Bizi Takip Edin

Avrupa

Sahra Wagenknecht: AfD’nin güçlenmesini seyredemeyiz

Yayınlanma

Almanya’da Sol Parti’den (Die Linke) ayrılarak kendi örgütü BSW’yi (Sahra Wagenknecht İttifakı – Akıl ve Adalet İçin) kuran Sahra Wagenknecht, Alman haftalık dergisi Der Freitag’a kapsamlı bir mülakat verdi.

Şu anda birçok insanın kendisine yaklaştığını ve çok fazla e-posta aldığını söyleyen Alman siyasetçi, “Birçok insanın bu proje için büyük umutları olduğunu hissedebilirsiniz,” diyor.

Yaz aylarında yeni parti kurmaya yönelik inancını sağlamlaştıran birçok konuşma yaptığını kaydeden Wagenknecht, “Solun ortadan kaybolmasını ve AfD’nin giderek güçlenmesini izleyemeyiz,” iddiasında bulunuyor.

‘AfD toplumumuzu daha adil hale getirmeyecek’

Almanya’nın ekonomik bir kriz içinde olduğunu, önemli sanayilerin göçü ve dolayısıyla birçok iyi ücretli işin kaybedilmesi tehdidi ile karşı karşıya kalındığını vurgulayan BSW lideri, SPD-Yeşiller-FDP koalisyonunun ısınma, yakıt ve gıda fiyatlarını daha da artırdığına işaret ediyor.

Halk arasındaki hoşnutsuzluğun ve protestoların tek sözcüsünün şu anda AfD olduğunu kabul eden Wagenknecht, “Fakat AfD toplumumuzu daha adil hale getirmeyecek, daha fazla piyasa radikalizmi çağrısında bulunuyor ve hükümeti yeniden silahlanma ve sosyal kesintiler konusunda destekliyor,” ifadelerini kullanıyor.

Çiftçiler için yakıt sübvansiyonlarının kaldırılması hakkındaki bir soruya yanıt veren Wagenknecht, “Trafik ışığı [koalisyonu], Almanların bu kadar hoşgörülü olmasından mutlu olabilir. Fransa’da böyle bir karardan sonra kıyamet kopardı,” diyor.

Hükümete ‘yeşil dönüşüm’ eleştirileri

Wagenknecht, hükümetin yaptıklarını ‘sosyal ve ekonomik olarak yıkıcı’ olarak nitelendirirken, özellikle ‘yeşil dönüşüm’ için yapılan hamlelerin ‘insanları daha az gelire sahip olduklarında daha da zorlayan yükler’ olduğunu söylüyor.

Isınma, yakıt ve elektrik harcamalarının hanehalkı bütçesindeki payının yoksullar arasında yüksek olduğuna dikkat çeken Wagenknecht, yeşil dönüşüm politikalarının alt sınıflara ‘orantısız bir yük getirdiğini’ savunuyor. 

Almanya’nın yeniden silahlanmasına da eleştirel yaklaşan Alman siyasetçi, “Gelecek yıl 90 milyar avro orduya ve bunun 8 milyardan fazlası daha fazla silah için Ukrayna’ya gidecek. Acil bir durumda, silah teslimatları için borç frenini bile kaldırmak istiyorlar. Ancak elbette, eğitime ve altyapıya yatırım yapmak söz konusu olduğunda bu tartışmaya açık değildir. Eğer bir hükümet böyle bir politika izlerse ve tek gerçek muhalefet AfD ise, bir sonraki seçimlerin sonucunu tahmin etmek mümkündür,” iddiasında bulunuyor.

Güçlü bir muhalefetin hükümetin politikalarında değişikliğe neden olabileceğine inandığını söyleyen Wagenknecht, “Neden artık kimse büyük zenginlikten bahsetmiyor? Neden kimse yüksek temettülerden, düşük ücretlerden ve emekli maaşlarından bahsetmiyor? Neden neredeyse hiç kimse büyük askeri bütçeden bahsetmiyor?” diye soruyor.

Sahra Wagenknecht, doğu eyaletlerinde yapılacak seçimlerde eyalet hükümetlerine katılma seçeneğine de kapıyı kapatmadıklarını söylüyor. 

Sahra Wagenknecht ve arkadaşlarından ortak açıklama: Sol Parti’den neden ayrıldık?

