Bizi Takip Edin

Amerika

Pentagon’da reform planı: Askerleri teknobüyücülere dönüştürmek

Yayınlanma

Dizinin ilk bölümünde, Palantir CEO’sunun karanlık dünyasına giriş yapmıştık. Donald Trump ve Elon Musk’ın Pentagon planlarını anlamak için Palantir’den devam edelim.

Geçen aralık ayında Palantir, havacılık ve uzay devi RTX’in yerini alarak dünyanın en değerli savunma şirketi oldu. Ukrayna savaşı başladığında Palantir’in piyasa değeri RTX’in piyasa değerinin çok altındaydı.

Ukrayna savaşı gerçekten bir dönüm noktası kabul edilebilir. Pek çok türde sensörle donatılmış uydular ve insansız hava araçları (İHA) savaş alanının her santimini sürekli tararken, yapay zeka (AI) da topladığı verileri anında yorumluyor.

Her iki taraf için de hareket eden her şeyi tespit etmek ve saldırmak bir zamanlar olduğundan çok daha kolay ve büyük, “eski moda” taarruzların kısmen geride kalmasının bir nedeni de bu.

Amerika bu değişimlerde büyük rol oynadı. Örneğin Ukrayna güçlerinin Afganistan ve Irak’ta konuşlandırılanlardan daha yetenekli ve daha ucuz İHA üretmesine ve hedeflerin belirlendiği ve mühimmatların genellikle düşman hatlarının derinliklerinde onlara yönlendirildiği bir yapay zeka “öldürme zinciri” geliştirmesine yardımcı oldu.

Economist’e göre, Amerikan şirketleri de bu yeni çağın “öncüleri” arasında yer alıyor. Silahlarının nasıl performans gösterdiğini gözlemlemek ve buna göre uyarlamak için düzenli olarak Ukrayna’yı ziyaret ediyorlar. Özel sermaye fonları, konvansiyonel savaş alanını kökten değiştirmeyi hedefleyen Amerikan şirketlerine akın ediyor.

Pentagon da bu eğilimden nasibini alıyor. Özel sektörden, ama özellikle de risk sermayesinin aktığı Silikon vadisi startup’larından yararlanma çabası, ABD savunma sanayisinin, araştırma için devlet fonlarına bel bağlayan birkaç büyük şirkete bağımlılığa yol açtığı ve inovasyonu engellediği yönündeki endişelerini takip ediyor.

Bu nedenle CIA bünyesinde bile bir “risk sermayesi” kolu inşa edildi: In-Q-Tel. Departmanı yöneten Gilman Louie, “Siber, yapay zeka ve yazılım alanlarına hakim olanlar daha genç, yenilikçi şirketler,” diyor.

Biden yönetiminde Pentagon’un satın alma şefi olarak hizmet veren Bill LaPlante ise 2023 yılında yaptığı açıklamada geleneksel savunma üreticilerine üretimdeki gecikmelerden dolayı, Silikon Vadisine ise Avrupa’daki topçu savaşının ortasında ‘yapay zeka ve kuantum hesaplama’ gibi teknolojilerin uygunluğunu sorgulayarak tepki göstermişti.

RAND’da yayınlanan bir incelemede de, Pentagon’un artık ‘daha esnek’ özel sermaye sözleşmelerine izin vermesi gerektiği vurgulanıyor, CIA’in de benzer bir yöntem izlediği hatırlatılıyordu.

Dolayısıyla, Pentagon ihalelerinin gittiği tekeller, “5’li çete” de diyebiliriz, bir süredir topun ağzında.

Yukarıda da değindiğim gibi, mesele Trump ile başlamadı. 2023’ün sonlarına kadar ABD Genelkurmay Başkanı olarak görev yapan Mark Milley, dört yıl boyunca yönettiği askeri makinenin özünde amaca uygun olmadığını savunuyordu.

Geçen yıl Google’ın eski CEO’su ve askeri teknolojiye yatırım yapan bir fonun destekçisi olan Eric Schmidt ile birlikte yazdığı bir makalede, Amerikan firmalarının en iyi yapay zeka sistemlerini ürettiğini, fakat silahlı kuvvetlerinin bunları özümsemekte ve dağıtmakta zorlandığını belirtiyordu: Askerler “dronlara doymuş” bir savaş alanıyla başa çıkabilecek ekipman ve eğitimden yoksundu.

Silahlar, her ay, her hafta, her gün güncelleniyordu ve Amerikan ordusunun satın alma süreçleri ve silahların geliştirilmesi yıllar alıyordu. İkili, Pentagon’un nasıl savaştığı, ne satın aldığı ve alışverişini nasıl yaptığı konusunda “sistemik bir revizyona” ihtiyacı olduğu sonucuna varıyordu.

Senato Silahlı Hizmetler Komitesi’den Cumhuriyetçi Senatör Roger Wicker de bu süreçlerinin tamamen reforme edilmesinden yana. Wicker, Pentagon’u, Bakanlığın “çılgın tedarik süreci” dışında ticari olarak daha fazla alım yapmaya zorlamanın büyük faydalar sağlayabileceğini savunuyor.

Bu konuda Demokrat hizmetkârlar ile yeni Trump yönetimi arasında bir uyum olduğu görülüyor. Savunma Bakanı Pete Hegseth, geçen ayki onay oturumunda Pentagon’un “çok dar görüşlü olduğundan [ve] yeni teknolojilerin gelmesini engellemeye çalıştığından” şikayet ediyordu.

Hegseth 7 Şubat’ta yaptığı açıklamada, “Burada çok para harcadığımız pek çok program var ki, aslında savaş oyunu oynadığınızda, istediğiniz etkiyi yaratmıyorlar,” diyor ve Savunma Bakanlığı bürokrasisinin de sorunun bir parçası olduğuna işaret ederek şöyle devam ediyordu:

“Son 20 yılda yaratılan binlerce ek Pentagon pozisyonu, karargâh pozisyonları ve diğer pozisyonlar var ki bunların savaş alanında başarıya dönüşmesi gerekmiyor. Sorun sadece dolandırıcılık, israf ve suiistimal değil; sistemler, hiyerarşiler, gözden geçirebileceğimiz ve azaltabileceğimiz katmanlar var.”

