Avrupa
Mario Draghi’den iç talep için “yaratıcı yıkım” önerileri

Eski İtalya Başbakanı ve Eski Avrupa Merkez Bankası Başkanı Mario Draghi, yaz aylarında yayınladığı Avrupa’nın rekabetçilik sorunu hakkındaki raporunun ardından, şimdi de Kıta’daki durgun iç talep ve büyüme meselelerini ele alan bir makale yayınladı.
Centre for Economic Policy Research (CEPR) için yazdığı makalede Draghi, 2000’lerin başından bu yana Avrupa’da verimlilik, gelirler, tüketim ve yatırımın yapısal olarak zayıfladığını ve ABD’den önemli ölçüde ayrıştığını hatırlatarak başlıyor.
Draghi’ye göre bu durum her zaman böyle değildi. İkinci Dünya Savaşından sonra Avrupa’nın işgücü verimliliği 1945’te ABD’nin %22’si düzeyindeyken 1995’te %95’e yaklaşmıştı. Üstelik bu dönemin büyük bir kısmında, Avro bölgesinde GSYİH’nin payı olarak iç talep, gelişmiş ekonomiler aralığının ortasında yer almıştı.
1990’ların ortalarından itibaren ABD ve Avro bölgesindeki göreli büyümenin “iki büyük şokla” birbirinden uzaklaştığını savunan Draghi, bu şokları şöyle sıralıyor:
İlki internetin getirdiği teknoloji şokuydu ve bu noktada AB’nin ABD ile verimlilik yakınsaması durdu ve sonra tersine döndü. Draghi’nin belirttiğine göre o zamandan bu yana iki ekonomi arasında ortaya çıkan verimlilik farkı büyük ölçüde ABD teknoloji sektörünün daha hızlı üretkenlik artışı ile açıklanıyor.
İkinci şok ise 2008-9’daki büyük mali kriz ve kamu borcu krizi idi. Draghi’nin iddiasına göre bu krizlerin ardından Avro bölgesinin yönelimi, iç talepten uzaklaştı.
Avrupa’nın “batağı”: Dış talebe verilen önem, kısıtlayıcı para politikası, pazar entegrasyonu problemi
Draghi’ye göre Avrupa’nın son yirmi yılda içine sürüklendiği zayıf iç talep, düşük ücretler ve denizaşırı yatırımlara dayalı iktisadi modelin temelinde üç faktör bulunuyor.
Bunlardan ilki, dış talebin büyümenin daha önemli bir itici gücü haline gelebileceği bir ortam yaratan “sınırsız” küreselleşme idi.
İkinci faktör, büyük mali krizden sonra uygulanan fiskal politika idi. Draghi, “Kısmen dış talebi iç talebe göre ayrıcalıklı kılan merkantilist paradigma nedeniyle, kısmen de tamamlanmamış bir tek pazar tarafından kısıtlandığı için fiskal politika gereğinden fazla kısıtlayıcı oldu, iç talebi bastırdı ve kamu yatırımlarını azalttı,” diyor.
Draghi göre üçüncü faktör ise, Avrupa yavaşlayan verimlilik artışı ve derin teknolojik değişimle karşı karşıyayken, özellikle hizmetler için tek pazar içindeki engellerin kaldırılması ve sermaye piyasalarının entegrasyonu konusunda ilerleme kaydedilmemesiydi.
Çifte krizin yarattığı durgunluk
“AB ekonomisini ABD ekonomisinden çok daha fazla etkilediği için genellikle bu dalgalanmadan küreselleşmenin sorumlu olduğu iddia edilir,” diye hatırlatan Draghi, buna rağmen küreselleşmenin ilk dalgasının, 1990’ların ortalarından 2008’e kadar GSYİH’nin %-0,5’i ile %1’i arasında dalgalanan Avro bölgesi cari işlemler fazlası üzerinde fazla bir etkiye sahip olmadığını düşünüyor.
Eski ECB Başkanı, Avro bölgesi hanehalkı sektörünün yapısal fazlasının, “güçlü kredi büyümesi tarafından desteklenen mali ve kurumsal açıklarla dengelendiğini” belirtiyor.
