Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

Teknoloji devleri anti-sosyal bir distopya inşa ediyor

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini verdiğimiz makale 3 Ocak 2023 tarihinde Tribune‘de yayınlandı. Makale, pandemi zamanında uygulanan ‘kapanma’ların, teknoloji tekellerinin distopik bir gelecek kurgulamasına neden olacak teknolojik ve iktisadi gelişmeleri hızlandırdığını vurguluyor. Buna, ‘kapanma’ döneminde Amerikan teknoloji devlerinin kârlarına kâr katmaları da eklenebilir. Amazon gibi devasa örgütlenmelerin ‘hayatı kolaylaştıran’ uygulamaları, aslında korkunç bir emek sömürüsünün üzerinde yükseliyor. Evde kalanlara hizmet, kalamayanların zorlanmasıyla götürülüyor.


Teknoloji devleri anti-sosyal bir distopya inşa ediyor

Paris Marx
3 Ocak 2023

Teknoloji endüstrisinin hayali, hizmet görenler ve hizmetkarlar arasında ayrışmış, insan etkileşimi sirkülasyonunun ortadan kaldırıldığı bir toplum, fakat geleceğimiz üzerinde tekrar söz sahibi olmak için hâlâ zamanımız var.

Kovid-19 karantinalarının insanları mümkün olduğunca evde kalmaya zorlamasından beş yıl önce gazeteci Lauren Smiley, halihazırda şirketlerin yeni adımlarının nasıl bir “kapanma ekonomisi” yarattığını yazıyordu. Bu kapanmalarda, rızası dışında eve tıkılı kalan veya bu benzeri görülmemiş sağlık krizinden kendilerini koruyan insanlar değil, çalışmak için fazlaca zaman harcayan, bundan ziyade başka bir şey için zamanlarının azaldığını hisseden teknoloji çalışanlarıydı.

Geriye dönüp daha sağlıklı bir iş-yaşam dengesi bulmak yerine, hemen hemen her şey için iste gelsin hizmetleri kullanmaya başladılar. Kendi yemeklerini yapmak zorunda kalmamak için dışarıdan sipariş ettiler. İnsanların bu sayede yiyeceklerini almalarını ve hatta bazen dolaplarını doldurmalarını sağladılar. Getir götür işlerini yapmak veya ihtiyaçlarını karşılamak için dışarı çıkmak yerine Amazon’a ve çeşitli uygulamalara yaslandılar.

Bu iste gelsin hizmetlerinin çoğu, teknoloji endüstrisindekiler tarafından, kendileri gibi diğer insanların ihtiyaçlarını karşılarken, giderek daha güvencesiz hale gelen iş gücünden faydalanmak amacıyla yapıldı. Ancak onları finanse eden risk sermayedarları, bu niş pazara hizmet etmekle asla yetinmeyecekti; şirketler tekelleşmek için çabalamak zorundaydı ve bu da çok daha geniş bir pazara ulaşmak anlamına geliyordu.

ABD’nin beş büyük teknoloji devi Amazon, Apple, Facebook, Google ve Microsoft, pandeminin ilk on iki ayında bir önceki yıla kıyasla yüzde 25’ten fazla artışla toplamda 1,2 trilyon dolarlık gelir elde etti. Pandemi ayrıca birçok insanı iste gelsin hizmetlerini denemeye ve Amazon’a daha fazla bağımlı olmaya itti. Geriye dönüp bakarsak pandemiyi muhtemelen iste gelsin türü bir ekonomiye geçişi hızlandırmada kilit bir zaman olarak göreceğiz; bunun yaşamımıza, çalışmamıza ve topluluklarımızın nasıl işlediğine dair sonuçları olacak.

İste gelsin ekonomisinin doğuşu

İste gelsin ekonomisi, yeni teknolojilere kavuşulması ve 2007–8 mali krizinin getirdiği sonuçlarla mümkün oldu. 2002’de Amazon, sunucu kaynaklarına iste gelsin hizmetlerine ucuza erişim sağlamaya dönük bulut bilgi işlem platformu olan Amazon Web Services’ı yarattı ve bu da insanların ve şirketlerin yeni çevrimiçi hizmetler oluşturmasını çok daha kolaylaştırdı. On yılın sonunda Google ve Microsoft gibi diğer şirketler kendi bulut hizmetlerini oluşturarak, insanların internet ve bunun üzerine inşa edilen hizmetlere erişimini geniş kapsamlı biçimde değiştirdiler.

Apple, 2007’de mali çöküşten aylar önce iPhone’u çıkardı. Cihaz, henüz tam işlemeye başlayan interneti masadan alıp insanların avucuna yerleştirdi. Apple 2008’de App Store’u piyasaya sürene kadar geliştiricilerin ilk etapta iPhone ile yapabilecekleri şeyler sınırlıydı. Bu, Batılı ülkelerin resesyondan çıkıp ekonomik büyümeyi sürdürmenin yeni yöntemlerini ararken, hızla büyüyen aplikasyon ekonomisinde hak iddia edecek şirketler kurma çılgınlığını başlattı.