BSW’nin ‘KOBİ’lere’ yönelişinin nedenleri

Der Freitag muhabiri, birçok kişinin, küçük ve orta büyüklükteki ölçekli işletmelerin BSW’nin kuruluş manifestosunda bu kadar önemli bir rol oynamasına şaşırdığını söylüyor. Wagenknecht, “Nedir bu orta sınıf?” sorusuna, diğer partilerin ‘orta sınıf sevgisinin ikiyüzlü’ olduğunu savunuyor. Wagenknecht’e göre, FDP de dahil olmak üzere diğer partilerin yürüttükleri reel politikalar çok büyük şirketlerin yararına, küçük ve orta ölçekli şirketlerin aleyhine.

COVID-19 politikasının halihazırda ‘küçükleri yok edip büyükleri büyüttüğünü’ söyleyen Wagenknecht, “Sokağa çıkma yasakları dijital şirketler için olduğu kadar büyük zincirler için de ekonomik bir teşvik programıydı,” diyor.

Alman siyasetçi, “Bu süre içinde kaç restoran iflas etti, kaç perakendeci? Son derece karmaşık düzenlemeler, bitmek bilmeyen raporlama yükümlülükleri, mevcut vergi kanunları, hepsi büyük olanları destekliyor ve ekonomik gücün birkaç şirkette yoğunlaşmasına yol açıyor. Fakat müşteri odaklılık ve inovasyon ancak adil rekabet ile sağlanabilir. Aksi takdirde, dizginsiz vurgunculuk, kalitesiz ürünler ve demokrasi erozyonu olur,” iddiasında bulunuyor.

Almanya’da Wagenknecht partisinin geleceği

Alman orta sınıfının farkı?

Wagenknecht, ‘nispeten güçlü endüstriyel orta sınıfın’ Alman ekonomisini diğer ülkelerinkinden ayıran şey olduğunu düşünüyor. Orta ölçekli şirketlerin ‘nispeten yenilikçi’ ve ‘gizli şampiyonların dünya pazar liderleri’ olduğuna işaret ediyor ve ‘sahibi tarafından yönetilen şirketlerin’ genellikle, önemli olan tek şeyin kâr olduğu borsada işlem gören büyük şirketlerden farklı şekilde çalıştığına inanıyor.

Alman siyasetçi, KOBİ’lere bu kadar önem vermelerinin sebebini açıklarken, “Üretken bir ekonominin yetenekli, iyi eğitimli işçilere ihtiyacı vardır, ama aynı zamanda yetenekli girişimcilere de ihtiyacı vardır. İhtiyaç duymadığı şey, şirketleri yağmalayan finansal yatırımcılar ve büyük servetlerden elde edilen verimsiz gelirlerdir. İşleyen piyasalar ve adil rekabet, başarılı bir ekonomi için önemli araçlardır,” diyor.

Wagenknecht, bu ‘rekabetçiliği’ yalnızca ticari sektörler için savunduklarını, sağlık, barınma veya eğitim gibi ‘varoluşsal ihtiyaçlar’ söz konusu olduğunda böyle düşünmediklerini de ekliyor.

Almanya’da Sarah Wagenknecht partisinin başarı şansı var mı?

‘Ücretleri yükseltmek isteyen’ patronlar var mı?

Alman siyasetçi, soldaki birçok insanın hem işçileri hem de işverenleri savunmanın nasıl bir arada olacağına inanamadıkları ve birçok orta ölçekli patronun ücret artışlarına soğuk baktığı yönündeki bir soruya, “Asgari ücretin artırılmasından yana olan girişimciler kesinlikle var (…) Sorumlu girişimciler, motive olmuş çalışanların şirketlerinin başarısı için ön koşul olduğunu bilirler. Bunu idealize etmek istemiyorum ama birçok küçük ve orta ölçekli şirkette büyük halka açık şirketlerden farklı bir kurum kültürü var,” yanıtını veriyor.

Alman siyasetçiye göre, “şirketini kuran ve işleten girişimci düşman değildir, önemli bir hizmet sunar.”

Almanya’da sanayisizleşme tartışmaları üzerine bir değerlendirme

Faşizm tehlikesine işaret

“Büyük bir ekonomik kriz ve Weimar koşulları yaşarsak işlerin nasıl sonuçlanabileceğini tarihten biliyoruz,” diyerek faşizm tehlikesine de işaret eden Wagenknecht, şirketler arasında kârın sürekli artan bir kısmını yeniden yatırıma yönlendirmeme, hissedarlara aktarma, hatta bazı durumlarda kârın üzerinde temettü dağıtma eğilimi olsa bile, Alman ekonomisinin ‘özünün’ hâlâ sağlam olduğuna inanıyor.