Draghi, “çifte kriz” adını verdiği süreçlerle birlikte ekonominin temelden değiştiğini, yatırımların durması ve maliye politikasının daraltıcı hale gelmesiyle birlikte, hem şirket hem de kamu sektörlerinin fazla vermeye başladığını kaydediyor.
ABD’nin gerisinde kalan Avrupa
Draghi’ye göre bunun sonucunda, Avro bölgesinde GSYİH’ye oranla iç talep, gelişmiş ekonomiler arasında en alt sıraya geriledi ve ABD ile arasındaki göreli fark açıldı.
Draghi, büyük mali krizden önce, ABD’deki iç talebin Avro bölgesindekinden yaklaşık 1,4 kat daha hızlı büyüdüğünü, o zamandan bu yana ise aradaki farkın 2,2 katına çıktığını hatırlatıyor.
Parasal politikalarda da büyük farklar ortaya çıktığını vurgulayan Draghi, ABD’nin ekonomiye 14 kat daha fazla fon enjekte ettiğini söylüyor: ABD’de 7,8 trilyon avro, Avro bölgesinde ise 560 milyar avro.
Draghi, özel kredilerdeki farklılaşmanın da dramatik olduğunu vurguluyor ve “Bunun net etkisi, Avro bölgesinin yapısal bir sermaye ihracatçısı haline gelmesi ve 2012’den sonra cari işlemler fazlasının düzenli olarak GSYİH’nin %3’ünü aşması olmuştur,” diyor.
Kriz sonrasında çıkışların kısmen doğrudan yabancı yatırımlardan kaynaklandığını kabul eden İtalyan iktisatçı, buna rağmen o zamandan bu yana ana itici gücün “ABD’deki tasarrufların üstün getirisinin cazibesine kapılan portföy akımları” olduğunu savunuyor.
Draghi beklenen raporunu sundu: AB’nin yılda ilave 800 milyar avro yatırıma ihtiyacı var
“Rekabet” için düşük ücret politikasının sonu mu?
Draghi’ye göre hükümetler, AB’nin iç pazarını tamamlamak için çok az çaba sarf ederken, sermaye piyasalarının entegrasyonu da çok yavaş ilerliyor. Draghi, tüm bu faktörlerin verimlilik artışının ve tasarrufların iç yatırıma dönüşmesinin önündeki engeller olduğunu ileri sürüyor.
Ücretler meselesine de değinen Draghi, Avrupa Birliği politikalarının, dış dünyadaki rekabet gücünü artırmak amacıyla düşük ücret artışını tolere ederek zayıf gelir-tüketim döngüsünü daha da kötüleştirdiğine işaret ediyor.
Draghi, “2008 yılından bu yana, yıllık ortalama reel ücret artışı ABD’de Avro bölgesinden neredeyse dört kat daha fazla olmuştur,” diyor.
“Çok büyük küresel ticaret dengesizliklerin reel faizler üzerinde aşağı yönlü baskı yaratarak” tüm hükümetlere zayıf iç talebe karşı dayanmaları için mali alan yarattığını savunan Draghi, en azından pandemiye kadar, Avrupa’da bu alanı kullanmamak için “kasıtlı bir politika tercihi” yapıldığını düşünüyor.
Genel olarak, politika yapıcıların belirli bir iktisadi yapının tercih edildiğini ortaya koyduğunu öne süren Draghi, bu yapının sac ayaklarını şöyle tarif ediyor: dış talep kullanımı ve düşük ücret seviyeleri ile birlikte sermaye ihracına dayalı bir yapı.
Draghi, artık bu yapının “sürdürülebilir görünmediğini” düşünüyor.
İç pazarda engeller ve sermaye piyasalarının birleşememesi
Büyüme yavaşladıkça ve Çinli yerel şirketler daha rekabetçi hale gelip değer zincirinde yukarılara çıktıkça, Çin pazarının bir süredir Avrupalı üreticiler için daha az elverişli hale geldiğinden yakınan Draghi, Çin’e yapılan ihracatın 2020’den bu yana durgunlaştığının altını çiziyor.
Yavaşlama ile birlikte AB’nin ABD pazarına olan bağımlılığının arttığını ve AB mal ihracatının bu dönemde %13 oranında arttığını vurgulayan eski İtalya Başbakanı, “Fakat yeni ABD yönetimi, son çare alıcımız olarak hareket etmeye isteksiz görünüyor. ABD’nin küresel talebi yeniden dengelemeye ve başlıca ticaret ortaklarındaki ticaret fazlalarını bastırmaya yönelik kasıtlı bir stratejisiyle mücadele etmek zorunda kalacağız,” diye yazıyor.
