçekten de donmuş topraklar üzerinde şehirler kurmak, binlerce kilometrelik madenler kazmak, mecburi çalışmayla binlerce kilometre yol açmak bugün mümkün değil. İnsanları üç-beş kat yüksek ücretlerle kuzeye çekmenin sonucu da geri kalan 136 milyon Rusyalı için rekabet yeteneği zayıf işletmeler, enflasyon ve kaynakların tükenmesi olacaktır. Az sayıda insanın ama çok miktarda kaynağın bulunduğu stratejik bölgelerin kalkınmasına yönelik her türlü yaklaşım, mesafeye ve iklime bakmaksızın rekabetçi bir ekonomi ve iyi hayat şartları yaratmayı hedeflemelidir.

Kontrastı görmek için çok büyük nüfusu ve pek az doğal zenginliği olan Uzakdoğu komşularımıza bakmak yararlı olur. Asya ülkelerinin onlarca yıl boyunca başarıyla yararlandığı başlıca kaynak ucuz ve disiplinli emekti. Bu emek, refahın birikmesi ölçüsünde ve ileri teknolojinin benimsenmesiyle “ucuz” yerine üretken haline gelmekte. Başarının bir başka faktörü de girişimcilik kültürü. Daha ucuza üret, daha çok sat, geliştir, durmaksızın tekrar et. Asya, başarılı bir girişimciliğin üç bileşenine sahip olması itibariyle talihlidir: 1) rekabete hazır oluş — son derece titiz mandarin geni; 2) ticaret sevgisi — limandaki ipek tüccarının geni; 3) sabır ve emek — pirinç çiftçisi geni. Çin, Japonya ve Kore’de 30 milyondan fazla özel şirket var. Bu girişimci armadası kendi arasında ve bütün dünyayla kıyasıya rekabet ediyor, bu süreçte hep daha iyi ürünler yaratıyor, bütçeleri dolduruyor ve milletlerini zenginleştiriyor.

Bizim için güncel olan ise başka bir yol. Bizim tarihi tecrübemizde insanların pek az bir yüzdesi ticaretle uğraşıyordu ve Rus köylülerinin kütlesel emeği de pirinç çiftçilerinin emeğinden köklü bir şekilde farklıydı. Bu yüzden, pazarlar arasında  manevralar yapan ve işletmesine damla damla verimlilik kazandıran Asyalı girişimci sureti bize uzak. Tek bir nesilde spekülatör — yeni Rus — işadamı — yurtsever girişimci (başkası yok) yolundan geçen Rus girişimcisi ekonomide yaratıcılığın ve ilerlemenin başlıca motoru olma konumunu aslında işgal edemedi. Vakit yetmedi. Rus girişimciliği 1990’larda hızlı bir sermaye birikiminin bütün günahlarını işledi ve toplumun büyük çoğunluğunun algısında ahlaksız ve asalak bir şey olarak kaldı. Magnit ve Wildberries tipi nadir olumlu örnekler bu yaklaşımın değişmesine yetmedi. Devlet organizmasının bağışıklık tepkisi, silovikilerin girişimcilere yönelik “arındırıcı” ilgisi haline geldi, bu da iş alemini BASE jumping benzeri bir uğraş haline getirmekte. Sonuç olarak özel sektörün payı yirmi yıldır istikrarlı şekilde düşüyor; ne yeni pazarların fethedilmesinde ne de inovasyon öncülüğünde girişimcilerin esamesi yok.

Asya’daki anlamıyla olduğu gibi batıdaki anlamıyla da kütlesel girişimciliğin alternatifi, bizim tarihimizde öne çıkan memuriyet ve yaratma kültürüdür. Bizim toplumumuzda memuriyet her zaman en yüksek itibar kaynağıdır: çara, vatana hizmet; kilisede hizmet (batı dillerinde olduğu gibi Rusçada da dini ayin “hizmet” diye anılır — ç.n.). “İş ortamından” devlet hizmetine geçişteki kendi tecrübeme dayanarak şunu ileri sürebilirim: devlet memurlarının ezici çoğunluğu korkudan değil vicdanlarını dinleyerek çaba gösterir ve insanların problemlerini çözmek için içten bir motivasyona sahiptirler. Bize has ikinci özellik, emeğe gurur verici özel bir anlam katan yaratma kültürüdür. Biri “taşı kesen” diğeri de “tapınağı kuran” iki taş ustasıyla ilgili meseli hatırlatmak yerinde olacaktır. İkincisi, Rus’tur. Görünen o ki, ortamın zorluklarının üstesinden gelme tecrübesi bize sadece ekmeğini kazanma değil bir anlam katarak yaratma aşkı da kazandırdı.

Uzakdoğu ve Arktik’e gezilerimde bu iki arketiple, memur ve yaratıcıyla çok karşılaştım. Fabrikaların müdürleri, demiryolu şefleri, uzay üslerindeki komutanlar, politeknik öğretmenleri, inşaat amirleri, doğal koruma alanı müfettişleri, öğretmenler ve devlet memurları. Onların hikayelerini ve ruhlarını dünyanın geri kalanıyla paylaşmak için bu tür insanlarla sohbetlerimizi benim Telegram kanalımdaki “Hizmet ve Yaratıcılık” projesine kattık. Bu örneklerin, gelecekte kalkınmanın katalizatörünün ve toplumun çimentosunun “kim” olacağı sorusuna cevap vermekte olduğuna inanıyorum. Kolluğun ilgisine takılıp kalan ve kök salamayan “iş alemi” / “girişimciler” yerine ön plana daha fedakar ve yurtsever olan, ama kâr avcılarından da daha az rekabetçi olmayan yaratıcılar çıkacak. Ve devlette de Gorçakov, Muravyov-Amurskiy ve Kosıgin’in geleneklerinin mirasçıları onlarla birlikte olacaktır. (Aleksandr Gorçakov — 1798-1883, Rusya’da kapitalist inşanın sembol isimlerinden; Muravyov-Amurskiy — 1809-1881, doğu Sibirya general valisi; Aleksey Kosıgin — 1904-1980, 1964’ten 1980’e kadar SSCB bakanlar konseyi başkanı. — ç.n.)