O zamandan itibaren sözümona paylaşım ekonomisi ortaya çıktı; sadece yeni teknolojilerden değil, kriz sonrası koşulların yarattığı diğer faktörlerden de fazlaca yararlandı. Yeni kurulan şirketler, en düşük faiz oranları sayesinde sermayeye çok daha kolay erişebiliyorlardı; bu da, tekelleşme peşinde koşarken hizmetlerini düşük fiyatlandırdıkları için elden ele para kaybetmelerini sağladı. Bu arada büyümeye başlayan ekonomi den herkes eşit şekilde yararlanmadı.

Resesyonda şirket kurucuları nispeten kolay bir şekilde finansman bulabilirken ve teknoloji çalışanları yüksek talep görürken, çoğu işçi kaybetmişti. Paylaşım ekonomisine dahil olan şirketler, bu insanları hedef alan bir mesaj hazırladılar; hayatlarını çalışma saatleri üzerinde kontrole sahip olarak kazanabilirlerdi. Bu yeni “esnek” alanı tanımlayan şirket Uber’di. 2009’da özel şoför kiralama alternatifi olarak başladı, fakat neredeyse herkesin sektöre uygulanan düzenlemelerin ardından dolanarak sürücü olmak için kaydolmasına olanak vererek taksi endüstrisini hızla ele geçirdi.

Bu şirketler etraflarını paylaşım ve ortaklık laflarıyla çevrelediler ama gerçek şu ki, önemli bir istisna dışında onlar da diğer hepsi gibi birer şirketti; daha fazla müşteri getirdiklerini gösterebildikleri müddetçe yıllarca para yeme özgürlüğüne sahiplerdi. Bu büyüme uğruna, hizmeti sağlayan işçilerden, güvendikleri diğer şirketlere kadar yararlanabildikleri herkesten yararlandılar.

Kolaylık sömürüyü nasıl görünmez kıldı?

İste gelsin ekonomisini güçlendiren hizmetler, tüketici açısından harika görünüyordu; nispeten uygun fiyatlıydılar, inanılmaz düzeyde kullanışlıydılar ve doğrudan telefondan erişilebilirlerdi. Fakat pazarlama ve tasarımlarıyla, hizmetin nasıl sunulduğunu ve bunun çalışanlar ve daha geniş toplam için ne anlama geldiğini de gizlediler.

İste gelsin ekonomisi, çok geçmeden uygulama tabanlı hizmetlerin çok ötesinde gelişme kaydetti. Kendi teslimat ağını kuran Amazon, Prime üyelerine hızlı teslimat sunarak bunun önemli bir parçası haline geldi. Ancak altyapısı emek sömürüsüne bağlıydı: Amazon’un ABD’deki depo çalışanları, sektör ortalamasının neredeyse iki katı bir oranda ciddi yaralanmalar yaşarken, ücretleri rakiplerin sunduklarının çok altında. Tuvalet molası verememeyle ilgili şikayetler var: Şirketin teslimat çalışanları, teslimat hedefleri çok yüksek olduğu için şişelere işemek ve hatta poşetlere dışkılamak zorunda kaldıklarını bildirdi. Bu, kolaylığın bedellerinden sadece biri.

Uber Eats ve Deliveroo gibi yemek dağıtım hizmetleri, yalnızca düşük ücretli işçilere değil, aynı zamanda teslim ettikleri yiyecekleri hazırlamayan restoranlara da bel bağlıyor; sonuç olarak, özellikle pandemi döneminde daha fazla müşteri uygulama tabanlı hizmetlere yöneldikçe, restoranlar menülerini bunlar üzerinden sunmak zorunda kaldı. Şimdiye değin teslimat hizmetleri daha fazla müşteri kazandıkça, bazen toplam maliyetin yüzde 40’ına varan daha yüksek teslimat ücretleri alma gücü kazandılar. Ücretler arttıkça birçok restoran fiyatlarını yükseltmek veya tamamen kapanmak zorunda kaldı.

İste gelsin ekonomisi, kamu yararına hizmet ediyormuş gibi pazarlansa da, durum hiçbir zaman tam anlamıyla böyle olmadı. Hizmetler, çok çalışan profesyonellerin ihtiyaçlarını karşılamak için tasarlandı ve bu nedenle her zaman, işleri üzerinde çok az kontrole sahip olan, oldukça düşük ücretler alan ve genellikle işçi statüsünün hak ve avantajlarından mahrum bırakılan güvencesiz işçilerin emeğinden yararlanarak orantısız bir şekilde varlıklı bir insan grubuna hizmet ettiler.

Bunu 2015’te Smiley de görmüştü; “Her şeyin iste gelsin olduğu yeni dünyada, ya şımartılmış, tecrit edilmiş bir kraliyet mensubusunuz ya da yirmi birinci yüzyılın bir hizmetkarısınız” gözlemini yapmıştı. Zenginler her zaman yapmak istemedikleri işleri yapacak bir dizi personele sahip oldular ama iste gelsin hizmetleri, görece daha varlıklı insan grubunun da yaşam savaşı veren ve büyümekte olan işçi sınıfından yararlanarak ev işlerini daha kolay bir şekilde yapmasına olanak sunmayı vaat etti. Ancak bu süreçte şirketler etrafımızdaki dünyayı da dönüştürmeye başladı.

