Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

Fransa 6. Cumhuriyet’in eşiğinde mi?

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Fransa’da Cumhurbaşkanı Macron’un “mezarda emeklilik” reformu, Sarı Yelekler’den bu yana en şiddetli protesto dalgalarından birini de beraberinde getirdi. Fakat protestoların gerekçesi, tek başına bu konuyla ilgili değil. Paris’teki, iyide iyiye kastlaşan idare yapısı artık sürdürülebilir olmaktan çıktı. İngiliz oligarklarının kalender meşrep propaganda organı Financial Times’ta bu buhranın içinden 6. Cumhuriyet’le veya reforme edilmiş bir 5. Cumhuriyet’le çıkabilineceği değerlendirmesi yer bulmuş.


Fransa 6. Cumhuriyet’in eşiğinde mi?

Simon Kuper — Financial Times

24 Mart 2023

Emeklilik reformuna duyulan öfke sokaklara taşarken, ülkenin her şeye gücü yeten cumhurbaşkanlığını yeniden gözden geçirmesinin zamanı gelmiş olabilir

Paris’teki Place de la République’de toplanan göstericiler garip bir şekilde İtalyanca “Siamo tutti antifascisti” [Hepimiz antifaşistiz] sloganı atıyorlardı. Fransızca olarak ise baş düşmanları olan cumhurbaşkanını hedef alıyorlardı: “Macron istemese de biz buradayız.”

Onları Fransız polis geleneğine uygun olarak kalabalığın arasına karışmak ve soruları yatıştırmak adına hiçbir çaba göstermeyen, bunun yerine göz yaşartıcı gazlarını ve coplarını kullanmak için uygun anı bekleyen yığınla çevik kuvvet polisi izliyordu. Kalabalığın da beklediği buydu. “Tüm polisler p**tir” sloganının İngilizce kısaltması olan “ACAB”ı kullanıyorlardı; Fransızcası “A-ca-buh” diye telaffuz ediliyor.

Sonra birisi çöp konteynerini ateşe verdi —mükemmel bir Instagram görseli— ve diğer göstericiler bunu kayda almaya başladı. 1789’dan 1944 ve 1968’e uzanan göz alıcı bir Paris geleneğinde yerlerini aldıklarının farkındaydılar. Sonunda polis ilerledi ve insanlar şişe fırlatmaya başladı.

Fransa, Emmanuel Macron’un geçen hafta parlamentodan geçiremediği asgari emeklilik yaşını 62’den 64’e çıkarma yönündeki tek taraflı kararından önce de kargaşa içindeydi. Paris’te grevlerle geçen kışın ardından metro teorik bir kavram haline gelirken fareler toplanmamış çöplerin yığınlarını karıştırmakta. Paris’te zirveye, geçtiğimiz cumartesi günü fareler için düzenlenen bir gösteriyle ulaşıldı. Paris Animaux Zoopolis adlı organizatör grup “HAYIR, Fransa’da yanlış giden her şeyin sorumlusu fareler değil!” dedi.

Fransızların öfkesi emekli maaşları ve Macron’un eli kolu bağlı tavrını aşıyor. Devlete ve onun tecessümü olan cumhurbaşkanına karşı yaygın, uzun vadeli bir öfke söz konusu. Burada yaşadığım 20 yılın ardından Fransızların kimi cumhurbaşkanı seçerlerse seçsinler onun aptal bir cani olduğunu ve devletin kolektif emanet olmak yerine onları ezdiği varsayımına alıştım. Fakat Macron’un emeklilik yaşını oylama yapılmaksızın yükseltmesi, Fransızların Amerikalıları, İngilizleri ve İtalyanları takip ederek popülist oy kullanma riskini arttırıyor, yani Marine Le Pen, 2027’de cumhurbaşkanlığına… Aşırı sağın cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki oy oranı bu yüzyılda giderek artarak geçen yıl yüzde 41’e ulaştı.

Fransa bu şekilde devam edemez. Gelişmiş dünyada seçilmiş bir diktatöre en yakın şey olan tüm yetkilere sahip cumhurbaşkanlığı ile 5. Cumhuriyeti sona erdirmenin ve daha az otokratik bir 6. Cumhuriyeti başlatmanın zamanı geldi. Macron bunu yapacak kişi olabilir.

5. Cumhuriyet 1958 yılında, Cezayir savaşının kaosu ve askeri darbe korkuları sürerken ilan edildi. Anayasa, Charles de Gaulle için ve kısmen de onun tarafından yazıldı. 1.80 boyundaki savaş kahramanı, “takdir-i ilahinin” adamı, adı bile onu eski Fransa’nın simgesi haline getirmişti. Fransa’daki siyasi partiler ve parlamenterler susturulursa lider olarak geri dönmeyi kabul etti [kendi partisi RPF’den, yani Rassemblement du peuple français’ten de hazzetmiyordu].

Böylece anayasa, cumhurbaşkanı merkezli olmasa da güçlü bir yürütme oluşturdu. 49. maddenin 3. fıkrasının devreye sokulması muhalefet partilerinin güvensizlik önergesi vermesine olanak tanıyor. Önergenin kabul edilmemesi halinde yasa hükmen kabul ediliyor. Emeklilik manevrası, Macron’un başbakanı Élisabeth Borne’un iktidarda olduğu 10 ay içinde 49. maddenin 3. fıkrasına 11. defa başvurması oldu.

1958 anayasasında cumhurbaşkanı, yaklaşık 80 bin memur tarafından seçilen nispeten mütevazı bir figürdü. Ancak 1962 yılında de Gaulle cumhurbaşkanının statüsünü yükseltti: Cumhurbaşkanı genel oylamayla seçilecekti. De Gaulle’ün daha sonra açıkladığı üzere: “Devletin bölünmez otoritesi tamamen cumhurbaşkanına emanet edilmiştir.”

Savaş sonrası Fransa’sının yönetim felsefesi, toplumun her kesiminden seçilen en zeki çocukların olduğu bir tür Fransız-Konfüçyüs yönetimi haline geldi. Başbakan Pierre Mendès France’ın babası uygun fiyatlı kadın elbiseleri satıyordu, Cumhurbaşkanı Georges Pompidou’nun babası küçük bir kasabada öğretmendi ve Cumhurbaşkanı François Mitterrand’ın babası, Angoulême’de istasyon şefiydi. Tipik olarak G7 zirvelerinde en yüksek IQ’ya ve siyasetin ötesinde en geniş hinterlanda sahip liderler Fransa’nın cumhurbaşkanları olur.

Cumhuriyetin teknokratları yavaş yavaş fermanlarını en ücra köylere kadar yaydılar. Batı Avrupa’nın en büyük ülkesinde hareket eden hemen hemen her şey, Paris’teki birkaç kilometrekarelik bir alandan yönetiliyordu. 1982’den bu yana çeşitli “ademi merkeziyetçilik” dalgaları hiçbir zaman fazla ileri gidemedi. Liberal yazar Gaspard Koenig, Parisli teknokratlara rehberlik eden inancın “étatisme”, yani devletçilik olduğunu söylüyor. Koenig, teknokratların tipik olarak halktan ziyade “devletin hizmetkârları” olarak tanımlandıklarını belirtiyor.

Sözleşme, Fransızların ücretsiz eğitim, sağlık hizmetleri, emekli maaşları ve hatta çoğu zaman sübvansiyonlu tatiller karşılığında gelirlerinin büyük bir kısmını devlete devretmeleri ve çoğu zaman kâbus gibi bir bürokrasiyi yönetmeleri şeklinde oldu.

1990’ara kadar sistem az çok işledi. Fransa “Trente Glorieuses”; 1945’ten 1975’e kadar 30 görkemli ekonomik büyüme yılı yaşadı. Avrupa’nın en hızlı trenleri olan TGV’leri yaptı, dünyanın en hızlı yolcu uçağı Concorde’u birlikte yarattı, Fransızların tenis kortu rezervasyonu yapmak ve telefon seksi yapmak için kullandıkları proto-internet Minitel’i icat etti, Almanya’yı avroyu yaratmaya zorladı ve dünya meselelerinde bağımsız bir aktör haline geldi. Tüm yetkilere sahip cumhurbaşkanlığı Fransa’nın uluslararası konumunu güçlendirdi: Yönetim tek bir kişinin sesiyle konuşuyordu ve yabancı liderler her zaman hangi Fransız numarasını arayacaklarını biliyorlardı.

