Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

Scott Ritter: İsrail, etrafında olup bitenlere karşı kör davranıyor

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Emekli BM Silah Müfettişi ve Amerikan Deniz Piyadeleri istihbarat albayı Scott Ritter, İran’ın İsrail’e verdiği “Gerçek Vaat Operasyonu” yanıtının ölçeğine dair, hadisenin hemen evvelinde isabetli tahminlerde bulunuyor. Tahminlerde öte Ritter, aşağıda tercümesi verilen podcast yayını kesitinde, Tel Aviv’in trajik bir şekilde etrafında şekillenen yeni gerçekleri algılayamadığına işaret ediyor.


İran aşırı tepki vermeyecek

Scott Ritter, Ryan Milyon

Ask the Inspector

13 Nisan 2024

Biden yönetiminin büyük oranda İsrail’i savunmaya kararlı olduğu görülüyor. Biden yönetiminin İran’a karşı saldırıya geçmekten bahsettiğini görmedim ama İsrail’i savunmaktan bahsettiler.

Ve evet, sanırım en az bir, belki de iki Aegis sınıfı destroyer sadece İsrail kıyılarına, Akdeniz kıyılarına değil, aynı zamanda Kızıldeniz’e de taşındı. Ve bunların İsrail’in karada konuşlu füze savunma sistemlerini SN3 füzesavar füzesi ile destekleyeceği düşünülüyor. Görünüşe göre olan şey bu.

Hizbullah’ın Celile bölgesine önemli sayıda insansız hava aracı ve roket fırlattığına ve bunların sadece Demir Kubbe’yi değil İsrail Patriot füze savunma sistemlerini de tetiklediğine dair haberler gördüm. Bazı spekülasyonlara göre bu, İsrail savunmasını doyurmak ve İranlıların, İsrail’in zayıflamış savunma gücüne karşı düzenleyeceği bir sonraki saldırı için füzelerini tüketmek üzere tasarlanmış bir taktikti.

Peki ya Rusya? İran’ı savunmak için bir şey yapacaklar mı? Bu ilginç, zira bu hafta başında Sergey Lavrov Çin’e gitti ve Xi Jinping ve diğer Çinli yetkililerle bir araya geldi. Görüşme sonrasında her iki ülke de yeni bir stratejik savunma güvenliği aşamasına girdiklerine dair açıklamalarda bulundular, her ne kadar bir anlaşmaları olmasa da, zira her zaman ilişkilerinin bir angajmandan daha iyi, daha fazlası olduğunu söylediler. Eğer Rusya ya da Çin saldırıya uğrarsa, uluslararası güvenlik, barış ve güvenlik tehdit edilirse bölgesel ortaklarını savunmaya geçecekleri söylendi ve herkes 51. Madde uyarınca İran’ın kendini savunma ve misilleme yapma hakkı olduğunu anladı. Bu aslında ders niteliğinde bir durum.

Öyle ama İranlıların şimdi ne yapacağını göreceğiz. Biliyorsunuz, aşırı misilleme mi yapacaklar, çünkü bence İran için buradaki tüm amaç cezalandırmak değil, caydırıcılığın kırmızı çizgisini yeniden oluşturmaktır, yoksa başka bir şey mi? Şu anda İsrail her şeyi yapabileceğini düşünüyor ve sanki her şeyi yapabilecek ve hiçbir sonuç ödemeyecekmiş gibi davranıyor.

Caydırıcılık, ben seni caydırdığımda, bana bir şey yaparsan, ödeyeceğin bedel senin için o kadar kötü olacak ki, bana saldırmaya değmez anlamına gelir. İsrail belli ki bu İran konsolosluğunu vurabileceğini düşündü. Dolayısıyla İran’ın yeterince misilleme yapması gerekiyor ki İsrail gelecekte böyle bir şey yapması halinde ödeyeceği bedeli anlasın. Yani İsrail bir bedel ödemek zorunda. Ancak İran’ın yapmak istemediği şey aşırı misilleme yapmak ve İsrail’in artık kendi karşı misillemesini başlatmaktan başka çaresinin kalmadığı bir durum yaratmak.