Avrupa’nın şu anda karşı karşıya olduğu zorluk, Draghi’ye göre, “ne makroekonomik politikaların ne de özel kredi yapısının dış talebin bıraktığı boşluğu dolduracak durumda olması.” Ona göre bu zayıflıkları birbirine bağlayan önemli bir faktör de “mal, hizmet ve finans piyasalarının yapısında kilit reformların” yapılmaması.
AB’de makroiktisadi siyasetlerin verimli olamamasının başlıca nedeni olarak iç pazar engellerini gösteren Draghi’nin IMF tahminlerinden aktardığına göre, tek pazar içindeki iç engeller AB imalat sektörü için yaklaşık %45’lik bir ad valorem tarifeye ve hizmetler sektörü için %110’luk bir tarifeye eşdeğer.
Yine IMF, engellerin ABD seviyesine indirilmesi halinde, AB işgücü verimliliğinin 7 yıl sonra “neredeyse %7” daha yüksek olacağını tahmin ediyor.
Avrupa’da talep istikrarını etkileyen ikinci yapısal neden olarak ise “entegre bir sermaye piyasasının” olmamasını gösteriyor.
Avro bölgesinde, piyasa faizlerindeki değişikliğin aynı çeyrek içinde şirket tahvil getirilerine tamamen aktarılırken, kredi faizleri için bu sürenin genellikle yaklaşık altı ay ila bir yıl arasında değiştiğini belirten Draghi, hisse senedi piyasalarının da “tipik olarak piyasa oranlarındaki değişikliklere anında tepki vererek” hem iskonto oranındaki değişikliği hem de büyüme beklentilerini yansıttığını hatırlatıyor.
Draghi, “Bu yapısal kısıtlamaların makroekonomik politikalar üzerindeki net etkisi, Avro bölgesinin ekonominin potansiyelin altında faaliyet gösterdiği daha uzun dönemler yaşamasıdır ve talep baskısını sürdürmedeki bu yetersizlik daha sonra verimlilik artışına geri yansımaktadır,” iddiasında bulunuyor.
“Yapısal reformlardan” bugün ne anlıyoruz?
Dolayısıyla Draghi, Avrupa’da iç büyümeyi artırmak için hem yapısal politikalar hem de makroiktisadi siyasetlerin değişmesi gerektiğini savunuyor. Ona göre makroiktisadi siyasetlerin tam etkili olabilmesi için “yapısal reformlar”, yapısal reformların maksimum verimlilik artışı sağlayabilmesi için de “tam etkili makroiktisadi siyasetler” gerekli.
Öte yandan Draghi, bugün “yapısal reformlardan” ne anlamak gerektiğinin değiştiğini kabul ediyor. Ona göre on yıl önce bu terim büyük ölçüde “işgücü piyasasının esnekliğini artırmak” ve “ücretleri baskılamak” anlamına geliyordu.
Bugün ise işgücünü yerinden etmeden, daha ziyade insanlara yeniden beceri kazandırarak (reskilling) verimlilik artışını yükseltmek anlamına geliyor.
İnovasyon ve verimlilik artışı: Tek pazar ve “doğal seleksiyon”
Draghi’ye göre verimlilik artışı büyük ölçüde “büyük lider firmalar arasındaki inovasyon” ile bu inovasyonları benimseyen “olgun ve geri kalmış” firmalar ve “yükselen ve her ikisine de meydan okuyan” yeni firmaların bir kombinasyonundan kaynaklanıyor.
Fakat tüm bu cephelerde Avrupa’nın kötü bir performans sergilediğini hatırlatan Draghi, yine IMF analizine başvuruyor ve borsaya kayıtlı büyük firmalar arasında Avrupa’daki verimlilik artışının ABD’dekinden çok daha yavaş olduğunu, ABD teknoloji sektörünün 2005’ten bu yana neredeyse yüzde 40 puan daha hızlı büyüdüğünü aktarıyor.