Rusya’ya yönelik yaptırımları da eleştiren Wagenknecht, Alman ekonomisinin ‘umutsuzca ihtiyaç duyduğu’ ucuz enerji kaynaklarını terk ettiklerini söyleyerek bunun ‘oldukça aptalca bir politika’ olduğunu savunuyor ve ekliyor: “Yaptırımlarla Rusya’ya değil, kendimize zarar verdik. ABD için ise ek bir ekonomik teşvik paketi görevi görüyorlar.”

AfD kongresi toplandı: ‘Völkisch’ ideolojisinin konsolidasyonu mu?

‘Sosyalizm’ sözcüğünü neden kullanmıyor?

BSW’nin kuruluş manifestosunda sosyalizmden söz edilmemesine ilişkin bir soruya da yanıt veren Wagenknecht, itici gücü paradan daha fazla para kazanmak olan bir ekonomik sistemin artan eşitsizliğe ve savaşa yol açtığını ve bu yüzden ‘böyle bir düzenin üstesinden gelmek istediğini’ söylüyor.

Wagenknecht, “Bunun için ekonomiyi kamulaştırmak zorunda değilsiniz,” iddiasında bulunuyor ve ‘kamu ve kâr amacı gütmeyen mülkiyet biçimlerine’ Sahip olmaktan bahsediyor.

“Ticari ekonomide, bazı ilerici girişimciler tarafından önerilen yönetim mülkiyeti gibi temel çözümler veya mülkiyet biçimleri mantıklı olacaktır,” iddiasında bulunan BSW lideri, bu şekilde ‘yaratıcılık, verimlilik ve yenilik için teşvikler kesilmeden sömürünün üstesinden gelineceğini’ öne sürüyor ve bu hedefe ‘sosyalizm de denebileceğini’ söylüyor.

Wagenknecht sözlerini şöyle bitiriyor: “Sorun şu ki, birçok insan bu terimi başka bir şey için kullanıyor: merkezi bir planlı ekonomi, orta ölçekli işletmelerin bile kamulaştırılması, kıtlık ekonomisi. Sadece solcular tarafından değil, Marx okumamış ve on dönem siyaset okumamış sıradan vatandaşlar tarafından da anlaşılmak istiyorum. Bu yüzden anlamadıkları terimleri kullanmıyorum.”

Avrupa

Estonya, nükleer silah taşıyan ABD savaş uçaklarına ev sahipliği yapmaya hazır

Yayınlanma

Estonya Savunma Bakanı Hanno Pevkur, ülkesinin nükleer silah taşıma kapasitesine sahip NATO müttefiki savaş uçaklarını topraklarında kabul etmeye hazır olduğunu açıkladı.

Estonya Savunma Bakanı Hanno Pevkur, ülkesinin nükleer silah taşıyan NATO müttefiki savaş uçaklarına ev sahipliği yapmaya hazır olduğunu duyurdu.

Pevkur, F-35 savaş uçaklarının daha önce Estonya’da bulunduğunu ve yakın gelecekte ülkenin hava sahasını korumak için yeniden görev yapacağını belirtti.

Estonya’dan nükleer silahlı uçaklara yeşil ışık

Savunma Bakanı Pevkur, Postimees gazetesine yaptığı açıklamada, Estonya’nın F-35’leri kabul etme konusundaki tutumunun net olduğunu vurguladı.

Pevkur, “Eğer bu uçaklardan bazıları, menşei ülke fark etmeksizin, çift amaçlı nükleer silah taşıma kabiliyetine sahipse, bu durum bizim F-35’leri kabul etme pozisyonumuzu hiçbir şekilde etkilemez. Elbette müttefiklerimizi kabul etmeye hazırız,” ifadelerini kullandı.

Daha önce NATO Genel Sekreteri Mark Rutte, ittifak üyesi ülkelerin önümüzdeki dört yıl içinde ABD’den 700 adet F-35 uçağı satın alacağını açıklamıştı.