Yeni ulusal güvenlik danışmanı Mike Waltz da kısa süre önce verdiği bir mülakatta, “Büyük beyinlere ve iş dünyasının liderlerine ihtiyacımız var ki Pentagon’un satın alma sürecinde reform yapabilsinler,” diyordu.

Economist’e göre, Trump’ın yeni savunma yetkililerinin, dünyayı yenme kapasitesine sahip bir askeri güç olarak kalabilmek, Çin’le bir savaş yürütebilmek ve kazanabilmek için üç şeyi değiştirmeleri gerekecek.

Birincisi silahlı kuvvetlerin kendisi; yani nasıl ve neyle savaştıkları değişmeli.

İkincisi, onlara tedarik sağlayan ve daha yeni, daha “inovatif” şirketlere doğru yönelmesi gereken savunma sanayii.

Üçüncüsü ise, biraz serbest bir çeviri ile, “ballı börek” olarak dağıtılan savunma harcamaları.

Bu konuda Trump yönetiminin “ayaklı bir çelişki” olduğuna daha sonra değineceğiz. Ama geçerken bu konuda iki kamp olduğunu hatırlatmakta fayda var. Örneğin, Başkan’ın daha sonra arasına mesafe koyduğu Heritage Vakfı’nın “Project 2025” raporundaki savunma bölümü yazanlar, Pentagon için daha fazla bütçe ve daha fazla nükleer silah istiyordu. Elon Musk gibi “yenilikçiler” ise, örneğin F-35 türü yeni nesil savaş uçaklarını ve konvansiyonel araçları “aptalca” buluyor, Çin’in İHA teknolojileri karşısında bunların şansı olduğunu düşünüyor ve bunlara yatırım yapmanın “israf” olduğunu ileri sürüyor.

Musk’ın eleştirilerinde haklılık payı olduğu kesin. ABD Operasyonel Test ve Değerlendirme Direktörü (DOT&E) tarafından Şubat 2024’te gizliliği kaldırılan bir değerlendirme, F-35 programının “teknoloji odaklı, son teknoloji yetenekler” vaat etmesine rağmen önemli zorluklarla karşı karşıya olduğunu ortaya koyuyor.

Kamuya açık değerlendirme raporuna göre, F-35’in “Blok 4” olarak adlandırılan geliştirme ve operasyonel testleri, programın etkinliğini ve operasyonel uygunluğunu engelleyen birkaç kritik sorunun altını çiziyor.

Rapora göre ilk olarak, Blok 4 kabiliyetlerini her altı ayda bir artırarak sunmayı amaçlayan Sürekli Kabiliyet Geliştirme ve Teslimat (C2D2) süreci beklentileri karşılayamamış ve önemli gecikmelere neden olmuş durumda.

Tech Refresh 3 (TR-3) aviyonik yükseltmesi, yeni sensör takımları, uzun menzilli silahlar, elektronik harp, veri füzyonu ve platformlar arası birlikte çalışabilirlik dahil olmak üzere Blok 4 yetenekleri için yeterli bilgi işlem gücü sağlamayı amaçlıyor.

Bununla birlikte, TR-3 yazılım sürümü 30R08, iki yılı aşkın bir süredir geliştirilmesinin ardından, daha önce teslim edilen yeteneklere eklenen eksiklikler bir yana, tamamlanmamış durumda.

Sadece bu da değil. Programın on yıldan fazla bir süredir gerisinde ve başlangıçta tahmin edilenden  209 milyar dolar daha pahalı. Hava Kuvvetleri, Deniz Piyadeleri ve Donanma için 442 milyar dolara (ve bunları uçurmak için  1,5 trilyon dolardan fazlaya) 2.456 jet satın almanın, bugünün ve özellikle de yarının savaş alanı göz önüne alındığında mantıklı olmasının hiçbir yolu yok gibi görünüyor.

Pentagon halihazırda istediği F-35’lerin %36’sını satın almış durumda (2.456 uçağın en az 881’i). Bu, F-22’lerin %25’i ve B-2’lerin %16’sı ile karşılaştırıldığında hiç de fena bir ortalama değil!

Yine Economist’in aktardığına göre, Pentagon bünyesindeki Savunma İnovasyon Birimi’nin (DIU) kurucuları Raj Shah ve Christopher Kirchoff da, “Hipersonik silahların ve anti-gemi füzelerinin bir donanma gemisini kolayca yok edebildiği bir dünyada,” diye yazıyorlar, ”artık muhrip ve savaş gemileri inşa etmek için milyarlarca dolar harcamak mantıklı değil.”

Yine de, ABD’nin savunma harcamalarının neredeyse %86’sı “5’li çete”ye gidiyor: Lockheed Martin, RTX, Boeing, Northrop Grumman, General Dynamics. 

Amerikan savunma sözleşmeleri genellikle tek bir alıcıyı, gereklilikleri belirleyen ve tüm araştırma ve geliştirme (AR-GE) maliyetlerini üstlenen hükümeti içeriyor.

Bu yapı, özel firmaların aksi takdirde çok riskli olacak büyük maliyetli ve uzun zaman çizelgeli projeleri üstlenmelerine olanak tanıyor. Fakat bu yaklaşım, etkinliğini sürdürebilmesi için sürekli güncellenmesi gereken daha küçük ve yazılımla beslenen teçhizat alımları için hiç uygun değil.

Palantir’in baş teknoloji sorumlusu Shyam Sankar’ın geçen ekim ayında kaleme aldığı “Savunma Reformu” başlıklı raporu da buna işaret ediyor.

Pentagon’a silah satan büyük savunma firmalarının sayısının 1993’te 51 iken bugün beşe düşmesinden yakınan Sankar, “Konsolidasyon konformizmi doğurdu ve çılgın kurucuları ve yenilikçi mühendisleri dışarı itti,” diye yazıyordu.

DIU’nun eski başkanlarından ve şu anda bir girişim sermayesi fonu olan Shield Capital’in ortağı Michael Brown ise, Pentagon’un ilk on tedarikçisinin işlerinin üçte ikisinin sadece savunma amaçlı olduğunu; Çin’de ise bu oranın %3 olduğunu belirtiyor.