5. Cumhuriyet’in yaldızlarının döküldüğü an muhtemelen 1973’teki petrol şokuydu, o zamandan beri ekonomi büyük oranda durağanlaştı. Ya da belki aşırı sağcı lider Jean-Marie Le Pen’in cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ikinci tura kaldığı 21 Nisan 2002’ydi. Jacques Chirac’a karşı mağlup oldu ama o andan itibaren Fransızların göç ve işsizlik konusundaki endişelerinin de etkisiyle cumhuriyete yönelik inandırıcı bir tehdit ortaya çıktı.

Cumhurbaşkanına karşı duyulan hayal kırıklığı, popülaritede de kendini gösterdi. Anketör Kantar Sofres’e göre Mitterrand [1981-1995 arası cumhurbaşkanı] ve Chirac [1995-2007] genellikle yüzde 40 ila 60 arasında oy oranına sahipti. Ancak son üç cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, François Hollande ve Macron’un oy oranları genelde yüzde 20 ila 40 arasında seyrediyor. Hollande’ın oy oranı bir ankette yüzde 4’e ulaştı [yazım hatası değil]. Kahramanlık sonrası çağa ait bu rakamlar de Gaulle’ün işi için çok azdı. Artık çok az seçmen bir sonraki cumhurbaşkanının ulusal kurtarıcı olacağını umuyor. Marine Le Pen cumhurbaşkanı olabilecek olsa da o da yıllarca süren skandalların ardından büyüsünü kaybetti. Bugün ona fanteziler yüklemek zor.

Fakat teknokratlar da lekelenmiş görünüyor, özellikle de kendi kendini idame ettiren bir kast haline geldikleri için. Bugünün yönetici sınıfı, orantısız bir şekilde Paris’te Sol Yaka’daki anaokulundan Sol Yaka’daki hazırlık okuluna birlikte giden ve burada prestijli okulların sınavlarına hazırlanan ve ardından Sol Yaka’da kendilerine daire alan okumuş yüksek burjuvazinin beyaz çocuklarından oluşuyor. Eğer Paris kökenli değillerse Normandiyalı zengin bir doktorun oğlu olan Hollande ya da Picardyli bir nöroloğun oğlu olan Macron gibi genellikle gençken oraya taşınmışlardır.

Güney batılı bir postacının oğlu olan sosyolog Pierre Bourdieu’nün onlarca yıl önce uyardığı gibi: Fransız seçkini kendini yeniden üretiyordu [ve seçkinlerin kendilerini yeniden üretmesi konusunda kimse Bourdieu’den daha fazla uzmanlaşmamıştı; üç oğlu da en entelektüel sıfatta prestijli bir okul olan ve sosyal bilimciler yetiştiren Sol Yaka’daki École Normale Supérieure’e kadar onun izinden gitti].

Fransız teknokratları çalışma hayatlarını, Paris sarayını bir hendek gibi çevreleyen çevre yolu Périphérique’in içindeki birkaç semtte geçiriyor. Fransa’nın geri kalanına, okulda kendilerine öğretilen Paris kültürünü özümseyememiş ve aşırı sağ ya da aşırı sola oy veren kokuşmuş köylülerin yaşadığı bir koloni gibi davranıyorlar.

Paris dışındaki yaşamın temel gerçekleri pek çok karar alıcının gözünde kaçıyor. Hollande’ın École Nationale d’ Administration’dan (ENA) sınıf arkadaşı ve sağ kolu olan Jean-Pierre Jouyet, Normandiya’daki ikinci evinde [ailesinin eski evi] yaşadığı deneyim sayesinde kırsal kesimin büyük bir bölümünde geniş bant internet olmadığını fark etti. Hollande’ı uyarma fırsatını hiç bulamamış. L’Envers du décor adlı anı kitabında “Açıklamam gerekirse, hükümette kimse konuyla ilgilenmiyordu” diye belirtiyor. Macron 2018’de yakıt vergisine birkaç sent eklemeye karar verdiğinde bunun gilets jaunes, “sarı yelekler” tarafından ülke çapında aylar sürecek bir ayaklanmaya yol açacağının farkında değildi, zira kendisi ve etrafındaki teknokratlar Périphérique’in ötesindeki insanların arabalarına ne kadar ihtiyaçları olduğunu kavrayamamışlardı.

Fransızlar işler ters gittiğinde teknokratları ve özellikle de kendilerine danışmadan karar veren cumhurbaşkanını suçluyor. Sıradan insanlar, hayatları emekli olabilecekleri güne kadar, doğduklarında dışlandıkları Parisli bir meritokrasi tarafından çizilmiş gibi hissediyor. Paris’in seçkin üniversitelerinden Sciences Po’da siyaset uzmanı olan Luc Rouban’un aktardığına göre kendilerini “halktan” gören insanların dörtte üçü, kendilerini toplumsal aşağılanmanın ve tanınmamanın nesnesi olarak hissettiklerini söylüyorlar. Ülkenin her postane ve ilkokulun cephesinden ilan edilen vaadi — “Liberté, égalité, fraternité” — göz önüne alındığında bu durum özellikle can sıkıcı. Fransa, sosyal sınıfın veya paranın gücünün belirgin olduğu Britanya veya ABD değil.

Beş yıldır Ulusal Kamuoyu Tartışmaları Komisyonunun başkanlığını yürüten Chantal Jouanno’ya göre Fransız halkı teknokratlara meydan okurken teknokratlar da halka meydan okuyor. Le Monde’a konuşan Jouanno, Fransız “karar alıcıların” toplumu sıklıkla “çatışmalı, kontrol edilemez, düzeltilemez” olarak tanımladığını ifade ediyor. Belki de Macron’un “direngen Galyalılar” esprisini düşünüyordu. Çarşamba günü “Anlaşamadık. Bu reformu yapmanın ne kadar gerekli olduğu konusunda hemfikir olamadık” diyerek sanki sorun halkın gerçekleri anlayamamasıymış gibi yakınmıştı.

Macron, 2017’de cumhurbaşkanı olduğundan beri halkın öfkesinin hedefindeydi. ABD Başkanı George H.W. Bush için her kadına ilk kocasını hatırlattığı söylenirdi. Macron ise her Fransıza patronunu hatırlatıyor; çalışanlarına tepeden bakan eğitimli bir ukala. Hollande’ın cumhurbaşkanlığı ihtişamından yoksun olduğunu anladı ve kendisini “Jüpiterci” olarak tanımladı, fakat çoğu seçmen karşısında sadece kral gibi giyinen küçük bir eski bankacı gördü. Ona oy verenlerin çoğu bile ne onu sevdi ne de emeklilik yaşını yükseltme vaadiyle onun göreve gelmesini onayladıklarını hissetiler. Hem 2017 hem de 2022 seçimlerinde öbür seçenek Marine Le Pen’di. Fransa cumhurbaşkanı 60 yıl içinde “takdir-i ilahi adamından” “ehveni şere” dönüştü.

Macron’un Rothschild’lerde kısa bir süre çalışması, bugünün Parisli butik yatırım bankasını 19. yüzyılın Avrupa’yı kucaklayan devi ile karıştıran insanlar arasında kaçınılmaz olarak antisemitik komplo teorilerine yol açtı. Macron’un “neoliberal” ya da daha kötüsü “ultra liberal” olduğu, küresel sermayenin karanlık güçlerinin çıkarına Fransa’nın sosyal güvenlik sistemini parçalamaya çalıştığı yaygın bir şaka.