İngiltere de nükleer misyona katılıyor

NATO içindeki bu hareketliliğe paralel olarak İngiltere, yakın zamanda 12 adet F-35 savaş uçağı satın alma ve Kuzey Atlantik İttifakı’nın nükleer misyonuna katılma niyetini açıkladı.

İngiliz hükümeti, yeni uçakların Norfolk’taki Marham üssünde konuşlandırılacağını belirtti. Bu uçakların hem konvansiyonel mühimmat hem de 50 kilotona kadar güç üretebilen Amerikan B61-12 nükleer bombalarını fırlatma kapasitesine sahip olduğu bilgisi paylaşıldı.

The Telegraph‘a konuşan bir İngiliz askeri kaynak, F-35’lerin uzun menzilli ve gizli teknolojiye sahip olmasının, “nükleer bombaları yüksek hassasiyetle atmak için son derece önemli” olduğunu söyledi.

Rusya’dan ‘karşı tedbir’ uyarısı

Geçen yıl Washington ve Londra, artan Rusya tehdidi karşısında Amerikan nükleer silahlarının yeniden İngiltere topraklarına döndürülmesi konusunda anlaşmaya varmıştı.

The Telegraph‘ın haberine göre, savaş başlıklarının 2008’den bu yana ilk kez Suffolk’taki Lakenheath üssüne yerleştirilmesi ve güçlerinin 1945’te Hiroşima’ya atılan bombanın üç katı olması bekleniyordu.

Daha önce ABD, en yeni F-35 savaş uçaklarından oluşan iki filoyu Lakenheath üssüne kaydırmayı planladığını duyurmuştu.

The Telegraph‘ın kaynakları, bunun taktik nükleer silah taşıyabilen 54 bombardıman uçağını kapsadığını iddia etmişti.

Rusya Dışişleri Bakanlığı ise Moskova’nın, Amerikan nükleer silahlarının İngiltere’ye dönüşünü bir “tırmanış” olarak göreceğini ve “telafi edici karşı tedbirlerle” yanıt vereceğini açıklamıştı.

İngiltere, Soğuk Savaş’tan bu yana ilk kez uçaklara nükleer silah yerleştirecek

Okumaya Devam Et

Avrupa

Orbán ile von der Leyen arasında ‘Onur Yürüyüşü’ atışması

Yayınlanma

Macaristan Başbakanı Viktor Orbán ile Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen arasında, Budapeşte’de yapılması planlanan “Onur Yürüyüşü” nedeniyle tartışma çıktı.

Haftalarca süren sessizliğin ardından, von der Leyen çarşamba günü  (25 Haziran) yayınladığı bir video mesajında kutlamaları destekledi. Başkan, “Macaristan yetkililerini Budapeşte Onur Yürüyüşünün gerçekleştirilmesine izin vermeye çağırıyorum. Macaristan ve ötesindeki LGBTIQ+ topluluğuna: Her zaman sizin müttefikiniz olacağım,” dedi.

Orbán ise, sosyal medyada hemen yanıt verdi ve von der Leyen’e “üye devletlerin kolluk kuvvetlerinin işlerine karışmamasını” istedi.

Von der Leyen, Orbán’a karşı çıkmak için bizzat Budapeşte’de bulunmayacak fakat 70’den fazla Avrupa Parlamentosu (AP) üyesi törene katılmayı planlıyor.

Onlara İspanya Kültür Bakanı Ernest Urtasun, Hollanda Eğitim Bakanı Eppo Bruins, Fransız hükümet temsilcileri, Avrupa’nın önde gelen başkentlerinin belediye başkanları, eski Belçika Başbakanı Elio Di Rupo ve eski İrlanda Başbakanı Leo Varadkar da eşlik edecek.

Belçika’nın Avrupa Komisyonu Üyesi Hadja Lahbib de etkinlik öncesinde bugün Budapeşte’ye gidiyor.

Macaristan ise yabancı devlet adamlarının yasayı çiğneyeceğini açıkça belirtiyor.

Uluslararası konukların listesine rağmen, Adalet Bakanı Bence Tuzson eylemin yasak olduğunu ısrarla vurguluyor.

Bu hafta birkaç büyükelçiliğe gönderilen ve POLITICO tarafından elde edilen mektupta, organizatörlerin hapse atılabileceğini ve kutlamaların yasadışı olduğunu yinelendi.

Mektup, çoğu AB ülkelerinden Budapeşte’de görevli onlarca büyükelçinin etkinliği ve organizatörlerini destekleyen ortak açıklaması üzerine yazıldı.