Şimdi, hızlı büyüme çarkını “nasıl” işleteceğimize gelelim. İnsan güçlü taraflarından, özellikle de tabiatın bahşettiklerinden utanmamalı. “Lanetli kaynaklar”, “hammadde şişkinliği” gibi söylemleri kategorik olarak reddediyorum. Kanada, Avustralya ve Suudi Arabistan da bu düşünceye katılacaklardır. Kötü kaynak olmaz, kaynaklara erişimine izin verilmemesi gereken aptal yahut haysiyetsiz insanlar olur. Yüzde 50 veya daha fazla katma değere sahip bir sanayi yaratmak için nesiller boyu süren sıkı bir çalışma, uygun şartlar ve talih gerekir. Hidrokarbon, maden ve gübre üretiminde bu marj bir normdur. Ücretler ekonomideki ortalamanın çok üzerindedir, vergiler mamul tonajına bağlı olarak kolayca alınır. Toprak altının verimli bir şekilde işletilmesi, az gelişmiş bir ekonominin alameti değil, bugünkü ve gelecek nesillerin refahı için milletin mukaddes bir görevidir. Hangi sınırlara yürüneceği ve bilim ve teknolojinin hangi istikametlerde gelişeceği, “parayla ne yapılacağı” bağlamındaki sorulardır. Önemli sorulardır ama ilkin bu parayı kazanmak gerekir. Rusya’da (özellikle Uzakdoğu ve Arktik’te) keşfedilmiş ancak henüz geliştirilmemiş çok sayıda yeraltı cevheri var — bu, gelecek için iyi bir rezervdir. Doğal kaynakların yağmacı değil yaratıcı bir şekilde işlenmesi için yaratıcılarla memurların ortak çalışması zaruridir. Birincisinin motivasyonu “parayı alıp tüymek” değil efektif işletmeler kurmaktır. İkincisinin motivasyonu ise yaratıcılar tarafından yaratılan kaynakları kullanarak insanların problemlerini çözmektir.

Rusya’nın, işgücü örgütlenmesine farklı bir yaklaşımdan (ruhsuz bir girişimcilik değil uzun vadeli yaratıcılık) başka, işgücü kaynaklarındaki kıtlığın da üstesinden gelmesi şarttır. Nüfusumuz Japonlardan biraz fazla (122 milyona karşılık 146 milyon), ama ülkemizin alanı Japonya’nın 45 katı. 280 milyon nüfuslu SSCB bütün gücünü kâh şu kâh diğer projeye vererek dev Sovyet inşaatlarını büyük zorluklarla gerçekleştirdi; bugünkü Rusya’nın yegane yolu ise teknolojiyi ve robotizasyonu kullanmaktır. Bugün Güney Kore’de 10 bin kişiye 868, Japonya’da 364, Çin’de 187 robot düşüyor. Rusya’da 10 bin kişiye 19 robot düşüyor — ortalama seviyenin beşte biri. Teknolojik egemenliğin hedefleniyor olması itibariyle acil ve derin bir robotizasyon bizim için elzemdir. Açık ki robotlar keyif versin diye sokaklara dizilmeyecek; bunlar çağdaş işletmelerde çalışmalıdır — dolayısıyla burada söz konusu olan ülkenin yeni bir sanayileşmesidir. Bu yeni teknolojik işletmelerin kurulması için çok sayıda akıllı yaratıcı gerek. Bunlar ise bugünkü mühendisler, şu anda özel askeri harekat bölgesinde modern askeri teknolojilerle çalışarak sıkı bir “mühendislik okulundan” geçmekte olanlar olabilir. Bizim çocukların bakanlıktaki koltuklarını askeri üniformalarla değiştirdiğini ve cephede dronlarla çalıştığını, gerekli becerilerin hızla kazanıldığını, yaratıcılıktaki mücadeleci ruhun da işe yaradığını, zira rekabeti ve verimlilik mücadelesinin baki olduğunu gördüm.

Yeni sanayileşmenin kaynakları nereden bulunacak? Rusya 2000’den bu yana borç artışı yaşamadan refahta katlanan bir büyümeye erişmeyi başardı. Rusya’nın kamu borçları GSYH’nın yüzde 18’ini teşkil ediyor — çok rahat bir seviye. Çin dört kat daha fazla yük altında; ABD yedi kat, Japonya 15 kat. Rusya’da kişi başına düşen borç 3 bin dolar; Çin’de 10 bin, ABD’de 104 bin dolar. Dünyadaki gelişmiş ülkelerin büyük çoğunluğu sırtında ağır bir mali kambur taşıyor, yüksek faiz oranlarının olduğu dönemlerde bu kambur daha da ağırlaşıyor, büyüyor.

Biz neredeyse çeyrek asırdır sürekli bütçe fazlası verdik — bu durum, politikacıların durmaksızın vaat yarışına girdiği ve sonuçlarına aldırış etmeksizin her birkaç yılda bir bu vaatlerin bir kısmını yerine getirmek zorunda kaldığı yabancı ülkelerde görülmemiş bir durumdur.

Ve çeyrek asırdır ihracat gelirlerimizi akıllıca yönetiyoruz; altınlarımızı (petrol/gaz/tahıl/balık vb.) yabancı boncuklarla takas etmek yerine altyapıya ve kendi sanayilerimizi geliştirmeye yatırım yapıyoruz. Ancak, borç artımı için biriken bu potansiyelin kalkınmayı hızlandırmak için er ya da geç hayata geçirilmesi gerekecek, aksi takdirde ileri teknolojilerde geri kalmışlık ekspansiyonel artış gösterecek. Borç teşviki, ekonomiyi daha güçlü kılacak yeni sanayiler ve altyapı kurmak için kullanılmalıdır. Piyasa girişimcilerinin ve verimsiz devlet-şirket yöneticilerinin yerine yaratıcıların yumuşak bir şekilde ikame edilmesi, borç sermayesinin devlet tarafından mutabakat gösterilen yaratıcı projelere kanalize edilmesiyle mümkündür. Memurlar ve yaratıcılar arasında, ödemesi cesurca kullanılan kamu borçlanmasıyla yapılan bir ittifak.

Başkanın bu yılın başında Duma ve Senato önündeki konuşmasını dinlerken aklıma bugün içinde yaşadığımız sosyal düzenin tanımı geldi: yurtsever sosyalizm. Ülkemizde nüfusun bütün grupları devletten üst seviyede sosyal yardım alıyor ve toplumun devlet öncelikleri etrafında yüksek seviyede bir konsolidasyonu var. Piyasa girişimciliği gibi katıksız kapitalist mekanizmalar bizim bağlamımızda başarısız oluyor. Bu nedenle, tarihimizin, coğrafyamızın ve mantalitemizin özelliklerini dikkate alarak kalkınmayı hızlandırmak yolunda memurlar ve yaratıcılar için yeni rol modellerine ihtiyaç var. Uluslararası rekabet mücadelesinde pazar girişimciliğini yenmek için hizmet ve yaratıcılık yolundaki gelişme üç ilkeye dayanmalıdır.

Adalet. Herkes için, memurlar ve yaratıcılar tarafından gözetilen şeffaf ve adil kurallar. Bu, toplumun en önemli talebidir ve işe daima kendimizden başlamak gerekir.