Draghi, Avrupa’da “hiç büyümeyen” çok sayıda “küçük ve olgun firma” bulunduğunun altını çiziyor ve “gelecek vaat eden genç firmaların” ise “nadiren toplam dinamikleri etkileyecek kadar hızlı büyüdüğünden” yakınıyor.
Draghi’ye göre “tek pazarın kilidini açmak”, sorunu her yönden ele almanın anahtarı. Böylece genç firmaların Avrupa’da büyümesi için ölçek yaratılaca, durgun büyük firmalar üzerindeki rekabetçi baskılar artırılacak ve kaynakların başka yerlere akabilmesi için “başarısız firmaların piyasadan daha fazla çıkışı” teşvik edilecek.
Finans sektörünü bankacılıktan risk sermayesine kaydırmak
Bunun yanında Avrupa’nın aynı zamanda “genç ve yenilikçi firmaların” büyümesini kolaylaştıracak bir finansal yapıya da ihtiyacı bulunuyor ve Draghi’ye göre “banka tabanlı sistem” bunu sağlayamıyor.
Bugün Avrupa’daki bankaların gayrimenkul şirketlerine BİT şirketlerinden yaklaşık altı kat, imalat şirketlerine ise dört kat daha fazla kredi verdiğini aktaran Draghi, ABD’de de gayrimenkul kredilerinin toplam kredi portföyünün yaklaşık %45’ini oluşturduğunu hatırlatıyor.
Draghi bankaların, “genellikle değişken nakit akışlarına, yüksek iflas olasılığına ve büyük ölçüde maddi olmayan teminatlara” sahip yeni teknolojiler geliştiren genç firmaları finanse etmek için doğru aracılar olmadığını düşünüyor.
Burada bankacılık sektörü dışındaki finansal araçların/kurumların devreye girmesi gerekiyor ama Draghi’ye göre şu anda Avrupa risk sermayesi bu finansman boşluğunu doldurmaya hazır değil.
Örneğin ABD’deki %52’lik oranla karşılaştırıldığında AB’nin küresel risk sermayesi fonlarındaki payı sadece %5.
Bunun aynı zamanda “büyümenin nasıl sağlanmak istendiğine” dair temel bir zihniyet değişikliğini de gerektireceğini savunan Draghi, AB kurumsal yatırımcılarının ABD hisse senedi piyasalarına Avrupa’dakilerden çok daha fazla yatırım yaptığını çünkü getirilerin sürekli olarak daha yüksek olduğunu hatırlatıyor.
Draghi, “Bu, düşük ücretler ve düşük yerli yatırımla ihracata dayalı bir büyüme modelinin karşılığıdır ve bu model yürürlükte kaldığı sürece bu düşük getirileri kabul etmek zorunda kalacağız,” diyor.
Avrupa Merkez Bankası kriz dönemi stratejisini terk etmeye hazırlanıyor
Ortak AB borcu ile büyüme tetiklemek
İtalyan iktisatçı ve siyasetçi, AB ülkelerinin ortak borçlanma yoluyla, “potansiyelin altında büyüme dönemlerini sınırlamak için kullanılabilecek ek mali alanlar” yaratabileceğine inanıyor.
Öte yandan Draghi, orta vadede potansiyel büyüme oranlarını yükseltecek “yapısal reformlar” yapılmadığı sürece bu yola giremeyeceklerini de vurguluyor.
Ona göre ortak borç olmadan, bugün ulusal bütçelerin sürdürülebilirliği, ulusal fiskal politikaların genişletilmesi üzerinde bir kısıtlama olacak. Bu durumda, Draghi’ye göre, AB eylemlerini, fiskal politika duruşunu değiştirmekten ziyade, onun kompozisyonunu iyileştirmeye, örneğin kamu yatırımlarını artırmaya ve üye devletler arasında koordinasyona kaydırmak zorunda.
İtalyan siyasetçi için bu aynı zamanda talebi artırmak için de bir alan yaratacak.
Avrupa
Fransız silah şirketi yöneticisinden ‘deregülasyon’ çağrısı

Fransız barut devi Eurenco’nun CEO’su Thierry Francou Euractiv’e verdiği mülakatta, AB’nin savunma firmalarının Avrupa çapında hızlı bir şekilde üretim yapabilmeleri için çevresel bürokrasiden kurtulması gerektiğini savundu.