Bu suçlama gülünç: Fransa, dünya üzerindeki en az neoliberal ülke olmaya devam ediyor. Kamu harcamaları 2021’de GSYH’nin yüzde 59’u ile zengin ülkeler kulübü OECD’deki en yüksek orana sahipti. Fransızların her zamanki haklarını kaybetme korkusu — özellikle de 25 yıllık emekliliklerini — müreffeh hayatlarını tehdit ediyor. İşin kötü tarafı, insanlar devlete o kadar çok para ödüyor ki birçoğu o meşhur “ay sonunda” parasız kalıyor. Fransa’nın net ortalama geliri — 2021’de 22,732 euro’ydu — Fransa’nın akranları olarak görmeyi sevdiği kuzey Avrupa ülkelerinden daha düşük.

Macron, özellikle Sarı Yelekler’den sonra seçkin kesimin ayrıcalıklarını dizginlemeye çalıştı. Sarkozy ve eski başbakanı François Fillon yolsuzluktan hüküm giydi ama ikisi de henüz hapse girmedi ve her ikisi de temyize gidiyor. Parlamentoya yeni bir itidal empoze edildi: Milletvekillerinin Château Lafite’li öğle yemekleri için güzel stajyerleri kontrolsüz harcamalarla götürdüğü günler geride kaldı.

Macron’un bakanları çıkar çatışması yaşadıkları için daha önce baktıkları işlerden oldular, fakat bu durum Paris’in dar yönetici kastı içinde bu tür çatışmaların ne kadar çok olduğunu hatırlattı: Sosyal ekonomiden sorumlu devlet bakanı Marlène Schiappa, büyük bir sağlık sigortası şirketinin patronuyla birlikte çalıştıktan sonra portföyünün büyük bir kısmını devretmek zorunda kaldı. Enerji dönüşümünden sorumlu bakan Agnès Pannier-Runacher, babasının eskiden yönettiği petrol şirketi Perenco ile ilgili konulara dokunamıyor ya da eski kocasının üst düzey yönetici olduğu enerji şirketi Engie ile ilgilenemiyor. Dijital ekonomiden sorumlu bakan Jean-Noël Barrot ise kız kardeşinin iletişim şefi olduğu Uber’le ilgili konulara bakamıyor.

Bu tavizler halkı yatıştırmadı. Fransa’nın uzun zamandır başının belası olan işsizliğin eriyip yok olması da öyle. İşsizlik oranı şu anda yüzde 7,2 ile 2008’en bu yana en düşük seviyesinde ve Macron’a teşekkür bile edilmiyor. Yeni emeklilik yaşının oylama yapılmadan kabul edilmesine duyulan öfke o kadar büyük ki Macron önümüzdeki dört yıl boyunca herhangi bir yasayı geçirmekte zorlanabilir, tabii yine oylama yapılmadan kabul ettirmeye cesaret edemezse.

Beşinci Cumhuriyet’in meyveleri o kadar da tatsız değil. Ancak Counterpoint adlı düşünce kuruluşunun kurucusu Catherine Fieschi’ye göre sistemin kendisi miadını doldurdu. Devletin otokratik yapısı, Fransızların nispeten iyi yaşamalarına rağmen neden bu kadar öfkeli olduklarını açıklamaya yardımcı oluyor. Cumhuriyetin işleyişini neredeyse hiç önemi kalmayan parlamentodan bahsetmeden de anlatabilirsiniz. Bugün Fransa’da hükümetin üç kanadı var; cumhurbaşkanlığı, yargı ve sokak. Eğer cumhurbaşkanı bir şey yapmaya karar verirse, onu sadece sokak — protestolar ve grevler yoluyla hayatı durdurarak — durdurabilir. Sokak ve cumhurbaşkanı nadiren uzlaşmaya çalışır. Biri kazanır, öteki kaybeder.

Tarihsel olarak sokağı sendikalar kontrol eder. Fakat onlar da önemlerini kaybettikçe — Macron emekli maaşları konusunda onlara neredeyse hiç danışmadı — sokak, başsız Sarı Yelekler’den bugünün yanan çöp kutularına kadar giderek daha şiddetli ve yönsüz hale geldi. Kızımın lisesi, “Sermayeye Karşı” gibi sloganlar içeren pankartlar taşıyan öğrenciler tarafından aralıklı olarak abluka altına alınıyor. Komşu bir okulda, bir grup öğrenci ve öğretmen kendi ablukalarını bir hafta sürecek bir işgale, pankart tasarlama ve binaları yeniden boyama gibi eğlenceli etkinliklerin yer aldığı bir yatıya dönüştürmek için komplo hazırlıyor. Kızımın oradaki arkadaşı cumartesi günü protestoya katılmayı planlıyor: “Sonra hafta sonumu değerlendireceğim”.

Bu şekilde ülke yönetilmez. Geçen yılki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aşırı solcu aday Jean-Luc Mélenchon “6. Cumhuriyet vaadiyle kampanya yürütmüştü. “Monark başkanın” yetkilerini daraltan yeni bir anayasa istiyordu.

Fakat 6. Cumhuriyet’i başlatmak için en uygun kişi Macron’un kendisi. Fieschi, Macron’un büyük avlar peşinde koşan bir politikacı olduğunu belirtiyor. Daha şimdiden çeşitli şekillerde Donald Trump ve Vladimir Putin’i etkilemeye, Fransa’nın iş gücü piyasasını, Avrupa savunmasını ve AB’yi yeniden şekillendirmeye çalıştı. Planları genellikle başarısızlıkla sonuçlanıyor ama en azından hedefleri yüksek. 6. Cumhuriyet Macron ölçeğinde bir fikir. Fieschi’ye göre bu onun mirası olabilir. Fransız trenini yeniden rayına oturtabilir.

Pazartesi günü, şu anki adı Rönesans olan kendi partisinin üyelerine “Kurumların Reformu Üzerine” başlıklı bir e-posta gönderdi. Üyeler parlamento seçimleri, referandumların kullanılması ya da kullanılmaması ve yerel yetkiler hakkındaki görüşlerini bildirmeye davet ediliyordu. Açık uçlu bir soru vardı: “Birkaç kelimeyle ifade etmek gerekirse, hangi konu(lar) hakkında bir yurttaş kongresi düzenlemenin faydalı olacağını düşünüyorsunuz?”

5. Cumhuriyet döneminde 24 kez yaptığı gibi anayasasını revize ederek kendini güncelleyebilmesi Fransa’nın güçlü yanlarından biri. 6. Cumhuriyet ya da en azından reformdan geçirilmiş bir 5. Cumhuriyet neye benzeyebilir? Koenig, de Gaulle’ün seçimle işbaşına gelen cumhurbaşkanı inovasyonunun rafa kaldırılmasını öneriyor. Bu, cumhurbaşkanının rolünü azaltacak ve parlamentonun statüsünü yükseltecek. Koenig ayrıca yetkilerin Fransa’nın 35 bin komününe, yani yerel yönetimlere devredilmesinden yana. Anketler Fransızların yerel temsilcilerine ulusal temsilcilerden çokdaha fazla güvendiklerinigösteriyor.

Koenig, geçen yıl yetkileri daraltılmış bir cumhurbaşkanlığı için liberal platformlardan birinden sembolik bir adaylı koydu. Ülkeyi gezerken çok heyecanlıydı: Fransızların çoğu güzel yerlerde, dağların, sahillerin ya da koyun otlaklarının yakınında yaşıyor. Durumları oldukça iyi, iyi besleniyorlar ve iş dışındaki tutkularını geliştirmek için zamanları var.

Paris’teki bir adam hayatlarını yönetmeden yollarına daha da iyi devam edebilirler.

DÜNYA BASINI

Esad’dan sonra sırada İran mı var?

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini verdiğimiz makale, jeoekonomi ve askeri tarih üzerine çalışmalarıyla tanınan Edward Luttwak’a ait. Bir dönem ABD Başkanı Reagan’ın “Üçüncü Dünya Ülkeleri” danışmanlığını da yapan Luttwak, Türkiye’de özellikle “hükümet darbeleri” üzerine yaptığı bir çalışmasıyla biliniyor: Darbe: Pratik Bir El Kitabı¹. Bu kitabında, darbelerin “gerekli istek, araç ve gereci olan herkes” tarafından gerçekleştirilebileceğini çarpıcı bir vecizlikle tasvir eden ve “önemli olanın kuralları bilmek” olduğunu vurgulayan Luttwak, şimdi benzer bir mantığı İran’a uyarlıyor gibi görünüyor.