Rekabetçilik. Kendimize acımamak. Rekabeti reddetmemek, her şeyi başkalarından daha iyi yapmaya çalışmak. Tarihimiz, bunun başarıldığı sayısız örnek bilir.

Kültür. Kültür her şeyi yener. Bu, geçmişten gelen devleriyle büyük Rus kültürüdür; iletişim kültürüdür; üretim kültürüdür; iç kültürdür. Kimse denetlemezken bile doğru davranma kültürüdür. Bu, günümüzün vahşi dünyasında bizim eşsiz şansımızdır.

DÜNYA BASINI

FT: Suudi Arabistan Trump’ın İsrail politikalarını dengeleyebilir

Yayınlanma

Trump-selman

Financial Times’tan Andrew England’ın kaleme aldığı bu makale, Donald Trump’ın ikinci başkanlık dönemine dair bölgesel beklentileri ve endişeleri ele alıyor. Trump’ın İsrail yanlısı politikalarını dengelemede Suudi Arabistan’ın kilit rol oynayabileceği değerlendiriliyor. Makaleye göre Trump’la yakın ilişkisi ile bilinen Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın diplomatik manevraları, Filistin meselesinin çözümünde merkezi rol oynayabilir. Riyad, Filistin devletine giden bir plan olmadan İsrail ile normalleşmenin mümkün olmayacağını açıkça deklare etmesine rağmen İsrail’in bu çözüme giden yolu kapamış olması ise Trump’ın önündeki en büyük engel…

***

Orta Doğu, Trump’ı dizginlemesi için Suudi Arabistan’a güveniyor

Andrew England

Trump’ın aşırı İsrail yanlısı bir gündem izleyeceğinden korkan Arap ülkeleri, Donald Trump ile ilişkisini ve bölgedeki siyasi ağırlığını kullanarak Suudi Arabistan’ın, Trump’ın Ortadoğu politikalarını dengelemesini umuyor.

Trump’ın kilit pozisyonlara bir dizi ateşli İsrail yanlısı ve İran karşıtı şahin aday atamasının ardından Arap yetkililer yeni yönetimin İsrail’in işgal altındaki Batı Şeria’yı ilhak etme, Gazze’yi işgal etme ya da Tahran’la gerilimi tırmandırma hamlelerini onaylayabileceğinden endişe ediyor.

Ancak yetkililer, Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın Trump ile olan ilişkisini, başkanın finansal anlaşmalara olan ilgisini ve Suudi Arabistan ile İsrail arasındaki ilişkilerin normalleşmesine yol açacak “büyük pazarlık” yapma arzusunu kullanarak, yeni yönetimin bölgedeki politikalarını yumuşatabileceğini umuyor.

Bir Arap diplomat, “Bölgedeki kilit aktör, Trump’la bilinen ilişkileri nedeniyle Suudi Arabistan, dolayısıyla ABD’nin yapmaya karar verebileceği herhangi bir bölgesel eylemin kilit noktası olacak” dedi.

Bir başka Arap yetkili de Prens Muhammed’in Trump’ın İsrail’in Gazze’de Hamas’a karşı yürüttüğü savaşı sona erdirmeye yönelik politikalarını ve daha geniş anlamda Filistin meselesini etkilemede “kilit” rol oynayacağını ve İsrail’le normalleşme potansiyelini bir koz olarak kullanacağını söyledi.

Yetkili, “Suudi Arabistan, Trump’ın Gazze ve Filistin’le nasıl başa çıkacağını büyük ölçüde etkileyebilir. Bölgedeki pek çok ülke bundan sonra ne olacağı konusunda endişeli” dedi.

Trump’ın ilk başkanlık döneminde, Suudi Arabistan onun “alışveriş odaklı” yönetim tarzını ve bölgesel rakibi İran’a karşı yürüttüğü “maksimum baskı” kampanyasını destekledi. Suudi ajanların 2018’de gazeteci Cemal Kaşıkçı’yı öldürmesinin ardından diğer Batılı liderler Krallığın fiili liderine soğuk davranırken Trump, Prens Muhammed’in yanında durdu.

Trump, İsrail-Filistin çatışmasını çözmek için “nihai anlaşmayı” yapacağını da iddia etmişti. Ancak damadı Jared Kushner tarafından yürütülen bu planlar başarısız oldu. Filistinliler ve Arap devletleri, önerilerin İsrail lehine fazlasıyla taraflı olduğunu düşündü. Trump ayrıca Filistin’e yardımı kesti, Washington’daki diplomatik misyonlarını kapattı, ABD Büyükelçiliği’ni statüsü tartışmalı olan Kudüs’e taşıdı ve işgal altındaki Golan Tepeleri üzerindeki İsrail egemenliğini tanıdı. Öte yandan, Trump, BAE ve üç Arap ülkesinin İsrail ile ilişkilerini normalleştirdiği “İbrahim Anlaşmaları”na da aracılık etti.

Trump geçen ay bir Suudi televizyon kanalı olan El Arabiya’ya verdiği demeçte başkanlığı döneminde ABD ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerin büyük harflerle “MÜKEMMEL” olduğunu söyledi.

“Kral’a büyük saygı duyuyorum, Muhammed’e de büyük saygı duyuyorum; gerçekten harika bir iş çıkarıyor, o tam bir vizyoner” dedi.

ABD Başkanı Joe Biden göreve geldikten sonra Riyad, Trump ile bağlarını sürdürdü. Veliaht Prens Muhammed’in başkanlık ettiği Suudi Arabistan Kamu Yatırım Fonu (PIF), Kushner’in kurduğu özel sermaye fonuna 2 milyar dolar yatırım yaptı.

PIF’in yöneticisi Yasir al-Rumayyan, hafta sonu New York’ta düzenlenen bir UFC dövüşünde Trump ile ön sırada oturdu. Ayrıca, Trump’a ait golf sahaları, PIF’in en dikkat çeken spor girişimlerinden biri olan LIV Golf etkinliklerine ev sahipliği yaptı.

Ancak Prens Muhammed, Biden’ın göreve gelmesinden bu yana Suudi Arabistan’ın bölgesel politikalarını yeniden ayarladı. Riyad, 2023 yılında İran ile diplomatik ilişkileri yeniden kurdu özellikle Hamas’ın 7 Ekim 2023 saldırısının bölgede bir dizi çatışmayı tetiklemesinin ardından sürdürdüğü yumuşama politikası izlemeye devam etti.