Tuzson mektupta, “Netlik sağlamak amacıyla, çalışanlarınızın ve meslektaşlarınızın bu gerçeklerden haberdar olmasını rica ederiz. Yasal durum açık: Onur Yürüyüşü yasal olarak yasaklanmış bir toplantıdır ve bu yürüyüşü organize etmek veya duyurmak, Macaristan yasalarına göre bir yıl hapis cezası ile cezalandırılabilen bir suçtur… Yetkililer tarafından yasaklanan bir etkinliğe katılanlar, suç işlemiş olurlar,” diye yazdı.

Yasadışı davranmalarına rağmen, yürüyüşçülerin polis veya sağcı karşı protestocular tarafından doğrudan engellenmesi olası görünmüyor.

Perşembe günü düzenlenen basın toplantısında Orbán, insanlara yürüyüşe katılmamaları çağrısında bulunduğunu ama güç kullanılması planlanmadığını belirtti.

Başbakan, “Macaristan medeni bir ülkedir. Biz birbirimize zarar vermeyiz,” diye ekledi.

Daha büyük endişe, hükümetin katılımcılara para cezası vermek için yüz tanıma teknolojisini kullanıp kullanmayacağı. Bu konu, AB yasalarını ihlal edebileceği için Komisyon tarafından inceleniyor.

Katılımcıların etkinliği tehlikeli görmediklerinin bir işareti olarak, etkinliğe katılacak olan İspanya Kültür Bakanı Urtasun’un sözcüsü POLITICO’ya “Macaristan polisiyle temas halinde olmadıklarını” söyledi.

Sosyalist gruptan Fransız milletvekili Chloé Ridel, “Viktor Orbán’ın popülist söylemleriyle cesaretlenen Macar polisi veya aşırı sağcı aktivistlerden korkmuyorum; protesto için buraya gelen Macar vatandaşlarıyla birlikte Avrupa değerlerini savunmak için buradayız. Bu, otoriter rejimlere karşı mücadelede şüphesiz tarihi bir olay olacak,” dedi.

Avrupa Parlamentosu sözcüsüne göre, “milletvekillerinin ve onlara eşlik edenlerin güvenliği ve emniyeti için her şey hazır.”

Uluslararası mobilizasyona rağmen, Macaristan’da hiçbir siyasi aktör bu eylemden yararlanıyor gibi görünmüyor.

Sol eğilimli Demokratik Koalisyon, Budapeşte Belediye Başkanı Gergely Karácsony’nin Yeşil Partisi veya hicivci İki Kuyruklu Köpek Partisi gibi birkaç LGBTQ+ yanlısı parti Onur Yürüyüşüne katılacak olsa da, bunların desteği muhalefet lideri ve eski Fidesz üyesi Péter Magyar’ın desteğinin çok gerisinde.

Magyar’ın partisi Tisza, Orbán’ın iktidardaki Fidesz partisine karşı farkını giderek artırarak aylardır anketlerde önde gidiyor. Fakat Tisza, Nisan 2026’daki seçimlerde Orbán’dan iktidarı almak için geniş bir çoğunluk oluşturmaya çalışırken, LGBT hakları ve kimlik politikası gibi daha geniş konuları olduğu gibi Budapeşte Onur Yürüyüşünün yasaklanmasını da sistematik olarak görmezden geliyor.

Magyar’ın sağ kolu olarak görülen Zoltán Tarr, “Orbán’ın tuzağına düşmeyi reddediyoruz. Toplumu bölmek ve kamu hizmetlerinin çöküşünden ve artan yaşam maliyetlerinden dikkatleri başka yöne çekmek için tasarlanmış bir kültür savaşı provokasyonunda kullanılmayacağız,” dedi.

Tarr, Tisza liderliğindeki bir hükümetin “elbette toplanma özgürlüğünü zedelemek istemeyeceğini” de sözlerine ekledi.

Yeşil Parti Párbeszéd’in eşbaşkanı Richárd Barabás ise, Onur Yürüyüşünün “Viktor Orbán’ın baskıcı rejimine karşı ortak bir direniş” olacağını savundu.

Son yıllarda Orbán, ABD’deki muhafazakâr-Trumpist “MAGA” hareketinin retoriğini benimsedi ve “cinsiyet ideolojisi” ve “woke kültürü”ne karşı küresel hücumun Avrupa’daki ateşli savunucusu haline geldi.