Dolayısıyla hem Rusya hem de Çin ile olan ilişkileri göz önünde bulundurulduğunda, Rusya ve Çin’in İran’ın ne yapacağını öğrenmek için İran ile yoğun telefon görüşmeleri yaptığını tahmin ediyorum. Onlar müttefik, biliyorsunuz, bu misillemenin kapsamına ve ölçeğine bağlı ama Rusya’nın orada öylece oturup İsrail ve ABD’nin İran’ı vurmasına izin vereceğini sanmıyorum.

Aslında durum, İsrail’in etrafında olup bitenlere karşı kör davranması gibi bir şey. Çünkü, ne isterlerse yapabilirlermiş gibi davranıyorlar ama dünyada yepyeni bir dinamik var ve onlar bunun farkında değil gibi görünüyorlar, örneğin Katar ve Kuveyt temelde ABD’nin İran’a karşı herhangi bir operasyon için kendi topraklarındaki üsleri kullanabileceğini söylemeyeceklerini anlatıyorlar, bu yüzden sanırım Türkiye de aynı şeyi yaptı ve bu da bir Amerika’nın Katar’ı kaybetmesini, Kuveyt’i kaybetmesini beraberinde getiriyor ve bir Amerikan misillemesini neredeyse imkânsız hale getiriyor.

Ve İran, ABD’nin İran’a karşı herhangi bir saldırıya katılması halinde bölgedeki tüm Amerikan üslerinin vurulacağı konusunda uyarı yaptı. Bence Katar ve Kuveyt özünde şunu söylüyor: Bizi vurmayın. Bu işe bulaşmak istemiyoruz. Bakalım ne olacak. Zaten bölgede İran’a karşı sürekli ve anlamlı bir harekât başlatmak için yeterli hava gücümüz yok. Bölgeye birkaç keşif uçağı göndermemiz gerekecek. Ve şimdi gittikleri yerler, Katar ve Kuveyt, ‘burada istenmiyorsunuz’ diyor.

DÜNYA BASINI

ABD’de üniversite protestoları ve ‘CEO’ olarak rektörler

Yayınlanma

Yazar

Çevirmenin notu: ABD kampüslerinde Filistin yanlısı öğrencilere yönelik polis saldırıları sürerken, Branko Milanovic, bildiğimiz anlamda üniversitelerin artık mevcut olmadığını; insanlık, empati, saygı gibi değerlerin yerini kaba şirket çıkarlarının aldığını; Amerikan üniversitelerinin fabrikaya, yöneticilerinin de CEO veya yönetim kuruluna dönüştüğünü yazıyor. Bu şartlar altında her tür ‘grev’ veya ‘iş yavaşlatma’, tedarik zincirlerine bir darbe sayılıp ezilecektir.


Fabrika olarak üniversiteler

Branko Milanovic
Global Inequality and More 3.0
4 Mayıs 2024

Polisin üniversiteleri gösteri yapan öğrencilerden temizlediği pek çok örnek gördüm ve okudum. Polis, öğrencilerin yarattığı özgürlük vahalarından memnun olmayan yetkililerin emriyle gelirdi. Silahlı olarak gelir, öğrencileri döver ve protestoya son verirdi. Üniversite yönetimi öğrencilerin yanında yer alır, ‘üniversitenin özerkliği’ni (yani polisten muaf olma hakkını) öne sürer, istifa eder ya da görevden alınırdı. Bu olağan bir durumdur.

ABD’deki mevcut ifade özgürlüğü gösterileri dalgasının benim için yeniliği, öğrencilere saldırması için polisi çağıranların üniversite yöneticileri olmasıydı. New York’ta yaşanan en az bir olayda, polis neden çağrıldıklarına şaşırmış ve bunun ters etki yarattığını düşünmüştü. Yöneticilerin bu tutumunun, yöneticilerin kampüslerde düzeni sağlamak üzere iktidarlar tarafından atanabildiği otoriter ülkelerde ortaya çıkabileceği anlaşılabilir. Bu durumda, itaatkâr devlet memurları olarak, polisi çağırma yetkisine nadiren sahip olsalar da, ‘temizlik’ faaliyetlerinde polisi destekleyecekleri açıktır.  

Fakat ABD’de üniversite yöneticileri Biden ya da Kongre tarafından atanmıyor. O zaman neden kendi öğrencilerine saldırsınlar ki? Onlar gençleri dövmeyi seven kötü kişiler mi?