Etkileşim sirkülasyonunu kırmak

Pandeminin ilk aşamalarında, birçok insan Kovid-19’un yayılımını en aza indirmek adına evde kalmaları talimatı verildiği için “kapanmıştı”. Ama herkes bu lükse sahip değildi. Sağlık, ulaşım ve süpermarket çalışanları hayati kabul edildi, ancak teslimat çalışanları zaruri bir işi yerine getirirken her zaman aynı takdiri görmediler. Ekonomi yavaşladıkça ve insanlar işlerini kaybettikçe, daha fazla insan başlarını sokacakları bir çatı ve masada yiyecek bulundurmak için ihtiyaç duydukları parayı bulmak üzere uygulamalara akın etti. Smiley’in 2015’te hakkında yazdığı dinamik daha da pekişti ve bunu mümkün kılan iste gelsin hizmetleri hayatımıza daha da yerleşti.

2021’in ilk üç ayında, insanların Kovid’e yakalanma riskiyle karşı karşıya kalabilecekleri mahallelerindeki dükkanlara gitmek yerine online alışverişe yönelmesiyle Amazon’un satışları 2020’nin aynı dönemine göre yüzde 44 arttı. Fakat bu tehdit ortadan kalksa bile, çevrimiçi alışveriş yapmaya alışan insan sayısı arttı ve buna muhtemelen gelecekte de devam edecekler. Bugün ekonomimizde enflasyona neden olan tedarik zinciri kaosu, mal ve hizmetlerin nasıl sağlandığını yeniden düzenleme süreciyle yakından ilişkili.

Ve bu daha başlangıç. Şirket, Amazon Go ve Fresh mağazalarında yıllarca kasiyersiz alışverişi test ettikten sonra, ABD’de bazı Whole Foods mağazalarında “Yürü Geç” sistemini uygulamaya başladı. Amaç, insan kasiyer veya kasada ödemenin yerine, aldığınız her ürünü izleyen ve ardından mağazadan çıktığınızda Amazon hesabınıza ücretlendiren bir gözetim sistemi koymak.

Mağazada yaptığınız her şeyi izleyen sıra sıra kameraları ve Amazon’un satın alma işlemlerinizi takip etme imkanını görmezden gelmeyi seçecek olursanız, bu yine albenili ve kullanışlı gelebilir. Ama aynı zamanda ayrımcı. Teknolojiyi düzgün bir şekilde kullanmak için internet bağlantısı olan bir akıllı telefona ve bununla bağlantılı bir ödeme yöntemine [genellikle kredi kartı] sahip bir Amazon hesabına ihtiyacınız var. Amazon, 2021’nin mart ayında Ealing’deki Fresh mağazalarından birinin açılışını yaptığı zaman Independent, yaşlı bir adamın içeri girmeye çalıştığını, ancak gerekli adımlar anlatıldıktan sonra, “Kahretsin” diye yanıt verdiğini aktarmıştı.

[Teknoloji şirketleri tarafından kabul edilemez bir sirkülasyon biçimi olarak kabul edilen] insan etkileşimini ortadan kaldırma arzusu, İnsanlar hala perde arkasında rafları stoklamak, çevrimiçi siparişleri almak veya yiyecekleri teslim etmek için çalışırken bile, bu yeniliklerin çoğunun merkezinde yer alıyor. Pandemi sırasında pek çok şirket, müşterilerin insan çalışanla etkileşime girmekten tamamen kaçınması için temassız teslimat bile başlatmıştı.

Teslimat uygulamalarının restoranların ekonomisini nasıl değiştirdiği göz önüne alındığında, “karanlık mutfaklar”, yani oturma, hatta müşterilere içeri girip sipariş verme seçeneği sunmayan restoranlar yaratmak için de artan bir baskı var. Tamamen teslimat uygulamalarına hizmet etmek için tasarlandılar ve insanların sipariş vermesi için dışarıda yemek yemeye daha az zaman ayırmalarını sağlama imkanı sunuyorlar. Bu süreç, sonunda büyük olasılıkla birçok paket servisi olan restoranın vitrin konumlarını terk etmesine yol açacak, ana caddelerimiz ve yediklerimizi üreten yerlerle olan ilişkimiz daha da dönüşecek.

Geleceği kim şekillendirecek?

Sağcılar genellikle kamu yatırımlarını savurgan ve yozlaşmış olmakla eleştirir, fakat gerçek şu ki, devletin çekilmesi tertemiz bir “serbest” pazarı değil, ekonomiyi şekillendirmekten sorumlu zengin, güçlü ve nihayetinde sorumsuz insanları beraberinde getirdi.

İste gelsin ekonomisi, ister ekonomik olarak rasyonel ister sosyal olarak adil olsunlar, teknoloji endüstrisinin güçlü aktörlerinin fikirleriyle uyumlu olacak şekilde, yaşamımızın önemli yönlerini yeniden biçimlendirmeye dönük ortak bir çabayı temsil ediyor. Bu arada, her zamankinden daha fazla kontrolü ellerine bırakmak gibi güzel bir tesadüfe de sahip [Karanlık mutfaklar konusunda, bu vizyonu zorlayan önde gelen insanlardan birinin Uber’in kurucu ortağı ve eski CEO’su Travis Kalanick olması şaşırtıcı olmamalı.]