Luttwak, İran’ın bölgesel etkisinin “çöküşünü” Filistin savaşı ve Suriye’deki gelişmeler üzerinden ele alırken, askeri kapasitesinin tamamen bir “mit”ten ibaret olduğunu ve İran’ın bir sonraki “çöküş adayı” olabileceğini iddia ediyor. İsrail’in Hizbullah’a dönük saldırılarını bu çöküşün başlangıcı olarak çerçevelerken, İran’da yaklaşması muhtemel iç karışıklıkların adeta müjdesini veriyor. Luttwak’ın bu “sıradaki hedef” imalı satırları, objektif bir yazarın tespitleri ya da cılız bir temennisi olmanın ötesinde, ucu rejim değişikliğine dahi uzanabilecek, genelde direniş eksenini, özelde ise İran’ı etkisizleştirmeye dönük Amerikan siyasal stratejisinin açık edilmesi olarak okunmalı belki de.


Sırada Tahran mı var?

İran’ın güç miti paramparça oldu

Edward Luttwak
Unherd
10 Aralık 2024
Çev. Leman Meral Ünal

Şam düştü – bunun Suriye’yle olduğu kadar İran’la da yakından ilgisi var. Tahran, Esad diktatörlüğünü, dünyanın en büyük devlet dışı ordusu olan Lübnan’daki Hizbullah milisleri aracılığıyla uzun yıllar iktidarda tuttu. Fakat İsrail, Eylül sonundan bu yana gerçekleştirdiği bir dizi saldırıyla Hasan Nasrallah’ın örgütünü deyim yerindeyse yerle bir etti. İran’ın buna yanıtı İsrail’e karşı balistik füzeler fırlatmak oldu; İsrail ise bu saldırıları Arrow [anti-balistik] savunma füzeleri ile başarılı şekilde imha etti.

26 Ekim’de, yani İsrail Hava Kuvvetleri’nin İran’da 20’den fazla hedefi imha ettiği gün, İran’ın hava savunmasının neredeyse var olmadığı ortaya çıktı. Kendi başkentinde dahi savunmasız durumda kalan Ayetullah rejimi hiç olmadığı kadar zayıflamıştı. Ve şimdi, Esad diktatörlüğünü saran devrimci rüzgâr belki de Tahran’a kadar esecek ve İranlılar köktendinci efendilerinden nihayet kurtulacak.

İran’ın bir bölgesel güç olduğu efsanesi ironik şekilde bizzat ABD tarafından yaygınlaştırıldı. Barack Obama, Ocak 2009’da, yani ilk döneminin hemen başında, İran’a karşı bir savaşa çekilmekten büyük bir endişe duyuyordu. Irak’ın işgali emrini verdiğinde Bush’un başına gelenleri aklının bir yerinde hep tutan Obama’nın göreve geldiğinde ilk yaptığı işlerden biri, Amerika’nın geçmişte Şah’a verdiği destek için özür dilemek olacaktı. Bu, geçmişe dair gösterilen bir pişmanlığın ötesinde yeni bir kural ortaya koymak demekti: İran herkese saldırabilir fakat kimse İran’a saldıramaz. İşte bu kural, Ekim 2024’e kadar sürdü.

İran’a ait bir insansız hava aracının Ürdün’de üç Amerikan askerini öldürdüğü bu ocak ayına kadar ABD’nin İran’a karşı herhangi bir misillemesi olmamıştı. Aynısı İsrail için de geçerliydi. İran 13 Nisan’da İsrail’e karşı 170 insansız hava aracı, 30 seyir füzesi ve 120 balistik füze fırlattı. ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı ve eski bir Obama yetkilisi olan Jake Sullivan, İsrail’in herhangi bir karşı saldırısını önlemek için büyük bir çaba sarf etti; hatta İsrail’in misilleme yapması halinde ABD askeri yardımını kaybedebileceği şeklinde üstü kapalı tehdit dahi etti. Bu olay, şaşkın bir Pentagon yetkilisi tarafından, Sullivan’ın acaba Tahran’da yaşayan bir akrabası mı var diye bile sorgulatacaktı.

ABD’nin türlü baskılarına rağmen yine de İsrail’in Hizbullah’ı nihai olarak ezmesi engellenemedi. Her şey 27 Eylül’de Hasan Nasrallah’ın üst düzey komuta kademesiyle birlikte öldürülmesiyle başladı. Birkaç gün sonra İran’ın yanıtı sert oldu: Her biri bir yakıt tankeri büyüklüğünde 190’dan fazla balistik füze ateşlendi. Öyle ki İsrail’in Arrow önleme sistemi olmasaydı binlerce kişinin ölümüne neden olabilirdi.

Sullivan bir kez daha İsrail’in misillemesini durdurmaya çalıştı fakat bu kez başarısız oldu. 25 Ekim’de İsrail, İran’ın zayıflığının boyutlarını açıkça ortaya seren hava saldırılarını başlattı. İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF) uçakları, Tahran’a yalnızca 19 mil [30 kilometre] uzaklıktaki çok gizli Parchin üssündeki önemli bir füze üretim tesisinin de aralarında olduğu kritik İran hedeflerine saldırdı. Bu, stratejik üstünlük görüntüsünün ardında İran mitinin bir yanılsamadan ibaret olduğunu gözler önüne sermekteydi. Ülkenin elinde kalan tek şey artık Devrim Muhafızlarıydı.

Geldiğimiz noktada, İran’ın kalan gücünü test etmek, Suriye’deki rejim karşıtı gruplardan Heyet Tahrir eş-Şam’ın (HTŞ) lideri Ebu Muhammed el-Colani’ye düştü. Colani hedef olarak, tarihsel olarak Suriye’nin en önemli kentlerinden biri olan ve nüfus bakımından başkent Şam’ın ardından ikinci sırada yer alan Halep’i seçti.

Colani’nin hafif kamyonlar ve ciplerden müteşekkil savaşçıları iyi eğitimli birkaç yüz asker tarafından durdurulabilirdi aslında. Fakat ne Hizbullah ne de İran Devrim Muhafızları karşılık verebildi. Hizbullah’ın artık sınırı aşıp Suriye’deki isyancılarla savaşabilecek büyük birlikleri yok. Devrim Muhafızları ise Esad’a destek için askerlerini sivil uçaklarla Şam Havalimanına taşımaya çalışıyordu. Ne var ki İsrail, İran birliklerinin sınırına bu kadar yaklaşmasına izin vermeyeceğinin işaretlerini açıkça verdi; İran’ın artık inandırıcı bir karşı tehdidi kalmamıştı.

Aslında İran, hemen hemen tüm hızlı müdahale seçeneklerinden yoksundu: Esad’ın çökmekte olan güçlerinin elinde “güvenli” addedilebilecek bir havaalanı yoktu. İran, Irak üzerinden karayoluyla Suriye’ye asker sokma riskini de göze alamazdı. On binlerce silahlı adamıyla kendi Şii milisleri bile Kürt kontrolündeki kuzeydoğu Suriye’den güvenli şekilde geçişlerini sağlayamazdı.

Şimdi İran halkı, on yıllardır yoksulluk içinde yaşamalarının asıl sebebinin Devrim Muhafızları ve onların milisleri için yapılan devasa harcamalar olduğunu fark ediyor. Peki, tüm bunlar ne için? Tüm bu ihtişamlı karargâhlar ve pahalı balistik füzeler, savunmasız Araplar dışında kimseye karşı kullanılmıyor; İsrail ise zaten Arrow ile bu türden tehditleri bertaraf ediyor. Hizbullah’a gelince, bırakın İran’ın bölgedeki diğer müttefiklerini, kendilerini bile savunamayacakları artık son derece açık. Belki de bu kez, halk, İran’ın kentlerinde, rejime karşı sokaklara dökülecek ve nihayet diktatörlüğü sarsacak.