Cevabım, hayır. Öyle değiller. Sadece yanlış bir iş yapıyorlar. Rollerini geleneksel olarak üniversitelerin rolü olan özgürlük, ahlak, merhamet, kendini feda etme, empati ya da arzu edildiği düşünülen diğer değerleri genç nesillere aktarmaya çalışmak olarak görmüyorlar. Bugünkü rolleri, üniversite adı verilen fabrikaların CEO’ları olmaktır. Bu fabrikalar, öğrenci adı verilen ve düzenli yıllık aralıklarla mezunlara dönüştürdükleri bir hammaddeye sahiptir. Dolayısıyla bu üretim sürecindeki herhangi bir aksaklık, tedarik zincirindeki bir aksaklık gibidir. Üretimin devam edebilmesi için mümkün olan en kısa sürede ortadan kaldırılması gerekir. Mezun olan öğrenciler ‘[dışarı] çıkarılmalı’, yeni öğrenciler getirilmeli, onlardan gelen paralar cebe indirilmeli, bağışçılar bulunmalı, daha fazla fon sağlanmalıdır. Öğrenciler sürece müdahale ederlerse, gerekirse güç kullanılarak disipline edilmeleri gerekir. Düzenin yeniden sağlanması için polis devreye sokulmalıdır.

Yöneticiler değerlerle değil, kârlılıkla ilgilenmektedir. Yaptıkları iş Walmart, CVS ya da Burger King’in CEO’su ile eşdeğerdir. The Atlantic’te yakın zamanda yayınlanan bir makalede anlatıldığı gibi, değerlerden ya da ‘entelektüel açıdan zorlayıcı bir ortamdan’ ya da ‘canlı tartışmalardan’ (ya da her neyse!) söz etmeyi, günümüzde şirketlerin üst düzey yöneticilerinin her zamanki promosyon amaçlı, performatif konuşmaları olarak kullanacaklardır. Kimse bu tür konuşmalara inanmıyor değil. Fakat bu tür konuşmalar yapmak son derece olağan. Bu yaygın olarak kabul gören bir ikiyüzlülüktür. Sorun şu ki, üniversitelerde bu düzeyde bir ikiyüzlülük hâlâ çok yaygın değil çünkü tarihsel nedenlerden ötürü üniversiteler tam olarak sosis fabrikaları gibi görülmüyordu. Daha iyi insanlar yetiştirmeleri gerekiyordu. Fakat gelir ve bağışçıların parası için verilen mücadelede bu unutuldu. Bu nedenle sosis fabrikası duramıyor ve polis çağırmak gerekiyor.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

İsrail ile ticareti kesme kararı can yakabilir: “Bölge hükümetleri yardımcı olmalı”

Yayınlanma

İsrail ile ticareti geçen ay sınırlayan Türkiye, iki gün önce ticareti tamamen kesme kararı aldı. Ticaret Bakanlığı 3 Mayıs’ta “İsrail hükümeti, Gazze’ye kesintisiz ve yeterli miktarda insani yardım akışına izin verinceye kadar” İsrail ile ihracat ve ithalatın tamamen durdurulduğunu açıkladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan kararla ilgili açıklamasında, “Tüm batı İsrail’e çalışıyor. Biz daha sabredemezdik ve adımlarımızı attık” dedi.

Aşağıda çevirisini okuyacağınız haber, Türkiye’nin bu adımının İsrail ve Türkiye’ye ne gibi etkileri olabileceğini uzman yorumlarıyla değerlendiriyor:

***

Erdoğan Netanyahu’ya karşı: Bu işin sonu nereye varacak?

Türkiye Gazze nedeniyle İsrail ile ticareti kesti. Bu can yakabilir.

GIORGIO CAFIERO

Türkiye kısa bir süre önce Gazze’de “kötüleşen insani trajedi” nedeniyle İsrail ile ticareti askıya aldı.

Ankara, İsrail’in Gazze’ye “kesintisiz ve yeterli” yardım akışına izin vermesi halinde ticareti yeniden başlatacağını açıkladı. Tahmin edilebileceği gibi İsrail’in baş diplomatı Israel Katz, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı “Türk halkının ve iş adamlarının çıkarlarını hiçe sayarak ve uluslararası ticaret anlaşmalarını göz ardı ederek” bir “diktatör” gibi davranmakla suçladı. Hamas ise şaşırtıcı olmayan bir şekilde Türkiye’yi övdü.