Sankar da, eskiden savunma sanayiine iş yapan şirketlerin aynı zamanda ticari firmalar da olduğuna, bunun da “rekabetçiliği” ve inovasyonu getirdiğine inanıyor.

Silikon Vadisi’nin büyük firmaları da bu nedenle Savunma Bakanlığı ile çalışmak için sıraya girmiş durumda. Google, 4 Şubat’ta yapay zeka araçlarının askeri amaçlarla kullanılmasını yasaklayan ve uzun süredir devam eden politikasını tersine çevirdi.

OpenAI, Anthropic ve Meta gibi teknoloji devleri ve en iyi yapay zeka model üreticileri de askeri işlere akıyor.

Yatırımcılar da Silikon Vadisi ile Pentagon arasındaki bağları perçinliyor: Danışmanlık şirketi Bain & Company’nin verilerine göre, savunma sanayindeki girişim sermayesi anlaşmaları son on yılda 18 kat arttı: 2014’te 500 milyon dolardan 2024’te yaklaşık 8,7 milyar dolara.

Satın almalarda gecikmeler, Kongre’deki bitmek bilmeyen tartışmalar ise Silikon Vadisi’nin hiç hoşuna gitmiyor. Pentagon’un bütçe sürecinin başlaması ile herhangi bir fonun ortaya çıkması arasındaki boşluk en az iki yıl. Siyasi çıkmaz, bütçelerin nadiren zamanında kabul edilmesi anlamına geliyor ve bu da yeni programların başlatılamadığı “sonsuz kararlara” yol açıyor. 

Yakın zamana kadar savunma bakan yardımcısı olan Mike Horowitz, tüm bunları basitleştirmenin ve hızlandırmanın “inovasyon sorununu çözmenin sırrı” olduğunu söylüyor.

Savunma sanayiinin devlerini ürkütmekten kaçınan Pentagon’un, şimdiye kadar “riskten kaçınan bir kültürü” tercih ettiği düşünülüyor. 

Pentagon’un donanım satın almasının iki temel yolu bulunuyor: tedarikçilerin yaptıkları iş için Savunma Bakanlığı’na artı bir kâr marjı fatura ettikleri “maliyet+” sözleşmeler ve yüklenicilerin üzerinde anlaşmaya varılan bir fiyat karşılığında silah üretmek için imza attıkları sabit fiyat anlaşmaları.

Son yıllarda maliyet+ anlaşmalarında yaşanan büyük fon aşımları Pentagon’da bazılarının daha fazla sabit fiyatlı tedarik için bastırmasına neden oldu. Bu da yüklenicilerin maliyet aşımlarını ödemek zorunda kalması anlamına geliyor.

Örneğin Boeing, KC-46 hava tankerini geliştirmek için 4,9 milyar dolarlık sabit fiyatlı bir sözleşme kazandı, fakat görevi tamamlamak için kendi cebinden 7 milyar dolar daha fazla harcadı. Pentagon tedarikçileri sabit fiyatlı sözleşmelere imza atma konusunda giderek daha temkinli davranıyor.

Yaklaşık 30 milyar dolarlık yıllık bütçesinde maliyet aşımlarından endişe eden Uzay Kuvvetleri, maliyet+ anlaşmalardan sabit fiyat anlaşmalarına geçişte değişimin öncüsü olmak istiyor.

Sözleşmelerinin yaklaşık yarısını bunlar oluşturuyor. Hava Kuvvetleri’nden Tümgeneral Stephen Purdy 11 Şubat’ta yaptığı açıklamada, “Bundan nasıl kurtulacağımızı bulmaya çalışacağız ve bu her iki taraf için de acı verici olacak. ‘Hey, bunu nasıl sabit fiyata dönüştürebiliriz?’ gibi tartışmalar yapacağız,” diyordu.

Bu sürecin bir parçası da ordunun “en son ve en iyi teknolojiye” yönelik “refleksif talebini” azaltmak olacak. Purdy, “Oldukça sert gereksinimlere sahip olma eğilimindeyiz. Bunların bir kısmını geri çekmeye çalışıyoruz,” diye itiraf ediyordu.

Bunun sonucunda verimlilik artışı sağlanamaması, diyor Economist, Amerika’da savaş gemisi inşa etmenin neden Japonya ya da Güney Kore’dekinden çok daha pahalıya mal olduğunu açıklamaya yardımcı oluyor.

Ve Anduril, Palantir ve Shield AI gibi yeni nesil askeri teknoloji firmaları artık Pentagon’un kapısına dayanmış durumda. Elon Musk’ın SpaceX’inin NASA ile yaptığı anlaşmalar kapsamında üstlendiği rol de “öncülük” yapıyor. Öyle ki, geçen şubat ayında Anduril (yine Yüzüklerin Efendisi!), Microsoft’un ABD ordusu için karma gerçeklik başlığı programının geliştirilmesi ve üretimini devralacağını duyurdu.

Şirketler, Anduril’in üretimin yanı sıra Integrated Visual Augmentation System (IVAS) projesi için gelecekteki donanım ve yazılım geliştirme ve teslimat zaman çizelgelerinin kontrolünü üstleneceğini söyledi.

Ama gelin, Silikon Vadisi distopyasına bağlayarak bu yazıyı bitirelim.

IVAS olarak bilinen sistem, askerlere savaşmak, prova yapmak ve eğitim almak için tek bir platform sunmayı, durumsal farkındalığı artırmayı ve karar verme mekanizmasını geliştirmeyi amaçlayan bir artırılmış gerçeklik başlığı.

Microsoft’un program yönetimi, 80.000 dolarlık süper gözlükleri test eden askerler arasında baş dönmesi, baş ağrısı ve mide bulantısı da dahil olmak üzere gelişimsel sorunlarla boğuşmuştu.

Anduril’in kurucusu Palmer Luckey bir blog yazısında IVAS’ın “insan güçlendirmede yeni bir yolun başlangıcına işaret ettiğini, bu yolun Amerika’nın savaşçılarının insan formu ve bilişsel [cognition] sınırlarını aşmasına, zenginleştirilmiş [enhanced] insanları büyük robotik ve biyolojik takım arkadaşlarıyla sorunsuz bir şekilde bir araya getirmesine olanak tanıyacağını” söylüyordu.