Şayet bu gerçekleşirse, İran’ın uzun zamandır unutulmuş, modern silahlardan mahrum bırakılmış ve Devrim Muhafızları’nın arkasında ikinci planda kalmış düzenli silahlı kuvvetleri de harekete geçebilir. Kaldı ki rejimin kaderini dahi belirleyebilir, elbette 350,000 askerin kayda değer bir kısmının harekete geçmesi durumunda. İranlı subay ve askerlerin Devrim Muhafızları’na kıyasla diktatörlüğü desteklemeye daha az meyilli olup olmadıklarını kimse bilemez, ancak İran’da kısa bir süre önce sertlik yanlısı adayın kesin yenilgiye uğradığı bir seçim yapıldığı hatırlanmalı. Üstelik İran’ın karacılarının, denizcilerinin ve havacılarının kendilerini modern uçaklardan, kara silahlarından ya da savaş gemilerinden yoksun bırakan rejimi fanatikçe desteklediklerine dair de pek bir veri yok elde.

Uzun zamandır içerideki yoğun baskıyı dışarıda saldırganlıkla harmanlayan İran diktatörlüğünün yıkılması Orta Doğu’nun sorunlarını bir gecede çözmeyecektir. Fakat pek çok İranlıyı özgürleştireceği ve İran’ın Irak’tan Yemen’e katil Şii milislere verdiği desteği nihayet sona erdireceği kesin. Kısacası Suriye, belki de sadece bir başlangıçtır.


¹ Edward Luttwak, Coup D’Etat: A Practical Handbook, (Londra: The Penguin Press, 1969). (ç.n.)

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Suriye’de Esad’ın devrilmesi Çin’i nasıl etkileyecek?

Yayınlanma

Suriye’de Beşar Esad yönetiminin düşüşü Çin’in Orta Doğu politikasını nasıl etkileyecek? Al Jazeera’da Sarah Shamim imzasıyla yayınlanan analizi sizler için çevirdik.

***

11 Aralık 2024
Aljazeera, Sarah Shamim

Çin, BMGK vetoları, yatırımlar ve yardımlar yoluyla Esad’ın yanında sessizce yer aldı ancak İran ya da Rusya gibi savaşa doğrudan müdahil olmadı.

Çin geçen yıl eylül ayında 19. Asya Oyunları’na ev sahipliği yaparken Devlet Başkanı Xi Jinping, Suriye lideri Beşar Esad’ı doğudaki Hangzhou kentinde göl kenarındaki pitoresk bir konukevinde ağırladı.

Xi ve Esad görüşmeden çıktıklarında Çin ve Suriye arasında “stratejik ortaklık” adı verilen bir anlaşma imzalanmıştı.

Bir yıldan biraz fazla bir süre sonra, Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) liderliğindeki muhalif isyancı grupların pazar günü Suriye’nin başkenti Şam’ı ele geçirerek Rusya’ya kaçan Esad’ı devirmesinin ardından bu ortaklık paramparça oldu.

O zamandan bu yana Çin, Suriye’deki hızlı değişimlere verdiği tepkide temkinli davrandı. Pazartesi günü Çin Dışişleri Bakanlığı, Suriye’de istikrarın yeniden tesis edilmesi için bir an önce “siyasi bir çözüm” bulunması gerektiğini söyledi.

Ancak analistler, bu ihtiyatlılığın Çin’in Suriye ile ilişkilerine daha geniş bir çerçevede nasıl yaklaştığını da gösterdiğini, Esad’ın aniden devrilmesinin dünyanın ikinci büyük ekonomisini tam da Orta Doğu’daki ayak izini giderek genişletmeye çalıştığı bir dönemde etkilediğini söylüyor.

Peki Çin’in Suriye ile ilişkisi neydi ve Şam’daki yeni liderlikle nasıl değişecek?

Çin’in Esad ile ilişkisi nasıldı?

Çin, Esad rejiminin çöküşünden bu yana Suriye’nin gelecekteki yönü konusunda taraf tutma konusunda resmi olarak çekingen davranıyor.

Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mao Ning pazartesi günü düzenlediği olağan basın toplantısında “Suriye’nin geleceğine ve kaderine Suriye halkı karar vermeli ve ilgili tüm tarafların en kısa sürede istikrar ve düzeni yeniden tesis edecek siyasi bir çözüm bulmasını umuyoruz” dedi.

Ancak Çin, İran ve Rusya’nın aksine Suriye savaşına doğrudan askeri müdahalede bulunmamış olsa da Esad’ın görevde olduğu dönemde Şam ve Pekin arasındaki ilişkiler oldukça samimiydi.

Ve giderek daha da ısınıyordu.

Suriye liderinin Hangzhou ziyareti, neredeyse yirmi yıl sonra ülkeye yaptığı ilk resmi ziyaretti. Bu ziyaret sırasında Çin, Suriye liderinin dünyanın pek çok ülkesi tarafından dışlandığı bir dönemde, on yılı aşkın bir süredir devam eden savaşın ardından Suriye’nin yeniden inşası için Esad’a yardım sözü verdi.

Çin devlet medyasına göre Xi, Esad’a “İstikrarsızlık ve belirsizliklerle dolu uluslararası bir durumla karşı karşıya olan Çin, Suriye ile birlikte çalışmaya, birbirini sıkı bir şekilde desteklemeye, dostane işbirliğini teşvik etmeye ve uluslararası adalet ve hakkaniyeti ortaklaşa savunmaya devam etmeye isteklidir” dedi.

Xi, iki ülke arasındaki ilişkilerin “uluslararası değişimlerin testine dayandığını” da sözlerine ekledi.

Esad’a diplomatik kalkan

Çin, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ndeki (BMGK) veto yetkisini kullanarak Esad’ı eleştiren karar tasarılarını 10 kez bloke etti. Bu sayı, BMGK’da Suriye savaşıyla ilgili önerilen 30 karar tasarısından sadece biri.

Örneğin Temmuz 2020’de Rusya ve Çin, Türkiye’den Suriye’ye yardım sevkiyatının genişletilmesini öngören bir karar tasarısını veto etti. Bu ülkeler veto gerekçelerini Suriye’nin egemenliğini ihlal ettiği ve yardımların Suriye makamları tarafından dağıtılması gerektiği şeklinde açıkladı. Geri kalan 13 üye kararın geçmesi yönünde oy kullandı.

Çin’in BM Büyükelçisi Zhang Jun, Suriye’ye yönelik tek taraflı yaptırımları ülkedeki insani durumu daha da kötüleştirmekle suçladı. Söz konusu yaptırımlar Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği tarafından uygulanıyor.

Eylül 2019’da Rusya ve Çin, Suriye’de isyancıların güçlü olduğu İdlib’de ateşkes çağrısında bulunan bir karar tasarısını veto etti.

Al Jazeera’nin Diplomasi Editörü James Bays o zaman şöyle demişti: “Bence Çinliler birkaç kez yaptıkları gibi dayanışma için Ruslarla birlikte hareket ettiler ama bu karara asıl itiraz eden Rusya’ydı.”

Esad’ın Suriye’sinde Çin parası

Ancak Çin, Suriye’de Rusya’nın yardımcısı olmaktan çok daha fazlasını yaptı. Son on yılda Çin, Esad hükümetine verdiği desteğin bir göstergesi olarak Suriye’ye yaptığı mali yardımı artırdı.

Aralık 2016’da Suriye hükümeti Halep şehrini geri alarak isyancılara karşı bir zafer kazandı. Kıbrıs merkezli bağımsız risk ve kalkınma danışmanlık şirketi Operasyonel Analiz ve Araştırma Merkezi’ne (COAR) göre bu durum Çin’in yardım stratejisinde bir dönüm noktası oldu.

COAR raporlarına göre Çin’in Suriye’ye yaptığı yardım 2016’da yaklaşık 500.000 dolardan 2017’de 54 milyon dolara çıkarak 100 kat arttı. Ekim 2018’de Çin, Suriye’nin en büyük limanı olan Lazkiye’ye 800 elektrik jeneratörü bağışladı.

Pekin ayrıca Suriye petrol ve doğalgazına toplamda yaklaşık 3 milyar doları bulan büyük ve uzun vadeli yatırımlar yaptı.