Türkiye ile İsrail arasındaki gerilim, 2009 Davos Zirvesi ve 2010 Gazze filosu baskını gibi son yıllarda yaşanan çeşitli olaylarda arttı. Ancak bugüne kadar Türkiye-İsrail ekonomik ilişkileri bu fırtınaları hep atlattı. Bu nedenle Türkiye’nin bu ay İsrail ile ticareti durdurması büyük bir olay.

ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Avrupa ve Avrasya’dan sorumlu eski Müsteşar Yardımcısı Matthew Bryza RS’ye yaptığı açıklamada, “İsrail’in Gazze’de sivillere yönelik saldırılarına, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın eleştirilerini sertleştirdiği geçen yılın Ekim ayının ortalarından bu yana iki ülke ilişkilerinde olumlu seyreden tek unsur ticaretti. Türkiye’nin İsrail’le tüm ticareti kesmesiyle birlikte bu olumlu unsur da ortadan kalktı” dedi.

“Erdoğan’ın İsrail’le ilişkilere bütüncül bir yaklaşım getirerek geleneğini bozduğu görülüyor” diyen Sadeq Enstitüsü’nde Türkiye üzerine uzmanlaşan siyasi analist Batu Coşkun şu noktaya dikkat çekti: “Daha önceki krizlerde ticari ilişkiler, gergin siyasi bağlardan ayrı tutulmuştu. Şimdi ise hükümet tüm cephelerde gerilimin tırmanmasından endişe duymuyor gibi görünüyor.”

Hasan Kalyoncu Üniversitesi öğretim üyesi ve SETA Vakfı araştırmacısı Murat Aslan’a göre, İsrail üzerindeki baskıyı artırmak isteyen Türkiye’nin ticareti askıya almanın ötesinde oynayabileceği kartlar var. Bunlar arasında diğer ülkeleri İsrail’e ambargo uygulama konusunda Türkiye’ye katılmaya teşvik etmek ve Türk hava sahasını İsrail uçuşlarına kapatmak yer alıyor. Aslan, “Türkiye’nin bu adımları atıp atmayacağını bekleyip görmemiz gerekiyor, ancak birçok seçenek olduğunu biliyorum” dedi.

İç baskılar ve artan gerilim

Türkiye’nin iç siyaseti de göz önünde bulundurulmalı. Gazze savaşının erken bir aşamasında Türk toplumunun bazı kesimleri Erdoğan hükümetine, Tel Aviv’e karşı sert söylemlerin ötesinde somut adımlar atması için baskı yapmaya başladı. Birkaç hafta önce Türkiye, İsrail ile çelik, gübre ve jet yakıtı dahil 54 alanda ticareti kısıtladı.

Geçen ayki yerel seçimler öncesinde İsrail ile tüm ticaretin kesilmesi yönünde çağrılar yapıldı ve bu çağrılar Erdoğan’ın seçmenlerinin çoğunda yankı buldu. Sonuç olarak, Erdoğan’ın geleneksel destekçilerinin önemli bir kısmı ya oy vermeyi reddetti ya da hükümetin Gazze savaşı sırasında İsrail’le ticaretin devam etmesine izin veren politikasına karşı çıkarak kampanya yürüten İslamcı bir parti olan Yeniden Refah Partisi’ni destekledi.

Coşkun’a göre, Türkiye’nin İsrail’le ticaretini durdurma kararı alan Erdoğan, “popülaritesini korumak için tepki veriyor gibi görünüyor. Bu, Cumhurbaşkanının muhtemelen söylemini sertleştirmeye devam edeceği anlamına geliyor ki bu da İsrail ile ilişkilerde daha fazla gerilim demek.”

Ekonomik etki

İsrail uzun zamandır Türkiye ile güçlü ticari ve yatırım ilişkileri sürdürüyor. 2023 yılında, ikili ticaret yaklaşık olarak 7 milyar ABD doları civarındaydı. Bir Türk holdingi olan Zorlu Holding, İsrail ekonomisinde büyük bir yatırımcı ve Türk inşaat şirketleri yıllar boyunca İsrail’de büyük paralar kazandı. Ankara’nın ticareti durdurma kararı nedeniyle İsrail’de inşaat maliyetlerinin artacağı ve enflasyonist etkilerin ortaya çıkacağı varsayılabilir.