IVAS, Anduril’in şefine göre, askerleri “teknobüyücülere” [technomancer] dönüştürecekti.

Luckey’in yazısının başlığı söylemeyi unuttum: “Askerleri Süper Kahramanlara Dönüştürmek.”

Amerika

Trumpizmin iktisadi aklı – 3: Amerikan sanayisi ve Elon Musk’ın robotsu insanları

Yayınlanma

Yazar

“Doların hakim ‘güvenli’ para birimi olarak rolünü sürdürmesi, ABD ekonomisinin, iktisatçı Dani Rodrik’in küresel entegrasyon ve milli egemenlik arasındaki içsel çelişki olarak nitelendirdiği duruma uyum sağlamasını gerektiriyor. Rodrik, daha fazla küresel entegrasyonu tercih eden ülkelerin yerel ekonomileri üzerindeki kontrollerinden vazgeçmeleri gerektiğini, buna karşın yerel kontrolü elinde tutmayı tercih eden ülkelerin ise ekonomilerinin ticarete ve sermaye akışına ne ölçüde açık olduğunu sınırlamaları gerektiğini belirtiyor.

(…)

Çünkü her ülkede iç ve dış ekonomik dengesizlikler her zaman uyumlu olmak zorunda. Bazı ülkeler dış dengesizliklerini kontrol altına alarak elverişli iç koşulları korumak için sermaye ve ticaret akışlarını kısıtladıklarında, ticaret ve sermaye hesapları üzerinde daha az kontrol sahibi olan ticaret ortaklarına kendi iç dengesizliklerini empoze edebilirler. İngiliz ekonomist Joan Robinson bu ticaret politikalarını ‘komşumu dilendirme’ olarak adlandırmış ve sonuçta küresel ticaret çatışmalarında artışa yol açacağını söylemiştir.

(…)

Doların küresel ticaret ve finanstaki hakimiyetinin uzun zamandır Amerikan ekonomisi için net bir fayda sağladığı varsayılıyordu, ama bu varsayım giderek daha fazla sorgulanıyor. Wall Street’e ve küresel taşınabilir sermaye sahiplerine fayda sağlarken, bu faydaların Amerikalı üreticiler ve çiftçiler için bir maliyeti var.

Bazı ülkelerin dış dengesizliklerini aktif bir şekilde yönetirken diğerlerinin yönetmediği bir dünyada, ABD dolarının birincil güvenli para birimi olarak oynadığı rol, Amerika’yı küresel ekonomik çarpıklıkların başlıca sorumlusu haline getirdi. Bu dengesizliklerin giderilmesi, küresel ticaret ve sermaye akışını düzenleyen kuralların temelden yeniden değerlendirilmesini gerektiriyor.”

Bu satırlar, Financial Times’ta Michael Pettis imzasıyla yayınlandı. Pettis, ünlü Amerikan düşünce kuruluşu Carnegie’de uzman olarak görev yapıyor. Bu denli uzun bir alıntıyla giriş yapmamın nedeni, ilk iki bölümde Stephen Miran ve Scott Bessent’te cisimleşen fikirlerin, “ana akımda” bile zannedildiğinden çok daha yaygın bir şekilde tartışıldığına vurgu yapmak. Zaten yazının başlığının da anlattığı gibi, Pettis’e göre, “ABD küresel dolar olmadan daha iyi durumda olacaktır.”

Danışman Miran ve Bakan Bessent, buna küresel ticaretin/ekonominin yeniden dengelenmesi adını veriyor. Daha önce benzer örnekler görmüş müydük?

Bazı iktisatçılar gördüğümüzü düşünüyor ve Richard Nixon-Ronald Reagan dönemlerindeki büyük dönüşüme işaret ediyorlar. Örneğin Yanis Varoufakis, “Kurtuluş Günü” tariflerinin ertesinde Unherd’de yazdığı bir makalede, 1971’de Nixon’ın Hazine Bakanı olarak görev yapan John Connaly’nin sözlerini alıntılıyor. Başkanı “Nixon şokuna” ikna etmek için Connaly, “Benim felsefem, Sayın Başkan, tüm yabancıların bizi mahvetmek için orada beklediği ve bizim işimizin de önce onları mahvetmek olduğudur,” diyor ve amacının “dünya ekonomisinin kontrollü bir şekilde çözülmesini” [disintegration] tetiklemek olduğunun altını çiziyordu.

Varoufakis, Nixon şokunun, özellikle Avrupalılar için Trump şokundan çok daha ağır olduğunu ve uzun erimli sonuçları açısından düşünüldüğünde hedeflerine çok daha eksiksiz ulaştığını düşünüyor. Bu sonuç şuydu: Amerikan hegemonyasını sürdürmek ve genişletmek için ABD’nin ticaret ve bütçe açıklarını büyütmek.

Bu noktada, milli güvenlik siyaseti ile ekonomi arasındaki bağın “neoliberal” dönemde bile sıkı sıkıya bağlı olduğunu yazdığımızı hatırlatıyorum. Nitekim yine Varoufakis, Nixon’ın danışmanlarından birinin, Connaly’yi “şok”a ikna eden kötü şöhretli Paul Volcker’in sözlerini de aktarıyor:

“Piyasaya tarafsız bir hakem olarak bakmak caziptir. Fakat istikrarlı bir uluslararası sistemin gereklilikleri ile milli politikalar için hareket özgürlüğünü muhafaza etme arzusu arasında denge kuran ABD de dahil olmak üzere bir dizi ülke ikincisini tercih etti.”

Batı Avrupa ve Japonya’nın İkinci Dünya Savaşı sonrası yarattıkları “iktisadi mucizeler”in üstüne bir bardak soğuk su içmelerinin zamanı gelmişti. Dünya ekonomisindeki “kontrollü bir şekilde çözülmesi”, ABD için meşru hedefti.