Önümüzdeki yıllarda önemli bir seçim yapacağız: Güçlü kapitalistlerin hayatlarımızı kendi çıkarları için şekillendirmelerine imkan vermeye devam mı edeceğiz yoksa kolektif geleceğimizi belirleme gücünü geri mi alacağız? Teknoloji endüstrisinin hayali, geri kalanımız adına bir kabus; hizmet görenler ve onların hizmetkarları arasında daha fazla ayrışmış, insan etkileşimindeki sirkülasyonunun yerini dijital arayüzlerin aldığı bir toplum inşa ediyor. Bu anti-sosyal bir gelecek ama durdurmak için hala zamanımız var.

DÜNYA BASINI

Mahmud Abbas birliği korumak için olası baskılara direnecek mi?

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız uzman görüşlerine yer verilen haber Filistinli grupların Pekin’de imzaladığı uzlaşı anlaşmasının sürdürülebilir olup olmadığına yanıt bulmaya çalışıyor. İsrail ve muhtemelen ABD tarafından baltalanacağı düşünülen uzlaşının yumuşak karnı ise Filistin Yönetimi:

****

‘Başarılı olması için baskı var’: Fetih-Hamas birlik anlaşması sürdürülebilir mi?

Analistlere göre Fetih Hareketi’nin siyasi iradesinin olup olmadığı görülecek, İsrail ise anlaşmayı bozmaya çalışabilir.

Mat Nashed

Analistler, Filistinli grupların salı günü bir “ulusal birlik” anlaşması imzalayarak, ideolojik farklılıklarını ve acı dolu geçmişlerini bir kenara bırakıp İsrail’in işgaline son vermek için lobi yapabileceklerine dair hem umut yarattığını ancak bazı şüpheler olduğunu söylüyor.

Çin’in başkenti Pekin’de üç gün süren yoğun görüşmelerin ardından imzalanan anlaşma, geçici bir “ulusal uzlaşı” hükümetinin savaş sonrası Gazze’nin kontrolünü üstlenmesi ve ortak kendi kaderini tayin etme arayışını ilerletmesi için zemin hazırladı. Ancak Fetih Hareketi ve Hamas arasında daha önce yapılan birçok uzlaşma girişiminin başarısız olması nedeniyle bu atılım kuşkuyla karşılandı.

Katar’ın başkenti Doha’daki Middle East Council on Global Affairs adlı düşünce kuruluşunda İsrail-Filistin uzmanı olarak çalışan Ömer Rahman, “Biraz şüphe olması doğal, ancak bu anlaşmanın kalıcı olacağından umutluyum” dedi.

“Gazze ve Batı Şeria’daki durum göz önüne alındığında bunun başarılı olması için baskı var. Bence tüm taraflar bunun gerçekleşmesi gerektiğini biliyor” diyen Rahman, Gazze’deki savaşın ve işgal altındaki Batı Şeria’da artan yerleşimci şiddeti ve toprak gaspının getirdiği aciliyete atıfta bulundu.

BM uzmanlarına göre, 7 Ekim’de Hamas öncülüğünde İsrail topluluklarına ve askeri karakollarına düzenlenen ve bin 139 kişinin öldürüldüğü ve 251 kişinin esir alındığı saldırıdan bu yana İsrail, Gazze’de soykırıma varabilecek yıkıcı bir saldırıyla karşılık verdi.

İsrail son dokuz ayda 39 binden fazla Filistinliyi öldürdü ve iki milyon 300 binlik Gazze nüfusunun neredeyse tamamını yerinden etti. Gazze’deki savaş uluslararası manşetleri belirlerken, İsrail’in 2024 yılında işgal altındaki Batı Şeria’da son 30 yılda herhangi bir yılda olduğundan daha fazla Filistin toprağını sessizce ele geçirmesine yol açtı.

İsrail işgalini derinleştirirken, Filistinli iki büyük grup Fetih Hareketi ve Hamas bölünmüş durumda kaldı. Fetih Hareketi, Batı Şeria’nın büyük bir bölümünü 1993 Oslo Anlaşmalarından doğan ve Fetih’e şiddetten vazgeçmesi ve İsrail’i tanıması karşılığında Filistin devletinin kurulacağının vaat edildiği Filistin Yönetimi aracılığıyla kontrol ediyor.

Buna karşılık Hamas silahlı mücadeleye bağlı kaldı ve 2007’de iki taraf arasında yaşanan kısa bir iç savaşta Fetih Hareketi’ni kovduğundan beri Gazze’yi kontrol ediyor.

Kanlı geçmişe rağmen, her iki taraf da 12 daha küçük grupla beraber Pekin anlaşmasını imzaladı. El Cezire’nin elde ettiği bir anlaşma kopyasına göre bu anlaşma, nihai olarak İsrail işgali altındaki Doğu Kudüs, geniş Batı Şeria ve Gazze’de (İsrail’in 1967 Arap-İsrail savaşında ele geçirdiği topraklar) bir Filistin devleti kurmayı hedefliyor.

Anlaşma kalıcı olacak mı?

Uluslararası Kriz Grubu (ICG) Filistin uzmanı Tahani Mustafa, Fetih Hareketi ve Ebu Mazen olarak da bilinen Filistin Yönetimi lideri Mahmud Abbas’ın Hamas’la daha önce yapılan uzlaşma anlaşmalarını baltaladığını söyledi.

El Cezire’ye konuşan Mustafa, Abbas’ın ve yakın sırdaşlarının İsrail işgaline karşı Filistin yönetimini birleştirmek için gerçek bir siyasi irade göstermediğini söyledi.