2008 yılında Çin’in petrokimya şirketi Sinopec International Petroleum Exploration and Production Corporation, Kanada’nın Calgary merkezli Tanganyika Oil şirketini yaklaşık 2 milyar dolar değerinde bir anlaşmayla satın aldı. Tanganyika’nın Suriye ile bir üretim paylaşım anlaşması vardı ve Suriye’deki iki sahada işletme hisseleri bulunuyordu.

2009 yılında Çin’in devlete ait çok uluslu şirketi Sinochem, Suriye’de faaliyet gösteren İngiliz petrol ve gaz arama şirketi Emerald Energy’yi 878 milyon dolara satın aldı.

Ve 2010 yılında Çin Ulusal Petrol Şirketi (CNPC) Shell’in Suriye biriminin yüzde 35 hissesini almak için Shell ile bir anlaşma imzaladı.

Berlin merkezli The Syria Report’a göre, bu yılın başlarında Suriye Elektrik Bakanı Ghassan Al-Zamel, Suriye’nin batı şehri Humus yakınlarında büyük bir fotovoltaik tesis inşa etmek üzere Çinli bir şirketle 38,2 milyon avroluk (yaklaşık 40 milyon dolar) bir sözleşme imzalandığını doğruladı.

Suriye de 2022 yılında Xi’nin Asya’yı Afrika, Avrupa ve Latin Amerika’ya bağlayan karayolları, limanlar ve demiryollarından oluşan Kuşak ve Yol İnisiyatifi’ne (BRI) katıldı.

KYG’ye katılmasından bu yana Suriye’deki yatırımlar yavaş ilerledi ve ABD’nin ikincil yaptırım tehdidiyle karşı karşıya kalan Çin, son yıllarda Suriye’deki bazı projelerinden çekildi.

Yine de Ekonomik Karmaşıklık Gözlemevi’ne göre Çin, Türkiye ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin ardından Suriye’nin en büyük üçüncü ithalat kaynağı. 2022 yılında Çin’in Suriye’ye ihracatı kumaş, demir ve lastik tekerlekler başta olmak üzere 424 milyon dolar olarak gerçekleşti. Suriye’nin Çin’e ihracatı ise sabun, zeytinyağı ve diğer bitkisel ürünlerle kıyaslandığında yok denecek kadar az.

Suriye’deki durum Çin’i nasıl etkileyecek?

Londra merkezli düşünce kuruluşu Chatham House’un Asya Pasifik Programı kıdemli araştırma görevlisi William Matthews Al Jazeera’ye yaptığı açıklamada, “Esad’ın düşüşü Çin için diplomatik bir ortağın kaybı anlamına geliyor” dedi.

Matthews, “Çin’in bölgedeki genel yaklaşımı pragmatik bir angajman olmuştur” diye ekledi.

Matthews, HTŞ’nin “Çin ile yakın bir ortak olarak çalışmak istemeyeceğini, ancak Çin’in büyük olasılıkla işbirliği fırsatları da dahil olmak üzere yeni hükümetle ilişkilerini sürdürmeye çalışacağını” söyledi.

Matthews, Çin’in Afganistan’da Taliban ile olan angajmanının potansiyel bir karşılaştırma sağlayabileceğini ancak bunu kesin olarak söylemek için henüz çok erken olduğunu belirtti.

Bu yıl 30 Ocak’ta Xi’nin hükümeti, grubun 2021’de iktidarı ele geçirmesinden bu yana bir Taliban diplomatını resmen tanıyan ilk hükümet oldu. Hiçbir ülke Taliban liderliğindeki hükümeti resmen tanımazken, Pekin eski bir Taliban sözcüsü olan Bilal Karimi’yi Çin’in resmi elçisi olarak tanıdı. 2023 yılında birçok Çinli şirket Taliban hükümetiyle iş anlaşmaları imzaladı.

Uluslararası ve bağımsız bir Çin stratejisti olan Andrew Leung, “Çin’in Taliban’la iyi ilişkiler içinde olmaya devam etmesi” gerçeğinin, “HTŞ’nin Çin için kritik bir sorun teşkil etme ihtimalinin düşük olduğunu” gösterdiğini söyledi. Hong Kong’da birçok üst düzey hükümet görevinde bulunmuş olan Leung sözlerine şunları da ekledi: “Gerçekten de Çin’in altyapı inşa etme kapasitesi savaşın yıkıma uğrattığı Orta Doğu’da rağbet görecektir.”

Ancak Çin’in bu yatırım talebine nasıl karşılık vereceği belirsiz.

Matthews, “Çin’in son yıllarda denizaşırı yatırımlar konusunda daha temkinli bir yaklaşım benimsediği göz önüne alındığında, Çin’in Suriye’de yeni yatırımlar yapması mümkün olsa da, bunlar muhtemelen istikrarsızlık riski ve daha uzun vadeli etki için potansiyel fırsatlara karşı kalibre edilecektir” dedi.

Esad’ın düşüşünün Çin için bir zorluk teşkil ettiğini çünkü “Çin’in Orta Doğu bölgesinde ekonomik ve kalkınma ortağı olarak ve giderek artan bir şekilde teknoloji ve savunma gibi alanlarda artan çıkarları olduğunu” sözlerine ekledi.

Mart 2023’te Çin, Suudi Arabistan ve İran arasında diplomatik bir yumuşamaya aracılık etti. Yıllardır süregelen gerginliğin ve 2016 yılında iki ülke arasındaki ilişkilerin resmen kesilmesinin ardından bu anlaşma sürpriz oldu.

Bu yılın temmuz ayında Pekin, rakip Filistinli gruplar Hamas ve El Fetih’in yanı sıra 12 küçük Filistinli grubu ağırladı. Üç gün süren yoğun görüşmelerin ardından gruplar, İsrail’in Gazze’deki savaşı sona erdikten sonra Filistinlilerin Gazze üzerindeki kontrolünü sürdürmeyi amaçlayan bir “ulusal birlik” anlaşması imzaladı.

Matthews’a göre, “Çin için en önemli gerileme, Esad’ın devrilmesinin, çatışmanın komşu ülkelere yayılması da dahil olmak üzere bölgesel istikrar açısından yarattığı risktir”.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Bundan sonra Suriye

Yayınlanma

Yazar

Editörün notu: Lübnan asıllı Amerikalı siyaset bilimi profesörü Esad Ebu Halil, Consortium News‘te yayımlanan son makalesinde Suriye rejiminin tarihsel gelişimini ve çöküşünü ele alarak Arap dünyasında yaşanan dönüşümleri analiz ediyor. Halil’e göre, Hafız ve Beşar Esad’ın liderlik ettiği Esad hanedanı, başta Arap sosyalizmi ve birliği gibi modernite hedefleriyle yola çıkmış olsa da zamanla baskıcı bir azınlık yönetimine dönüşerek halkın desteğini kaybetti. Bununla beraber Halil, ABD ve İsrail’in Orta Doğu’daki ülkeleri zayıflatarak toplumları parçalama stratejisinin, Suriye gibi ülkelerde daha karmaşık ve tehlikeli bir geleceğe yol açacağına işaret ediyor.


Bundan sonra Suriye

Esad Ebu Halil, Consortium News

Zorla ayakta tutulan Esad ailesi rejiminin çökmesi mukadderdi ve şimdi çeşitli silahlı milisler arasındaki çatışmalar Afganistan’a benzer bir durum ortaya çıkarabilir.

Suriye’nin bu tarihi anının kaçınılmaz olduğu artık açık: Hafız Esad ve oğlu Beşar Esad rejimi yıkılmaya mahkûmdu. Bu rejim artık sona erdi.

Arap dünyasındaki Baas Partisi yönetimleri de tarihe karışmış durumda ve bu rejim, Arap zorbalığının karanlık bir örneği olarak tarihe geçti. Arap dünyasında çeşitli baskı rejimleri bulunuyor; çoğu, Batı ittifakı ve İsrail ile uyumlu şekilde varlığını sürdürdü. Örneğin, Washington’un baskısıyla yapılan İsrail’le normalleşme anlaşmaları, Arap despotik düzeninin pek çok yönden sağlamlaştırılması ve genişletilmesini gerektirmişti.