Fed Başkanlığı makamına geçen kötü şöhretli Volcker, tarihe “Volcker şoku” olarak geçecek bir hamleyle, sabit kur rejimini dağıtıyor ve faizleri tek seferde gökyüzüne fırlatıyordu.

Trumpizmin iktisadi aklı – 1: Stephen Miran ve doların devalüasyonu planı

***

“Dolayısıyla Trump,” diyor Varoufakis, “yıkıcı bir darbe yoluyla dünya ekonomisinin kontrollü bir şekilde parçalanmasını isteyen ilk Başkan değildir.”

Yunanistan’ın eski maliye bakanı önemli bir gözlemde bulunuyor: ABD hegemonyasını yenilemek ve uzatmak için ABD’nin müttefiklerine kasıtlı olarak zarar vermek; uzun vadede ABD’deki sermaye birikimini güçlendirmek için Wall Street’e kısa vadeli zarar vermeye hazır olmak… Bunlarla da ilk kez karşılaşmıyorduk. Nixon bunu yapmıştı; ondan önce Başkan Hoover’ın Hazine Bakanı Andrew Mellon bunu yapmıştı. “Sıçramak için geri çekilmek” sermaye birikimini garanti altına almanın yollarından biriyidi.

Demek oluyor ki Trump ve ekibi, Nixon şoku ile başlayan ve sonrasında Carter ve Reagen yönetimleri ile garanti altına alınan Amerikan hegemonyasını bir kez daha kurtarmanın yollarını arıyor. Yine hedefte doların devalüasyonu, Wall Street’e küçük bir çelme ve “yabancı kapitalistlerin” bedel ödemesini talep etme var.

Peki başarılı olursa bu dünya neye benzeyecek? Varoufakis’in bir cevabı var, uzun bir alıntı da olsa okumaya değer:

“Belki bunu söylemek için henüz çok erken ama neoliberalizm, Peter Thiel gibi neoreaksiyonerlerin teknofeodal inancı tarafından şimdiden tartışmaya açılmıştır. Bulut sermayesi finansal sermayenin yerini alıyor ve piyasanın ilahi rolünün yerine insan-ötesi [transhuman] durumunun (bulut sermayesi, yapay zeka ve biyolojik bireyin birleşmesi) kutsal kasesini koyuyor. Finansallaşma da yakında benzer bir baskı altında kalacak. Yapay zeka geliştikçe, Wall Street, Elon Musk’ın X’i bir “her şey uygulaması” haline getirme hırsında görüldüğü gibi, bulut sermayesi ve finansın birleşmesine direnmeye devam edemeyecektir. Bu tür gelişmeler, internetin faks makinelerine yaptığını ödemelere yapacak ve Federal Rezerv’in gelecekteki herhangi bir rolü de dahil olmak üzere finansal istikrar için ciddi yansımaları olacaktır. Ve Küresel Köy hayali yerine, Duvarlarla Çevrili Ulus’a sahip olacağız. Bununla birlikte, küreselleşmenin gerilemesi otarşinin mümkün olduğu anlamına gelmiyor. Trump Şoku bizi ikiye bölünmüş bir gezegene doğru itiyor; bu gezegenin bir kısmı Trump Planına boyun eğen vasal ülkelerden, diğer kısmı ise BRICS deneyinin kendi seyrinde devam etmesine izin verilen ülkelerden oluşuyor.”

***

Varoufakis’in çizdiği tablo iyimser mi, kötümser mi pek anlaşılmıyor. Ama doların değerine odaklanan bir “yeniden dengeleme”nin sorunları, Trump’ın uyguladığı her tarifede (ve tarifeleri geri alışında!) su yüzüne çıkıyor.

Beyaz Saray, tarifeleri üretimi ABD’ye geri getirmek için (reshoring) yaptığını söylüyor. Peki bu araç, yeniden dengeleme amacına hizmet ediyor mu? Cevap büyük ihtimalle hayır.

Örneğin, imalatın temel ara girdileri olan alüminyum ve çeliğe yönelik gümrük vergilerinin ABD ekonomisini daha fazla imalat yönünde yeniden dengelemesi olası görünmüyor.

Şirketlerin tarife maliyetlerinin bir kısmını absorbe etmesi ve geri kalanını tüketicilere yansıtması bekleniyor. Bazı tahminlere göre, sadece otomobil tarifelerinin ek maliyeti araç başına 5.000 ila 10.000 dolarlık bir fiyat artışı anlamına gelebilir. Eski Hazine Bakanı Larry Summers, tarifelerin genel net etkisinin dört kişilik bir aileye yaklaşık 300.000 dolara mal olacağını hesaplıyor.

Üstelik kesinliğin olmayışı, bir uygulanıp bir duraklatılan tarifelerin ekonomiye etkisinin görülmemesi, ayrıca bütün bu “reshoring” hedefinin uygun bir devlet teşvik stratejisi ile birleştirilmemesi Amerikan ekonomisini resesyona doğru götürüyor. Örneğin “Kurtuluş Günü” tarifeleri ile birlikte, Trump ve DOGE Amerikan imalat sektörünü on yıllardır destekleyen İmalat Genişletme Ortaklığı (MEP) programını sonlandırdı. MEP, 1980’lerde ABD’nin Japonya ile ticaret savaşının doruk noktasında Kongre tarafından, küçük Amerikan üreticilerine tavsiyelerde bulunmak üzere kurulmuştu.

MEP 50 eyaletin tamamında fırın, yazıcı, tortilla ve köpek maması üreticileri de dahil olmak üzere binlerce işletmeye vergi mükellefleri tarafından sübvanse edilen danışmanlık hizmeti veriyordu.

Dahası sadece finansal piyasalarda değil, “reel” ekonomide de bu sarsıntı hissediliyor. Mart ayında satın alma yöneticileri endeksi (PMI) 50’nin altındaydı (49). Washington Post’un aktardığına göre imalat ticaret grupları, iptal edilen siparişler ve yavaşlayan büyüme konusunda endişe duyan üyelerinden gelen telefonlarla dolup taştıklarını söylüyor.

İmalat sektöründeki grupların neredeyse hepsi temel malzeme veya makinelerde daha yüksek maliyetlerle karşı karşıya kaldıklarını ve birkaçı tarifeyle ilgili belirsizlik nedeniyle talebin zaten “kuruduğunu” gördüklerini söylüyor.