“Barış zamanı düzenleyici çerçevesiyle çalışıyoruz,” diyen Francou, AB genelindeki mevcut planlama kurallarının blok çapında bir savunma sanayi atılımının ihtiyaçlarına uygun olmadığını sözlerine ekledi.
Kıta genelinde yeni askeri donanım tesislerine milyarlarca avro yatırım yapılması ve füze ve mermi talebindeki artışla birlikte sektör, devlet siparişlerine ayak uydurmakta zorlanıyor.
Francou’nun deregülasyon çabası, Avrupa’nın önümüzdeki yıllarda zorlu çevre standartlarından ödün vermeden daha güçlü bir savunma varlığı geliştirmekte karşılaşacağı zorlukların altını çiziyor.
Eurenco kısa bir süre önce Fransa’nın Bergerac kentinde 2007 yılında kapatılan bir toz fabrikasını yeniden açmıştı. Amaç, Fransa’nın kendi yerli silah üretimini artırmaya yardımcı olmak ve şirketin üretim zincirinin parçalarını bir araya getirmekti.
Fakat savunma yöneticisi, yeni bir üretim hattı açmanın kolay bir iş olmadığını, özellikle de AB’nin ağır düzenleyici kısıtlamaları nedeniyle kolay olmadığını söylüyor.
Kurallar “vahşi yaşamı korumayı” ve aynı zamanda yüksek derecede patlayıcı malzemelerin kullanımıyla ilişkili kirlenme veya büyük yangınlardan kaçınmayı hedefliyor.
Eurenco, İsveçli Saab ve Fransız Thales gibi şirketlere tedarik sözleşmeleri bulunan Avrupa’nın önde gelen barut üreticilerinden biri.
Fransa, Belçika ve İsveç’te tesisleri bulunan şirket, barut üretimini artırmak için daha önceki Mühimmat Üretimini Destekleme Yasası (ASAP) kapsamında Avrupa Komisyonu’ndan 47 milyon avro sübvansiyon aldı.
Francou, siparişlerdeki artışı karşılamak için şirketinin Bergerac’taki barut üretimini yılda 1.200 tona çıkarmayı planladığını ve daha sonra bunu kademeli olarak 1.800 tona çıkarmayı hedeflediğini söyledi.
Eurenco’nun üç yıllık toplam 650 milyon avroluk bir yatırım planı var.
Savunma teçhizatı üretmenin riskleri de beraberinde getirmesi şaşırtıcı değil. 2022 yılında, Bergerac’ta nitroselüloz üreten ve AB’nin sanayi tesislerindeki kazaları kontrol altına almayı amaçlayan SEVESO III Direktifinde ‘üst düzey kuruluş’ olarak sınıflandırılan başka bir tesisteki binalardan biri patladı ve sekiz kişi yaralandı.
Daha sonra Eurenco’nun yeniden açılan Bergerac tesisinde barut üretmek için genişletme çalışmalarına başlaması, bölgeyi kapsayan on iki aylık derinlemesine bir biyoçeşitlilik çalışması nedeniyle bir yıl sürdü. CEO, ulusal yasaların bunu gerektirdiğini söyledi.
Yönetici, SEVESO III’e uymanın Avrupa’da sıfırdan bir savunma fabrikası kurmayı “neredeyse imkansız” hale getirdiğini de sözlerine ekledi.
Francou’ya göre en iyi çözüm, halihazırda SEVESO statüsü onaylanmış fabrikalarda kapasiteyi en üst düzeye çıkarmak, ama bu “zor olmaya devam ediyor”.
“Savaşta olsaydık, bu konular artık geçerli olmazdı,” diyen Francou, şu anda savunma üretim hattı genişletmelerini hızlandırmak için herhangi bir muafiyet bulunmadığını da sözlerine ekledi.
İş barutla da bitmiyor. Savunma sanayii, mühimmat üretimi için kimyasallara ve özellikle de nitrik aside bağımlı. Fakat Francou, ağır düzenlemelerin üreticileri Avrupa dışına ittiğini savunuyor.
Komisyon’un, bloğun savunma tedarik zincirini koruma planının bir parçası olarak bu konuyu ele alması gerektiğini savunan Francou, “Kimyasallar olmadan barut yapma kapasitemiz olmaz, barut olmadan da mühimmat yapamayız,” dedi.