Biden yönetiminin, Suudi Arabistan ile ABD arasında bir savunma anlaşmasını içeren üçlü bir anlaşma kapsamında İsrail ile ilişkilerin normalleşmesini hedefleyen planı, savaş nedeniyle sekteye uğrasa da ABD, Suudi Arabistan’ı krize yönelik herhangi bir bölgesel çözümde kritik bir aktör olarak görmeye devam ediyor.

Ancak Riyad, Filistinlilerin ölü sayısı arttıkça İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun aşırı sağcı hükümetine yönelik eleştirilerini sertleştirdi.

Ekim ayında Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan, Riyad’da düzenlenen bir basın toplantısında, İsrail ile normalleşmenin, “Filistin devletine dair bir çözüm bulunana kadar gündemde olmadığını” söyledi.

Prens Muhammed de geçen hafta Riyad’da düzenlenen Arap ve İslam zirvesinde İsrail’i Gazze’de “soykırım” yapmakla suçlarken, Lübnan’da Hizbullah’a karşı yürüttüğü savaşı ve İran’a yönelik saldırılarını kınadı.

Diplomatlar ve analistler, Veliaht Prens Muhammed’in konuşmasını, Müslüman dünyasının İsrail’in askeri saldırılarını kınamada ve bir Filistin devleti kurulmasına destek verme konusunda birleştiği mesajı olarak yorumladı. Salı günü Riyad, “İsrail’in Batı Şeria üzerinde egemenlik kurmaya yönelik aşırılık yanlısı açıklamalarını” da kınadı.

Trump seçim kampanyası sırasında Orta Doğu’ya barış getirme ve savaşı sona erdirme sözü vermişti. Ancak İsrail Büyükelçisi olarak seçtiği Mike Huckabee ve Orta Doğu temsilcisi olarak atadığı emlak kralı Steven Witkoff da dahil adaylarının çoğu ateşli birer İsrail yanlısı.

Trump, buna rağmen İbrahim Anlaşmaları’nı genişletmek istediğini belirterek Al-Arabiya’ya şunları söyledi: “Çerçeve zaten hazır, tek yapılması gereken bunu yeniden devreye sokmak ve bu çok hızlı gerçekleşebilir. Eğer kazanırsam bu kesinlikle bir öncelik olacak… sadece Ortadoğu’da barışı sağlamak… Bu olacak” dedi.

İbrahim Anlaşmaları’nın genişletilmesinde Suudi Arabistan kilit bir rol oynayabilir. Ancak Arap yetkililer, Trump’ın bunu ancak Netanyahu’ya, Filistin devleti kurulmasına yönelik tavizler vermesi için baskı yaparak başarabileceğine inanıyor. Bu, İsrail Başbakanı’nın şiddetle karşı çıktığı bir mesele.

Bir diğer Arap diplomat ise, “Trump’ın şu anda Ortadoğu’da Suudi Arabistan’dan daha çok ihtiyaç duyduğu başka bir aktör yok. Trump, kendisine sunulmuş hazır anlaşmalardan kredi almayı seven biri. Eğer Muhammed bin Selman ona bir anlaşma sunarsa, bu bir olasılık olabilir, hatta tek olasılık olabilir” yorumunda bulundu.

Arap yetkililer de Gazze’deki yıkımın neden olduğu öfkenin, Filistin davasını yeniden bölgesel gündemin en üst sırasına taşıması nedeniyle Trump’ın Filistinlileri göz ardı etmesinin daha zor olacağını umuyor. Liderler çatışmanın kendi halklarının bazı kesimlerini, özellikle de Prens Muhammed’in ana seçmen kitlesi olan gençleri radikalleştirmesinden endişe ediyor.

İlk Arap diplomat “Trump’ın Gazze’deki savaşı sona erdirmesi gerekecek ve bunu yapmak için de ertesi günü ele alması gerekiyor” dedi: “Filistin meselesine odaklanmadan bölgesel çözüm işe yaramaz. Suudi Arabistan açıkça belirtti ki, bir Filistin devleti kurulmadıkça normalleşme bir seçenek değil.”

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

İsviçreli askeri uzman Bosshard ile mülakat: Rusya’dan hangi karşılık beklenebilir?

Yayınlanma

Yazar

Çevirmenin notu: ABD Başkanı Joe Biden’ın Rusya topraklarına yönelik uzun menzilli füzelerin kullanılmasına izin verme kararı, Rusya’nın olası tepkilerini gündeme taşıdı. İsviçre Genelkurmay Başkanlığı’ndan emekli yarbay ve siyasi ve askeri strateji analisti Ralph Bosshard, Rusya’nın tepkisinin genelde ihtiyatlı ve kademeli olacağını, ancak uluslararası sulardaki veya üçüncü ülkelerdeki İngiliz ve Fransız hedeflerinin vurulabileceğini belirtiyor. Buna karşın, NATO’nun 5. Maddesi’ni devreye sokacak bir saldırının pek olası olmadığı ifade eden Bosshard, Ukrayna’nın Batı’dan aldığı silahlarla elde edebileceği askeri başarıların sınırlı kalacağını, çünkü Rusya’nın buna yönelik hazırlık yaptığını söylüyor. Ayrıca, Rusya’nın komuta merkezlerini sık sık yer değiştirdiğini ve geniş lojistik ağını koruma kapasitesine sahip olduğunu vurgulayan uzman, Batı’nın uzun menzilli silahlarının, savaşın seyrini kökten değiştirme potansiyelinin olmadığını, asıl belirleyicinin Rusya ve Çin liderlerinin kararları olduğunu ifade ediyor. Bosshard’a göre, Biden’ın bu kararını görev süresinin sonunda alması, Trump yönetimini zora sokma ve kendi dönemini daha güçlü bir şekilde kapatma çabası olarak yorumlanabilir. Moskova’nın şu ana kadar temkinli hareket ettiğini belirten Bosshard, Kremlin’in Batı’ya temkinli mesajlar verdiğini ve bu gerilimin medya üzerinden yönetildiğini dile getiriyor.


Rusya’dan nasıl bir askeri karşılık bekleyebiliriz? İsviçreli askeri uzman Bosshard ile mülakat

Éva Péli, NachDenkSeiten

Görev süresi sona ermekte olan ABD Başkanı Joe Biden, ABD’nin uzun menzilli füzelerinin Rusya topraklarındaki hedeflere karşı kullanılmasına izin verdi. Bu kapsamda, daha önce uygulanan kısıtlamalar kaldırıldı ve Beyaz Saray da bunu resmî olarak teyit etti. İsviçreli askerî uzman Ralph Bosshard, bu kararın muhtemel sonuçlarını NachDenkSeiten’a değerlendirdi.

Éva Péli: Joe Biden’ın bu açıklaması askerî açıdan nasıl değerlendirilmeli? Rusya’dan beklenen askerî tepki nedir ve bu tepki kimlere (ABD, İngiltere, Fransa ya da Ukrayna) yönelebilir?