Suriye halkı, Esad hanedanının yönetimi altında onlarca yıl geçirdi. Arap birliği, sosyalizm ve Filistin’in kurtuluşu prensipleri üzerine kurulan bir parti, Hafız Esad döneminde ve oğlu Beşar Esad döneminde neden bir azınlık yönetimi haline geldi ve Suriye ile Arap dünyasında ayrışma ve parçalanma tohumları ekti?

Modernite fikirleriyle çağdaş bir cumhuriyet kurmayı amaçlayan bir parti, neden bir hanedanı andıran bir rejime dönüştü ve cumhuriyet çatısı altında babadan oğula miras kalan bir yönetim kurdu? Bu hanedanın tek başarısı, gücün mutlak şiddet yoluyla korunması olmuştur. Suriyeliler, bu hanedanın devamı konusunda hiçbir şekilde söz sahibi olmadılar. Hafız Esad’ın 2000 yılında ölümüyle birlikte Beşar’ın başa geçebilmesi için yaşının küçük olması sebebiyle Suriye Anayasası bile değiştirildi.

Baba: Hafız Esad

Hafız Esad, 1963 yılından itibaren Suriye’yi yönetimde etkili bir figür olarak kontrol etti. Bu, onu tartışmasız lider yapan darbeden yedi yıl öncesine dayanır. O, daha sonra Suriye Baas Partisi’ni ve Suriye hükûmetini ele geçiren komplocu askeri klik içinde yer aldı.

Hafız, 1966’da iktidarı ele geçiren Baasçı askeri klikten biriydi, fakat Salah Cedid yönetimi ele geçiren asıl isimdi ve kendisi, savunma bakanı olan Hafız ile çatışma içindeydi. Cedid, diğer Baasçı liderler gibi acımasız bir diktatördü ama yine de ilkelerine sadık bir lider olarak biliniyordu.

Cedid, Filistin’i geri kazanmak için halkın kurtuluş savaşına inanıyor ve Filistinli direniş örgütlerine silah ve mali destek sağlıyordu. Ancak Hafız, Cedid’in bu maceracı yaklaşımını onaylamadı ve rejimin İsrail’in tehditleri karşısında hayatta kalamayacağından endişe etti.

1970 yılı yazında, Kara Eylül olayları sırasında (Ürdün rejimi ile FKÖ güçleri arasındaki çatışma) Cedid, Filistinlileri desteklemek için Suriye askerlerini göndermek istedi ancak Hafız, savunma bakanı olarak hava desteği sağlamaktan kaçındı. Birkaç ay sonra Hafız, Cedid’i devirdi.

Tarihçi Hanna Batatu, bana Hafız’ın, Cedid hapisteyken bile ondan korktuğunu söylemişti, zira Cedid, silahlı kuvvetler içinde desteğe sahipti ve düşük profilini korumasıyla şöhret kazanmıştı.

Hafız Esad, Suriye dışında, özellikle Lübnan’da düşmanlarını öldürmek için adamlarını gönderen baskıcı bir yönetim sürdürdü. Hükûmet deneyimi, şiddetin ve hesapçılığın bir kombinasyonu olarak şekillendi ve bu, onu iktidarda tutan temel unsurdu.

1973’te İsrail ile savaşa giren Hafız, bu savaşın kurgusal bir zafer olarak rejimin meşruiyetini sağlamak için kullandı. Ancak savaşın sonunda, Golan Tepeleri de dahil olmak üzere İsrail’in işgalindeki topraklar kurtarılamadı.

2011 yılında rejimin çökmesi gerekirdi. Suriye halkı, babadan oğula devreden bu baskı rejiminden bıkmıştı. Yaşam koşulları kötüleşmiş ve hizmet sektörü, köylerdeki yoksullardan kopmuş zengin bir sermayedar zümresi yaratmıştı.

Rejimin sonunu getiren 15 neden

Geçtiğimiz hafta boyunca el-Esad rejiminin ani çöküşü ve pazar günü Şam’ın düşüşü, yıllarca süreğen bir sürecin sonucu olarak gerçekleşti. İşte bu çöküşe yol açan temel nedenler:

1) Rejim, Batı güçlerini memnun etmek için uyguladığı neo-liberal politikalar nedeniyle kırsal kesimdeki desteğini kaybetti. Baas rejimi, ilk yıllarda köylüler ve işçiler adına hareket ederken, Beşar rejimi komşu ekonomilerin açık kapı politikasını benimseyerek zengin ve fakir arasındaki uçurumu derinleştirdi.

2) Direniş örgütlerine verilen destek, Batı’nın ve İsrail’in yaptırımlarını beraberinde getirdi. Bu yaptırımlar büyük oranda rejim yandaşlarını değil, Suriye halkını cezalandırdı. 2003 yılında ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell’ın Beşar Esad’a ilettiği talepler reform, demokrasi ya da hukukun üstünlüğü içermiyor; direniş örgütleriyle ilişkileri sonlandırmasını hedefliyordu.

3) Yönetici elit arasındaki yolsuzluk artış gösterdi. Özellikle son yıllarda uyuşturucu ticareti ve fuhşun Mahir Esad tarafından yönetildiği iddiaları bu durumu daha da kötüleştirdi.

4) Lübnanlı iş insanı ve eski Başbakan Refik Hariri’nin suikasta uğraması ve bu olayda Beşar’ın suçlanması, Suriye rejiminin neredeyse tamamen tecrit edilmesine yol açtı (bu rejim 2011’deki ayaklanmanın başlamasının ardından Arap Birliği’nden çıkarılmıştı). Körfez rejimleri, suikastın ardından rejime karşı Arap Sünni mezhepçiliğini körüklemeyi başardı (Peki, bu olayın arkasında Suriye rejimi mi yoksa Hizbullah mı vardı? Zira Batı-İsrail ittifakı bir türlü karar veremiyor gibi görünüyor. Bazen Hizbullah’ı, bazen de Beşar’ı suçluyorlar.)

5) Son yıllarda Suriye rejimi, BAE ile —ve daha az ölçüde Suudi Arabistan ile— bir Faust anlaşmasına girdi. Görünüşe göre, rejim BAE üzerinden ABD ile dolaylı olarak pazarlık yaparak İran’dan yavaşça uzaklaşma karşılığında bazı yaptırımların hafifletilmesini sağlamaya çalışıyordu. Beşar’ın, Türkiye’nin baş düşmanı olan BAE ile yaptığı bu anlaşmanın Erdoğan’ı öfkelendirdiği ve sonunda isyancıların saldırıya geçmesini teşvik ettiği bildiriliyor. İran ve Hizbullah, BAE ile bu tür pazarlıkların haberini almış olmalı ve durumdan hoşnutsuzluk duymuş olmalılar. Rejim için savaşırken İranlılar ve Lübnanlılar öldü ama Beşar onların arkasından düşmanlarıyla pazarlık yapıyordu.

6) Rejim 2011’den ders almayı reddetti. Beşar, 2016’da Suriye’nin bir kısmı üzerinde kontrolünü sağladıktan sonra, ılımlı muhalefete (bu muhalefetin bazı unsurları Moskova ile bağları olan seküler solculardı) herhangi bir taviz vermeyi reddetti. İsyancılara karşı zafer sarhoşluğuna kapılmış gibiydi ve bu zaferin kendi ordusunun eseri olduğunu düşündü. İktidarı paylaşmak istemedi ve uzlaşmayı babasının mirasına ihanet olarak gördü.

7) Beşar, babasından daha kibirli. Hafız, halkına hitap eder, iktidarının ilk yıllarında uzun konuşmalar yapar ve Arap ve Batı basınına mülakatlar verirdi. Beşar ise sadece Batı medyasını (ve daha sonra Rus medyasını) tercih etti. Kendi halkına hitap etmeyi hiçbir zaman gerekli görmedi, hatta ülkeyi terk edip Moskova’ya sığınmadan önce bile. Onun kibri, Suriye savaşı yıllarında açıkça ortaya çıktı. İktidara gelir gelmez halkla iletişim kurmakla ilgilenmedi. Bu, bir despotun evinde büyüyen ve çevresi tarafından “kraliyet ailesi” gibi yetiştirilen bir adam.