Ancak Türkiye’nin ambargosunun İsrail ekonomisine ne kadar zarar vereceği ve bu zararın ne kadar süreceği şimdilik net değil. Ülkeler ticari ilişkileri kesintiye uğradığında ya da yaptırım uygulandığında uyum sağlayabilirler. Rusya’nın 2022’de Ukrayna’yı geniş çaplı işgaline karşılık Batı’nın Moskova’ya karşı finansal savaş açmasının ardından Rusya’nın ticaret yollarını ve tedarik zincirlerini ayarlaması buna bir örnek. Benzer şekilde, İsrailli politika yapıcılar da şu anda ekonomilerine ne gibi zararlar gelebileceğini ve Türkiye’nin ambargosunun etkilerini nasıl telafi edeceklerini değerlendirmekle meşguller.

Ayrıca Türkiye’nin ekonomisi de darbe alacak. Ankara’nın ambargoyu daha önce uygulamamasının en önemli nedenlerinden biri de buydu. Türkiye’deki siyasi yelpazede Filistinlilere yönelik yaygın bir destek var, ancak Gazze’yi desteklemek için ne kadar bedel ödenmesi gerektiği konusu da tartışmalı.

Katar Üniversitesi İbn Haldun Merkezi’nde yardımcı doçent ve Atlantik Konseyi Scowcroft Orta Doğu Güvenlik Girişimi’nde misafir kıdemli araştırmacı olarak görev yapan Ali Bakır, RS’ye verdiği demeçte, “İsrail’deki iç durum ve Husilerin Kızıldeniz girişindeki önlemleri göz önüne alındığında bu, İsrail ekonomisine kesinlikle benzeri görülmemiş bir şekilde zarar verecek” dedi.

“Ancak diğer yandan, zaten zor durumda olan ve toparlanmaya çalışan Türk ekonomisine de zarar verecek” diyen Bakır, bu tür mali riskleri almaktan korkan bölgedeki diğer hükümetlerin, Türkiye gibi bunu yapmaya istekli olanlara yardım etmek için adım atması gerektiğini belirtti.

Azerbaycan petrolü

Türkiye’nin eylemlerinin Azerbaycan’a ve daha spesifik olarak Azerbaycan’ın İsrail’e yönelik petrol ihracatı üzerindeki etkisi önemli olacak. Azerbaycan petrolü Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattından geçerek tankerlerle İsrail’e ulaşıyor. Ankara, Azerbaycan’ın Ceyhan limanı üzerinden İsrail’e petrol ihraç etmesine izin vermezse İsrail ekonomisi büyük zarar görebilir.

ABD’nin Azerbaycan Büyükelçisi olarak da görev yapmış olan Bryza, “Şu anda Türkiye’nin İsrail’e petrol akışını kesip kesmeyeceği belli değil. Böyle bir durumda, ekonomi yeni tedarik kaynakları bulma zorunluluğuna kalacağı için İsrail ekonomisi üzerinde daha önemli bir etkiye sahip olabilir” dedi.

Bryza, İsrail’in Azerbaycan’la uzun vadeli enerji sözleşmeleri olduğunu ve spot piyasadan satın alması halinde petrol için çok daha fazla ödeme yapmak zorunda kalacağını belirtti.

Aslan da “Eğer Türkiye bu akışı durdurursa… o zaman İsrail enerji için başka bir kaynak bulmak zorunda. Aksi takdirde başları belaya girecek” diye ekledi.

Bununla birlikte, Ankara-Bakü ittifakının doğası göz önüne alındığında, Türkiye bu adımı atmaktan kaçınabilir. Bryza, “Türkiye, Azerbaycan petrolünün Türkiye’nin Ceyhan limanı üzerinden İsrail’e akışını keserse şaşırırım çünkü bu Azerbaycan’ın çıkarlarına da zarar verir. Türkiye ve Azerbaycan çok yakın ikili ilişkilere sahip ve bu ilişkiyi tanımlayan klişeye göre ‘iki millet iki devlettir.”

İsrail ile ticareti durduran Türkiye’yi başkaları da izleyecek mi?