Ralph Bosshard: Ruslar, Ukrayna topraklarındaki hedeflere dönük saldırıların yanı sıra, uluslararası sularda, denizaşırı varlıklarda ya da üçüncü ülkelerde bulunan İngiliz ve Fransız askerî hedeflerini vurma alternatifine de sahip. Fakat üçüncü ülkelerdeki operasyonlar büyük ihtimalle bazı kısıtlamalarla karşılaşacaktır. Şu ana kadar çatışan taraflar birbirlerinin uydularını hedef almaktan kaçındılar, zira bu durum Pandora’nın kutusunu açabilir. Uydu hedefleme şu an için bir tabu gibi görünüyor. Bu konuda silahlanma kontrolü müzakereleri için fırsatlar bile olduğunu düşünüyorum.

Batı tarafından Ukrayna’ya şu ana kadar sağlanan kısa ve orta menzilli silahlarla Ukrayna, mevcut en acil askerî sorunlarını çözmeyi deneyebilir.

Bu sorunlardan biri, Rusya’nın FAB adı verilen ağır uçak bombalarının, iyi inşa edilmiş saha tahkimatlarını imha etmek için kullanılması. 2014-2022 yılları arasında inşa edilen ve betonla güçlendirilmiş bu tahkimatlar artık Ruslar tarafından her yerde aşılmış durumda. Şimdi ise Ukrayna birlikleri, özellikle yerleşim yerlerinde bu tahkimatları savunarak pozisyonlarını korumaya çalışıyor. FAB bombaları yönlendirme modülleriyle donatılmış olup yaklaşık 70 kilometre uzaklıktan bırakılabiliyor. Ruslar bu bombaları artık oldukça hassas bir şekilde kullanıyor. Bu bombaların taşıyıcıları, taktik bombardıman uçaklarıdır ve bu uçaklar 170-200 kilometre derinlikteki hava üslerinden operasyon düzenler. Eğer bu hava üsleri, Batı menşeli uzun menzilli silahların menziline girerse, Ruslar daha gerideki üslerden operasyon yapmaya başlayacaktır. Moskova’daki Genelkurmay Akademisi’ndeki eğitimim sırasında Su-24 tipi cephe bombardıman uçaklarını hesaba katarak planlama yapıyorduk. Bugün kullanılan Su-34 uçaklarının menzilinin Su-24’lerden çok daha fazla olduğunu söyleyebilirim. Geriye çekilerek operasyon düzenlemek Ruslar açısından sorunsuz olacaktır.

Rusya’nın lojistik destek hatlarını ve cepheye asker taşınmasını kesintiye uğratmak, yalnızca belirli hedef kategorilerine karşı yoğun ve sistematik saldırılarla mümkün. Bunlar, mesela mühimmat veya yakıt depoları gibi tesisler ya da demir yolu ağı olabilir. Ruslar, lojistik tesislerini geniş bir alana yayabilir ve Donbass’taki sıkı demir yolu ağından faydalanabilir. Ayrıca bu ağ, ek demir yolu hatlarıyla daha da güçlendirilebilir. Bu görev, Rusya ordusunda bulunan demir yolu birliklerine ait. Ukraynalıların bu ağı kesintiye uğratması için ciddi bir çaba göstermesi ve çok sayıda füze kullanması gerekecektir. Fakat Ukrayna’nın savaş uçakları ve roketatarlarıyla cepheye ne kadar yaklaşabileceği belli değil.

Bununla beraber yer hedeflerine yönelik saldırılar da karmaşık bir hedefleme süreci gerektirir. Ruslar, geçerli operasyon prosedürlerine göre, komuta merkezlerini günlük olarak değiştirir. Son zamanlarda Rusya’nın komuta merkezlerinin imha edildiğine dair neredeyse hiç haber duymadım.

Temel olarak Rusya ordusunun operasyon prosedürleri, düşman tarafından kısa ve orta menzilli silahların kullanılmasını öngörüyor. Ruslar bu tür bir duruma hazırlanmış durumda ve eğitimlerini buna göre aldılar. Dolayısıyla, Batı tarafından tedarik edilen kısa ve orta menzilli silahlarla Rusya Silahlı Kuvvetlerine baskı uygulanması ancak geçici bir etki yaratacaktır.

İlave olarak, Ukraynalılar, askerlerin moralini artırmak amacıyla sembolik açıdan önemli hedeflere saldırabilirler. Ancak bu tür saldırıların kalıcı bir askerî etkisi olmayacaktır. Bunun aksine, yalnızca askerî hedeflere yönelik saldırıların Ukraynalıların moraline etkisi sınırlı kalacaktır.

Bütün bu süreçte hedeflerin kontrolü Batı’nın –özellikle de ABD’nin– elinde. Ukraynalılar, saldırıların gerçekleşmesi için gerekli olan seyrüsefer, iletişim ve istihbarat araçlarına doğrudan erişime sahip görünmüyor. Özellikle en yeni sistemler için üretici firmalardan teknik destek alınması gerektiği de anlaşılıyor. Bu araçların kullanımıyla Biden, Rusya’nın ilerleyişini yavaşlatabilir ve muhtemel bir çöküşü –en azından Trump’ın göreve başlamasına kadar– erteleyebilir. “Benim gözetimimde olmadı,” anlayışı burada geçerli gibi görünüyor.

Bu kararlar ışığında müzakereli çözüm şansı nasıl değerlendirilebilir?

Bu kararların müzakereli çözüm şansını ciddi ölçüde etkileyeceğini düşünmüyorum. Ukrayna’daki savaşın nasıl ve ne zaman sona ereceğini Batı’nın silah sevkiyatları belirlemeyecek. Batı’nın “mucize silahları” olarak lanse edilen sistemler, Şubat 2022’den bu yana savaşın gidişatında kayda değer bir değişiklik yaratamadı. Daha önce belirttiğim üzere ATACMS, Storm Shadows ve diğer benzeri sistemler de bu savaşın kaderini kökten değiştiremeyecek. Bu savaş, Şi Cinping ve Vladimir Putin’in “tamam yeter” dedikleri zaman sona erecek. Genel manada, Rusya veya Çin ile Batı adına bir savaşa girmeye hazır olan herkesin uyarıyı almış olması gerektiğini düşünüyorum.

Eylül ayında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Batı’nın uzun menzilli silahlarını Rusya’ya karşı kullanmasının, NATO ülkelerinin Ukrayna’daki çatışmaya doğrudan katılımı anlamına geleceğini söylemiş ve şu uyarıda bulunmuştu: “Eğer savaşı Ukrayna topraklarından Doğu’ya taşırlarsa, savaş orada sona ermeyecek; zira savaş Batı’yı da içine alacak.”