Mustafa’ya göre Fetih Hareketi, teoride Filistinlileri uluslararası alanda temsil eden Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) üzerinde tek kontrol sahibi olduğunu ve Hamas ve diğer fraksiyonlar bu yapıda temsil edilirse çoğunluğunu kaybetmekten korkuyor.

Mustafa, “Hamas’ı ve İslami Cihad’ı da eklerseniz, Fetih Hareketi’nin tekeli sona erer” dedi.

İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri de uzlaşma anlaşmasını baltalamaya çalışabilirler.

İsrail, savaş sonrası senaryoda Filistin Yönetimi’nin ya da Hamas’ın Gazze’nin kontrolünü ele geçirmesine izin vermeyi reddederken, ABD de uzun süredir Hamas’ın İsrail’i tanımasını ve Filistin hükümetinin bir parçası olmadan önce şiddetten vazgeçmesini istiyor.

2017’de Hamas, 1967 sınırlarına göre bir Filistin devleti kurulmasını kabul eden yeni bir tüzük sundu. Hamas tarafından daha önce yapılan açıklamalar ve hareketlerle uyumlu olan bu hamle, İsrail’in fiilen tanınması anlamına geliyordu.

Mustafa, “Hamas, İsrail’in var olma hakkını hiçbir zaman [açıkça] tanımadı çünkü İsrail’e aynı şeyi Filistinliler için de yapması yönünde hiçbir zaman baskı yapılmadı” dedi.

Avrupa Dış İlişkiler Konseyi’nin İsrail-Filistin uzmanı Hugh Lovatt, İsrail’in bu anlaşmayı rayından çıkarmak için Batılı müttefiklerine Filistin Yönetimi’ne verdikleri fonları kesmeleri için baskı yapmasının oldukça olası olduğunu söyledi.

El Cezire’ye konuşan uzman, “Filistin Yönetimi mevcut haliyle ancak ABD ve Avrupa’nın yakın işbirliği ve finansman desteğiyle ayakta kalabilir” dedi.

Lovatt, “Ancak bu sadece Filistin Yönetimi’nin hayatta kalmasıyla ilgili bir mesele değil, aynı zamanda Filistin Yönetimi’nin kilit isimlerinin kişisel hayatta kalma meselesi… kendi kişisel konumlarını zayıflatabilecek herhangi bir anlaşmaya çok ilgi duymuyorlar” diye ekledi.

El Cezire yorum için Filistin Yönetimi Başkanlığı sözcüsü Nebil Ebu Rudeyne ve Filistin Yönetimi’nin Birleşik Krallık misyonunun başındaki Husam Zomlot’a ulaştı. Her iki isim de haber yayınlanmadan önce yorum taleplerine yanıt vermedi.

Ancak Lovatt, Filistin Yönetimi’nin, İsrail’i resmen tanımak ve şiddetten vazgeçmek gibi Oslo Anlaşmaları’nın şartlarına uymayı reddetmesi nedeniyle önceki birlik anlaşmalarının çökmesinden Hamas’ı sorumlu tuttuğunu söyledi.

“Abbas’ın söylediğini gördüğümüz şey… bir anlaşma istiyoruz ama uluslararası meşruiyete dayanan bir anlaşma” diye ekledi.

Bu anlaşma neden önemli?

Daha önceki uzlaşma anlaşmaları başarısızlıkla sonuçlanmış olsa da Rahman bu anlaşmanın başarıya ulaşmasının hayati olduğunu söyledi.

Rahman’a göre İsrail-Filistin konusunda uluslararası kamuoyunda rüzgarlar değişiyor ve bu da birleşik bir Filistin liderliğinin Gazze’deki “soykırıma” ve İsrail’in Batı Şeria’daki “ilhakçı baskısına” son vermesi için bir fırsat yaratıyor.

Dünya Mahkemesi olarak da bilinen Uluslararası Adalet Divanı’nın (UAD) “tavsiye niteliğindeki görüşü”, İsrail’in Doğu Kudüs, Batı Şeria ve Gazze’deki 57 yıllık işgalini kısa bir süre önce “yasadışı” olarak sınıflandırdı. Mahkeme, yerleşim yerlerinin inşası ve genişletilmesi de dâhil İsrail’in işgal altındaki Filistin topraklarında varlığını sürdürmesinin “uluslararası hukuku ihlal ettiğini” söyledi.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu kararı “saçma” olarak nitelendirdi ve İsraillilerin “atalarının yurdundaki kendi topluluklarında yaşamalarının” yasadışı olamayacağını söyledi.

Rahman, “Durum açıkça vahim ve Filistinlilerin uluslararası toplumu Filistinlileri savunmak için bir araya getirecek bir tür birleşik liderliğe ihtiyacı var” dedi.

Ancak bu birlik -en azından şimdilik- savaşın gidişatını şekillendirmede en etkili küresel aktör olan ABD tarafından desteklenmiyor.

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller salı günü düzenlediği basın brifinginde anlaşmayı yorumlarken “Bir terör örgütünün rolü olamaz” dedi.

Hamas ABD, İsrail ve Avrupa Birliği tarafından “terörist” olarak tanımlanan bir grup ancak pek çok Filistinli, Hamas’ı meşru bir direniş grubu olarak görüyor.

Lovatt, Filistin Yönetimi karar alma sürecinde Hamas ve diğer gruplara danışarak anlaşmayı uygulamaya kararlı olsa bile ABD baskısının Filistin birliğini sabote edebileceğini söyledi.