ABD ekonomisinde imalatın payının da, fabrikalarda çalışan Amerikan işçilerinin oranının da dibe vurduğu bir gerçek. Bununla birlikte, bu gerçek kimi başka gerçeklerin de üzerini örtüyor: İmalatta çalışan işçi sayısı yerinde saysa da, imalat çıktısı artmaya devam ediyor; yani verimlilik artıyor. Otomasyondaki gelişmeler, sermaye birikiminin genel yasaları ile paralel ilerliyor.

Dahası, “yeniden sanayileşme” boyutlarında olmasa da, 2008 krizinden sonra kısmi bir imalat canlanması yaşandığını istatistiklerden takip edebiliyoruz: 1990’dan 2010’a kadar geçen 20 yılda imalat sektörünün istihdamdaki payı yüzde 16’dan yüzde 9’a düşmüştü. Fakat 1953’ten beri süregelen bu istikrarlı düşüş 2010 yılından itibaren hayli yavaşladı.

2010’dan bu yana geçen 15 yılda imalatın toplam istihdamdaki payı sadece bir puan düşerek yüzde 9’dan yüzde 8’e geriledi. Bunun nedeni, Covid yılları hariç, ABD’deki imalat işlerinin sayısının 2010’dan 2022’ye kadar artmış olması.

Örneğin Dan McLaughlin gibi bazı yazarlar, imalatın Orta Batı’dan bölgesel olarak kaydığını ve aslında yurtdışına gitmeyip Güney’e göç ettiğine; fabrikaların bugün daha az işçiyle daha fazla üretim yapabileceği anlamına gelen otomasyondaki büyük gelişmelere işaret ediyor.

McLaughlin şöyle yazıyor:

“Tıpkı fabrika işlerinden nefret eden önceki nesillerin çiftçiliği romantikleştirmesi gibi, imalat işini romantikleştirme eğilimi var. Kapanan fabrikaların gerçek insani maliyetini kabul edebiliriz ve yine de her imalat işinin alternatiflerine kıyasla eşit derecede cazip olmadığını fark edebiliriz: birçok mavi yakalı erkek muhtemelen bir tekstil fabrikasında çalışmaktansa bir Amazon teslimat kamyonu sürmeyi veya bir şantiyede çalışmayı tercih eder. Ayrıca, iktisadi popülistler imalat işleri ile imalat kapasitesini karıştırma eğilimindeler. Artık bir şeyler üretemiyorsak bunun ulusal güvenliğimiz için tehlikeli olduğunu söylüyorlar.”

Üstelik nispeten az sayıda Amerikalı aslında bir fabrikada çalışmak istiyor. Financial Times’a göre son kamuoyu yoklamaları, Amerikalıların %80’inin daha fazla imalat işi ile ülkenin daha iyi durumda olacağını düşündüğünü, fakat yalnızca %25’inin kişisel olarak bu tür işlerde daha iyi durumda olacağını düşündüğünü gösteriyor.

Trumpizmin iktisadi aklı – 2: Scott Bessent, Amerikan rüyası ve özel güzeldir

***

Öte yandan gümrük tarifeleri, özel üretim hizmetleri alıcılarını, ürünlerini oluşturmak için Amerikalı tedarikçilere yönelmek de dahil olmak üzere tedarik zincirlerini hızla yeniden düzenlemeye itiyor.

“KOBİ” stratejisi burada kritik bir hal alıyor. ABD’nin küçük ve orta ölçekli üreticileri de bu dönemden faydalanmak ve müşteri tabanlarını hem burada hem de yurt dışında büyütmek istiyor.

ABD, özellikle CNC işleme ve enjeksiyon kalıplamadan sac-metal imalatına, 3D baskıya ve daha fazlasına kadar her konuda uzmanlaşmış 500.000’den fazla KOBİ’ye ev sahipliği yapıyor.

Son birkaç yıldır alıcılar, COVID-19’un tetiklediği, Altyapı Yatırım ve İstihdam Yasası, CHIPS ve Bilim Yasası gibi federal mevzuat ve şimdi de küresel ticaret ortamı tarafından desteklenen yeniden tedarik çabalarını hızlandırdı.

Özel üretim için “dijital pazar yeri” olarak hizmet veren Xometry, Zogby Strategies ile üç ayda bir gerçekleştirdiği “Amerikan Üretiminin Yeniden Dirilişi” anketleri aracılığıyla iki yıldan uzun bir süredir yeniden üretim trendini takip ediyor.

Verilere göre birinci çeyrekte, imalat sektöründeki CEO’ların neredeyse yarısı (%42) tesisleri başarılı bir şekilde yeniden “reshore” ettiklerini söylerken, %19’u da tarifelerin bir sonucu olarak bunu yapmayı planladıklarını belirtiyor.

Tam bu noktada, “Silikon Vadisileşme” eğiliminin tüm ekonomiyi ahtapot gibi sarmaya başladığı görülüyor: İmalat CEO’larının %70’i, planlama ve operasyonlarda verimlilik elde etmek için yapay zeka gibi gelişmekte olan teknolojileri benimsiyor ve bunu otomasyon yakından takip ediyor.

Yapay zekaya yatırım yapan bu şirketlerin çoğu önemli bir yatırım getirisi elde etti ve neredeyse üçte ikisi (%63) yapay zeka ve diğer teknolojilerin operasyonları için “dönüşümsel” olacağına inanıyor.

Teknolojiye ek olarak, Amerika’nın endüstriyel çekirdeği daha yüksek teknolojili hale geldikçe imalat CEO’ları da “yeteneklere” yatırım yapıyor.

Öte yandan Ulusal Bağımsız İşletmeler Federasyonu (NFIB) tarafından yapılan bir anket, mart ayında, Trump’ın gümrük tarifesi ilan ettiği “Kurtuluş Günü”nden önce bile, küçük işletmelerin iyimserliğinin 2020’den bu yana en keskin düşüşünü yaşadığını ortaya koyuyor; elbette Cumhuriyetçilerin Demokratlardan daha iyimser olduğunu not etmek koşuluyla.