NATO’nun, Putin’in öngördüğü bu muhtemel tepkiye nasıl hazırlanacağı büyük bir soru işareti. Şu anda Fransızlar ve İngilizler açısından, Bab el-Mandeb Boğazı ya da İran kıyıları civarındaki sularda savaş gemilerini konuşlandırmaktan bir süreliğine kaçınmak daha uygun olabilir. Hatta diğer deniz bölgelerinden de uzak durmaları gerekebilir. Bunun yanı sıra, Batı Avrupa’daki deniz tabanında bulunan tesislere karşı dikkatli olunması gerektiğini özellikle vurgulamak isterim.

Almanya’nın kendi topraklarına dönük bir saldırı beklentisi içinde olmadığını, sivil savunma alanında neredeyse hiçbir tedbir alınmamış olmasından anlayabiliriz. Halka, evlerinin bodrumlarını temizlemeleri ve kendilerine bol şans dilemeleri yönünde tavsiyeler dışında, Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius’un (SPD) elle tutulur bir hazırlık sunmadığı aşikâr. Oysa, bir ülkeye ve halkına zarar vermek için artık çok daha farklı araçlar mevcut.

Uzun zamandır Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’un daha akıllı bir strateji izlediğini düşünüyorum. Kendisi, gereksiz yere ve erken bir dönemde risk alarak öne çıkmaktan kaçınıyor. Ancak ne yazık ki etrafında zayıf bir hükûmet ekibi var. Geçtiğimiz yıl Federal Meclis’te eleştirdiğim Ulusal Güvenlik Stratejisi, son derece zayıf bir metindi. Ama o zaman bile CDU/CSU muhalefetinin sunacak daha fazla aklı yoktu.

ABD Başkanı Joe Biden, daha önce bu tür füzelerin Rusya’daki hedeflere karşı kullanılmasına izin vermeyeceğini belirtmişti, zira bunun üçüncü dünya savaşına yol açabileceğinden endişe duyuyordu. Fakat görev süresinin sonlarına yaklaşırken, Biden’ın artık böyle bir senaryodan korkmadığı anlaşılıyor. Peki, bu süreçte ne değişti?

Biden’ın bu kararı, Trump ekibi ile Putin yönetimi arasında halihazırda yapılmış olması muhtemel anlaşmayı bozmayı amaçlıyor. Bu stratejiyle, Putin’in öyle bir tepki vermesi hedefleniyor ki, bu tepki Trump’a savaşın devam etmesinden başka bir seçenek bırakmasın. Şu anki durumda Ruslar, Amerikan tesislerine veya birliklerine saldırmaktan kaçınıyor; böyle bir adımın Trump yönetimiyle ilişkileri doğrudan etkileyebileceğini biliyorlar.

Fransa ve İngiltere’nin bu denkleme dahil edilmesi, savaşın Trump’ın göreve gelmesinden sonra da devam etmesini garanti altına alma stratejisinin bir parçası. Biden, bu noktada Fransa ve İngiltere’nin büyük güç olma heveslerini ustaca kullanıyor. Ancak hem Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron hem de İngiltere Başbakanı Keir Starmer, Rusya’nın muhtemel misilleme hamlelerinin, Trump’ın göreve başlamasından sonra özellikle onları hedef alacağının farkında. Bu nedenle, durum ciddileştiğinde İngiltere ve Fransa’nın, deyim yerindeyse, “görünmezlik moduna geçeceğini” düşünüyorum.

Rusya’nın mevcut stratejisinde NATO’nun 5. Madde’sini (bir üyeye yapılan saldırının tüm NATO üyelerine yapılmış sayılmasını öngören madde) devreye sokacak bir durumdan kaçınması önemli. Bu nedenle Rusya, NATO topraklarında herhangi bir hedefe saldırmayacaktır. Bunun yerine, İngiltere ve Fransa’nın ana vatanı dışındaki tesislere saldırılar düzenleyerek, bu ülkelerin güçlerini koruyamayacaklarını göstermeye çalışabilir. Nitekim, Rusya’nın birkaç gün önce Ukrayna’daki hedeflere dönük kombine füze ve drone saldırılarını yeniden başlatması, Moskova’nın misilleme yeteneğini açıkça ortaya koyuyor. Üstelik bu saldırılar, iyi korunan hedeflere karşı dahi başarılı bir şekilde yapılabiliyor. Bu da Rusya’nın mevcut gelişmeleri önceden öngördüğünü ve buna hazırlıklı olduğunu gösteriyor.

Açık konuşmak gerekirse, ABD’nin Rusya’ya, belirli saldırılardan önce uygun kanallar aracılığıyla uyarılarda bulunması bile beni şaşırtmaz. Bu tür bir iletişim, savaşı daha büyük bir tırmanıştan koruma amaçlı bir tedbir olabilir.

Genel olarak Kremlin’in her zamanki gibi, temkinli ve ihtiyatlı bir şekilde tepki vereceğini düşünüyorum. Ancak Putin’in basında zaman zaman “nükleer tehdit” kartını oynaması, Biden’ı başarısız bir lider gibi gösterme stratejisinin bir parçası. Bu durum, Biden’ın sırf egosu uğruna, görev süresinin son anlarında bir nükleer savaşı riske atmış bir başkan olarak algılanmasına neden olabilir. Öte yandan Trump, bu retoriği kullanarak kendisini barışın ve gerilimi düşürmenin mimarı olarak sunabilir. Bu da Trump’ın söylemsel bir üstünlük elde etmesine yol açabilir. Lütfen, benden Biden’ın liderlik becerilerine övgüler dizmemi beklemeyin. Bu bağlamda, onun kararlarının stratejik etkisi tartışmaya aşikâr.

Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy’in, ABD Başkanı Joe Biden’ın uzun menzilli füzelerle ilgili kararını medyada duyurmasından rahatsız olduğu iddiaları basında geniş yankı buldu. Uzmanlar, bu açıklamayı ABD yönetiminin Rusya’yı saldırılardan önce bilgilendirerek bir tırmanışı önleme çabası olarak yorumluyor. Peki, bu durum nasıl değerlendirilmeli?