Lovatt şunu ekledi: “Bu gerçekten de belirleyici faktör olabilir. Asıl soru şu: [Abbas] kararlılığını sürdürecek mi, yoksa uluslararası baskı karşısında geri adım mı atacak?”

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Batı artık küresel ilişkilerin merkezi değil

Yayınlanma

Samir Puri, Nikkei Asia
25.07.2024

Dünya meselelerinde bir geçiş dönemi yaşıyoruz. Batılı ülkelerin küresel meselelerin nihai hakemleri olarak hareket etme gücü ve birliği çökmüyor, ancak açık bir düşüş içinde.

Çoğumuz bu noktada hemfikiriz, ancak bu geçiş dönemini Batı’nın içinden mi yoksa dışından mı izlemek daha doğru olur? Perspektif her şeydir. Atlantik’in her iki yakasındaki Batılı ülkelerde yaşayan bizler için popülizm siyaseti, değişen dünyayı izlerken kaçınılmaz olarak önemli bir tartışma konusu haline geliyor.

Daha “ulus öncelikli” liderler ve partiler güç kazandıkça, Batı’nın siyasi karakterinin hızla değişmekte olduğu açıktır. Kasım ayındaki ABD başkanlık seçimlerinde Donald Trump’ın olası zaferi ya da Macaristan Cumhurbaşkanı Viktor Orban’ın ülkesinin Avrupa Birliği dönem başkanlığını kullanarak geleneksel Batılı dış politika elitlerine çelişkili mesajlar vermesi buna örnek olarak gösterilebilir.

Bu durum zamanla Batı’nın küresel kişiliğini değiştirecektir.

2020’den bu yana Batı’daki evimden ziyade, Asya’da gelişen bu olayları Singapur’daki görüş noktamdan izliyorum. “Batısızlık: Büyük Küresel Yeniden Dengelenme” adlı yeni kitabımda yazdığım gibi, Batı’nın küresel varlığının yeniden şekillenmesini uzaktan izlemek kendi perspektiflerini sunuyor.

Asya’da, dünyanın değişen ekonomik dengesi Çin ve Hindistan’ın yükselişinde açıkça görülüyor ve Endonezya gibi ülkeler de gelecekte önemli bir büyüme göstermeye hazırlanıyor.

Dünyanın yeniden dengelenmesi sadece “Asya’nın yükselişi” ile sınırlı değildir. Suudi Arabistan, Türkiye ve hatta Güney Afrika gibi ülkelerin küresel meselelerde kendi yollarını çizmek için gösterdikleri stratejik özerklik her geçen ay artıyor.

Batılı olmayan ülkeler için stratejik özerklik ekonomik büyümeden kaynaklansa da bundan çok daha fazlasıyla ilgilidir. BRICS gibi Batılı olmayan kulüplerin genişlemesini de içeriyor. Güney Afrika’nın Batı destekli İsrail’e karşı Hamas’a karşı yürüttüğü savaş nedeniyle Uluslararası Adalet Divanı’nda açtığı dava gibi gelişmeler de bunu kanıtlamaktadır. Batılı olmayan ülkeler küresel görüşün değişmesine yardımcı oldukça, Batılı ülkeler tarafından 7 Ekim’den sonra İsrail’i desteklemek için alınan ilk tutumlar artık “kurallara dayalı uluslararası düzen” kullanılarak inandırıcı bir şekilde sorgulanabilir.

Batılı olmayan dünyanın yükselen başlıca güç merkezleri hızla kendi momentumlarını geliştiriyor. Yüzyıllardır ilk kez Batı her zaman öncü bir rol oynamıyor. Avrupa liderliğindeki deniz sömürge imparatorluğunun önceki dönemleri ve ardından ABD liderliğindeki küreselleşme dönemi düşünüldüğünde, dünya meselelerinde ortaya çıkan dönemin gerçekten de çok farklı olacağı görülecektir.

Batı çökmeyeceği ve ABD ekonomisi canlılığını koruduğu için yanlış sonuçlara varmak kolaydır. Tüm bunları gayri safi yurtiçi hasıla büyüklüğüne göre bir analize indirgemek ve yalnızca ABD ile Çin arasında iki atlı bir yarış olarak görmek çok basite indirgemek olacaktır.

Kişi başına düşen GSYH’ye bakıp, önde gelen Batılı ülkelerin modernleşmenin standart taşıyıcıları olarak diğerlerinin fersah fersah önünde olduğu sonucuna varılabilir. Ya da güçlü ABD dolarının kalıcı gücüne odaklanılabilir.

Bunlar indirgemeci sonuçlara varmaktır. Evet, ekonomik performans, yaşam standartları ve para biriminin gücü büyük önem taşımaktadır. Ancak diğer gelişmelerle birlikte ele alındığında Batı’nın düşüşte olduğu görülmektedir.

Demografi gibi bazı eğilimler ölçülebilir niteliktedir. Diğer eğilimler ise küresel anlaşmazlıkları çözme gücü ve ahlaki güçle ilgilidir. Küresel yeniden dengelenme yalnızca sert güç ve ekonomiyi değil, aynı zamanda standartları belirleme, dikkati yönetme ve krizleri çözme becerisini de içermektedir.