Varoufakis’in “teknofeodaller” dediği yeni teknoloji simsarları, yapay zeka, otomasyon ve dijitalleşme ile ekonomiyi dönüştürmek için Trump yönetimini bir alet olarak kullanıyor.

***

“Başkan Trump onlarca yılını verimli ve başarılı şirketler kurarak geçirmiş başarılı bir iş adamıdır. Gerçek patronun Amerikalı vergi mükellefleri olduğunu biliyor ve tüm hükümet çalışanlarından Amerikan halkının hak ettiği yüksek düzeyde özveri ve mükemmellik talep etmeye devam edecek.”

Beyaz Saray sözcüsü Anna Kelly böyle diyor. Aynı Trump, ABD CEO’su olarak, federal devletteki personel kıyımı için, “herkesin yeri doldurulabilir” diyor.

Trump’ın en büyük destekçisi milyarder Musk, “Haftada 40 saatlik çalışmayla dünyayı değiştiremezsiniz,” diyor. “Size ne kadar lazım?” diye sorulduğunda tereddüt etmiyor: “Kişiye göre değişir, ama yaklaşık 80 [saat] sürekli, zaman zaman 100’ün üzerine çıkar. Ağrı seviyesi 80’in üzerinde katlanarak artar.”

Haftada 7 gün çalışsanız, günde 14 saate tekabül ediyor. Musk ve Trump’ın “üretimin ABD’ye taşınması” derken kastettiği, 19. yüzyılda İngiliz işçilerinin ölümüne çalıştırıldığı “fabrika sistemi” gibi görünüyor.

“İnsan-ötesi” robot fantezisi, üretimin insansı robotlar tarafından yapıldığı değil, insanların robotsu hale getirildiği bir düzene işaret ediyor.

Okumaya Devam Et

Amerika

ABD yargısı, Google’ın çevrimiçi reklam pazarını kasten tekelleştirdiğine hükmetti

Yayınlanma

ABD’li bir federal yargıç, Google’ın dijital reklamcılık alanında yasadışı bir şekilde tekel oluşturduğuna ve bu tekeli sürdürdüğüne hükmederek, teknoloji devinin işinin bir kısmını elden çıkarmak zorunda kalmasına neden olabilecek yolu açtı.

Virginia’daki davaya başkanlık eden bölge yargıcı Leonie Brinkema perşembe günü yaptığı açıklamada Google’ın dijital reklam pazarının iki bölümünü “kasıtlı olarak” tekeline aldığını söyledi.

Bu, çevrimiçi yayıncıların reklam alanı satmak için kullandıkları teknoloji ve işletmelerin reklamlar için teklif verdikleri en büyük alan. 

Fakat Brinkema, davayı açan ABD Adalet Bakanlığı’nın, Google’ın pazarın üçüncü bileşeni olan reklamveren reklam ağlarına haksız bir şekilde hakim olduğunu kanıtlayamadığına karar verdi.

ABD, Google’ı reklam teknolojisi pazarında tekelcilikle suçluyor

Karar, geçen yıl ayrı bir antitröst davasında federal bir yargıcın, şirketin arama alanında yasadışı tekelini sürdürmek için özel anlaşmalara milyarlarca dolar harcadığını tespit etmesinin ardından geldi.

Mahkemenin Google’ı işinin bir bölümünü satmaya zorlamayı da içerebilecek çözümleri belirleyeceği bu davanın ikinci aşaması önümüzdeki hafta başlıyor.

Adalet Bakanlığı bu davasında Google’dan Chrome tarayıcısını satmasını, Apple’a varsayılan arama motoru olması için her yıl yaptığı 20 milyar dolarlık ödemeyi durdurmasını ve rakipleriyle daha fazla veri paylaşmasını istedi.

Brinkema perşembe günkü kararında, “On yılı aşkın bir süredir Google, yayıncı reklam sunucusunu ve reklam borsasını sözleşme politikaları ve teknolojik entegrasyon yoluyla birbirine bağladı ve bu da şirketin bu iki pazardaki tekel gücünü oluşturmasını ve korumasını sağladı. Google, müşterilerine rekabet karşıtı politikalar dayatarak ve arzu edilen ürün özelliklerini ortadan kaldırarak tekel gücünü daha da sağlamlaştırdı,” diye yazdı.

Fakat bakanlığın pazarın üçüncü kısmını tanımlama şeklini reddederek, “reklamveren reklam ağı” teriminin sektörde yaygın olmadığını ve yayıncıları “haksız yere dışladığını” söyledi.

Google ise yaptığı açıklamada, davanın “yarısını kazandıklarını” ve diğer yarısını da temyize götüreceklerini vurguladı. Açıklamada, “Mahkemenin yayıncı araçlarımızla ilgili kararına katılmıyoruz. Yayıncıların pek çok seçeneği var ve reklam teknolojisi araçlarımız basit, uygun fiyatlı ve etkili olduğu için Google’ı seçiyorlar,” denildi.

Yargıçtan tarihi karar: Google, yasadışı anlaşmalarla aramalarda tekel kurdu

Karar, eski başkan Joe Biden tarafından atanan ve Donald Trump Beyaz Saray’a dönmeden önce davayı açan eski antitröst yetkililerinin kazandığı son zafer oldu.

Adalet Bakanlığı’nın antitröst biriminin eski başkanı Jonathan Kanter perşembe günü X’te yaptığı bir paylaşımda, “Bugün antitröst uygulaması, medya endüstrisi ve özgür ve açık internet için büyük bir zafer. Google artık iki kat daha fazla yasadışı bir tekelci,” dedi.

Trump tarafından atanan antitröst yetkilileri, özellikle Büyük Teknoloji’ye karşı yaptırım konusunda sert bir tutum benimseme niyetinde olduklarının güçlü sinyallerini verdiler.

ABD Federal Ticaret Komisyonu (FTC) bu hafta Washington federal mahkemesinde Meta’ya karşı tekel davasına başladı. ABD Başsavcısı Pam Bondi yaptığı açıklamada, “Bu, Google’ın dijital kamusal alanı tekeline almasını engellemek için devam eden mücadelede dönüm noktası niteliğinde bir zafer. Adalet Bakanlığı, Amerikan halkını teknoloji şirketlerinin ifade özgürlüğüne ve serbest piyasalara yönelik tecavüzlerinden korumak için cesur yasal adımlar atmaya devam edecek,” dedi.