Geçtiğimiz mart ayında Orbán hükümeti, çocukları korumak gerekçesiyle LGBT topluluğunu “teşvik eden veya sergileyen” kamuya açık toplantıları yasaklayan bir yasayı kabul etti.

Ülke çapında Onur Yürüyüşü kutlamalarını fiilen yasaklayan bu önlem, bir tarafta hükümet, diğer tarafta Belediye Başkanı Karácsony ve Budapeşte Onur Yürüyüşü organizatörleri arasında büyük bir çatışmaya yol açtı.

Budapeşte Onur Yürüyüşü organizatörleri, başkentin 1997’de Doğu Avrupa’da Onur Yürüyüşü düzenleyen ilk şehir olmasından bu yana her yıl olduğu gibi, yıllık etkinliği yine düzenleyeceklerini taahhüt ettiler.

Okumaya Devam Et

Avrupa

Avusturya Şansölyesi Stocker: Göçle mücadelede Merz müttefik

Yayınlanma

Avusturya Şansölyesi Christian Stocker, Berlin’in iç sınırlarda uyguladığı sert önlemler nedeniyle iki ülke arasında gerginlikler sürerken, Almanya Şansölyesi Friedrich Merz’i Avrupa’ya yönelik “düzensiz göçü” önemli ölçüde azaltmada kilit bir ortak olarak gördüğünü söyledi.

Stocker, POLITICO’nun Berlin Playbook Podcast programında sığınma talepleriyle ilgili olarak, “Prosedürlerin [Avrupa Birliği] dış sınırlarında yürütülmesini sağlayacak bir çözüme ihtiyacımız var. Schengen bölgesindeki iç sınırlarımızı korumak son çözüm olamaz. Bu sadece acil bir çözüm olabilir,” dedi.

Stocker, bugün (27 Haziran) Berlin’de Merz ile görüşecek.

Avusturyalı siyasetçi, “Bu konularda benimle benzer görüşlere sahip Friedrich Merz gibi bir ortağım olduğu için çok mutluyum,” diye ekledi.

Stocker, Avusturya’yı sığınma başvuruları konusunda daha sıkı Avrupa politikalarının öncüsü olarak gördüğünü söyledi.

Almanya, Avrupa’nın daha sert göç önerilerinin bazılarına uzun süredir karşı çıkıyordu, fakat Merz’in göreve gelmesiyle bu paradigma değişti.

Sağcı muhalefet partisi Almanya için Alternatif’in (AfD) baskısı altında, CDU liderliğindeki hükümet, ülkeye gelen sığınmacıların sayısını önemli ölçüde azaltma sözü verdi.

Bu bahar göreve başladıktan sadece birkaç gün sonra, Merz’in içişleri bakanı Almanya’nın sınırlarında, Avusturya da dahil olmak üzere, kontrolleri artırdı ve Alman polisinin sığınmacılar da dahil olmak üzere daha fazla belgesiz göçmeni geri çevireceğini söyledi.

Sınırdaki sıkı önlemler, Almanya ile komşuları arasında gerginliklere yol açtı. Fransa, Polonya ve Avusturya’daki politikacılar, Merz hükümetini Schengen bölgesinde insanların ve malların serbest dolaşımını engellediği için eleştirdi.

Sonuçta, Almanya sınırlarında geri çevrilen sığınmacıların sayısı düşük oldu ve bu durum, eleştirmenlerin Merz’in sıkı önlemlerini büyük ölçüde sembolik olarak nitelendirmesine yol açtı.

Stocker, Almanya’nın sınır kontrollerinin iki ülke arasında önemli gerginlikler yarattığı yönündeki iddiaları önemsemedi ve bunun yerine Merz’in yanında yer alarak Avrupa içinde göç konusunda sert bir tutum sergileyen bir eksen oluşturdu.

Sınır kontrollerine ilişkin olarak, “Bu kısıtlamaların önemli bir etkisi olmadığını düşünüyorum. İç sınırları kontrol etme ihtiyacı varsa ve biz de bunu kendimiz yaptık… Diğer ülkelerin de aynısını yapmasını reddedemem. Başka bir deyişle, bu sınır kontrolleri nihayetinde kalıcı olması amaçlanmayan bir çözümdür, fakat bazen gerekli olabilir,” dedi.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English