Manşetlerimize hakim olan ve küresel görüşleri derinden ikiye bölen diğer savaştan işlerin ne kadar hızlı değiştiğine dair net bir örnek alalım.

G7 aracılığıyla çalışan Batı, Rusya’nın Şubat 2022’de başlayan barbarca tam ölçekli işgaline karşı Ukrayna’yı övgüye değer bir şekilde destekledi. Ancak milyarlarca dolar harcayarak silahlandırdığı Ukrayna, hala Rus işgalcileri kovacak kadar güçlü değil. Şimdi, küresel yeniden dengelenmeyle ilgili iki gelişme Ukrayna’daki durumu daha net bir şekilde etkiliyor.

Birincisi, Rus ekonomisi Batı ve G7 liderliğindeki yaptırımlardan ve enerji ihracatına getirilen fiyat sınırlamalarından zarar gördü. Ancak ekonomik ceza tehdidi Putin’i 2022 başlarında Ukrayna’yı işgal etmekten caydırmaya yetmedi. Yaptırımların gerçekliği de Putin’i işgalden vazgeçmeye zorlamak için yeterli değil. Dünya ekonomisindeki yapısal değişiklikler, Rusya’nın Çin, Hindistan ve diğer BRICS ülkelerinin yanı sıra Türkiye, Körfez ülkeleri, Endonezya ve diğerleriyle ticaret yapmaya devam ettiği ve savaş ekonomisini sürdürdüğü anlamına geliyor.

İkinci olarak, Batılı olmayan bu ülkeler bir şekilde Rusya’nın Ukrayna’ya karşı yürüttüğü savaşın müzakere yoluyla sona erdirilmesini savunmuşlardır. Batı ve G7 ise tam tersini savunmuştur. Mükemmel bir ahlaki netlikle, Rusya’nın Ukrayna’da yenilmesi ve saldırganlığı için asla ödüllendirilmemesi gerektiğini savundular. Ancak Trump Beyaz Saray’a dönerse, ABD politikasının bir barış anlaşması lehine Ukrayna’yı terk etmeye kayması bekleniyor.

İronik bir şekilde, Trump’ın dayatacağı böyle bir anlaşma ABD’yi dünyanın geri kalanında genel olarak aynı şeyi savunan kesimlerle daha uyumlu hale getirecektir. Eğer bu gerçekleşirse, Batı’nın küresel haçlı enkarnasyonu bir darbe alacaktır. Onun yerine, otokratik liderlerle anlaşma yapmaktan kaçınmayan, işlevsel yaklaşımları tercih eden popülist bir Batı enkarnasyonu ufukta görünmektedir. Böyle bir dünyadan korkmak başka bir şey, bunun pek çok etmenini anlamak başka bir şeydir.

Sadece Soğuk Savaş sonrası zafer kazanmış Batı’nın sonunu gözlemlemiyoruz, aynı zamanda daha az Batı egemenliğinde bir dünyanın başlangıcını da gözlemliyoruz.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

“Okulu kıran” çocukların ailelerini hapse atmayı öneren başkan adayı: Kamala Harris

Yayınlanma

Editörün notu: Joe Biden’ın çekilmesi ile birlikte Demokratların kasım ayındaki başkan adayı olarak öne çıkan Başkan Yardımcısı Kamala Harris, siyaseten “silik” bir profil olsa da daha önce San Fransisco ve California’daki savcılık deneyimleri karanlık bir geçmişe işaret ediyor. “Beyaz olmayan” ve “ilerici” sayılan bir siyasetçi olmasına rağmen savcılığı döneminde siyahlara yönelik polis şiddeti konusunda tavır almayı reddetmişti. Harris’in en tartışmalı hamlesi ise, “okul asma programı” olarak bilinen 2011 tarihli yasaydı. Bu yasa bölge savcılarının, çocuklarının geçerli bir neden olmaksızın okul yılının yüzde 10’unu kaçırmaları halinde ebeveynleri kabahat işlemekle suçlamalarına ve hapsetmelerine izin veriyordu. Daha sonra sonlandırılan programın, yine en fazla beyaz olmayan toplulukların ebeveynlerine yönelik işlediği yönünde yoğun eleştiriler gelmişti.


“Kamala the Cop”: Biden’ın Olası Halefi Harris’in Karanlık Yüzü

Raphael Schmeller
Berliner Zeitung
23 Temmuz 2024
Çev. Gülçin Akkoç

Sevilmiyor, hata yapmaya meyilli ve kendi partisi içinde tartışmalı durumda. Demokratların başkan adayı olarak yarışa girmesi beklenen Kamala Harris kimdir?

Joe Biden’ın başkanlık yarışından çekilmesinin ardından birçok demokrat coşkuyla Kamala Harris’i desteklemeye başladı. Partinin seçim kampanyası bağışları platformu ActBlue, Biden’ın yerine Demokratların favorisi olan başkan yardımcısı için şimdiden “bağış seli” yaşandığını bildirdi.

Liberal Amerikan medyası Pazar akşamından beri Harris’in seçimi kazanması durumunda ABD’nin en yüksek siyasi makamına gelen ilk kadın, ilk Asya kökenli ve Barack Obama’dan sonra ilk siyahi olacağını tekrarlayıp duruyor. Ancak Harris’in ülkedeki çok sayıda kişi tarafından sevilmediği ve kendi partisinin içinde de tartışmalı olduğu gerçeği söylenmiyor.