Avrupa
İtalya NATO’nun %2’lik savunma harcaması hedefini karşılamaya hazır

İtalya savunma harcamalarını GSYİH’nin %2’sine çıkarmaya hazırlanırken bir yandan da mali disiplini korumayı hedefliyor.
Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Antonio Tajani cuma günü yaptığı açıklamada İtalya’nın NATO’nun GSYİH’nin %2’si oranındaki savunma harcaması hedefini karşılamaya hazırlandığını belirterek, “Başbakan tarafından yakında resmi bir açıklama yapılacak,” dedi.
Tajani, “Bu aldığımız siyasi bir karardır. Bu, ABD’den gelen ve meşru olan çağrılara doğrudan bir yanıttır. Avrupa’nın güvenliğinden sadece kendilerinin sorumlu olamayacağını söylediklerinde haklıdırlar,” diye konuştu.
Tajani bu hamleyi sadece NATO taahhütlerine bir yanıt olarak değil, aynı zamanda daha geniş bir stratejik vizyonun parçası olarak değerlendirdi.
Bakan, “Bu, İtalya’nın kendi güvenliğine daha fazla yatırım yapmaya ve NATO’nun Avrupa ayağında öncü bir rol üstlenmeye hazır olduğunun bir işaretidir. Ortak bir Avrupa savunmasının nihai hedefimiz olması gerektiğine inanıyorum,” diye ekledi.
Tajani %2’lik eşiğin son söz olmayabileceğini de kabul etti ve tüm Avrupalı müttefiklerden daha fazla çaba göstermelerinin isteneceğinin de farkında olduklarını söyledi.
Tajani, “Daha fazla harcama yapmak, daha iyi koordine olmak ve özellikle endüstriyel düzeyde daha farklı çalışmak şart olacak,” dedi.
Halihazırda İtalya, 2025 bütçesinde savunmaya ayırdığı GSYİH’nin %1,57’si ile İttifak’ın en düşük harcama yapan ülkeleri arasında yer alıyor. Haziran 2024’te açıklanan NATO tahminlerine göre İtalya, o yıl %2’lik hedefi tutturması beklenmeyen 31 üye ülkeden sekizinden biriydi.
Meloni hükümeti, Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in AB’nin mali çerçevesi kapsamında savunma yatırımları için bir koruma maddesi getirilmesi önerisini memnuniyetle karşıladı ki bu İtalya’nın uzun süredir savunduğunu iddia ettiği bir reformdu.
Fakat Ekonomi Bakanı Giancarlo Giorgetti, Roma’nın AB’nin İstikrar ve Büyüme Paktını askıya almak için ulusal koruma maddesini harekete geçirmeden NATO’nun hedefini karşılamayı amaçladığını açıkça belirtti.
Cumartesi günü Varşova’da düzenlenen gayriresmi “Ecofin” zirvesinde konuşan Giorgetti, “Amaç mali sorumluluğu sürdürürken taahhütlerimizi yerine getirmek,” dedi.
Avrupa
Merz: Almanya Ukrayna’ya Taurus füzeleri göndermeye hazır

Almanya’nın Ukrayna’ya uzun menzilli Taurus füzeleri göndermeye hazır olduğunu söyleyen ülkenin müstakbel şansölyesi Friedrich Merz, Kiev’in ön plana çıkarılması ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in taviz vermeye zorlanması gerektiğini savundu.
Önümüzdeki ay Avrupa’nın en büyük ulusunun lideri olarak göreve başlayacak olan CDU lideri Merz, pazar günü Ukrayna’nın Sumı kentine yapılan Rusya saldırısını “ciddi bir savaş suçu” olarak kınadı ve Kiev’in çatışmada “öne geçmek” için yardıma ihtiyacı olduğunu söyledi.
Almanya’nın Ukrayna’ya uzun süredir talep ettiği Taurus füzelerini tedarik etmesi için daha önce yaptığı çağrıyı yerine getirip getirmeyeceği sorulduğunda, Avrupalı müttefiklerle koordinasyon içinde yapılması halinde bunu yapmaya istekli olduğunu söyledi.