Burada Zelenskiy için “isteğe göre bir menü” hazırlanmadığını açıkça görebiliyoruz. Ukrayna’nın lideri, kendisine sunulan yardımı olduğu gibi kabul etmek zorunda. “Büyük aktörler” sahnede kararları alırken, Ukrayna ancak bu oyunun bir parçası olabilir. Biden, bir yandan gerilimi artıracak bir açıklama yaparken, diğer yandan tansiyonu düşürme çabası içinde görünüyor. Kararını kamuoyuna duyurarak, esasen Rusya’ya dolaylı bir uyarı göndermiş ve onları bir nebze rahatlatmış oldu. Biden, bu saldırıların Zelenskiy’in istediği gibi sürpriz bir şekilde gerçekleştirilmesine izin verebilirdi; fakat bu, şu anki stratejiyle uyuşmuyor.

Bu durum, günümüz savaşlarının “medya savaşı” karakterini bir kez daha gözler önüne seriyor. Batı, medya hakimiyetinin her savaşta üstünlük sağlayacağını varsayıyor. Bu anlayış büyük ölçüde, ABD’nin Vietnam Savaşı’ndan kalma travmasına dayanıyor. Ancak bu medya savaşı içinde, Ukrayna lideri Zelenskiy’in stratejik kararlarının Rusya’nın lehine olabilecek etkiler doğurabileceği bir gerçek. Örneğin, Çernigov oblastına (Ukrayna ordusunun Kuzey Harekât Komutanlığı’nın önemli bir merkezi) asker kaydırılması, mevcut durumu Zelenskiy açısından daha da kötüleştirebilir.

Bu aşamada Ukrayna’nın, moral artırıcı bir başarıya ihtiyacı var. Bunun için Rusya’ya birkaç füze saldırısı gerçekleşebilir ve bu saldırılar daha sonra stratejik zaferler olarak lanse edilebilir. Ancak bu hamlelerin kalıcı bir askerî etkisi olup olmayacağı belli değil. Öte yandan, Trump ve Kuzey Kore güçleri hakkındaki spekülasyonlarla bir “ihanet hikayesi” hazırlığının şimdiden yapılmış olması dikkat çekici.

Biden’ın kararını basın yoluyla duyurması, aslında planın en kritik parçalarından biriydi. Bu ilan, Biden’ın başkanlık dönemi boyunca elde ettiği zayıf başarı karnesini toparlama çabasının bir parçası. Kabil’deki kaotik çekilme sonrası yaşanan utanç verici süreç, Biden’ın hanesine yazılmıştı. Buna rağmen, 2021’in aralık ayında Rusya’nın sunduğu güvenlik garantileri teklifini küçümseyip reddetme cesaretini göstermişti. Şubat 2022’den itibaren ise, ABD’nin Kiev’deki müttefikinin darbeler almasına seyirci kalmak zorunda kaldı. Şimdi, kalan iki aylık görev süresinde, bu tabloyu tersine çevirmek ve daha iyi bir izlenim bırakmak için çabalıyor.

Fakat Biden’ın, dünyayı bir nükleer savaşa sürükleme gibi bir niyet taşımadığı bariz. Bu, Biden’ın planlarının bir parçası değil. Bilakis, mevcut hamleleri hem içeride hem de uluslararası arenada itibarını artırmaya yönelik bir girişim olarak okunmalı.

Biden’ın uluslararası sahnedeki zayıflığı, yakın zamanda Peru’daki zirvede daha da belirgin hale geldi. Aile fotoğrafında Biden’ın arka ve dış köşelere yerleştirilmesi, sembolik olarak onun düşen önemini gözler önüne serdi. Üstelik, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in, Trump ile iyi bir şekilde çalışabileceğini söylemesi, Biden’a dolaylı bir mesaj göndererek onunla artık çalışmak istemediğini ima etmişti. Bu durum, Biden’ın uluslararası alandaki pozisyonunu daha da zayıflattı.

Biden, görev süresinin kalan iki ayında daha fazla aşağılanmak istemiyorsa, şimdi hızlı ve etkili hamleler yapmak zorunda. Kendi döneminin, özellikle Jimmy Carter’ın başkanlığının son dönemine benzeyen bir şekilde sona ermesini istemediği belli.

Biden’ın ABD’nin uzun menzilli silahları için genişletilmiş hedeflerine ilişkin kararını hangi biçimde aldığına dair bilginiz var mı? Bu bir başkanlık kararnamesi, resmi bir hükümet kararı ya da yalnızca Kiev’e (ve kiminle) yapılan bir telefon görüşmesi şeklinde mi? Ve bugüne kadar silahların menzil sınırlaması nasıl sağlandı, yalnızca teknik bir yöntemle mi yoksa bir emirle mi?

Bu tür detayları elbette yalnızca doğrudan taraf olanlar bilir. Ancak kararın uygulanmasının üçlü bir işbirliğiyle gerçekleştirilmesi muhtemel. Amerikan, İngiliz ve Fransız askerleri saldırıları muhtemelen birlikte planlayacak. NATO kurumlarının bu süreçte pek bir etkisinin olacağını düşünmüyorum. Zira tecrübelere göre, büyük devletler stratejik varlıklarını paylaşmayı tercih etmez; bu, genelde herkesin kendi önceliğine göre hareket ettiği bir alan. Bu kapsamda özel harekât birlikleri, stratejik silahlar, uydu ve istihbarat bilgileri gibi yalnızca hükümet düzeyinde erişilebilen araçlar yer alır. Dolayısıyla, bu tür bir işbirliğinin halihazırda kurulmuş olması pek muhtemel değil. Belki bu süreç sıfırdan oluşturulmak zorunda kalabilir.

Şimdi bir hedefleme süreci başlatılması gerekiyor. Bu süreç, durum değerlendirmesinden hedef seçimine ve etkinlik analizine kadar uzanıyor. Bunun içinde istihbarat toplama, iletişim ve navigasyon uyduları yer alıyor. Bu uyduların bazıları muhtemelen doğru yörüngeye henüz yerleştirilmiş değil. Hazırlık çalışmalarına elektronik harp alanındaki tedbirler de dâhil. Geçtiğimiz ay Rusya’nın birkaç şehrinde bizzat şahit oldum ki, Ruslar GPS sinyallerini engelliyor ve hatta zaman zaman yanıltıcı sinyaller yayıyor. Yani, GPS cihazları yanlış konumlar tespit ediyor. Bu sapmaların 15 kilometreye kadar ulaştığını gözlemlemiştim.