8) Beşar ilkesiz bir adam. Hiçbir zaman iktidardaki Baas Partisi’nin ilkelerine inandığını ifade etmedi. Babası da ilkesizdi ama en azından Arap milliyetçiliği davasına bağlıymış gibi görünüyordu. Beşar, Baas Partisi’nin Arapçılık ilkesine aykırı olan Suriye milliyetçiliği ile bile flört etti. İktisadi konularda ise Arap sosyalizmini savunan Baas Partisi’ne rağmen neo-liberal reformların şampiyonu oldu.

9) Rejim, Arap-İsrail çatışmasını kötü yönetti. 1970’lerden başlayarak çeşitli direniş örgütlerini desteklemesine rağmen, 1976’da Lübnan’a girip sağcı, İsrail yanlısı milisleri ezilmekten kurtardığında Filistin direnişiyle savaştı. 1973’ten sonra Golan Tepelerini kurtarmayı hiç düşünmedi. Oysa Lübnan, İsrail’i 2000 yılında ülkeden çekilmeye zorlayan başarılı bir direniş yürüttü. Ve Esad rejimi, İsrail’den gelen yüzlerce hava saldırısını yanıtsız bıraktı. Arap dünyasında, Suriye rejimi yıllarca şu şekilde yanıt verdiği için alay konusu oldu: “Suriye, savaşın zamanını ve yerini seçecektir.” Geçen yıl Beşar ve rejim, İsrail’in soykırım saldırılarına karşı sessiz kaldı.

10) 1970’ten beri rejimin acımasızlığı ve vahşiliği kaderini mühürledi. Baas Partisi’nin (2003’te Irak’ta yasa dışı ilan edilmişti) bir daha asla iktidara gelemeyeceğini garantiledi. Hem Suriye hem Irak’taki Baas rejimlerinin muhaliflere dönük aşırı vahşeti onları hep öne çıkardı. Her iki rejim de muhalifleri yurt dışında avlayıp öldürmekten çekinmedi. Suriye rejiminin pek çok muhalifi Lübnan’da öldürüldü. Baas’ın istihbarat birimleri, işkence yöntemlerinde yeni ve sapkın teknikler geliştirmekle tanınıyordu. İşkence, suçun niteliğine ve mahkûmun yaşına bakılmaksızın yaygın olarak uygulanıyordu. Baas rejimleri, vahşetle tanınmanın halk üzerinde korku yaratacağını düşünüyordu ve iktidarlarını bu korku sayesinde muhafaza ediyorlardı. Suriye, 1987’den 2005’e kadar Lübnan’ın siyasi sistemini domine ederken, işkence ve korku yöntemlerini buraya da yaymayı başardı. Suriye ve Irak’ta Baas rejimleri korkuyu bir yönetim aracı olarak benimsedi (Sadece bu ülkeler değil, özellikle günümüz BAE ve Suudi Arabistan gibi diğer Arap ülkelerinin de korkuyu kullandığı bir gerçek). Suriye hapishaneleri insanlık dışı koşulları ve yaygın işkence kullanımıyla meşhurdu. Suriye, 1987’den 2005’e kadar Lübnan’ın siyasi sistemine hâkim olduğu dönemde işkence ve korku yöntemlerini Lübnan’a da yaymayı başardı.

11) Beşar, Arap despotlarıyla ilişkilerini yönetmeyi hiç öğrenemedi. Babası Hafız, siyasi tavizler ve uzlaşmalar karşılığında Suudi Arabistan’dan milyarlarca dolar koparabilirdi. Fakat Beşar, özellikle Arap zirve toplantılarında liderlere ders verir gibi konuşarak onları kendinden uzaklaştırdı. Arap liderler arasında tek bir dostu bile yoktu; oysa babası, Mısır ve Körfez ülkelerindeki liderlerle güçlü bağlara sahipti.

12) Baas döneminde ifade özgürlüğü neredeyse yoktu. Yönetimi sorgulamak ya da hafif eleştirilerde bulunmak bile, kişinin yaşı ne olursa olsun, ağır cezalarla sonuçlanıyordu. Siyasi ifade özgürlüğü, yalnızca rejimi övgü dolu bir dille yüceltenlere tanınıyordu.

13) Suriye ve Irak’taki Baas rejimleri aşırı bir lider kültüne başvurdu. Bu tür uygulamalar, sadece Arnavutluk ve Romanya’nın komünist yönetimleri dışında başka bir yerde görülmedi. Liderlerin heykelleri, şehirlerin ve kasabaların çoğuna dikilmişti ve liderlere saygı göstermek okul müfredatının bir parçasıydı. Liderin yüceltilmesi, aile üyelerine kadar uzanıyor ve bu durum her iki rejimde de cumhuriyetçi hanedanlıkların inşasının bir parçası oluyordu.

14) Bir cumhuriyette hanedanlık fikri Suriye halkına aykırı. Suriye modern bir ülke ve Körfez ülkelerindeki gibi hanedan yönetimine alışık değil. Halk, Hafız Esad’ın yönetimine ancak zorla boyun eğdi ve iktidarda kalabilmek için (1982’de Hama’da olduğu gibi) kitlesel şiddete başvurmak zorunda kaldı.

15) Rejim mezhep temelliydi. Hafız Esad’ın 1970’te iktidara gelmesinden bu yana, rejim Alevi bir karaktere ve tabana sahip oldu, oysa Aleviler nüfusun sadece yüzde 14’ünü oluşturuyor. Hafız Esad döneminde hükümetin üst kademelerindeki görevlerin çoğu, genelde başkanla akraba olan Alevilere ayrılmıştı. Saddam Hüseyin’in rejimi bu bakımdan daha az mezhepçiydi. Beşar ise hükümetin üst kademelerine daha fazla Aleviyi dahil etmeye çalıştı ancak iktidarın en kritik ipleri yine ailenin elinde kaldı.

Cihatçıların güzellenmesi

Suriye, uzun bir hoşgörü ve birlikte yaşama geçmişine sahip çok mezhepli bir ülke iken, bu durum Baas yönetimi altında yozlaştı ve tahrip edildi. İsyancıların yeni saldırıları, başta ABD, İsrail ve Türkiye olmak üzere dış güçler tarafından düzenlendi. Zafer kazanan milislerin kökeni IŞİD ve el-Kaide’ye dayanıyor, ancak Batı medyası onların imajını güzellemeye çalışarak onları sadece “muhalefet” olarak tanımlıyor.

Aljazeera (ve arkasındaki Katar hükümeti) isyancıları destekleme ve propagandalarını yayma konusunda büyük bir rol oynadı. Suriye’de yönetimin kesin çizgileri hakkında bir tahmin yürütmek için henüz çok erken ama Suriye halkının istikrarlı ve demokratik bir hükümete kavuşması pek olası görünmüyor.

Tıpkı Sudan, Suriye, Lübnan, Yemen, Libya ve Irak’ta olduğu gibi, ABD-İsrail ittifakı, İsrail’in faşist devletini güvende hissettirmek adına pek çok Arap ülkesinde devletleri ve toplumları yok etmeye yönelik acımasız bir kampanya yürütüyor.

Ve ABD’nin kanıtlanmış bir geçmişi var: Bir rejimi —ne kadar tiksindirici ve zalim olursa olsun— daha kötü bir rejimle değiştirebilir ve değiştirecektir. ABD’nin 2001’de Afganistan’da kurduğu rejim o kadar iğrençti ki Afgan halkı Taliban’ı tercih etti. Libya ve Irak’taki insanlar şimdi eski rejimlerin yönetimine özlem duyuyorlar.

Suriye halkının acılarının yakın zamanda sona ermesi pek mümkün değil ve silahlı milisler arasındaki iç çekişmeler, 1992’de komünistlerin düşüşünden sonraki Afganistan’a benzer bir durum yaratabilir.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English