Türkiye’nin ikili ticareti askıya alması kaçınılmaz olarak İsrail ekonomisine en azından kısa vadede zarar verecek. Bu, Başbakan Binyamin Netanyahu hükümetinin ve bir ülke olarak İsrail’in Gazze’deki sivillere karşı işlediği suçlar nedeniyle ödemek zorunda kalacağı ek bir maliyet olacak.

Ancak Türkiye’nin İsrail’e ambargo uygulamada yalnız kalması halinde İsrail’e verilen ekonomik zarar sınırlı kalabilir. Dikkate alınması gereken husus, diğer ülkelerin de Ankara’nın izinden gitme ihtimali ki bu durum İsrail’in ekonomik zorluklarını daha ciddi hale getirebilir.

Türkiye’nin kararı Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki Arap vatandaşları tarafından memnuniyetle karşılanacak. Muhtemelen Ankara’nın İsrail’e uyguladığı ambargoyu, Müslüman ülkelerin İsrail’e nasıl davranması gerektiğine dair bir örnek olarak gösterecekler ve kendi hükümetlerini de aynı yolu izlemeye çağıracaklar. Ancak bu hükümetlerin, bunu yapıp yapmayacağı ayrı bir soru.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Arjantin’in efsanesi Cesar Luis Menotti hayatını kaybetti

Yayınlanma

Arjantin Futbol Federasyonu (AFA), ülkenin 1978 yılında Dünya Kupası şampiyonluğuna taşıyan teknik direktör César Luis Menotti’nin 85 yaşında hayatını kaybettiğini duyurdu.

Rosario Central, Boca Juniors ve Santos formalarını giyen Menotti, antrenörlük kariyerine Newell’s Old Boys’ta başlamış ve Huracán ile 1973’te Arjantin şampiyonluğunu kazandıktan sonra 1974’te Arjantin milli takımının başına geçmişti.

AFA, açıklamasında “Arjantin Futbol Federasyonu, milli takımlar direktörü ve Arjantin’in eski Dünya Kupası kazanan teknik direktörü César Luis Menotti’nin vefatını büyük bir üzüntüyle duyurur. Elveda, Flaco querido,” ifadelerine yer verdi.

Milli takımı 1982 Dünya Kupası’ndan sonra bırakan Menotti, Barcelona’yı çalıştırmaya devam etmiş ve takımı 1983’te Copa del Rey’de başarıya taşımıştı.

Öte yandan Menotti, futbol kariyerinin yanında emperyalizm karşıtı politik görüşleriyle biliniyor.

Menotti’nin Temmuz 2011’de İspanyol El Pais gazetesinde “Futbol halktan çalındı,” başlığıyla yayımlanan mülakatından bir kesit şöyle:

“[…] Barça’dan neden ayrıldınız?

Annem ölmüştü, Arjantin’e demokrasi geri gelmişti ve orada olmam gerektiğini hissediyordum… Núñez ile öğle yemeği yedim ve bana açık çek verip hangi oyuncuların kalmasını istediğimi sordu. Ona hiçbirinin kalmasını istemediğimi söyledim, çünkü inanılmaz bir prestije sahip olan ama aynı zamanda gençlerin gelişimini engelleyen harika oyunculardan kurtulmasını istiyordum. Copa del Rey’i kazandıktan sonraydı, o zamanlar küçük bir kupaydı bu arada… Şimdi Madrid kazandı ve görünüşe göre Kıtalararası Kupa’yı da kazandılar! Ama ben neden bahsediyordum?

Teknik direktörlerin öneminden bahsediyordunuz.

Evet, işte bu, teknik direktörün değerinin derinlemesine farkına varmak istedim. Profesörler gibi, profesörler hangi etkiye sahipti? Bu değişir. Eğer iyilerse, yüzde 99 oranında büyük bir etkiye sahiptirler. Kötülerse, b*k gibilerdir. Matematikten nefret ederdim çünkü üç yıl boyunca üç aptal öğretmen hayatımı cehenneme çevirdi ama kimyaya aşık oldum, çünkü öğretmen ilk gün sigara içerek geldi, tahtanın her yerini formüllerle doldurdu ve bize şöyle dedi: ‘Önümüzdeki salı günü öğrenmeniz gereken şey bu, ama bu imkansız’. Ve bize dedi ki: ‘Bu, hayatın kimya gibi olduğunu bilmeniz içindir, onu yorumlamanız gerekir’.