2011 ve 2013 yıllarında bağışlarla Harris’i destekleyen Cumhuriyetçi başkan adayı Donald Trump, çoğu ankette Demokratlardan oldukça önde yer alıyor. Bakıldığında Harris ve Biden arasında rağbet görme açısından önemli farklar yok ve hatta Harris’in durumu kısa bir yükselişten sonra daha kötüye bile gidebilir. Harris son anketlerde Demokratlar için çok önemli olan Michigan, Arizona ve Nevada gibi salıncak eyaletlerde Biden’dan daha kötü performans gösteriyor.

Harris, okulu çok sık kıran çocukların ebeveynleri için hapis cezası istemişti

Harris, örnek vermek gerekirse iç politikadaki sert tutumu sebebiyle eleştiriliyor. 2011 yılından itibaren Kaliforniya Başsavcısı olarak kendisini Günışığı Eyaleti’nin(*) ‘’ilk polisi’’ olarak sundu ve sıkı baskısıyla adından söz ettirdi. Aynı zamanda kolluk kuvvetlerindeki yolsuzluklara karşı yeterince kararlı adımlar atmaması konusunda da eleştirildi. Ve hepsinden önce okulu çok sık kıran çocukların ebeveynleri için uygulanmasını savunduğu yüksek para cezaları ve olası hapis cezaları sistemiyle hatırlanıyor.

Bu dönemde Harris, siyahlara yönelik polis şiddeti gibi birçok konuda tavır almayı reddetti ve bu durum birçok Demokrat tarafından yadırgandı. 2014 yılında marihuanayı yasallaştırma girişimine gülmüş, ancak beş yıl sonra başkanlığa adaylığını koyduğunda “kesinlikle desteklediğini” vurgulamıştır. Başsavcılık yaptığı dönem ona ‘’Kamala the Cop’’ (Polis Kamala) lakabını kazandırmıştır.

Harris 2017 yılında Senato’ya seçildi ve 2019 yılında Demokratların başkan adayı olarak yarışa girdi. Başta Biden’ı ırkçılıkla suçlasa da sonrasında korkunç anket oranları sebebiyle yarıştan çekildi ve sonrasında kendisini başkan yardımcısı adayı yapan Biden’ı destekledi.

Başkan Yardımcısı olarak görev yaptığı son 4 yılda pek çok kez kendi siyasi profilini geliştirmemekle suçlandı. Biden, göçü sınırlandırmak için menşe ülkelerdeki göçün nedenleriyle mücadele etme görevini 2021 yılında Harris’e verdi. Ancak Harris’in çabalarına ve Latin Amerika hükümet başkanlarıyla yaptığı görüşmelere rağmen düzensiz sınır geçişlerinin sayısı arttı. ABD Yüksek Mahkemesi 2022 yılında dönüm noktası niteliğindeki Roe v. Wade kararını bozarak ülkenin çoğu yerinde kürtajı fiilen imkansız hale getirdiğinde ise Harris, kürtaj haklarını şiddetle savundu.

Harris pek çok kişi tarafından politik anlamda sönük olarak görülüyor

Harris, Beyaz Saray’da geçirdiği süre boyunca çoğunlukla kendi yolundan gitti. Röportajlarında ve kamuoyu önünde yaptığı diğer konuşmalarında çeşitli hatalar yaptı ve her zaman kendine güvenen biri olarak görünmedi. Pek çok kişi tarafından politik anlamda sönük ve bazı demokratlar tarafından da bir yük olarak görülüyordu. Hatta 2022 yılının başında yapılan anketlerin sonucuna göre Harris, bugüne kadarki en sevilmeyen Başkan Yardımcısı. Yakın çalışma arkadaşları birçok kez istifa etti ve kaotik çalışma koşulları olduğuna dair söylentiler hep devam etti.

Harris de Biden gibi hatalar yapmaya ve anlaşılması zor konuşmalar yapmaya meyilli. Şu anda sosyal medyada Mayıs 2023’te yaptığı bir konuşma dolaşıyor, Harris dinleyicilere şu açıklamaları yapıyor: “Siz, içinde yaşadıklarınızın ve sizden önce gelenlerin bağlamından oluşuyorsunuz.’’ Sonrasında bu anlattıklarını annesinden bir alıntı yaparak destekledi, ‘’Hindistan cevizi ağacından düştüğünüzü mü sanıyorsunuz?’’ Harris sonrasında saniyelerce kendi şakasına güldü.

Eğer beklendiği gibi Kamala Harris Demokratların adayı olarak gösterilirse yalnızca bu imajını düzeltme zorluğuyla karşılaşmayacak, aynı zamanda seçmenleri Biden-Harris hükümetinin sevilmeyen sonuçlarından kendisini sorumlu tutmamaları için ikna etmeye çalışmak zorunda kalacak. Bu sebeplerle Trump, Harris’i yenmenin Biden’ın kendisini yenmekten daha kolay olacağını iddia ediyor. Bu konuda haklı olabilir.


(*) Yazar Florida ile Kalifornia’yı karıştırıyor olmalı çünkü “Günışığı Eyaleti” (Sunshine State) takma adı Florida’ya ait. Kaliforniya’nınki ise “Altın Eyalet” (Golden State). (editörün notu)

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English