Tüm bu süreç, devlet başkanlarının ya da başbakanların –Biden, Starmer ve Macron’un– silahlı kuvvetlerin başkomutanı sıfatıyla verdiği bir planlama talimatını gerektiriyor. Ön hazırlıkların, yani muhtemel planların ne kadar ilerlemiş olduğuna bağlı olarak, oldukça uzun sürebilecek bir planlama sürecinin başlatılması gerekebilir. Hangi hedeflere saldırılacağı konusunda Ukraynalılar belki önerilerde bulunabilir ama son söz büyük ihtimalle Amerikalılar, İngilizler ve Fransızlara ait olacaktır.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Gideon Levy: Böylesine korkunç savaş suçları işlenirken hiç bu kadar gurur duyulmamıştı

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız İsrail’in en köklü gazetelerinden Haaretz’de yayınlanan köşe yazısında İsrail’in Gazze’deki katliamları karşısında İsrail toplumunun etik ve ahlaki olarak nasıl dönüştüğü/dönüştürüldüğü anlatılıyor:

***

Siyonistlerin yeni ideali: Gazze Savaşı’ndan utanmayan bir İsrailli nesil

Gideon Levy

“Teachers for Change” (Değişim İçin Öğretmenler) adlı bir kuruluşun CEO’su ve eğitimci olan Yair Weigler, yedek kuvvetlerdeki uzun süreli görevinden yeni döndü.

“Gazze Şeridi’ndeki çeşitli mahallelerde ve mülteci kamplarında faaliyet gösterdik, biraz da plajlarında vakit geçirdik, ardından Lübnan’da göreve devam ettik… Aramızda yerleşimciler, Tel Avivliler, 2005’te [Gazze Şeridi’ndeki] Katif Bloğu’ndan tahliye edilenler vardı; silah arkadaşlarıydık, eğitimciler ve yüksek teknoloji çalışanlarıydık… tek bir tank bölüğüydük” dedi şiirsel bir dille, sanki ordudan sonra yurtdışında bir geziye çıkıp dönen genç bir adam gibi, ziyaret ettiği yerleri övüyordu. Ah, Şucaiye, ah, ne birlik ama. Ne ordu ne halk.

Eski Başbakan Naftali Bennett, eğitimcinin sözlerini paylaşmakta gecikmedi: “İsrail’de bir aslanlar kuşağı doğdu. Hiç şüphem yok ki bu çocuklar, savaşçılar ve yedekler, sivil hayata daha idealist, daha merhametli insanlar olarak dönecekler ve önümüzdeki 50 yıl boyunca bu ülkeyi yeniden inşa edecek insanlar onlar olacak. Umut var!”

Eğer Bennett’ın küçük örme kipasıyla sergilediği aşırı duygusallığı bir kenara bırakırsak bile, şaşkın ve çaresiz gözlerimizin önünde cereyan eden kaostan dehşete düşmemek elde değil. Yedi yirmi dört. Etnik temizlik ve toplu katliam artık birer ideal; savaş suçları ise daha değer odaklı ve “iyi” siviller yaratıyor. Bennett’ın anlayışında umudun anlamı işte bu.

İnanmakta güçlük çekiyor insan. İsrail’de bir öğretmenin yedek görevindeki son derece sorunlu deneyimlerini böyle ifade ettiğini, ılımlı sağ kanadın liderlerinden alternatif için umut olan birinin ise bu şekilde tepki verdiğini okuyoruz. 2024 İsrail’inde, ordunun Gazze ve Lübnan’da yaptıklarıyla ilgili bir özeleştiri işareti görmek şöyle dursun artık suçlar ve vahşet birer ideal düzeyine yükseltiliyor. Vatandaşlık derslerinde artık, on binlerce kadın ve çocuğun katledilmesinin nasıl bir “değer” haline geldiği tartışılacak. İşte bir toprak parçasını yok edip İsraillileri daha iyi vatandaşlar haline getirmenin yolu budur. Soykırım, bir eğitim atölyesi olarak sunuluyor.

Suçluluk duygusu, bir hesaplaşma veya etik sorgulamalar bekleyen herkes tam tersini buluyor. Yaptıklarından dolayı travma yaşayan, bitmek bilmeyen kâbuslar gören, işlediği vahşetler yüzünden uykusunda çığlık atan bir nesil bekleyenler, ulusal gururla karşılaşıyor. Siyonist ideal artık Gazze’de süren savaş. Uluslararası mahkemelerde tanımlanmayı bekleyen korkunç bir suç, tüm dünyanın haklı olarak dehşetle izlediği bir savaş, şimdi bir “değer” olarak yüceltiliyor. Burada bir aslanlar kuşağı doğdu.

Bu aslanlar kuşağı, bir an bile yaptıklarıyla yüzleşmeye cesaret edemeyecek kadar korkak. Bastırma ve inkârı anlamak mümkün. Sonuçta bunlar olmadan, böylesine anlamsız ve dizginsiz bir savaş sürdürülemezdi. Ancak İsrail bunu daha akıl almaz bir noktaya taşıdı.

Böylesine korkunç savaş suçları işlenirken hiç bu kadar gurur duyulmamıştı. Subaylar kameraların önünde Gazze’deki yıkıntılar arasında göğsünü kabartarak yürüyor. Etrafında, tüm bu yıkımın anlamını sorarak mesleğinin itibarını kurtaracak tek bir muhabir bile yok. Bunun amacı neydi, yasal dayanağı neydi, ahlaki boyutu neydi? Bize böyle bir yıkımı gerçekleştirme yetkisini veren neydi? Toprak yolda, koltuk değnekleriyle, tekerlekli sandalyelerde, açlıktan bitap düşmüş eşeklerin çektiği arabalarla gidip gelen, TV muhabiri Ohad Hamo’nun soracağı herhangi bir soruya bir damla su karşılığında yanıt vermeye hazır insanların oluşturduğu konvoylar var ve bu, Hamo’nun mesleki gururunu destekleyen bir gazetecilik başarısı olarak adlandırılıyor.

Rus televizyonunun Ukrayna’dan böylesi utanç verici bir görüntüyü yayınlamaya cesaret edebileceği şüpheli. Belki orada utanç buna engel olabiliyor. Burada ise utanma hissi yok. Ne Hamo, ne Kanal 12, ne medya, ne Weigler ne de Bennett’in söylediklerinde…

Mesele sadece İsrail’in utanma duygusunu kaybetmiş olması değil. Yaptıklarıyla gurur duyuyor. İsrailliler savaşı sadece gerekli bir kötülük olarak görmüyor, bizi bununla yaşamaya mahkûm eden bir durum olarak değerlendirmiyor. Şimdi savaş, bir değer modeli – pedagojik bir şiir olarak sunuluyor. Gazze Şeridi’nin kuzeyindeki sürgün ve güneyindeki katliam birer ulusal miras olarak tanıtılıyor, yakında fotoğraf albümleri ve müzelerle birlikte gelecek. Bunu telafi etmek çok daha zor olacak.

Bennett, vicdanı ve pusulası olmayan bu aslanlar kuşağının önümüzdeki 50 yıl boyunca ülkeyi inşa edeceğini vaat ediyor. Hayal edin. Bekleyip göreceğiz.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English