Pazar gecesi kamu yayın kuruluşu ARD’ye verdiği demeçte, “Avrupalı ortaklarımız halihazırda seyir füzeleri tedarik ediyor. İngilizler bunu yapıyor, Fransızlar yapıyor ve Amerikalılar da zaten yapıyor. Bu konuda ortak bir mutabakata varılması gerekiyor ve eğer anlaşmaya varılırsa, o zaman Almanya da katılmalıdır,” dedi.
Merz, ABD Başkanı Donald Trump’ın Rusya ile Ukrayna arasında bir barış anlaşması yapma çabalarına atıfta bulunarak Putin’in “zayıflığa ve barış tekliflerine olumlu yanıt vermeyeceği” iddiasında bulundu.
Sumı’daki saldırının “Putin’in kendisiyle ateşkes hakkında konuşanlara yaptığı şey” olduğunu söyleyen Merz, “Bir noktada [Putin] bu savaşın umutsuzluğunu kabul etmeli, bu da Ukrayna’ya yardım etmemiz gerektiği anlamına geliyor,” diye ekledi.
Almanya’nın görevden ayrılan şansölyesi SPD’li Olaf Scholz, Kiev ve müttefiklerinin Ukrayna silahlı kuvvetlerine köprü ve sığınak gibi yapılara büyük hasar verebilen akıllı bir savaş başlığı sistemine sahip Taurus füzeleri tedarik etme taleplerini defalarca reddetmişti. Scholz, Kiev’e Taurus füzeleri tedarik etmenin Rusya-Ukrayna çatışmasında “büyük bir tırmanma riski” taşıyacağını söylemişti.
Avrupalı füze üreticisi MBDA ve İsveçli Saab’ın ortak girişimiyle inşa edilen Taurus sisteminin 500 km’den fazla menzili, İngiliz ve Fransızlar tarafından tedarik edilen Storm Shadows ve ABD tarafından sağlanan Army Tactical Missile System’den (ATACMS) daha uzun ve Ukrayna silahlı kuvvetlerinin cephe hattının ötesine saldırmasına olanak tanıyacak.
Şubat ayındaki federal seçimlerden birinci parti olarak çıkan merkez sağ Hıristiyan Demokratların (CDU) lideri Merz, bu tutumu eleştirerek geçtiğimiz ekim ayında Scholz’u Putin’e bir ültimatom vermeye ve Ukrayna’daki sivil altyapıya yönelik saldırıları durdurmaması halinde silahları 24 saat içinde teslim etme sözü vermeye çağırmıştı.
Merz sadece Taurus füzelerini tedarik etmeye istekli olduğunu belirtmekle kalmadı, aynı zamanda bunların Rusya’yı Kırım’a bağlayan Kerç köprüsü gibi hedefleri vurmak için kullanılabileceğini de öne sürdü.
Ne var ki, Merz’in koalisyon ortakları Sosyal Demokratların (SPD) Taurus füzelerinin tedarik edilmesini destekleyip desteklemeyeceği belirsiz. Partinin eş lideri Lars Klingbeil geçen hafta Merz ile koalisyon anlaşmasını açıklarken “cesur Ukraynalıların” yanında durma sözü verdi.
Fakat Klingbeil, parlamentodaki partisinin bazı üyeleri ve bu hafta koalisyon anlaşmasını onaylayıp onaylamama konusunda oylamaya başlayacak olan bazı SPD üyeleri arasında Ukrayna ihtilafı konusunda derin bir ihtiyatla mücadele etmek zorunda.
-
Avrupa2 hafta önce
Almanya’daki Porsche fabrikaları tank üretmeye başlayacak
-
Görüş2 hafta önce
Sosyalizmin yeni dünya-sistemindeki yeri – 3
-
Görüş2 hafta önce
Hindistan’ın Trump stratejisi işe yarıyor mu?
-
Dünya Basını2 hafta önce
‘Sonluluklar’ kapitalizmi: Ne savaş, ne barış
-
Ortadoğu2 hafta önce
İsrail’den Türkiye’ye “bombalı” mesaj
-
Görüş1 hafta önce
Yemen’de 48 saatlik Husi karargâhı ziyareti…
-
Dünya Basını2 hafta önce
HTŞ katliamlarından kurtulan Suriyeliler ölüm ve yıkımı anlatıyor
-
Görüş1 hafta önce
Sosyalizmin yeni dünya-sistemindeki yeri – 4