Bugünlerde profesör figürüne gereken kıymetin verilmediğine inanıyorum…

İspanya’yı bilmiyorum. Burada, 50 yıl önce, kültürsüzleşme başladı. Bu endişe verici. Sosyal dışlanma orta sınıfa kadar ulaştı. Günde 8 saat çalışmak için ölen insanlar vardı ve şimdi insanlar yaşamak için 14 saat çalışıyor ve kimse şikayet etmiyor. Buna bir de ‘zengin’ bir ülkenin sefil insanları iktidara getirdiği gerçeğini ekleyin. Ve yaptıkları ilk şey insanların aidiyet duygusunu çalmak oldu. Futbol dahil her şey onların. Vali bir sokak yaptığında, sanki kendi cebinden ödemiş gibi görünüyor. Müziği, parkları, meydanları ve hatta futbolu bile elimizden aldılar. Şimdi de insanlar yorulup meydanlarda kamp kuruyor diye şaşırıyorlar.

Onları anlıyor musunuz?

Tabii ki anlıyorum, bu b*ktan bir şey! Şüpheci bir insan olmak istemiyorum ama öfkeli bir kötümserim. Yaşadıklarımdan sonra, kendimi hormonlu bir Marksist hissediyorum. Hayatımın 70 yılından sonra, kapitalizmin yarattığı felaketi beni çevreleyen her şeyde test ettim. Barselona’dan bir arkadaşım karides avcılığını incelemek için geldiğinde bana ne demişti biliyor musunuz?

Hayır, bilmiyorum.

Arjantin jeopolitik devrimine başlamadığı sürece kimseye inanmayın. 3 bin kilometrekarede 600 bin insanı bir arada tutamıyoruz ve sadece Matanzas civarında, sadece 500 bin insanın yaşayabileceği bir yerde 4 milyon kişi var. Yani 14 milyonluk bir kentte yaşamanın imkânı yok. Bu hiç mantıklı değil. Onlar sadece tüm ülkeyi yönetmek için oy kullanıyorlar. Sefalet pek çok insan için kârlı. Onlara güvenmiyorum. Sokaklarda hala evsiz çocuklar varken bana daha fazla yalan söylemeyin. Cromañón’u hatırlıyor musun?

Evet, Cromañon diskosundaki yangın.

Independiente’nin teknik direktörüydüm. Bu bir skandaldı, çocuklar öldü ve hayatta kalanları yakalamak istediler, bu hastalıklı bir şeydi. O günlerde, bir antrenmandan dönerken, trafik ışıklarında kaç çocuk olduğunu sormaya ikna olmuştum. Birinde 9, diğerinde 7. Köprüden evime kadar 120 çocuk vardı, hepsi 15 yaşın altındaydı ve diskodakiler gibi öleceklerdi ama uyuşturucu, şiddet ve adaletsizlik yüzünden. Bu ölümlerin hesabını kim verecek?

Hükümetin sloganı olan ‘herkes için futbol’ size neyi hatırlatıyor?

Futbol halkın elinden alındı, artık onlara ait değil. Bu yüzden Arjantin Milli Takımı’nın sadece taraftarları var. Futboldan anlayanlar artık stadyuma gitmiyor, halk yok, sadece seyirciler var. Bir ülkede futbolun yeri nedir? Bu bir işse, hoş gelsin; zamanı yutan bir işse, kötü. Ve biz bu hale geldik. Futbol tutkulu bir eğitimdir, bir ifade alanıdır ve rant kapısı değildir, devlet karışmamalıdır. Ama onlar limited şirket olurken ve tarihi kulüpler yok olurken başka bir yere baktılar, o kulüpleri mahvettiler. Burada 3 milyon avroya satıp 300 bin avroya alan yatırım gruplarımız vardı, gerisi onlar içindi. Bu ülkede spor, organizasyon düzeyinde tam bir felaket, spor ve turizm bakanı bile yarattılar, sanki aynı anda hem terzi hem de kasap olabilirmişsiniz gibi! Bu çılgınlık. Askerler her zaman sporun başına en aptal olanı getirirler, her zaman.”

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English