AB’nin rekabet şefi Teresa Ribera ise, kararı not ettiklerini ve “ilgiyle inceleyeceklerini söyledi.

Avrupa Komisyonu Google’ı kendi reklam hizmetlerini kayırdığı gerekçesiyle ayrıca soruşturuyor.

Okumaya Devam Et

Amerika

TSMC ABD’de ‘bağımsız’ çip merkezi kuracağını açıkladı

Yayınlanma

Taiwan Semiconductor Manufacturing Co. (TSMC) ABD’nin “bağımsız” bir çip kümesi oluşturmasına yardımcı olmak için dünyanın en ileri yarı iletkenlerinin %30’unu Arizona’da üretmeyi planlıyor, ancak diğer çip üreticileriyle ortak girişimler kurmak veya teknoloji paylaşmak için görüşmelerde bulunmadığını söyledi.

TSMC Yönetim Kurulu Başkanı ve CEO’su C.C. Wei perşembe günü yaptığı açıklamada şirketinin “diğer şirketlerle herhangi bir ortak girişim, teknoloji lisansı veya teknoloji transferi ve paylaşımı konusunda herhangi bir görüşme yapmadığını” belirterek, ABD’li çip üreticisinin üretimini artırmak için Intel ile ortaklık söylentilerine ilişkin piyasa endişelerini ele aldı.

Wei, TSMC’nin Arizona’daki ikinci ve üçüncü çip tesislerinin inşasını hızlandıracağını söyleyerek, ikinci tesisin üretim zaman çizelgesinin orijinal 2028 hedefinden “en az birkaç çeyrek” yukarı çekilebileceğini de sözlerine ekledi. Üçüncü tesisin inşaatına bu yıl içinde başlanması planlanıyor, ancak işgücü sıkıntısı ve izin alma ihtiyacı nedeniyle genel zaman çizelgesi belirsizliğini koruyor.

Wei, TSMC’nin şu anda piyasada bulunan en gelişmiş 2 nanometre çiplerinin yaklaşık %30’unu ABD’de üreteceğini ve Arizona tesisinin müşterilerin talepleri doğrultusunda bir ABD yarı iletken kümesi olarak “bağımsız bir şekilde faaliyet göstermesine” yardımcı olmak için daha fazla mühendis tahsis etmeyi hedeflediğini de sözlerine ekledi.

Bu arada Wei, Trump yönetiminin “karşılıklı” gümrük tarifeleri konusundaki son belirsizlikler nedeniyle müşterilerin davranışlarında “herhangi bir değişiklik” olmadığını söyledi, ancak önümüzdeki potansiyel belirsizlik ve riskler konusunda uyardı. Çip üreticisinin piyasa talebini yakından izleyip değerlendireceğini ve ihtiyatlı davranacağını söyledi.

Yapay zeka bilişim çiplerine olan talebin çok güçlü olmaya devam ettiğini söyledi: “Çin dışında, özellikle ABD’de yapay zeka [çiplerine] olan talep hala çok güçlü, bu nedenle bu yıl yapay zeka gelirimizi iki katına çıkaracağımıza eminiz.”

TSMC 2025 yılı için sermaye harcama bütçesini değiştirmeyerek 38 milyar ila 42 milyar dolar arasında tuttu ve sektörün ortalama büyüme tahminlerinden daha iyi olan bu yıl dolar bazında %20 aralığında gelir artışı tahminini korudu.

Ocak-Mart çeyreğinde şirketin net kârı bir önceki yıla göre %60,3 artarak 361,56 milyar Yeni Tayvan dolarına (10,9 milyar $) ulaşırken, gelirleri %41,6 artışla 839,25 milyar NT$’a yükseldi.

Pazar bazında Çin, 2019’daki %20’lik zirve seviyesinden bu çeyrekte gelirinin sadece %7’sini oluşturdu. 2024 yılı için bu rakam %11’di.

TSMC, mevcut çeyrek için gelirinin yıllık %38 artışla 28,4 milyar NT$ ile 29,2 milyar NT$ arasında, orta noktada ve piyasanın konsensüs tahmininin üzerinde gerçekleşeceğini tahmin ediyor.

TSMC’nin en büyük müşterilerinden ikisi olan Nvidia ve AMD, Washington’ın Çin’e indirgenmiş yapay zeka çipleri gönderme kurallarını sıkılaştırmasının ardından sırasıyla yaklaşık 5,5 milyar dolar ve 800 milyon dolar gelir kaybı yaşadı. TSMC’nin önemli bir ekipman tedarikçisi olan ASML, Trump’ın gümrük vergilerinin çip endüstrisini daha da rahatsız edebileceği konusunda uyardı.

Nikkei Asia‘nın haberine göre TSMC, ABD ihracat kontrollerine uyma konusunda son derece dikkatli davranarak Çin’in çip endüstrisinde beklenenden daha büyük aksaklıklara yol açtı. Şirket ayrıca, Trump yönetiminin yüksek gümrük vergileri tehdidinin ortasında, en büyük denizaşırı taahhüdü olan Arizona’da 100 milyar dolarlık ek yatırım sözü verdi.

Bu arada analistler, teknoloji sektörünün son iki yıldır en önemli büyüme motoru olan yapay zeka bilişim talebinin, daha sıkı ihracat kontrolleri, rekabet baskısı ve yüksek gümrük vergileri nedeniyle tüketici elektroniği talebindeki potansiyel yavaşlama nedeniyle duraksayabileceği uyarısında bulunuyor.

JPMorgan Chase genel müdürü Gokul Hariharan bir araştırma notunda, “Yavaşlayan ABD ve Çin tüketim talebinden kaynaklanan talep etkisi, 2025 ve 2026’nın ikinci yarısında muhtemelen hala bir risk” dedi.

Nvidia, ABD’nin Çin’e çip satışını kısıtlaması nedeniyle 5,5 milyar dolarlık darbe alacak

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English